"Kur'an-ı Kerim'in her asra bakan bir vechi / yönü vardır." deniliyor, bunu nasıl anlamalıyız?
Değerli kardeşimiz,
Kur’an-ı Kerim'in her asra bakan bir vechinin olması, her asrın ihtiyacını karşılayacak unsurları barındırmış olduğu, anlamına gelir.
Örneğin, genel bir prensip olarak, önceki asırlarda iman esasları kuvvetli olduğu için, yalnız amelî konularda insanların bilgilendirilmesine ve teşvik edilmesine ihtiyaç vardı. İlk üç-dört asırda, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf ilimleri bu ihtiyacı gidermeye yönelik olarak ortaya çıkmıştır. Bunların hepsinin asıl kaynağı Kur’an’dır.
Bir iki asırdan beri insanların en çok ihtiyaç duyduğu husus, iman esaslarıdır. Bu konuda yazılan eserlerin de temel referanslarının Kur’an olması, onun bu asrın ihtiyacını giderecek unsurları da ihtiva ettiğinin göstergesidir. Başta Risale-i Nur Külliyatı olarak yazılan onlarca ilmî tefsir kaynakları bu gerçeğin şahitliğini üstlenmiş bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim sadece her asrın genel ihtiyacını değil, aynı zamanda her asırda bulunan her kesimin farklı ihtiyaçlarını da gideren bir kutsî kaynaktır. Her asırda, farklı hakikatleriyle, farklı akılları nurlandırmış, farklı kalpleri aydınlatmış, farklı nefisleri terbiye etmiş, farklı vicdanları doğruya iletmiş, farklı duyguları tatmin etmiştir.
İnsanların, tamamını kavramalarına imkân olmayan “marifetullah” sofrasını insanlık midesi için hazırlamış ve her asrı, her kesimi bu sofradan istifade etmeye davet etmiştir.
Her asrın, bilgi birikimine uygun olarak Kur’an’dan yaptığı çıkarsamalar da konumuzun diğer bir örneğini teşkil etmektedir. Özellikle fennî keşiflerin alabildiğine geniş bir yelpazede ortaya çıktığı asrımızda, Kur’an’ın kevnî / ontolojik / varlık bilimine ait gerçeklerle ilgili ayetlerinden yapılan çıkarsamalar, Kur’an’ın her asra bakan bir cihetinin olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kur’an, insanın saadete ulaşmasını ister. Bu anlamda Kur’an sadece son asra hitap etmez. Her devir kendi anlayışı çerçevesinde ondan istifade eder. Kur’an’ın birçok ayetini bugünkü ilmi gelişmelerle birlikte daha farklı anlama imkanına kavuştuk. Bu da tek başına ayrı bir mucizedir.
Yüce Yaratıcı’nın, insanoğlunun öğrenmesine müsaade ettiği ve onun maddî-mânevî gelişmesine vesile kıldığı her şeyden çok kısa ve özet olarak bahsetmesi doğrudur.
Kur’ân’ın ele alıp tahlile tâbi tuttuğu şeylerde, takip ettiği bir yol vardır ki, o yol bilinmediği zaman, tahlilci aradığını onda bulamayabilir.
Bir kere, Kur’ân’ın en birinci hedefi insanı mutlak saadete ulaştırmaktır.
Saadete ulaştırmak için de her şeyden konu açar; ama o şeylerden önemine göre söz eder. İnsandan, onun ehemmiyeti kadar; yıldızlardan derecelerine göre bahseder.
Böyle yapmayıp da o, sadece Yirminci Asrın bir kısım medeniyet harikalarından bahsetseydi, pek çok şeyin anlatılıp tanıtılma hakkı zâyî olacak ve bir kısım sabit hakikatler, gelecek keşifler ve bilhassa insan, ihmale uğrayacaktı. Bu ise, Kur’ân’ın, ruh ve asıl maksadına bütünüyle aykırı bir durumdur.
Edebî dâhiler, onun büyüleyici ifadesine hayranlık destanları koşarken, bakışlarını iç ve dışta gezdiren ilim adamları, onun aydınlatıcı tayfları altında, eşya ve hâdiselerin hakiki yüzlerini görebilme ve anlayabilme bahtiyarlığına ermişlerdir. Psikologlar, sosyologlar; kitleler ve insan ruhuna âit en kapalı problemleri, onunla çözüme kavuştururken; ahlâkçı ve terbiyeciler de nesillerin terbiyesinde hep ona müracaatta bulunmuşlardır. (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 14)
Konuya birkaç örnek sunalım:
1. Ezelden ebede kadar her şeyi gören ve bilen Yüce Yaratıcı, önce genel anlamda geleceğin bir ilim, irfan ve bunun zorunlu neticesi olarak da bir iman devresi olacağına dikkati çekiyor:
“Biz onlara, âfakta (bir baştan bir başa tabiatın sinesinde) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, o Kur’ân’ın gerçek olduğu onlara iyice tebeyyün etsin.” (Fussilet, 41/53)
Bu âyet, bilhassa ilim gözüyle ele alındığında, tek başına bir mûcize olduğu kabul edilecektir. Makro âlemden mikro âleme kadar, insanın araştırma ve düşünme sahası içine giren ne kadar şey varsa, gelecekte aydınlanan mahiyetleriyle Kur’ân’ı doğrulayacak ve Yaratan’ın varlığını ve birliğini gösterecektir.
2. Kur’ân, kâinatın yaratılışı mevzûunu da, yine kendine has üslûpla ele alır:
“İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi; biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.” (Enbiyâ, 21/30)
Bu anlatış o kadar berraktır ki, ne dünkü Kant ve Laplas’ın, ne de modern çağın Asimow’larının faraziyeleriyle asla kirletilmemelidir.
3. Bir diğer âyette ise:
“Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü o tutuyor. Gök ancak onun izniyle düşebilir.” (Hac, 22/65)
Gök cisimlerinin yer üzerine düşme durumunda olduğunu, fakat Allah’ın müsaade etmediğini anlatıyor ki; bu da, cisimler arasındaki çekme kanunudur. Bu mevzuda ister Newton’un “cazibe-i umumiye”si açısından, isterse modern astronomi çağının “hayyiziyle” ele alınsın anlatılan şey fevkalâde açık ve seçiktir.
4. Günümüzün aktüel meseleleri arasında mühim bir yer işgal eden, Ay’a seyahat mevzuu da bir işaretle hissesini alıyor:
“Dolunay şeklini alan Ay’a kasem ederim ki, siz mutlaka, tabakadan tabakaya binecek (yükselecek)siniz.” (İnşikâk, 84/18-19)
5. Ay ve Güneş benzerliklerinden verelim:
“Biz gece ve gündüzü iki âyet (alâmet) yaptık. Gecenin âyetini (Ay’ı) sildik; gündüzün âyetini aydınlatıcı kıldık.” (İsrâ, 17/12)
İbn Abbas, “Gecenin âyeti Ay, gündüzün âyeti de Güneş’tir.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân 10/228) diyor. Bu itibarla “Gecenin âyetini sildik.” sözünden, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ışık veren bir peyk olduğunu, ısının bulunduğunu; daha sonra Yüce Yaratıcı’nın, onun ışık ve ısısını söndürdüğünü anlatıyor ki; bir yönüyle Ay’ın geçmişini dile getirirken, bir yönüyle de, diğer yıldızların kader ve âkıbetlerine işaret etmektedir.
İşaret edilen bu birkaç numune gibi, Kur’ân’da daha pek çok âyet vardır ki, hem insanı, her asrı ilgilendiren her konunun -hiç olmazsa- icmâli Kur’ân’da bulunduğunu, hem de bu meselelere dair, İlâhî beyanın herkesin anlayacağı şekilde, fakat beşer için ifadesi imkânsız mûcizevî olduğunu göstermektedir.
Kur'an, Allah'ın Kelamı olduğundan ve ezelden geldiğinden bütün asırlara ve bütün muhataplara hitap etmektedir. Her asır ve her muhatap ondan istediğini alabilir.
Kur'an'ın Geniş Perspektifi
Kur'an-ı Kerim, yerler, gökler ve topyekün varlık hakkında verdiği bilgilerden o kadar emin bulunmaktadır ki; insanlık, keşif, tespit ve yeni buluşlarında ilerledikçe, o, hemen her menzilde, Kur'an gerçeğiyle karşılaşılacağını vurgulamakta ve her şeyin Allah'a bağlanacağı günlerin geleceğini hatırlatmaktadır.
Ayet ayet takip edildiğinde Kur'an-ı Kerim'in, insanın iç âlemindeki en derin his ve düşüncelerinden, kâinattaki en geniş sistem ve galaksilere; oradan da âlem-i misâl ve arş âlemine kadar açılan çok geniş bir yelpâzede pek çok hakikate işaret ettiği görülecektir. Kur'an-ı Kerim; kalbî ve rûhî meyilleri, gizli-açık hisleriyle insanı ele alıp yorumladığı, değerlendirdiği aynı anda kâinatın en geniş daire ve en ücra köşelerinden bahisler açarak, bir anda insanın nazarını kâinattan insana, insandan da kâinata çevirir; kâh koca bir kitabı mütalaaya sunar, kâh ehadî bir tecelli ile dikkatleri insan üzerinde yoğunlaştırır. Kur'an, bazı âyetleriyle insanın ledünniyatından bahsedip, dikkatleri o noktaya çekerken, bir de bakarsın nöbülozlar ve Güneş manzûmesinden bahisler açarak bizi makroalemin nâmütenahiliklerinde gezdiriyor. Bu ona has bir üsluptur ve o, varlığı her zaman bir bütün olarak nazara verir; o küllî irade ve kudretin hem dar hem de geniş dairede nasıl tecelli ettiğini birden gösterir. İşte bu espri içinde Kur'an, şöyle ferman eder:
"Biz onlara âfâkta (arz, sema ve kâinatlar) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz, nihayet onlar için (Kur'an'ın) gerçek olduğu, apaçık belli olacaktır." (Fussılet, 41/53)
Kur'an Yılları
Cenab-ı Hak, insanlara ayetlerini hem âfakta hem de enfüste peyderpey, ceste ceste göstererek bir gün büyük çoğunluğa mutlaka "Hak" dedirtecektir. Bu "hak" Hak'dan gelmiş hakikatı neşretmiş, varlık gerçeğine tercüman olmuş Kur'an'dır. Bu ayet, insana ve kâinata ait pek çok hakikati ihtiva etmekte ve gelecek yılların Kur'an yılları olacağı müjdesini vermektedir. Yine bu ayet, insan icadı olan teknik aletler sayesinde kâinatın derinliklerinin hallac edilerek bir esasa bağlanacağına parmak basmakta ve bunu yaptığı aynı anda, kendi iç ve dış anotomisinde de çok ciddi ilerlemeler kaydedeceğini vurgulamaktadır.
Evet, her gün biraz daha gelişen teknoloji sayesinde elde edilen imkânlarla, insan yeniden kendine yönelmiş, her yönüyle kendini yorumlayıp keşfetmek için teşrih masasına yatırmış; fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp, hendese hatta psikoloji, pedagoji gibi bütün modern ilimlere göre kendini yeni bir yorumlama ve değerlendirmeye tabi tutmuş ve bir ölçüde Kur'an'ın işaret ettiği süreci başlatmış gibi görünüyor. Buna, Kur'an'ın "hak" dediği noktaya geliniyor da diyebiliriz. İnsanı, kâinattan koparmadan, varlığın hakla irtibatını zedelemeden ve insanın kâinat içindeki mevkiini olduğu gibi koruyarak tarif eden sadece ve sadece Kur'an'dır. Evet O'nda, kâinat anlatılırken aynı anda insan da anlatılmakta, kalbin tahlil edildiği bir yerde güneş manzûmesinin ve yıldız kümelerinin genel durumları dile getirilmekte, insan ledünniyatından bahsedilirken de kâinatın derinlikleri nazara verilerek hep tevhîdî bir mülahaza sergilenmektedir.
Lâ İlâhe İllallah Hakikati
Bundan sonra da ilimler ilerlemeye devam edecek; insan düşüncesi, ilimlerin inkişafı ölçüsünde gelişecek; bir yandan x ışınlarıyla, mikroalemlerdeki bilinmezler ortaya çıkarılırken, diğer yandan da teleskoplar ile en büyük dairede kâinatlar, ulaşılabildiği kadarıyla didik didik edilecek. Böylece, adeta insan gibi pek çok varlık da teşrih masasına yatırılacak; en ince parçasına kadar her şey müşahade inbiğinden geçirilecek ve netice nereye varırsa varsın, her şeyin, hâl ve kâl diliyle "Lâ İlâhe İllallah" dediği duyulacaktır. Bu hakikati Kur'an, kâinatı kudret ve iradesiyle tanzim eden sahib-i Kur'an'ın beyanı olarak anlatmaktadır. Kur'an bu yüce hakikati "Biz onlara âfâkta ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz de, nihayet onlar için (Kur'an'ın) gerçek olduğu ap açık ortaya çıkacaktır." ayetiyle, hem bir müjde hem de bir va'd suretinde ifade etmektedir.
Bu hitap, o gün sahabeye idi. O günün o temiz ve sade insanları bu hitaptan ne anlamışlar onu bilemiyoruz. O devirde âfâka ait rasat aletleri olmadığı gibi, enfüsün de bir yanını bilme adına önemli yerleri olan bugünkü (x) ışınları ve elektron mikroskopları yoktu. Ama Kur'an onlara: "Gelecekte bunu teker teker size göstereceğiz" diyordu. Demek ki bu âyet onlara bir şeyler ifade ettiği aynı anda XX. Asrın insanına da çok ciddi şeyler fısıldıyordu. Evet bu çağın insanı, çok ileri teknolojiler sayesinde, bu ilâhî beşareti idrak etmiş olmalıdırlar. Bugün insan anatomisine ait pekçok sırlar keşfedilmiş, mikroelektron mikroskoplarla insan didik didik edilip taranmış, âfâk ve enfüste daha nice derin araştırmalar yapılmış ve adeta, gaybın kapıları aralanmış gibi görünmektedir.
Varlığın Anlaşılması
Ayrıca burada şöyle ince bir nükte de söz konusu olsa gerek: Kur'an, insan ve kâinatı aynı anda ve aynı ehemmiyet ve hassasiyet içinde, birini diğerine tercih etmeyip ve hiçbirini ihmal etmeyerek insanın nazarına arz etmekte ve tam bir bütünlük içinde bütün varlığın anlaşılmasını istemektedir. Öyle ki, insanın derinliklerinden, kâinatın enginliklerine uzanan çizgide, bütün varlığın araştırılması gerektiği, Allah'ın, ayetlerinin keşfedilmesi gayretinin gösterilmesi, araştırmacı ve mütecessis ruhların bütün tecessüs kabiliyetlerini kullanmaları gerektiği vurgulanarak hamiyetli ruhlara bir "arş" emri verilmektedir. İşte bu ince nükte de göstermektedir ki, müspet ilimlerde dahi istikamet aranacaksa, insan-kâinat ve Allah ilişkisi gözardı edilmeden küllî bir yaklaşımla, hem âfâk hem de enfüse açılarak araştırmalar öyle yapılmalıdır.
Hasılı Kur'an-ı Kerim, yerler, gökler ve topyekün varlık hakkında verdiği bilgilerden o kadar emin bulunmaktadır ki; insanlık, keşif, tespit ve yeni buluşlarında ilerledikçe, o, hemen her menzilde, Kur'an gerçeğiyle karşılaşılacağını vurgulamakta ve her şeyin Allah'a bağlanacağı günlerin geleceğini hatırlatmaktadır.
Zaten, bütün kâinatları yaratan Allah kelamının varlığa, tabiata, ilimlere aykırı olması da düşünülemez. Bu itibarla bizim Kur'an'dan aldığımız bilgilerle varlıktan aldığımız bilgiler arasında -eğer doğru alabilmişsek- katiyen herhangi bir "çelişki" söz konusu olamaz. İlimlerle Kur'an arasında tenakuz gördüğümüz yerlerde ya Kur'an'ı yanlış anlıyoruzdur ya da ilimler adına ortaya atılmış bir kısım hipotezleri ilim zannediyoruzdur.
İlave bilgiler için tıklayınız:
- Kur'an-ı Kerim'in Her Zaman Taze ve Gençtir.
- Kur'an-ı Kerim'in evrenselliğini örneklerle açıklar mısınız?
- Kur'an-ı Kerim'de bütün bilgiler var mıdır?
- KUR'AN'DA GELECEKTEN HABERLER.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Kur'an'da çelişki olmaması, onun vahiy olduğuna nasıl delil olabilir?
- Kur'an-ı Kerim'in hedefi ve ana düşüncesi nedir; Kur'an nasıl bir kitaptır?
- İman kıraatleri nedir?
- Ben, Kur'an okuyarak insan oldum
- Kuran-ı Kerim'in gönderilmesinin sebebi nedir?
- İslamiyetin ilk zamanlarında da tefsir ilmi bu kadar gelişmiş miydi?
- Kur'an-ı Kerim'in önemi nedir; tarifi / tanımı nasıldır?
- Kur'an-ı Kerim'de bilimsel keşiflerden bahsediliyor mu?
- Güneş döner ayetini, 1400 yıl önceki insanlar nasıl anlayabilirler ki?
- Kur'an-ı Kerim'in şifa kaynağı olması ve insanları karanlıktan aydınlığa çıkarması konusunu açıklar mısınız?