İslam, neden iman ettiğimize şahitliği zorunlu tutuyor?

Tarih: 07.07.2015 - 02:22 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Merhaba, benim Kuran'da sık sık geçen "şahitlik" konusunda bir sorum olacak.
- Genel itibariyle sürekli "Ben şahitlik ederim ki, Allah birdir ve Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir" tarzı şeyler yazıyor ve Müslüman olmanın şartı da bunu söylemek olarak geçiyor. Ama, şahitlik dediğimiz şey, yüzde yüz olarak emin olduğumuz şeylerde olması gerekmiyor mu?
- Ben bir Müslüman'ım ve inancımı "Bir yaratıcı ve onun adı Allah, bunu biliyorum" diyerek değil de "Olabilir de olmayabilir de, ama ben inanmayı tercih ediyorum" diye belirtmeyi tercih ediyorum. Çünkü, insan sürekli yaratıcı konusunda kanıtlar arar ve şuana dek bulabilmiş olan yok.
- Ha evrendeki düzeni falan sayarsak, belki yaratıcının varlığına mantıksal olarak götürebilir. Ama yüzde yüz emin olmak için, gerçek somut bir kanıt gerekir. Ben yine de inanıyorum. Ama nedense şu şahitlik olayını bir türlü kavrayabilmiş değilim.
- İnsansak bile, yüzde yüz emin olmadığımız bir şeye şahitlik yapmak doğru olur mu?
- Neden İslam şahit olmamızı zorunlu tutuyor?
- Sonuçta hiçbirimiz tamamen yaratıcıyı görüp "Ha evet kesin varmış, tamam o zaman ben şahidim" demiyor. Hepimiz, sadece inanarak geçiriyoruz bu olayı. Bu yüzden, şahidiz demek, bir bakıma yalan olmaz mı? 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuda iman etmenin ne demek olduğunu bilmek gerekir. İman ile kelime-i şehadetteki şahitlik birbirinin ayrılmaz parçalarıdır.

Bu konuyu birkaç madde halinde açıklamaya çalışacağız:

a) Bir şeye inanmak, onu bilmekle olur. Bu konuda yuvarlak bir panorama çizmekte fayda vardır:

Bilginin dereceleri var: Bir şeyi yüzde yüz bilmek kesin bilgidir. Yüzde doksan civarında bilmek galib-i zandır. Bu bilgi yüzde doksanın altına düştüğü zaman zan olur. Yüzde elli civarında olduğu zaman şüphe olur. Yüzde ellinin altına düştüğü zaman vesvese olur.

İman, ancak bu panoramanın tepesinde yüzde yüz olduğu zaman sağlam, kabul edilebilir bir iman olur. İlk defa bu imanı kelime-i şehadetle ilan etmek, kendisindeki bilginin yüzde yüz kesin olduğuna şehadet etmek içindir.

b) İman etmedeki şahitlik delilden ziyade iman eden kimsenin kalbinin mutmain olmasına bağlıdır. Halk kesiminin önemli bir kısmı bir ilim ve mantıksal delile dayanmadan iman ediyor. Hatta onların imanı, entelektüel kesimin delile dayanan imanlarından daha aşağı değildir, hatta  daha da kesin ve sarsılmazdır.

c) İman, sarsılmaz bir şekilde kesin olarak ve tereddüt etmeden inanmaktır. İmam Maturidi, bu noktayı esas aldığı için “İman artmaz, eksilmez.” demiştir. Çünkü, en ufak bir tereddüt bir eksikliktir ve imanı iman olmaktan çıkarır.

- İmanın delillerle takviyesi elbette söz konusudur. Fakat bu takviye, herhangi bir tereddüdü ortadan kaldırmaya değil, o kesin olan inancı daha da pekiştirmeye yöneliktir. İmam Eşari, bu noktayı esas aldığı için “İman artar ve eksilir.” demiştir.

Demek ki, artma ve eksilme kesin bir bilgiyi ifade eden ve tereddüde tahammülü olmayan imanın aslıyla ilgili değil, o var olan kesinliği kuvvetlendirmek ve pekiştirmekle ilgilidir.

Demek ki alimlerin ittifakıyla, delilli veya delilsiz yüzde yüz kesinliğe sahip olmayan bir iman, makbul iman sayılmaz.

- Bununla beraber önemli bir nokta şudur ki:

İnsanın kalbine gelen her tasavvur, her vesvese, her hayal, aklına gelen her fikir, “tereddüt” sayılmaz. Çünkü, bir tasavvurun ciddi bir tereddüt olabilmesi için onun delilden kaynaklanan bir şüphe olması gerekir.

Mantık ilminde denildiği gibi “Herhangi bir delile dayanmayan bir şüphenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.” Örneğin;

Şu anda Karadeniz suyunun bir şeker havzasına dönüşme ihtimali vardır. Yani bu zatında mümkündür. Fakat hiç kimse böyle bir ihtimale ihtimal vermez.

Keza, her an İstanbul’da evleri yıkan bir depremin olma ihtimali vardır. Fakat bunun bir emaresi olmadığı için hiç kimse evini terk edip sokağa çıkmıyor. Demek ki böyle bir şüphenin bir değeri, anlamı yoktur.

d) Bir şeye şahitlik etmek, onu görmek manasına gelir. Normal şahitlikler buna bakar. Görmeyen şahitlik eder de “gördüm” derse yalancılık etmiş olur. Çünkü, adaletin tecellisi için gereken bu şahitlik, gözle görmeye dayalı bir şahitliktir. Gözleriyle görmediği halde “gördüm” diyen elbette yalancıdır.

- Ancak, Allah’ın varlığı ve Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğuna şahitlik etmek, gözle görmeye dayalı değil, kalp ve akıl gözüyle görmeye dayalı bir şahitliktir. Bunun aksi zaten imkânsızdır. Ne kimse Allah’ı görebilir, ne de -sahabe olanların dışında- kimse Hz. Peygamberi (asm) görebilir.

Demek ki imandaki şahitlik kalp ve akıl gözüyle görülenlerle ilgili bir şahitliktir.

e) Eskiden beri ilim çevresinde kabul edilen “kesin bilgi” edinme yolları yalnız göz değildir. Nitekim, alimler, kesin bilgi edinme yollarını: “duyu organları, sağlam haber ve akıl” olarak kabul etmişlerdir.

Bugünkü modern bilim çevreleri tarafından da Frenkçesiyle “epistemoloji” dedikleri “kesin bilgi edinme” yolları olarak bu üç metodu kabul edilmiştir. Zaten bunun dışında kesin bilgi edinmek mümkün de değildir. Bu sebepledir ki, İslam alimleri rüyaları ve ilhamları da kesin bilgi yolu olarak kabul etmezler.

- Demek ki, “kesin bilgi edinme” bakımından, bir şeye şahitlik etmek yalnız gözle görmeye bağlı değildir. Tatmak, dokunmak, kokusunu almak, işitmek, idrak etmek de bir nevi görmektir ve şahitlik konusudur.

- Bugün ilimlerin ortaya koyduğu birçok hakikat var ki, insanların yüzde doksanı onu gözle görmemiş ve göremezler. Fakat yine de kesin olarak inanırlar. Örneğin, kaç tane insan “kalbinin sol memesinin yanında olduğunu” görmüş? Ama herkes tereddütsüz buna inanıyor.

Keza, bilim adamları “güneşin filanca yılın filanca ayının falanca gününün falanca saatinde tutulacağını” söylüyorlar. İnsanların hepsi -bunu gözle görmedikleri halde- inanmıyor mu?

Aslında gözle görmeden inandıklarımız, gözle görüp de inandıklarımızdan kat bekat fazladır.

Demek ki, iman ve inanmak konusunda şahitlik yapmak için gözle görmeye ihtiyaç yoktur.

İşi göze hapseden pozitivist, materyalist düşüncenin artık günümüzde fazlaca bir değer ifade etmediğine, göze hitap etmeyen bilimsel verilerin çoğu bunun şahididir.

Bugün fizik, kimya matematik, astronomi alanında kabul edilen bir çok hakikatler, gözden ziyade akla hitap eden bilimsel verilerin sonucudur.

f) Kesin bilgi edinme yollarından biri sağlam haber denilen “haber-i sadık”tır.

Hz. Peygamber (asm) gibi "Muhammedu’l-Emin" unvanıyla meşhur olmuş, okuma-yazması olmadığı halde, Kur’an gibi ilim ve mucizeler dolu bir kitabı elinde tutmuş, yüzlerce mucizeler göstermek suretiyle hak peygamber olduğunu ispat etmiş bir zatın söylediklerinin doğruluğunda tereddüt etmenin akılla izahı mümkün değildir.

Her şeyden önce Kur’an-ı Kerim, birçok yönden mucize olduğunu ispat etmiştir. Onun insan sözü olamayacağına milyonlarca ilim adamı sahasında uzman olanlar şahitlik etmiştir.

- Allah’ın elçisi olduğunu ispat etmiş bir zatın söylediklerinin doğruluğunu kabul etmek aklın gereğidir. Kırk yönden mucize olduğunu göstermiş, on beş asırdan beri bütün insanlara meydan okumuş, ihtiva ettiği değişik ilimlerin şahadetiyle bir insan sözü olmadığını kanıtlamış olan Kur’an gibi bir kitaba karşı tatmin olmayan bir akıl, vesvese hastası demektir.

- Örneğin, Kur’an’da “Bir kaç yıl içinde rumlar İranlılarla savaşacak ve onları yenecekler.” (Rum, 30/1-4) diye ifade edilmiş ve bu haber aynen vuku bulmuştur.

Keza, iki sene önce Mekke’nin kesin olarak fethedileceği bildirilmiş (Fetih, 48/27) ve aynı tarihte fetih tahakkuk etmiştir.

Böyle gelecekten haber veren bir kitabın göz önündeki bu mucizeleri görüldükten sonra, akıl gözüyle bu kitabın Allah’ın sözü olduğuna kesin olarak iman etmek akl-ı selimin gereğidir.

- Kur’an’ın açık ifadesiyle: Ayı iki parçaya bölen (Kamer, 54/1-3), Bedir savaşında düşmana attığı bir avuç toprağın/çakıl taşının, bütün düşmanların gözüne girip onları hezimete uğratması (Enfal, 8/17) gibi insanüstü olayları gerçekleştiren Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğunda tereddüt edilebilir mi?

Demek ki, imandaki “şahitlik”, aklıselimin ve kalbin gözüyle görülen bu kesin ve tereddütsüz hakikatin doğruluğuna bir şahitliktir.

g) İslam’da, özellikle ilk defa iman etmek için “şahitlik” kavramının ön görülmesi, yalancılarla dürüst insanları ayırmak gibi bir fonksiyonu icra etmeye yöneliktir.

İkiyüzlü münafıkların bu şahitliği onları yalancı duruma düşürdüğü gibi, samimi müminlerin “şahitliği” ise, onları sadakat ve dürüstlük koltuğuna oturtacaktır.

(Resulüm!) Münâfıklar sana geldikleri zaman: 'Biz şâhitlik ederiz ki, sen Allah’ın peygamberisin.' derler. Allah da bilir ki, sen elbette O’nun peygamberisin. Ama Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Munafıkun, 63/1)

mealindeki ayette yalancı ve ikiyüzlü şahitlerin de olduğunu göstermektedir.

“Şahitlik” kavramı, insanların kendi aralarında kullandıkları bir teminat aracı olduğu ve bu kavramla birlikte yapılan yalancılığın kolay hazmedilecek bir şey olmadığı için, İslam’da iman şahitliği için de bu kavram tercih edilmiştir. Çünkü, gerçekte inanmadığı halde, “şahitlik ederek” bir şeye inandığını söylemek, ancak kişiliği bozuk, ikiyüzlü münafık kimselerin hazmedeceği bir alçaklıktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun