Kur'an'ın ilk mealini yazan ve yazdıran Yahudi mi?

Tarih: 07.08.2017 - 00:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kuran mealleri nasıl başladı?
- Kuran-ı Kerimin ilk mealini yazan ve yazdıran kim?
- İlk mealini yazdıran Yahudi mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'an-ı Kerim'in ilk mealini yazan ve yazdıranın Yahudi olduğu konusunda bir bilgi bulamadık.

Cevap 1:

Kur'an-ı Kerîm’de veya hadiste Kur’an’ın başka dillere tercümesini açıkça emreden yahut yasaklayan bir ifade yoktur. Ancak bilhassa fıkıh ekollerinin oluştuğu dönemlerden itibaren bu hususun tartışmalara konu edildiği görülür.

Bir kısım âlimler, bazı ayetlere ve sünnetteki uygulamalara bakarak Kur'an’ın tercümesini zaruri görürken, diğer bir kısmı yine Kur’an’dan hareketle onun başka dillere çevrilemeyeceğini, lafızları itibariyle de mu‘ciz olan Kur’an’ın başka dillere nakli halinde bu özelliğinin ortadan kalkacağını ileri sürmüşlerdir.

Uygulamada ise, tercümeyi savunanların fikri geçerli olmuş ve eskiden beri Kur'an değişik dillere çevrilmiştir.

Tercümeyi genel olarak harfî (lafzî) ve tefsirî (mânevî) diye ikiye ayırmak mümkündür. Harfî tercüme nazmın nazma, tertibin tertibe, hatta kelimelerin birbirine muvafık olması şartıyla, bir dildeki lafızları başka bir dildeki benzer lafızlarla ifade etmektir. (M. Abdülazîm ez-Zürkānî, II, 7)

Bu tercüme şeklinde asıl dildeki hiçbir kelime atılmaz. Kur'an-ı Kerîm açısından bakıldığında harfî tercüme, “mütercimin kapasitesi ve dilin yeterliliği nisbetinde Kur’an’ın her lafzının yerine tercüme edilen dilde o lafzın karşılığı olan başka bir lafzın konması, Kur’an’ın kelime, ibare yahut nas cihetiyle Arapça’dan başka bir dile aktarılması” şeklinde tanımlanabilir.

Bu tür çeviri gerçekte bazı harf, fiil ve isimlerin manalarını karşılayıp karşılamadığına veya ne ölçüde karşılandığına bakılmaksızın Kur’ânî ibarelerin harfen nakline dayanır. (Mahmûd Şeltût, VII [1355/1936], s. 124)

Harfî tercümenin ilmî ve hukukî eserlerde kullanımı kolay ve pratik ise de edebî eserler ve özellikle Kuran-ı Kerîm açısından uygulanması son derece güç, hatta bütün yönleriyle tercümesi imkansızdır.

Tefsirî tercüme asıl dildeki kelimelerin tertibine, nazmına, sayısına vb. şeklî özelliklere bağlı kalmaksızın bir sözün anlamını başka bir dille açıklamaktır. Bu tür çeviride esas olarak manaya itibar edilir; bazı tabirler atılabilir veya ilâveler yapılabilir. (M. Abdülazîm ez-Zürkānî, II, 7)

Bu tercüme tarzında mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onların belirttiği manayı başka bir dile kendi üslûp ve ifadesiyle nakleder. Tefsirî tercümede tercümenin harf ve lafızlarında, cümle ve ibarelerinde, îcâz ve ıtnâbında, hacim ve kapsamında asıl metne eşitlik şart olmadığı gibi her harf ve kelimesinin tercüme edilmesi de zorunlu değildir. (Geniş bilgi için bk. Aydar, s. 177-180)

Türkiye’de Kur'an-ı Kerîm tercümesi yerine daha çok “meâl” lafzı kullanılmakta olup bu tercihle yapılan tercümenin eksik ve yetersiz olduğu belirtilmekte ve Kur’an’ın yerini tutmadığına işaret edilmektedir.

Herhangi bir eserin dahi anlam ve içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden başka bir dile çevrilmesi çok güç olduğuna göre Kuran-ı Kerîm’in tercümesi söz konusu edildiğinde bu güçlüğün ve onun doğurduğu sorumluluğun kat kat artacağı açıktır. Zira Allah’ın mu‘ciz kelâmı olan Kuran’ı fesahat, belâgat, îcâz ve üslûbuyla başka bir dile çevirmek imkânsızdır.

Bununla birlikte Kur'an’ın bu özellikleri onun tercümesine engel değildir ve yüce mesajları dili ne olursa olsun her insana ulaşmalıdır. (Şâtıbî, II, 68)

Tercüme mu‘ciz belâgat yönünü ifade etmese de aslî manalarda saklı bulunan diğer i‘câz cihetlerini muhafaza edebilir. (Mahmûd Şeltût, VII [1355/1936], s. 124-125)

Sonuç olarak pek çok alim Kuran’ın i‘câzını nazmına hasrederek Kur’an’ın mûcize oluş özelliğini ortadan kaldırdığı gerekçesiyle tercümeye karşı çıkarken diğer bir kısmı Kur’an’ın i‘câzını lafızlarda saklı olan manalarda da aramış, Kuran’ın anlamları itibariyle de mu‘ciz olduğunu söylemiş, anlamlar nakledilebildiğine göre tercümenin de mümkün olabileceğini düşünmüştür.

Kur'an-ı Kerîm, Araplar arasından seçilmiş bir peygambere nazil olduğuna ve öncelikle onlara hitap ettiğine göre dilinin Arapça olması tabiidir. Ancak onun muhatapları yalnız Araplar değil bütün insanlardır. Zira Kur’an kendisini insanlar için hidayet kaynağı, şifa ve rahmet, öğüt, uyarıcı ve müjdeleyici olarak tanıtır. (Meselâ bk. Yûnus 10/57; İsrâ 17/82)

Şu halde Kur'an’ı sadece Araplara hasretmek diğer insanların onun şifa, rahmet ve hidayetinden faydalanmasına engel olmak Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetini (A‘râf, 7/156) daraltmak demektir.

Bütün bunlar Kur'an’ın diğer dillere çevrilmesini gerektirir.

Kur'an’ın;
- Evvelkilerin kitabında geçtiğini (Şuarâ, 26/196; A‘lâ, 87/18-19),
- Her millete mutlaka kendi dillerini bilen bir elçinin gönderildiğini (İbrâhîm, 14/4; İsrâ, 17/15; Şuarâ, 26/208; Kasas, 28/59)
belirten ayetler de onun tercüme edilmesinin lüzumunu ifade etmektedir. (Geniş bilgi için bk. Aydar, s. 128-135, 150-162)

Evrensel bir özellik taşıyan her mesajın yaygınlaşmasının yollarından biri de budur.

Hz. Peygamber (asm), pek çok hadisinde kendisinden öğrenilenlerin başkalarına ulaştırılmasını istemiştir. (Müsned, II, 159, 214, 606; Buhârî, Enbiyâ, 50); ayrıca bazı davranış ve uygulamalarıyla Kur'an’ı tercüme etmenin gerekli olduğunu göstermiştir.

Nitekim Bizans, İran, Habeşistan gibi ülkelerin hükümdarlarına tercüme edileceğini bilerek içinde ayetler bulunan mektuplar göndermiştir. (Buhârî, Ahbar, 4; İbn Sa‘d, I, 258-291; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 318 vd.)

Onun hayatından da ilâhî emirleri bütün insanlara bildirmenin gereğine işaret eden hususlar tesbit etmek mümkündür;
- Zeyd b. Sâbit’e yabancı dil öğrenmesini emretmesi (İbn Sa‘d, II, 358-359),
- Kur'an’ın yedi harf üzerine indiğini belirterek, onu öğrenip okumayı ümmeti için kolaylaştırması,
- Selmân-ı Fârisî’nin Fâtiha sûresini Farsça’ya çevirmesi ve bu çeviriyi Hz. Peygamber (asm)’in menetmemiş olması yönündeki haberler (Serahsî, I, 37)
bunlardan bazılarıdır.

Cevap 2:

Kur'an’ın tercümesi tarihini İslâmiyet’in ilk dönemlerine kadar götürmek mümkündür.

Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in Necâşî’nin huzurunda Kur’an okuduğu bilinmekte (İbn Hişâm, I, 360; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 362), bazı kaynaklarda da Necâşî’nin Arapça bildiği kaydedilmektedir.

Bu husus dikkate alındığında, okunan ayetlerin tercüme edilmemiş olması akla gelebilirse de Necâşî’nin etrafındakilerin de Arapça bildiğini düşünmek mümkün değildir.

Buna göre okunan ayetler din alimleriyle saray mensupları için tercüme edilmiş olmalıdır.

Resûl-i Ekrem (asm)’in komşu ülkelerin hükümdarlarına gönderdiği mektuplar içinde yer alan besmelenin ve ayetlerin tercüme edildiği de muhakkaktır. Bu tercümeler şifahî olsa da Selmân-ı Fârisî’ye atfedilen mektupta yapılan çeviri yazılıdır. (Bu mektup için bk. Aydar, s. 281-283).

270’li (883-884) yıllarda Mehrûk b. Râiķ adlı bir melikin Abdullah b. Ömer b. Abdülazîz’den Kur’an’ın manalarını kendisi için tercüme ettirmesini istemesi üzerine bu görev şiir ve edebiyatta üstünlüğüyle tanınan Iraklı bir âlime verilmiş, adı bilinmeyen bu âlimin yaptığı çeviriyi inceleyen Mehrûk Müslüman olmuş, ancak tebaasından korktuğu için bunu gizli tutmuştur. (Hâlid Abdurrahman el-Ak, s. 466)

Bu tercümeden önce de Kur'an’ın başka dillere çevrildiği zikredilmekte olup ilk Berberîce tercümenin 127 (745) yılında yapıldığı belirtilmektedir.(Hamîdullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, s. 102)

Sâmânî Hükümdarı Mansûr b. Nûh’un emriyle, içinde Türk asıllı olanların da bulunduğu Horasan ve Mâverâünnehirli âlimlerden meydana gelen bir heyet, Kur’an’ın tamamını Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Câmiu’l-beyân adlı tefsirinin özetiyle birlikte Farsça’ya çevirmiştir. (İnan, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Tercemeleri, s. 7-8)

Bu tercümenin bir nüshası Süleymaniye (Ayasofya, nr. 87), diğer bir nüshası Dresden (nr. 22) kütüphanelerinde kayıtlıdır (Hamîdullah, TM, XIV [1964], s. 67)

 Tercüme ayrıca basılmıştır. (Tahran 1941)

Eser, satır arası harfî bir tercüme olup Farsça cümle tertibine riayet edilmeksizin ayetlerde geçen kelimelerin altına Farsça karşılıkları yazılmıştır. Günümüze ulaşan ilk tercüme olması yanında bu çalışmanın diğer bir özelliği Türkçe’ye yapılan ilk tercüme için model teşkil etmesidir.

Kaynaklarda belirtildiğine göre aslında ilk tercüme Farsça’ya çok yakın olan Hûzistan diliyle yapılan, Mu‘tezile âlimi Ebû Ali el-Cübbâî’ye (ö. 303/916) ait çeviridir.

Ancak bu çalışmanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.

Câhiz’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Mûsâ b. Seyyâr el-Esvârî de Kuran’ı Farsça’ya çevirmiş, Farsça’yı ve Arapça’yı çok iyi bilen bu zat okuduğu ayetleri meclisinde bulunan İranlılar için Farsça olarak açıklamıştır. (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 196)

Kuran-ı Kerîm’in Farsça’ya tercümesi bundan sonra da devam etmiştir. Halen 250 kadar Farsça Kur’an tercüme ve tefsirinin mevcudiyetinden söz edilmektedir. (Khan, sy. 1 [1983], s. 373)

Cevap 3:

Hristiyan dünyasında Kur'an tercümeleri.

Gayri müslimlerin Kur'an-ı Kerîm’le ilgilenmesi oldukça eskilere dayanır.

Habeşistan Kralı Necâşî’nin ve Bizans Kralı Herakleios’un dinledikleri Kur’an âyetlerine gösterdikleri saygıyı burada zikretmek gerekir. (Buhârî, “Bedü’l-vahy, 6)

Ancak daha sonra Hristiyanların Kur'an’la ilgilenmesi onu reddedip Hristiyan kamuoyunda itibarsız hale getirmek şeklinde olmuştur.

Kur’an çevirilerinin ilklerinden sayılan Süryânîce metinlerde bu yaklaşım hâkim olduğu gibi Batı dillerine yapılmış ilk Kur’an tercümesi olan Robertus Ketenensis (Retinensis) ile Hermannus Dalmata’nın Latince tercümesi de (1143) aynı düşünceyle kaleme alınmıştır.

Nitekim bu çeviri, İslâmî temaları çürütüp reddetme konusunda yetersiz bulunduğu için birkaç asır yaygınlaşmasına izin verilmemiş, Theodori Bibliandri tarafından eksiklikleri giderildikten sonra basılabilmiştir. (Bale 1543)

1698 yılında Ludovico Marraccio’nun tenkitli tercümesi orijinal metin ve açıklamalı notlarla Padua’da yayımlanmıştır.

İlk Latince tercüme daha sonra İtalyanca’ya, bu dilden Almanca’ya çevrilmiş, Almanca tercümeden de Felemenkçe’ye aktarılmıştır.

Hristiyan müsteşrikler, Kur'an’ı müstemleke ülkelerindeki Müslümanların ve Müslüman olmayan milletlerin dillerine de çevirmişlerdir.

Ancak bu çalışmalarda genellikle Kuran’ın Allah kelâmı değil Hz. Muhammed’in görüş ve düşüncelerinden ibaret olduğu, Hz. Muhammed (asm)’in vefatından sonra Kur'an’ın toplanması ve istinsahı sırasında orijinalliğinin kaybolduğu, bazı kısımlarının çıkarıldığı gibi iddialarda bulunmuşlar, Kuran’ın belâgat ve fesahatini itiraf edenler bile bu tür görüşleri ileri sürmekten geri durmamışlardır.

Bazı Hristiyan mütercimler karmaşık bir hale soktukları çevirilerinde açık bir isim kullanmaktan kaçınmış, bunun yerine harfler kullanmışlardır. Meselâ İspanyolca’ya yapılan bir tercümenin ilk baskısında mütercimin adının yerine OBBJ harfleri yazılmış, aynı tercümenin ikinci baskısında JBB, üç ve dördüncü baskılarında JBBO harfleri kullanılmış (bk. Hamîdullah, Le Saint Coran, s. LIX; M. Sâlih el-Bündâk, s. 105-106), çevirilerde takma adların kullanıldığı da görülmüştür.

Bu arada tercümelerinde Kuran sûrelerinin sıralanışındaki klasik düzenlemeye uymayanlar da olmuştur. (bk. a.g.e., s. 109-110)

Kuran-ı Kerîm dünya dillerinin hemen hepsine kısmen veya tamamen tercüme edilmiştir.

Burada özellikle Asya’da konuşulan Çin, Japon, Kore, Malezya ve Urdu dilleriyle Avrupa’da konuşulan Hollanda, Romen, Macar, İsveç, Norveç, Portekiz, Danimarka, Sırp, Hırvat, Boşnak dilleri, İbrânîce ve Afrika’da Sevâhilce, Yorbaca gibi diller zikredilmelidir. (Detaylı bilgi için bk. Hamîdullah, Le Saint Coran; World Bibliography of Translations; DİA, Kur'an md.)

Cevap 4:

Türkçe meal konusunda bilgi için tıklayınız:

İlk Türkçe Kur'an Meali ne zaman ve kim tarafından yaptırılmıştır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun