Melekler varken neden insan yaratılmıştır?

Tarih: 11.12.2013 - 11:26 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek amacı ile bizleri ve kainatı yaratmış, anladım da aklıma şu soru geldi:
- Peki melekler varken neden insan yaratıldı? 
- Allah cemal ve kemalini neden sadece meleklere değil de insanlara da göstermek istemiş?
- Lütfen cevaplarken kaynağınıda belirtirseniz sevinirim, yani hadis olur, ayet olur...

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Meleklerin varlığı ile insanların varlığı çok farklıdır. Biri sadece ruhanîdir, diğeri ise hem ruhani hem cismanidir. Allah, cemal ve kemal sıfatlarını değişik sanat eserleriyle görmek ve göstermek istediği için kâinatta hem ruhanî (melekler, cinler gibi), hem cismanî (cansız varlıklar gibi), hem de ruhanî ve cismani yanları olan (insanlar gibi) ayrı varlıkları yaratmıştır.

Meleklerde yalnız akıl kuvveti vardır. Hayvanlarda ise yalnız nefis kuvveti (kuvve-i şeheviye ve gazabiye) vardır. İnsanlarda ise hem akıl hem de nefis vardır. Bu iki unsur da ayrı birer aynadır, kemal, celal ve cemal sıfatlarının tecellilerini göstermektedir.

İnsanlar meleklerden farklı bir idrak ve algıya; farklı bir sanat anlayışına sahiptir. İnsanlar yapıları itibariyle yeryüzünde fitne-fesat çıkarmaya meyilli olmalarına rağmen onların -Allah’ın varlığı ve birliğinin göstergesi olan- kâinat hakkındaki algıları sebebiyle yaratılmışlardır.

Diğer bir ifadeyle, insanlar, Allah’ın sanatını farklı yönlerden değerlendirip yaratıcıya ulaştıracak bir ilme sahip kılındıkları için yaratılmışlardır.

Meallerini vereceğimiz ayetlerde, meleklerin -bizim şu anda sorduğumuz soruya benzer- bir şekilde öğrenmek için sordukları sorunun hikmeti belirtilmiş ve insanların meleklerin endişelerine rağmen var edilmiş olduklarına dikkat çekilmiştir:

“Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' dediği vakit onlar: 'Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen’i tenzih etmekteyiz!' dediler. Allah: 'Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim.' buyurdu."

"Ve (meleklerin bilmediklerini bildiğini göstermek hikmetiyle) Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: 'İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!' dedi."

"Melekler: 'Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin.' dediler."

"Allah: 'Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir.' dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: 'Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin sırlarını ben bilirim! Ve ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!'” (Bakara, 2/30-33)

- Diğer taraftan,

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/4),

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra, 17/70)

mealindeki ayetlerde insanın varlığının meleklerden daha farklı bir ilahî tecelliye mazhar olduğuna vurgu yapılmıştır.  

- Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespitleri de bizim konumuza ışık tutmakta ve insanların yaratılmalarının hikmetini ortaya koymaktadır:

“Esma-i İlahiyenin en cem'iyetli âyinesi cismaniyettedir. Ve hilkat-ı kâinattaki makasıd-ı İlahiyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbaniyenin en çok çeşitleri ve rengârenkleri cismaniyettedir. Ve beşerin ihtiyacat dilleriyle Hâlık'ına karşı dualarının ve teşekküratının en kesretli tohumları yine cismaniyettedir. Maneviyat ve ruhaniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri yine cismaniyettedir.” (Asa-yı Musa, 45; Şualar, On Birinci Şua, s. 228; ayrıca bk. Sözler, Yirmi Sekizinci Söz, s. 498)

İnsan, kainatın küçültülmüş bir numunesi ve modelidir. Kainat küçülse insan, insan büyütülse kainat olur. Kainatta azametli ve büyük yazılmış tevhit hakikatleri, insanın mahiyetinde küçük ve okunaklı bir şekilde yazılmıştır. Bu hususta kainat ile insan müsavidir, fark sadece kemiyettedir, yani boyut ve hacimdedir.

İnsanı kainat kadar geniş yapan şey ise, insanın fıtratına konulan istidat ve duygulardır. İnsanın mahiyetinde her bir alem ile irtibat kuracak cihaz ve duygular vardır. İnsanın her bir cihazı ve duygusu, bir aleme açılan bir penceredir. İnsan bu duygu penceresi ile o alemi seyreder ve o alemle iletişim kurar.

Mesela, göz bir penceredir görüntü alemine açılır, kulak bir penceredir sesler alemini işitir, dokunma duyusu bir penceredir cismani alemlere açılır, hayal kuvveti bir penceredir misal alemi ile irtibat kurar, ruh bir menfezdir ruhlar alemine açılır, kalp aşk ve muhabbet dünyasının kapısıdır, akıl hikmetli mevcudat aleminin mütefekkir bir mütalaacısıdır,.. Buna benzer binlerce his ve duygular insanın geniş mahiyetinde mevcuttur ve her birisi bir alem ile irtibatlıdır ve hepsi Allah’ın bir isminin manasına uzanır.

İnsanın mahiyetinin genişliğinin ikinci önemli sebebi, istidat ve kabiliyet noktasında nihayetsiz donanıma sahip olmasıdır. İnsanın bir çok duygu ve kuvvelerine sınır konulmadığı için insanda terakki ve tedenni nihayetsiz oluyor. Bir insan Allah ile muhatap olup onun huzuruna çıkacak kadar inbisat da eder, aynı insan hayvandan yüz derece aşağı adi bir mahlukta olabilir.

İnsan ayrıca mahlukat içinde Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını tartıp ölçecek geniş mahiyete sahip tek mahluktur. İnsan sahip olmuş olduğu his ve cihazlar sayesinde Allah’ın bütün isimlerini tartıp ölçebilir. Mesela midenin açlık hissi ile Rezzak ismini, tat alma duyusu ile Allah’ın Kerem ve Muhsin ismini, cüzi iradesi ile Allah’ın külli irade sıfatını, cüzi ilmi ile Allah’ın sonsuz ilim sıfatını bilebilir. Demek insanın mahiyetindeki her bir cihaz ve duygu, aynı zamanda Allah’ın isimlerine açılan birer kapı, birer pencere hükmündedir.

Ayrıca Allah’ın bütün isim ve sıfatları, insanın mahiyetinde nakışlar suretinde tecelli etmiştir. Allah’ın isimlerinin hayatın üstünde nakış suretinde tecellisi kıyasi ve farazi değil, hakiki ve kaynamak sureti iledir. Yani tabiri yerinde ise; maddi ve işlemek noktasında bir tecellidir. Diğer iki tecelli tarzı daha çok kıyas ve farazi bir şekildedir. Malum kıyas ve farazilik mevhum bir şeydir. Nakış ise hakiki bir işlemek ve tecelli etmektir.

Mesela; insanın simasındaki göz, Allah’ın Basar sıfatının maddi ve nakışlı bir tecellisidir; kulak, Sem sıfatının bir yansımasıdır; konuşma mahalli olan dil, Kelam sıfatının bir cilvesidir; yüzdeki tasvir ve çizim, Musavvir isminin bir tecellisidir; hayata lazım olan rızkın gönderilmesi ve bedenin ve bedende çalışan hücrelerin beslenmesi, Rezzak isminin nakışları ve tecellileridir.

Bu isimler gibi, Allah’ın bütün isimleri insan mahiyetinde nakış suretinde, yani maddi ve hakiki bir tecelli ile cilvelerini göstermiştir. Bu nakışların ve tecellilerin hepsi kaynakları hükmünde olan isimlere açılan birer pencereler hükmündedir. İnsanlar bu pencereler vasıtası ile Allah’ın isim ve sıfatlarına intikal ederler ve idrakine ererler.

Özetle insan, Kur'an-ı Kerim’in tabiri ile Ahsen-i Takvim (en güzel kıvam) suretinde yaratılmış kainatın halifesidir. Fıtratındaki genişlik ve donanım sayesinde Allah’a muhatap bir varlıktır. Yani insan her bir maddi ve manevi aza ve duyguları ile Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını tanıyıp bilecek bir mahiyete sahiptir. Bu noktadan bakıldığında insan kainat kadar geniş ve donanımlıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun