İnsanlar coğrafi kıtalara nasıl dağılmışlardır? Özellikle Amerika kıtasına nasıl geçtiler?

Tarih: 28.03.2007 - 09:28 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslami kaynaklar, teknikte terakkinin dönüm noktalarını teşkil eden elbise, saat, gemicilik, demircilik, tıp ve zırh gibi bir kısım mühim meslek ve tekniğin peygamberler eliyle insanlığa sunulduğunu belirtir.

Bu konuda akla gelen bir soru şudur: Peygamberler bunları, -Hz. İsa'ya gökten inen sofra misalinde olduğu gibi- mutlak bir mucize olarak mı getirmişlerdir, yoksa ilmi bir esasa dayamışlar mıdır?

Bu soruya "evet!" veya "hayır!" diye kesin bir cevap verilemeyeceği kanaatindeyiz. Ancak, bir kısım ayetlerin ışığında -hiçbir kati iddiada bulunmaksızın- bazı açıklamalar yapılabilir.

Evet, birçok Kur'ani işaretten öyle anlaşılıyor ki, peygamberlerin mazhar oldukları mucizevi teknikler, ilimle hiçbir alakası olmayan mutlak bir mucize değildir. Aksine, beşeriyetin gelişmesi sonucu duyduğu yeni ihtiyaçları karşılamak üzere, Cenab-ı Hakk, Hz. İsa'ya (aleyhisselam) verilen maide (sofra) gibi "gökten inme" mucizeler tarzında da peygamberlerine yeni teknikler verebilirdi. Ancak, bu şekilde yapılan ikramlar, ona mazhar olan peygamberlerin hayattan çekilmesiyle ortadan kalkardı. Arkadan gelen insanlar, maddi terakkilerinde, bunlardan örnek alamazlardı.

Peygamberlerin mazhar oldukları mucizevi teknikten bahseden ayetler incelendiği zaman, en azından bir kısmının "ilme" dayandığı ve "beşeri şartlara uygun olarak" verildiği hususunda ikna olunabilir. Bu maksatla iki örnek inceleyeceğiz:

Hz. Nuh'la İlgili Örnek: Hz. Nuh'un gemisiyle ilgili ayetler mevzuumuz açısından oldukça enteresan olsa gerektir. Ayetler, geminin inşaatıyla ilgili bazı açıklamalar verir. Bu açıklamalara dayanarak, inşa ameliyesinin, fevkalade şaşırtıcı bir mucizeye dayanmayıp, o devir insanlarınca alışılmış ve malum aletler kullanılarak, hiç de yadırganmayan bir çalışmayla gerçekleştirildiğini söyliyebiliriz. Şöyle ki:

1. Gemi, birbirine sıkıca raptedilmiş levhalardan mamuldür: Ayette, bu gemi, "zatı elvah ve düsür" olarak tavsif edilir (Kamer, 54/13). "Elvah", levhalar demektir. Levha, tahtadan olmalıdır. "Düsür", lügatte, gemi levhalarını birbirine rapteden liften yapılmış ip manasına gelir. Bu kelimeden, o vakit, henüz madeni çivinin bilinmediği, dolayısıyla, tahtaların ana kalaslara iplerle raptedildiği manası çıkabilir. Ancak ağaçlardan tahta levhaların elde edilmesi, mutlaka balta, testere gibi madeni aletlerin varlığını zaruri kılacağından madenciliğin bilindiği de anlaşılır. Öyle ise, düsür ile, madeni çivilerin kastedilmiş olması daha kuvvetli ihtimaldir. Nitekim, çoğunluk itibariyle müfessirler de düsür'den çivi ve perçin'i anlarlar.

Şu halde, bizzat ayetlerden hareket ederek, balta ve testere gibi madeni aletlerin imalinde gerekli olan bir sanayi dalının (metalürji) ta Hz. Nuh (Aleyhisselam) zamanında varlığına hükmedilir. Bu da bize, daha önce kaydettiğimiz, çekiç, örs, kerpeten, iğne, gürz gibi aletlerin vücudunu Hz. Adem (Aleyhisselam) devrine kadar yükselten rivayetlerin sıhhatini kuvvetlendirir.

Bu yorum, demirin Hz. Davud'a (Aleyhisselam) yumuşatıldığı'nı haber veren ayete muhalif düşmez. Çünkü ayet, demirin Hz. Davud'la keşfedildiğini ifade etmez. Belki, O'ndan itibaren geniş çapta kullanılmaya başlandığını ortaya koyar. Nitekim halen ele geçirilmiş bulunan demirden mamul en eski aletin M.Ö. 2700 yıllarına ait olduğu tahmin edilirken, Demir Devri'nin, Kenan diyarında M.Ö. 1200 yıllarında başladığı hesap edilmiştir. Hz. Davud'un da M.Ö. 1000 yılları civarında yaşadığı bilinmektedir. Arada görülen 200 yıllık farkın kısmen yorum, kısmen tahmin hatası olabileceği söylenebilir.

 Yeri gelmişken belirtelim ki, geçmiş devirleri anlatan kitaplarda rastlanan bilgiler, rakamlar hiçbir zaman kesinlik ifade etmezler. Bunlar, çoğunluk itibariyle, araştırıcıların tahmin ve yorumlarına dayanır. Mevzumuz renk katacak bu çeşit yorumlardan birine göre, çakmak taşından mâmul bir kısım bıçaklar, zaman bakımından metalden mamul olanlardan sonralara aittir. Keza Bronz Devri'nin Elam, Kalde ve Mısır' da M.Ö. 5000 veya 6000 yıllarından sonra ortaya çıktığı bildirilmektedir.

Ayetlerde gemi ile ilgili olarak sunulan bir başka teferruat, bize daha enteresan gözüküyor: Tennur (fırın). Bu kelime, dilimizdeki tandır kelimesinin aslıdır. Bazı müfessirler bu tabire dayanarak, Hz. Nuh'un gemisinde buhar kazanının olabileceği tahminini de yürütürler. İlgili ayet şöyle:

"Sonra azap emrimiz gelip de tennur feveran edince (kazan kaynayıp fışkırınca) hemen ona, her canlıdan birer çift koy diye vahyettik." (Hud, 11/40).

2. Gemi, Allah'ın vahyi ile ve murakabesi altında inşa edilmiştir: Bu durumu belirten ayetlerden birinin meali şöyle:

"Biz ona (Nuh'a) şöyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap." (Mü'minun, 23/27).

Bu gemi mucizesi, su üzerinde nakil vasıtasının daha önce yokluğunu ifade etmez kanaatindeyiz. Çok basit ve iptidai de olsa -en azından sandal veya sal şeklinde- deniz taşımacılığının mevcudiyeti kuvvetle muhtemeldir. Hz. Nuh, gemi inşaatına ilahi vahiy ile, azamet, sistem, yeni teknik getirmiş olmalıdır. Bizzat ayet-i kerimenin ifadesiyle dağlar kadar dağlara dayanabilecek sağlamlıkta (Hud, 11/42), en azından Hz. Nuh'un yaşadığı bölgelerde mevcut olan hayvanlardan birer çifti istiab edecek (içine alacak) büyüklükte, -tahminen üç katlı ve buharlı- bir gemi o devir için harika bir inkılap, gerçek bir mucize olmalıdır. Hz. Nuh' un gemisinin 3 katlı olduğuna dair teferruat Tevrat' ta gelmiştir.

İnşa sırasında, inanmayanların "Nuh'un yanından her geçtikçe kendisiyle alay ettikleri"ni haber veren ayet (Hud, 11/38), bu geminin belli bir ölçüde, normal bir inşa müddeti geçirdiğini gösterir. Alay, bilinmeyen bir şeyin mucizevi bir tarzda aniden inşasından dolayı olmayıp, sudan uzak bir yerde, böylesine iri bir geminin inşası sebebiyle olmalıdır. Geminin inşası, gökteki ayın bölünmesi (şakk-ı kamer) mucizesinde olduğu gibi, inkarcılara karşı, doğruluğunu ve peygamberliğini ispatlamak maksadıyla talep üzerine, gösterilmiş bir mucize değildir.

Peygamberlerin mucizeleri insanlara bilim ve teknikte yol gösterici olmuş ve ilk insanlar da gemiler sayesinde deniz aşırı ülkelere ulaşmışlardır.

Dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi eski profesörü ve ABD Bilim Sanat Akademisi üyesi Barry Fell'in çalışmaları, Hazreti Ali ve Hazreti Osman döneminde Müslümanların Amerika'ya ulaştığını ve burada denizcilik okulları açtığını gösteriyor. ABD'deki İslam izleri ile ilgili bir diğer çarpıcı bilgi, Boston'daki yol çalışmaları sırasında üzerinde "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah" yazan dokuzuncu yüzyıla ait Semerkand dirhemlerinin bulunması.

Salih Yücel'i, ABD'deki kayıp İslam izlerini araştırmaya iten süreç, onun tam 14 yıl önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Avustralya'nın Sidney kentindeki Redfern Camii’ne din görevlisi olarak atanmasıyla başlar. Sidney Üniversitesi'nde teoloji mastırı ve radyoda dinî programlar yapan, NSW eyaletinde Ayrımcılıkla Mücadele Derneği'nin yönetimine giren, Sidney'de bütün dinlerin temsilcilerinin bulunduğu Din İşleri Üst Komitesi'ne üye olan Yücel, bu şehirde dört yıl "cezaevi vaizi" olarak da görev yapar.

Boston Üniversitesi'nde "din ve ruh sağlığı" konusunda doktora yapmak üzere ABD'ye gelen Yücel, halen Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin iki hastanesinde vaizlik yapıyor ve bu hastanelerin din işleri planlama komitesinde. Ayrıca Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde ve cezaevinde vaizlik yapan, Boston Diyalog Vakfı'nın yönetiminde olan Yücel'in bir diğer özelliği ise Amerika kıtasındaki İslam izlerine ilişkin çalışmaları.

Yücel'in sözünü ettiği bulguların en önemlisi, Harvard Üniversitesi eski hocası ve ABD Bilim Sanat Akademisi üyesi Prof. Barry Fell'in araştırmalarıyla ortaya çıkan sonuçlar. Bu araştırmanın belki de en çarpıcı sonucu Müslümanların Hz. Ali ve Hz. Osman döneminde ABD'ye ulaşmış ve burada denizcilik okulları açmış olması. ABD'deki İslam izleri ile ilgili bir diğer çarpıcı bilgi ise şu: Rahip Thaddeus Mason Harris, 1787'de Massachussets eyaletindeki Boston'da, Malden'dan Cambridge'e doğru giderken bugün 16 numaralı yol olarak adlandırılan bölgede yol yapımı için çalışan işçilerin kazı yaparken bazı paralar bulduklarını görür. İşçiler o metalleri kıymetsiz zannedip ondan da bir avuç almasını ister. O da aldığı paraları Harvard College (bugünkü Harvard Üniversitesi) kütüphanesine incelenmek üzere gönderir. Resim 6'daki bu paraların 9. ve 10. yüzyıllara ait Semerkand dirhemleri olduğu inceleme sonucu ortaya çıkar. Dirhemlerin üzerinde "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah ve Bismillah" yazılıdır. İşte bu bulgular sebebiyle Salih Yücel, "Sahabi veya tabiinden (sahabelerden sonraki nesil) bazı kimselerin ABD'ye gelmesi söz konusu." diyor.

Prof. Fell, ABD'nin Nevada, Colorado, New Mexico ve Indiana eyaletlerinde 7. ve 8. yüzyıllarda açılmış Müslüman okulları olduğunu, arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgulara dayandırıyor. Batı Amerika'nın el değmemiş bölgelerinde kayalar üzerinde bulunan yazılar, çizimler ve tablolar, o zamanlar uygulanan ilk ve orta düzeydeki Müslüman eğitim sisteminin kalıntıları. Bu belgeler, kuzey Afrika Arapçasının eski kûfî Arap harfleriyle yazımından oluşmakta, okuma-yazma, aritmetik, din, tarih, coğrafya, matematik, astronomi ve denizcilik konularını kapsamakta. Nevada'daki kazılarda bulunan bir kaya üzerindeki "Allah'ın adıyla" yazısı ve "Muhammed Nabiyallah" yani "Muhammed (sav) Allah'ın elçisidir" yazılı taş (resim 1) 7. yüzyılda kullanılan bir çeşit kûfî yazısı.

Fell'in tespitlerine göre, Nevada'da 7. ve 8. yüzyıllarda Araplar yaşıyordu. Kaliforniya Üniversitesi'nden Prof. Heizer ve Prof. Baumhoff'un Nevada'da WA 25 sit alanında yaptığı kazılardan ortaya çıkan sonuç, burada İslam ve bilimin özellikle denizciliğin okutulduğu bir okulun varlığı. Nevada'daki kazılarda, bu okulla ilgili Naski Arapça ve kûfî usulüne göre kayalara ve taşlara yazılmış yazılar bulunmuş (resim 2). Bu resimde, "Beş elmas bir elife eşit" matematiksel formülü uygulanmış.

Salih Yücel, Amerika ve Afrika'da değişik dönemlerde yapılan arkeolojik kazılar neticesi bulunan ve Peygamberimiz’in adının yazılı olduğu yazılar arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Resim 3'teki A şekli El Ain Lahag, Fas’ta, B şekli East Walker nehrinde bulunmuş. C şekli Nevada'da, D, E şekilleri Churchill Caunty'de, F sekli El Haji Minoun, Fas'ta, G şekli seramik üzerine çizilmiş olup El Suk, Tripoli, Libya'da, H sekli Cottonwood Canyon'da ve I şekli Libya-Fas sınırında bulunmuş. Bu yazılar 8. ve 9. yüzyıllara ait olup, Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika arasındaki benzerlikleri açıkça gösteriyor. ABD'de bulunanlar, şu anda Kaliforniya Üniversitesi'nde muhafaza ediliyor.

Nitekim bu dönemde ABD'de yaşayan bu Müslümanların nesilleri, bugünkü Iroquois, Algonquin, Anasazi, Hohokam ve Olmec yerli kabileleri olarak tanınmakta. 12. yüzyılda, Apachi ve Navajo yerlilerinin oluşturduğu Athapcan kabilesi tarafından Nevada'da Arap Müslümanların yaşadığı bölge istila edilir ve Araplar ya kaçmak zorunda kalır veya güneye sürülür. Ancak okuma yazma bilmeyen bu yerliler Arapların kurduğu okulda gördüklerine hayret eder ve kendileri de (belki onlardan aldıkları esirler sayesinde) aynı dersleri taklit etmeğe çalışır. Şekilleri efsanevi bir canavara dönüştürürler. Bu asırlarca devam eder. 1951'de Nevada sınırındaki Benton kasabasına yakın Beyaz Dağlar'da (White Mountains) bulunan kûfî yazıyı içeren resim 4'te "Sheitan maha mayan" yani "Şeytan bütün yalanların kaynağıdır." yazısı var. Bu da 7. yüzyıla ait kûfî bir yazı türü. Üzerinde kûfî yazı ile "H-M-I-D" (Hamid) yazılı resim 5'deki kaya da 7. yüzyıla ait ve yine Nevada'da Ateş Vadisi'ndeki (Fire Valley) Atlatl kayaları üzerinde bulunmuş.

Salvador'un La Gruta de Carinto bölgesinde bir mağarada bulunan ve 13. yüzyıla ait olduğu tespit edilen kaya parçasının üzerinde de "Malakah Haji mi Malaya" (resim 7) yazılı. Bu kaya parçası da, Müslümanların Endonezya tarafından Güney Amerika'ya geldiğine işaret olarak gösteriliyor. Nitekim Amerika'ya ulaşan Kristof Kolomb'a, ikinci yolculuğu sırasında Espanola'daki (Haiti) yerliler, kendisinden önce adaya gelen siyah insanlardan bahsederler. İddialarına kanıt olarak da Kolomb'a Afrikalı Müslümanların bıraktığı mızrakları gösterirler. Bu mızrakların uçlarında yerlilerin guanin (altın alaşımı) ismini verdikleri sarı bir metal var. Dikkat çekici bir nokta da guanin kelimesinin Arapça ghina (zenginlik) kelimesiyle bağlantılı olması. Kolomb bir miktar guanini İspanya'ya geri getirmiş ve yüzde 56,25 altın, yüzde 18,75 gümüş, yüzde 25 bakırdan oluştuğunu kaydetmiş. Bu oranlar Afrika Gine'sinde metal işleme standardı olarak biliniyordu.

1498'de yeni dünyaya üçüncü yolculuğunda Kolomb, Trinidad'a gider. Daha sonra da Güney Amerika'da tayfası karaya çıkar ve oradaki yerlilerin simetrik örülmüş pamuklu ve renkli mendillerini görür. Kolomb daha sonra "almayzar" olarak bahsettiği bu mendillerin aslında Gine'deki başörtüleri ve bel kuşaklarına renk, stil ve kullanım olarak çok benzediğini fark eder. "Almayzar" kelimesi Arapça "örtü", "bağ", "önlük" veya "etek" anlamlarına geliyor; Moors diye tanınan ve 8. yüzyılda İspanya'yı fetheden Arap ve Berberi kökenli Kuzey Afrika halkının yerel giysisi olarak biliniyor. Kolomb yerli evli bayanların pamuklu çamaşırlar giydiğini görür ve namus kavramını nereden öğrendiklerine şaşırdığını yazar. İspanyol fatihi Hernan Kortes, yerli bayanların elbiselerini uzun peçeler ve Moors'unkine benzer motiflerle boyanmış dökümlü etekler olarak kayıtlarına geçirir. Ferdinand Culombos da yerlilerin pamuklu elbiseleriyle Moors kadınlarının Granada'da giydikleri desenli uzun şalların çok benzer olduğunu yazar. Ayrıca yerlilerin çocuklarını yatırdıkları beşiklerin Kuzey Afrika'daki beşiklere benzerliği de dikkat çekicidir.

Salih Yücel, bu bulgularla ilgili şunları söylüyor:

"Kolomb, Küba'nın kuzeydoğu kıyısındaki Cibara civarında yelken açarken güzel bir dağın üzerinde bir cami gördüğünü 21 Ekim 1492 tarihinde kayıtlarına geçirmiş. Küba, Meksika, Teksas ve Nevada'da minarelerinde Kur’an ayetleri bulunan cami kalıntıları bulunmuş. Harvard'lı ünlü tarihçi ve dilbilimci Leo Weiner, 'Afrika ve Amerika'nın Keşfi' isimli kitabında Kolomb'un yeni dünyada mandinkaların varlığından haberdar olduğunu belirtir. Aynı kaynak Batı Afrika Müslümanlarının Orta Amerika’da, Güney Amerika’da, Kanada dâhil Kuzey Amerika'da ve Karayiplerde yaşadıklarını; Iroque ve Algonquin yerli kabileleriyle evlilik ve ticaret bağları kurduklarını Kolomb'un bildiğini kaydeder."

Kolomb ve öncü İspanyol, Portekizli kâşiflerin Atlantik'in karşı kıyısına düzenledikleri seferlerin çoğu Müslümanların hazırladığı coğrafya ve deniz seyir bilgileri sayesinde gerçekleşmiş. Örneğin Mesudi'nin (871-957) kitabı "Murucuz Zahab" Afrika ve Asya'dan bu tip bilgilerin Müslüman tüccarlar tarafından toplanması sonucu yazılmış. Aslında Kolomb'un kıtalararası ilk yolculuğunda iki kaptanı Müslüman'dı. Martin Alonso Pinzon PINTA, kardeşi Vicente Yanez Pinzon da NINA isimli gemilerinin yönetimindeydi. Pinzon ailesinin kökeni Sultan Abu Zayan Muhammed III (1362-66) tarafından Fas Marinid kraliyet ailesine dayanıyor. Kolomb'a katılmadan önce zengin gemi donanımcıları olan kardeşler, Kolomb'un keşif gezisini organize etmesine yardım edip bayrak gemisi Santa Maria'yı masraflarını da karşılayarak hazırlamışlar. Kolomb, Atlantik Okyanusu'ndaki bazı adalarda yerli halkın burnuna altın taktığını ve mektuplarını Arapça yazdıklarını kaydeder. 16. yüzyılda Amerika'ya giden misyonerler Virginia, Tenesse ve Visconcion'daki bakır yataklarının yerli halk tarafından değil, Ortadoğu'dan gelenler tarafından işletildiğini, Kızılderililerin Ortadoğu halkına karşı büyük muhabbetleri olduğunu görürler.

Salih Yücel bu konudaki çarpıcı anlatımlarını şöyle sürdürüyor:

"Amerika'da 484, Kanada'da 81 tane olmak üzere 565 köy, kasaba, şehir, dağ, göl, nehir gibi yerlerin isimleri, İslami ve Arapça köklerden geliyor. Bu yerler orijinal olarak Kolomb'un Amerika'ya gelmesinden önce yerliler tarafından isimlendirilmiş. Hatta bu isimlerden bazıları İslami yer isimleri: Mecca (nüfusu 720) Indiana eyaletinde; Medina (nüfusu 2100) Idaho'da; Medina (nüfusu 8500) New York'ta; Medina (nüfusu 1100) ve Hazen (nüfusu 5000) Kuzey Dakota'da; Medina (nüfusu 17000) ve Medina (nüfusu 120000) Ohio'da; Medina (nüfusu 1100) Tennessee'de; Medina (nüfusu 26000) Texas'ta; Medina (nüfusu 1200) ve Arva (nüfusu 700) Ontario'da; Mahomet (nüfusu 3200) Illinois'te; Mona (nüfusu 1000) Utah'ta ilk göze çarpan örnekler. Amerika'nın yerli kabile isimleri de incelendiğinde pek çoğunun Arapça ve İslami köklerden geldiği anlaşılıyor. Bunlar Anasazi, Apache, Arawak, Arikana, Chavin, Cherokee, Cree, Hohokam, Hupa, Hopi, Makkah, Mahigan, Mohawk, Nazca, Zulu, Zuni gibi isimler."

Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika'da yapılan arkeolojik kazılarda 9. yüzyıla ait binalar arasında da büyük bir benzerlik bulunmuş. Örneğin Fas'taki Atlas dağlarında Berberilere ait ev yapısı (resim 9) ile New Mexico'daki bina şekli (resim 8) birbirinin aynı. Yine Arizona'daki kazılarda bulunan Montezume Kalesi ile Colorado'nun Mesa Verde bölgesinde bulunan, Berberilerin bina yapıları arasında bir benzerlik mevcut. Smithonian Enstitüsü'nden Prof. Cyrus Thomas'ın yaptığı araştırmalara göre, New York, Ellenville mevkiindeki taş yığınlarından yapılmış küçük kulübe ile Güney Arabistan'daki Akabe bölgesindeki taş yığınlarında yapılmış kulübe birbirinin hemen hemen aynısı. Bu yapıların 8. yüzyıla ait olduğu tahmin ediliyor.

İspanya'daki son Müslüman kalesi Granada, 1492'de İspanyol engizisyon mahkemeleri kurulmadan hemen önce düşer. Hıristiyan olmayanlar engizisyon zulmünden kurtulmak için ya Katolik olmak ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Bu nedenle göç eden Müslümanların 1550'den önce İspanyol Amerikası'nda varlıklarından bahseden dokümanlar bulunuyor. Ancak İspanya Kralı 5. Charles'in 1539'da Müslümanların batıdaki yerleşimlere göçmelerini men eden fermanı yürürlüğe girer ve bu ferman 1543'te deniz aşırı İspanyol kolonilerin Müslümanlardan temizlenmesi şeklinde genişletilir. Salih Yücel'in bu konudaki görüşü şöyle:

"Demek ki Müslümanların deniz aşırı adalarda veya bölgelerde varlığı biliniyordu ki, İspanya Kralı böyle bir ferman yayınladı. Yine pek çok İslami kaynakta da Endülüs döneminde İspanya ve Kuzey Afrika'da yaşayan Müslümanların okyanus ötesine seferler yaptığı biliniyor. Bu konuyu bir başka araştırmamda ele alacağım."

Salih Yücel'e göre arkeolojik kazılar, dilbilimcilerin bölgede dil ve yer isimleri üzerine yaptığı incelemeler, antikacıların 8. ve 9. yüzyıla, Abbasiler dönemine ait buldukları paralar, ev eşyaları ve diğer eşyalar, Müslümanların 7. yüzyılın ortalarından itibaren Amerika kıtasına geldiğini, yerleşim birimleri, camiler, okullar kurduğunu ve yerli halk Kızılderililer üzerinde büyük etki bıraktığını gösteriyor: "Prof. Fell'in araştırmalarından sahabi veya tabiinden (sahabelerden sonraki nesil) bazı kimselerin buraya gelmiş oldukları anlaşılıyor. Kolomb Amerika'ya ulaşıncaya kadar ve Amerika'da İslam'ın ve Müslümanların varlığını görür. Ancak Batılı araştırmacılar çok defa bunu görmezden geliyor." Bu araştırmadaki amacının Müslümanların Amerika kıtasında 7. yüzyılda başlayan varlığını genç araştırmacıların dikkatine sunmak olduğunu belirten Yücel, "Bu konuda pek çok doktora tezi hazırlanabilir. Bu çalışmalar, hem Amerika hem de dünya Müslümanlarından gizli kalmış birçok belgeyi gün ışığına çıkaracak, belki de bugün olmasa bile gelecekte Amerika kıtasının tarihinin yeniden yazılmasına bir zemin hazırlayacaktır." diyor.

(bk. Faruk Mercan, Yeni Dünyanın İlk Muhacirleri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun