Dini aklıyla ölçen kadar zararlı kimse yoktur. Ahir zamanda kocakarı gibi inanın, hadisleri sahih midir?

Tarih: 16.05.2013 - 10:52 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bu hadisler sahih midir?
- Tahkiki imanı elde etmeye çalışmak kişiye zarar verir mi?
- Peygamberimizin tahkiki imanı teşvik eden hadisleri var mı?
- Bir kısım Ehl-i sünnetten olanlar, delil bilmeden iman etmenin daha doğru olduğunu savunuyor. Ayrıca taklidi imandan yana olanlar, Hz. Ebu Bekir'in Sıddik ünvanı kazanmasını da misal veriyorlar. Ama oysa tasdik, kabul etmek değil doğrulamak demek değil midir? Bir kişinin doğrulaması için de doğruladığı meseleden emin olması gerekir.
-  İlimle imanı elde etmek insana zarar verir mi?
- Delil bilmeden iman etmenin daha doğru olduğunu söyleyenlere nasıl yaklaşmalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam dini, aklı olmayanı sorumlu tutmaz. Ehl-i sünnet alimlerinin ittifakıyla, iman kesin bir bilgiye dayanmak zorundadır. Kesin bilginin olması için aklın devreye girmesi gerekir.

Tebarani’deki hadisin tashihine rastlayamadık. Şayet sahih ise, manası şöyledir:  

Kişi, her konuda aklını tatmin etmediği sürece, İslam’ın hükümlerine boyun eğmezse bu kişi çok zarar eder. Çünkü, iman emniyeti, aklın kabul ettiği deliller doğrultusunda kesin bilgiyi istediği gibi, İslamiyet teslimiyeti, aklının almadığı hükümler konusunda tereddüt etmeden boyun eğmesini gerektirir.

İman esaslarının hepsi, kesin bilgiyle ancak tahakkuk eder. Kesin bilgi ise ancak akılla bilinebilir. Ancak, temel referans olacak kaynağı akılla kabul ettikten sonra, detayların hepsinde aklı kullanmak her zaman isabetli olmayabilir. Mesela. Hz. Peygamber (asm)'in peygamberliğini veya Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu aklıyla kesin olarak kabul ettikten sonra, artık Kur’an’ın her meselesini, Hz. Peygamber'in her sözünü kendi aklının ölçülerine göre yorumlarsa, kabul veya reddederse, buradan kişi çok zararlı çıkar. 

“Kişiyi ayakta durduran aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur.”(Deylemi, 3/217; no:4629)

hadisinde de bu gerçeği görmek mümkündür.

Ebu Said el-Hudri’nin rivayetine göre, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Her şeyin bir temel esası / bir dayanağı vardır; müminin dayanağı ise aklıdır. Kişi ibadetiyle değil, aklı ile değerlendirilir. (Ayette ifade ediliği üzere; “Sizi uyaran bir peygamber daveti size ulaşmadı mı?” şeklindeki soruya muhatap olunca) kâfir olan kimsenin -meal olarak- “Şayet biz gerçeği işiten ve aklını çalıştıran kimseler olsaydık, elbette bu alevli ateşe girenlerden olmazdık!”(Mülk, 68/10) demesi, aklın dindeki önemini göstermektedir(Deylemi, 3/333/no:4999).

Şunu belirtelim ki, bu hadisler sened bakımından şayet zayıf dahi olsalar, manalarının sahih olduğunda şüphe yoktur. 

Deylemi’deki hadisin manası şöyledir:

“Ahir zamanda değişik heva ve hevesler / düşünceler-inançlar ortaya çıktığında çölde yaşayanların (bedevilerin / kırsal kesimdekilerin) dinlerine uyun.”(Deylemi, 1/256; no:996)

Bu hadisin zayıf olduğu bildirilmiştir(bk. Kenzu’l-Ummal, 1/179, no: 904).

Diğer bir rivayette:  meal olarak “Ahir zamanda değişik düşünceler / inançlar ortaya çıkınca, kocakarıların dinine uyun.” ifadesine yer verilmiştir. Bu rivayetin de sened bakımından sahih bir kaynağı bulunamamıştır(bk. Aclunî,  2/83).

Ancak ahir zamanda dindar köylü kadınların, özellikle yaşlı olanlarının sağlam inançlarına dikkat çekilmesi, anlam bakımından doğruluğunu gösteren pek çok misaller vardır. 

Akıl meselesine bir daha bakalım:

İslam alimleri tarafından kabul edilen kurala göre, bir bilginin doğruluğunu kesin olarak belirleyen üç yol vardır. 

1) Akıl.
2) Havass-ı selime / sağlam duyu organları.
3) Doğru haber.

Lafı fazla uzatmamak için detaylara girmeden şunu söylemeliyiz ki akıl, bu üç yolun en kuvvetli olanıdır. Çünkü, aklı olmadan doğru haberin doğru kaynağını bulamayız. Mesela, doğru haberlerin başında gelen vahyin geçekten vahiy olup olmadığını bilmek için yine akla ihtiyaç vardır. Keza, göz, kulak ve diğer duyu organlarımızın algıladıkları şeylerin doğru olup olmadıklarını da ancak akıl ile idrak edebiliriz. Nitekim, bu duyu organlarımızın bazen yanıldıkları da yine aklımızla bilebiliyoruz.

Açık misaller gerekirse, gözümüzle güneşin hacminin bir avuç kadar olduğunu algılıyoruz. Ancak aklımızla öğrendiğimiz bilgilerimiz bunun doğru olmadığı bize söylüyor. Keza, tevatür yoluyla gelen doğru haberin “tevatür” kriterini tespit emek yine aklın işidir. Yani -doğruluğunun kanıtı olarak ortaya konulan “TEVATÜR” yoluyla gelen kimselerin, yalan üzere birleşmelerinin mümkün olmadığı hükmü de ancak akıl ile anlaşılır. 

Dünyada herhangi bir delinin çok harika işler başardığı elbette görülmemiştir. Bu da aklın önemini göstermektedir.

Kur’an’da, hakikatlerinin anlaşılması için, insanın aklını kullanarak, tefekkür ederek bir yargıya varması istenmektedir. Bu da iman ile akıl arasındaki ilişkinin boyutunu göstermektedir. 

Akıl olmadan ilim olmaz, ilim olmadan kesin bilgi olmaz, kesin bilgi olmadan iman olmaz. Aşağıdaki ayetlerden akıl ile iman ilişkisini çok açık bir şekilde görebiliyoruz:

“Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümid edebilirsiniz. O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın.”(Bakara, 2/21-22).

“Bunun üzerine dedik ki: «Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun.» (Vurulunca da o diriliverdi.) İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir. Aklınızı iyice kullanasınız diye ayetlerini size gösterir.”(Bakara, 2/73)

“Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.”(Nisa, 4/82)

“Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki, onların kalpleri vardır, ama bu kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.”(A'raf, 7/179)

“Bunlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin (akıllarının) üzerinde üst üste kilitler mi var?”(Muhammed, 47/24).

“De ki: Eğer Allah dileseydi ben Kur’ân’ı size okuyamazdım, hiçbir suretle de size onu bildirmezdi. Bilirsiniz ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım, böylesi bir iddiada bulunmadım. Aklınızı kullanıp bunu anlamaz mısınız?”(Yunus, 10/16)

“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. O su, erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar. Onu ilkin yaratan Allah, elbette onu diriltmeye kadirdir.”(Tarık, 86/5-8)

Hülasa:

“İman, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır(hadiste iman yetmiş küsur şübeden meydana geldiği bildirilmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no: 103).Taklidî bir iman, hususan bu zamandaki dalalet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa, o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şübheye düşürtemez." (Sözler, s. 749.)

Şu ifadeleri de tekrarla okumalıyız:

“Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i A'zam, İsm-i A'zamın tecellisiyle olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın İsm-i A'zamının ve her ismin a'zamî mertebesindeki tecellisiyle zahir olan ef'al-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i a'zam bahar gibi kolay isbat ve kat'î iz'an ve tahkikî iman edilir. Şu Onuncu Söz'de feyz-i Kur'an ile öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa âciz kalır, taklide mecbur olur.” (Sözler, s. 93)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun