Hristiyanlığın dini hakikisiyle amel edenler kurtulur mu?

Tarih: 31.10.2018 - 10:54 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Son Şahitlerdeki bir bölüm dikkatimi çekti.
"… O gün Fener Patrikhanesine giderek Patrik Athenagoras’ı ziyaret etmiş ve ziyaret esnasında kendisine hitaben, ‘Siz Kuran’ı Allah’ın kitabı, Hz. Peygamberi de peygamber kabul etseniz ve Hıristiyanlığın da din-i hakikîsiyle amel etseniz ehl-i necat olacaksınız’ demiş. O da ‘Ben kabul ediyorum’ diye cevap vermiş.
Üstad tekrar ‘Dünyadaki diğer ruhanî reisler de kabul ediyorlar mı?’ diye sormuş. O, ‘Onlar kabul etmiyorlar’ demiş. Üstad, kendisini gayet hürmetle karşılamış olduklarını söyledi.”
- Burada Bediüzzaman Said Nursi Kitab'ı Peygamberi kabul ettikten sonra Hristiyanlığın dini hakikisiyle amel ettiklerinde ehl-i necat olacaklarını söylüyor. O zamanlarda Hristiyanlığın dini hakikisiyle yaşamaya imkan var mıydı da böyle bir şey söylüyor, tam anlayamadım.
- Ayrıca Bediüzzaman'ın Cemalleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi şahıslarla ilişkisi vardı. Bu iki kişi çok fazla tenkite uğrayan kişiler hatta mason ve modernist kişiler. Bu kişiler hakkında bazı şeyler okudum birbirinden çoğu farklı şeylerdi Muhammed Abduh'un Cemalleddin Afgani'ye yolladığı "Üstadım! Beni burada bir görsen! Şeyhler, dervişler gibiyim. Dinin başını dinin kılıcı ile kesiyorum." içerikli mektup dikkatimi çekti.
- Bunlara da bir açıklama getirirseniz sevinirim.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

- Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Fener Rum patrikhanesini ziyaret etmesi, Ehl-i Kitabın önemli bir mürşidine İslam’ın hak bir din olduğunu tebliğ etmekten ibarettir.

Bu ziyaret bir bidat değil, Hz. Peygamber (asm)'in sünnetine uygun bir davranıştır. O günkü devirde en büyük devletlerin sahibi Hristiyanlardı. Başta Bizans ve Gassaniler olmak üzere, değişik İsevi devlet reislerine mektuplar yazdığı, elçiler gönderdiği bilinen tarihi gerçeklerdir. Bunun bir tebliğ olduğunda şüphe yoktur.

- İlginçtir, Müslümanların Mekke’nin ilk yıllarında dayanılmaz zulüm ve işkencelere maruz kaldıklarında, Hz. Peygamber (asm) savunmasız Müslümanların bir Hristiyan devlet olan Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etmiş ve onun kralı Necaşi’nin adaletinden söz edip övmüştür.

Ve gerçekten bu hicret çok isabetli olmuş, Kral Necaşi dahi İslam’ı kabul etmiştir.

Allah da Kur’an’da oradaki hakperest Ehl-i kitaptan övgüyle bahsetmiştir.

- Keza, Necran’dan gelen bir grup Ehl-i kitaba ibadetlerini yapmaları için Mescidini birkaç saat onlara tahsis etmiştir. Bu da İslam’ın güzelliğini, hoşgörüsünü, din-vicdan hürriyetine önem verdiğini gösteren fiili / lisan-ı hal ile yapılan bir tebliğ görevidir.

- “Bediüzzaman Said Nursi Kitab'ı Peygamberi kabul ettikten sonra Hristiyanlığın dini hakikisiyle amel ettiklerinde ehl-i necat olacaklarını söylüyor. O zamanlarda Hristiyanlığın dini hakikisiyle yaşamaya imkan var mıydı da böyle bir şey söylüyor tam anlayamadım?..” şeklindeki soruya birkaç madde halinde şöyle cevap vermek mümkündür:

a) Hristiyanların hakiki dini, tahrife uğramayan İncil kitabının ve Hz. İsa’dan geldiği kesin olarak bilinen dinin iman esaslarıdır.

Burada geçen “Hristiyanlığın dini hakikisiyle amel ettiklerinde...” ifadesi özellikle iman esaslarına yapılan bir vurgu olduğunu düşünüyoruz.

Nur Risalelerinde geçen,

 “'Âhir zamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edecek.' mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhir zamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.” (bk. Mektubat, s. 6)

gibi ifadelerden de anlaşıldığı gibi, hakiki İsevi dinine dönecek Hristiyanlar, her şeyden önce şimdiki dinlerinde var olan “teslis” akidesi ve onun bağlantısı olarak kabul gören hurafelerden sıyrılması demektir.

Öyle anlaşılıyor ki, Hz. İsa hakiki İsevi dinini getirdiği zaman;

1. Deccalı öldürecek / ateizmi yok edecek.
2. Haçı kıracak / teslis akidesini ortadan kaldıracak.
3. İslam şeriatıyla amel edecektir.

b) Hristiyanlık din-i hakikisiyle amel etmek, bir manada Kur’an ile amel etmek demektir. Çünkü, Kur’an’a göre, Hz. İsa bir peygamberdir, Allah’ın oğlu değildir. Hz. İsa, Hz. Muhammed (asm)’in peygamber olarak geleceğini müjdelemiştir. Dolayısıyla İslam dinin hak din olduğunu önceden haber vermiştir.

İşte asıl mesele öncelikle Hz. Peygamber (asm)'e ve Kur’an’a iman etmektir.

c) “Ehl-i Necat” kavramı iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: Cehennemden kurtulup cennete gitmekle necat bulmak...

İkincisi: Ehl-i necat, “ehl-i iman” manasına gelir.

Buna göre, İslam dinine inanan Hristiyanlar da Müslümanlar gibi “ehl-i iman” olup, kurtuluş caddesine girmiş olur.

Bu kurtuluş caddesinde hayat süren “ehl-i iman” kafilesi, mutlaka kurtuluşa varacaktır. Bir kısmı doğrudan cennete girer. Bir kısmı kabir-berzah-mahşer yolculuğunda çektiği cezası bittiği için kurtuluşa erer. Diğer bir kısmı ise, cehennemdeki cezasını çektikten sonra cennete girer. Bunların hepsi de  ehl-i iman oldukları için, ehl-i necattırlar. Yani imanla kabre girdikleri için affedilmezlerse bile cezalarını çektikten sonra cennete girerler.

- Tabii ki, iman edenlerin ne kadar amel etme imkânlarını bulduklarını ancak Allah bilir. 

Kaldı ki, amel imkânları zor da olsa muhal / imkânsız değildir.

Onun için tebliğ ve irşad görevi, işin mümkün olan tarafına yöneliktir. İman ile amel birlikte mümkün olursa nurun ala nur olur. İkisi mümkün değilse, tebliğin hedefindeki en önemli unsur olan iman her zaman mümkündür. Çünkü iman kalbidir, gizli kalabilir. Dil ile ikrar imkanı olmazsa, kazaen (İslam hukuku açısından) dünyevi muamelelerde Müslüman kabul edilmese de, diyaneten (ahirete yönelik ilahi adaletin değerlendirilmesinde) ehl-i iman /ehl-i necat kabul edilir ve kurtulur.

Cevap 2:

- Afgani ve Muhammed Abduh ile ilgili söylenen çoğu şeylerin bir kin ve nefretin tetiklediği dedikodulardan ibaret olduğunu düşünüyoruz.

Özellikle, Sultan Abdülhamid döneminde -belki de çoğu şahsından kaynaklanmayan- istibdada karşı çıktıkları için, Türkiye’de milliyetçilik duygularının köpürdüğü aşırı kötüleyici bir kampanyanın varlığından söz edilebilir.

Her insan gibi onların da elbette kusurları olmuştur. Fakat bu kusurlarına bakarak onları din düşmanı, İngiliz casusları ve mason damgalarıyla tekfir etmeye cüret edenlerin hata ettiklerini düşünüyoruz.

Hatta bu ırkçılık damarıyla, Osmanlı’nın  gerçekte son padişahı sayılan Sultan Abdülhamid’i -Allah rızası ve memleketin selameti için az da olsa eleştiren- M. Akif, Şeyhülislam M. Sabri Efendi, Bediüzzaman Hazretleri ve Elmalılı gibi çok dindar ve pek fedakar insanları bile ellerinden gelse din dairesinin dışına atarlar.

Şunu söyleyelim ki, İslam âleminin büyük çoğunluğunun Afgani ve M. Abduh’a olan bakışı müspettir, olumludur.

Kaldı ki, Bediüzzaman Hazretleri, Afgani ve M. Abduh için söylediği olumlu şeyler “İttihad-ı İslam”a olan taraftarlıklarıdır.

Üstad'ın 31 Mart hadisesinde İstiklal mahkemesinde “İttihad-ı Muhammedi” cemiyetinin üyesi olduğundan tefrika çıkarmakla itham edildiğinde, söylediği ilgili sözleri şöyledir:

“İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.

Elhasıl: Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o vilayat-ı şarkıyeyi ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır.

Bu mes'elede seleflerim, Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim'dir ki, demiş:

"İhtilaf u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.”
(Divan-ı Harb-i Örfi, s. 21).

Asrın Müceddidi, kalb ve ruhu hem münevver hem münevvir olan Bediüzzaman Hazretlerinin “Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh” şeklindeki şahitliği yeterli olur kanaatindeyiz...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun