Kâinatın Yaratılışında Esrarlı Fizik

Fizikte câri kanunları ortaya çıkaran büyük fizikçilere misâl olarak El-Kindî'den İbnü'l-Heysem'e, Bîrûnî'den Newton ve Einstein'a kadar birçok isim sayılabilir. Batılı birçok bilim insanı, kuantum fiziğiyle alâkalı harika hâdiselerin bir Yaratıcı'yı gösterdiği noktasına gelmiştir. Çünkü birçok fizikçi, yaptıkları deneylerin, dünyevî ölçülerle kavranamayan sırlı neticelerini tecrübe ettikçe, ateist eğilimlerini terk ederek, Allah'ın varlığı üzerine düşünmeye başlamışlardır. Ancak günümüzün meşhur astrofizikçilerinden Stephen Hawking, "Büyük Tasarım" isimli yeni çıkan kitabındaki tezleriyle şaşkınlığa yol açtı. Zîrâ birçok fizikçi, Yaratıcı'yı kabul etmeden kâinatın izah edilemeyeceğini savunurken, Hawking kitabında, kâinatın kendi kendine meydana geldiğini iddia etmektedir. Ünlü fizikçinin akıldışı iddiası, Batı'da iki eksen üzerinde tartışılmaya başlandı. Eksenin bir tarafında sadece Allah'a inanan teologlar, diğer tarafında ise sadece lâboratuvardaki tespitlerine inanan bilim insanları var. Esasen bu durum, Batı'da din ve bilim ayrışmasının tezahürü olarak gelişen kartezyen düşüncenin pratiğe yansımasıdır. Bir taraf "Bilim hiçbir zaman Allah'ın olmadığını ispatlayamaz." derken; diğer taraf "Bilim Allah'ın varlığını da ispatlayamaz." şeklinde karşılık vermektedir. Daha önceki kitaplarında Allah'tan bahsetmesinin satış maksatlı olduğunu itiraf eden Hawking, şimdi "Kâinat kendi kendisini yokluktan var edebilir." diyebilmektedir. Batı tarihinde ticarî endişelerle tezler geliştirip kitap yayımlamaya tevessül etmeyen bilim adamlarından Newton ise, "Kâinatın harika yapısı ve âhengi ancak her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Zât'ın plânına göre meydana gelmiş olmalıdır." tespitine şu ifadeyi de ekler: "Bu benim en son ve en büyük tecrübemdir ve öyle de kalacaktır." Acaba 300 yıl önce yaşayan ve modern fizikten haberi olmayan Newton, hangi sâikle böyle bir tespitte bulunmuştur? Kuantum fiziğinin ortaya koyduğu hâdiselerin ışığında Allah'ın varlığı birçok fizikçi tarafından açık ve net şekilde ifade edilmesine rağmen, Hawking'in inkârcı çıkışı ilmî düşüncenin ürünü mü, yoksa yine ticarî endişeler mi taşımaktadır? Bu durum en azından, Batı'daki menfaatçi bilim anlayışının bir kere daha sorgulanmasını gerektirmektedir.

Kâinatın yaratılışıyla alâkalı tartışmaların temelinde iki görüşten biri; kâinatın, her şeye gücü yeten Allah tarafından yaratıldığını kabul eder. Kâinat ezelden beri var olmayıp, yaklaşık 13,7 milyar yıl önce kozmik büyük bir patlamayla yaratılmıştır. Büyük patlamayla madde Allah'ın takdir ettiği belli bir sistem içinde geliştirilmiştir. Daha sonra Dünya, Güneş'e belli bir mesafede konumlandırıldı. Ancak bu şekilde su, tahammül edilebilir ısı ve hayata müsait bir çevre oluşabildi. Bu ve diğer şartlardaki ufacık farklılaşmalar, içinde hayat olan Dünya'nın meydana gelmesini engelleyecekti. Daha önce hiçbir şey yok iken, Allah (celle celâlühü), bu büyük patlama ile zaman ve mekânı yarattı. Her şey harika bir düzen içinde şekillendi "O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece 'Ol!' demektir. O da hemen oluverir." (Yasin, 36/82)

Diğer görüşe göre ise kâinat, sebebi ve zamanla ilgili hiçbir başlangıcı olmadan kendi kendine meydana gelmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, yaklaşık bir asır önce kaleme aldığı Tabiat Risalesi adlı eserinde bu görüşü mantıkî delillerle çürütmesine rağmen, Hawking'in hâlâ bu ikinci tezi savunması şâyân-ı hayrettir. Oysa çekim kuvveti ve diğer fizikî şartlar, yıldız ve gezegenlerin oluşmasında tesirli oldu. Işık, kendine takdir edilmiş hızıyla her tarafa yayılıyor. Atom parçacıkları soğukta sıcağa göre daha yavaş hareket ediyor. Elma yukarı doğru gitmiyor, yere düşüyor. Bütün bunları Yaratıcı'yı hesaba katmadan sürekli ve geçerli 'fizikî kanunlar' olarak farz edelim. Peki, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz: Bu 'tabiat kanunları' nereden geldiler? Onları kim yarattı? Yaratıcı bir kudrete inanmayan herkesin burada durması gerekir. Çünkü kâinatın hiç sebepsiz kendi kendine yoktan var olması tasavvur edilemez bir yaklaşımdır. Zîrâ "Allah en büyük matematikçidir." diyen Einstein, tesadüfün arkasında dahî bilinmeyen bir sebep-netice prensibinin gizliliğine dikkati çekmiştir. Einstein, kuantum fizikçilerinin yanıldıklarını göstermek için şöyle bir tez geliştirmişti: Werner Heisenberg'in tasvir ettiği kuantum mekaniğine göre bir çarpışmadan sonra, farklı yönlere doğru uçan ve hızla birbirinden uzaklaşan iki elektron, aynı zaman diliminde aynı özellikleri alıyorlar. Normal olarak bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Allah'ın varlığına inanan Einstein, bu hâdisenin tesadüfle izah edilemeyeceğine dikkat çekmektedir. Einstein'in ölümünden sonra bu sır dolu 'uzaktan tesir etme' modern lazerlerle esaslı şekilde araştırıldı.

İsviçreli fizikçi Nicolas Gisin, 2008 yazında Cenevre'deki bir lâboratuvarda bir kristal yoluyla mavi bir ışını takip etti. Burada ışık parçacıklarından aynen ikizler gibi çift fotonlar oluştuğunu gözlemledi. Bu ikizlerden her biri cam kablolar yoluyla Cenevre'nin doğusunda bulunan bir köye, diğeri de tam aksi istikamete –batıya- gönderildi. Aradaki mesafe 17,5 km. kadardı. Gisin ve ekibi, bu farklı yerlerdeki foton parçacıklarının oluşan özelliklerini ölçtüklerinde, bu foton parçacıklarının birbirlerinin aynısı olduklarını tespit etti. Parçacıklar bu hususiyetlerini, ölçümlerin yapıldığı zaman diliminde kazanmışlardı. Einstein'in ortaya koyduğu tezin, bir fotondan diğerine telepatik veya uzaktan tesir etme şeklinde, ışık hızından on binlerce kat fazla bir hızla ve aynı zaman diliminde gerçekleştiği ortaya çıktı. Acaba birbirlerinden hızla uzaklaşan bu parçacıklar, birbirlerinde nelerin meydana geleceğini nereden biliyorlardı? Bu değişim, neden hemen veya ışık hızından çok daha süratli bir şekilde gerçekleşebiliyor? Böyle hâdiseleri sadece fizikle izah etmek mümkün değil. Bütün bunlar akılsız şuursuz taneciklerin veya sayısız tesadüflerin eseri miydi? Yoksa bu mükemmel sistemin arkasında her şeye gücü yeten Kadîr-i Mutlak bir Yaratıcı mı olmalı? Böylesi deneyler bize Allah'ın tasarrufunda bulunan fizik kanunlarını göstermek maksadıyla ufak bir anahtar işareti sunmaktadır. Belki dört veya daha fazla boyutlu bu "muazzam mekân" arkasında öyle sonsuz bir kaynak var ki, kuantum fizikçisi ve "İlk Söz" (Das Urwort) kitabının yazarı Michael König bu kaynağa Allah demektedir. Bu noktada astronom Johannes Kepler kendinden emin olarak şu tespiti yapıyor: "Astronomiyi araştırmak Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini anlamaktır." Edison'a göre ise "Allah mühendislerin en büyüğüdür."

"Özel izafiyet teorisine göre, tabiatta hiçbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla kâinatın birbirinden çok uzakta bulunan iki noktasında meydana gelen bu iki farklı hâdisenin birbirleriyle alâkası olamayacağı akla yakın gözükmektedir. Yani, iki hâdisenin birbirine bağımlı olabilmesi için aralarında bir haberleşme olması gerekir. Bu haberleşme de ışık hızından daha hızlı gerçekleşemeyeceğinden, bu iki noktada aynı ânda gerçekleşen iki farklı hâdise, birbirinden tamamen bağımsızdır. Aralarında haberleşmenin olmadığı ve birbirlerinden bağımsız sonsuz sayıda parçacık, nasıl olur da 15 milyar senedir aralarında mükemmel bir haberleşme sistemi geliştirmiş olabilir?"1 Einstein, Hawking'in aksine "muazzam büyüklükteki kâinatta zaman üstü bir aklın tecellisini" görmektedir. Ancak Einstein'ın da inandığı, Spinoza'nın "varlığın kanunlarla çevrili âhenginde kendini gösteren bir nesne" olarak tanımladığı Yaratıcı anlayışıyla bakıldığında, yukarıdaki soruya makûl cevap bulmak zordur. İslâm tevhid inancını tam olarak yansıtamasa da, günümüz Batılı bilim adamlarının fiziği ve dini birbiriyle bağdaştırılabilir iki unsur olarak ele almaları mühim bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. 1932 yılında kuantum mekaniğini bulmasıyla Nobel ödülü alan Werner Heinsenberg bu noktayı şöyle dile getiriyor: "Tabiat bilimlerinin tasından ilk içme ateist yapar, ama tasın altında Allah hazırdır."

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta, Batılı bilim adamlarının geliştirdikleri Allah tasavvurudur. Birçok fizikçi makro âlemden mikro âlemlere kadar bir fabrika gibi işletilen mükemmel sistemin arkasında, kendi düşüncelerine göre bir Allah tasavvur etmektedir. Öyle ki, tesadüfü Allah'ın kullandığı bir metot şeklinde değerlendirenler olduğu gibi, insanın ruh göçüyle değişik kâinatlarda ebedî yaşayacağını iddia edenler de vardır. Oysa İslâmiyet'in getirdiği tevhid inancı, en güzel şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılmakta, kâinattaki bütün varlıklarda Allah'ın isim ve sıfatlarının her ân tecelli ettiğine dikkat çekilmektedir. Batılı fizikçilerde -Allah'ın varlığına işaret etseler de- O'nun isim ve sıfatları noktasındaki eksiklikler açık bir şekilde görülmektedir. Bu mârifetullah eksikliği onları bazen tesadüfü Allah'a verme ve insanın ruh göçüyle farklı kâinatlarda ebedî yaşamasına inanma gibi İslâm tevhid inancına tezat teşkil eden neticelere götürebilmektedir.

Bir sarayın tefrişini onu tarif eden kitaba veya bir makinenin yapımını ve çalışmasını, onunla verilen kılavuza istinad ettiren insana deli demeyecek kimse var mıdır, diye soran hoca hayretlerini dile getirerek meseleyi şöyle özetler: "Gerçek bu iken, üniversite tahsilinin de ötesinde fizik, biyoloji, kimya ve biyokimya üzerinde ihtisas yapmış bir profesör, şu muhteşem kâinatı, onun tefrişini, her şeyin mükemmel bir dizayn içinde yerli yerine yerleştirilmesini, sahip bulunduğu muhteşem ve asla sarsılmaz, bozulmaz âhengi ve hiçbir tamire ihtiyaç duymadan mükemmel ve âhenktâr işleyişini, onun varlığı ve işleyişi üzerindeki araştırmalar neticesi varılan ve adına kanun denilen birtakım mefhumlara; cansız, bilgisiz, şuursuz, iradesiz maddeye; sadece bir isimden, kavramdan ibaret tesadüflere veya kendi kendine oluşa nasıl verebilmektedir, doğrusu aklım almıyor!"2

Özetlersek, Batılı birçok fizikçinin İnsan-Kâinat-Allah münasebetini izah etmede kafalarının karışık olduğu anlaşılmaktadır. Batı'da, Allah'ın fizik ve matematik dilini kullanarak, kâinatı yarattığı şeklinde pek çok yayın yapılmışsa da, Müslüman bilim adamlarının İslâm tevhid düşüncesini bütün buutlarıyla bilim dünyasına aktarmaları ihtiyacı kendini şiddetle hissettirmektedir. Zîrâ ancak tevhidî düşünce sistematiği içinde İnsan-Kâinat-Allah münasebeti, en sağlıklı zeminde ele alınmış olacaktır. Viyana Üniversitesi'nden kuantum fizikçisi Prof. Anton Zeilinger'in dediği gibi, "Fizik açısından Allah'ın varlığı ispat edilemez, fakat aksi de ispatlanamaz." İşte burada iman devreye girmektedir ki, yaratılışın gâyesi de bütün isim ve sıfatlarının her yönüyle kâinattaki tecellilerini araştırıp, aklımızı ve vicdanımızı kullanarak Kudreti Sonsuz Sâni'ye ulaşmaktır. Genç ilim adamlarımızın bilhassa bu noktadan hareketle bilim dünyasına tevhid düşüncesinin rehberliğinde yeni perspektifler kazandırması gibi bir mesuliyetleri olduğunu hatırlatmış olalım.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun