Kusuru yüze vurmak var mıdır?

Tarih: 08.11.2016 - 02:14 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Dürüstlük adına gerçekleri söylemek istiyoruz. Bu yüzden insanların yüzlerine kusurlarını vuruyoruz. “Aman kalbi kırılacaksa kırılsın! Ben gerçekçi olup dürüst davranıp kusurunu, yanlışını karşımdakine söylemeliyim.” Zihniyetiyle insanlara kusurlarını, yanlışlarını söylüyoruz. Bu yüzden onları üzüyor ve kalpleriniz kırıyoruz.
- Bu zihniyetin yanlışlığı nerede?
- Bu zihniyetin yanlışlığına dair, kaynaklarda ayet ve hadis var mıdır?
- Peki, olması gereken doğru düşünce ve davranış ne olmalıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Kusurları yüze vurmak doğru değildir. Dürüstlük adına her şey söylenmez. “Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir.” prensibine uymak gerekir.

İslam’da prensip olarak kusurlar gizlenir, açığa vurulmaz. Kur'an’da -Ebu Leheb dışında- hiçbir kâfirin ismi anılarak kusurlarının seslendirilmemesi, bizim için önemli bir derstir.

Bazıları: “Ben gıybetini etmiyorum, onun yüzüne de söylerim…” gibi ifadeler kullanıyorlar. Bunlara göre, arkasından söylemek günah, fakat yüzlerine söylemek günah değildir. Halbuki lüzumsuz yere başkasının kalbini kırmak da günahtır.

Şahitlik gibi mecbur olduğumuz gerçekleri söylemenin dışında, kişinin kusurlarını yüzüne söylemek doğru değildir.

Bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir:

"Sonra kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlik yapan bir kavim zuhur edecek. Söz verecekler, sözlerini yerine getirmeyecekler. Hıyanet edecekler, kendilerine güvenilmeyecek. Aralarında şişmanlık yaygınlaşacaktır.” (Buharı, Şehadât 9, Fedâil 1; Müslim, Fedail 210, 214; Tirmizi, Fiten 45, Şehadet 56)

İşte burada şahit olarak gösterilmeyen kimsenin kalkıp şahitlik yapması da hoş görülmemiştir.

Bununla beraber, “Şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi; şahitliği istenmediği halde gidip şahitlik eden kimse.” (Müslim, Fedail, 19/1719) hadisinde şahitliği istenmediği halde şahitlik eden kimse övülmüştür.

Alimlerin bu iki hadis hakkında yaptıkları yorumlardan en önemlisi şunlardır:

a) Şahitliği istenmediği halde yapılan şahitliğin kötülendiği hadis, kul hakkıyla ilgili şahitliktir. “Şahitliğin en hayırlısı istenmediği halde yapılan şahitliğin” övüldüğü yer ise Allah’ın hakkıyla ilgili olandır.

b) istenmeden yapılan ve kötülenen şahitlikten maksat, genel olarak kendisini ilgilendirmediği halde, “vekil-i fuzuli” gibi gidip şahitlikte bulunan kimsenin şahitliğidir. Çünkü bu tür şahitliğe heveslenenler genellikle -hakkında şehitlikte bulundukları kişinin lehinde veya aleyhinde bulunmak gibi- belli bir maksat için ortaya çıkarlar. Bu ise kötü niyetinden ötürü kötü bir şahitliktir.

“Şahitliğin en hayırlısı istenmediği halde yapılan şahitlik”ten maksat, özel bazı durumlardır. Örneğin, bir insanın bir hakkı var; fakat bu hakkını ispat etmek için bir şahit bulamıyor.

İşte bu durumda bu işi bilen bir kimse kendi kendine o adama gidip "Bu malın senin hakkın olduğuna ben şahitlik yapabilirim.” demesi şeklinde cereyan eden bir şahitliktir. (krş. Nevevi, Şerhu Müslim,12/17;  İbn Hacer, Fethu’l-bari, 5/259-260)

Hülasa: Buhari ve Müslim’in ikisinde de yer alan ve istenmeden gidip şahitlik yapanı kötüleyen hadis rivayeti en sahih olanıdır ve şahitlikte bile lüzumsuz yere konuşmanın doğru olmadığına işaret edilmiştir. Hatta Tirmizi’nin bazı alimlerden aktardığına göre, bu kendiliğinden gelip şahadet eden kimsenin yalancı olma ihtimalinin kuvvetli olmasından ötürü kötülenmiştir. (krş. Tirmizi, a.g.y)

Açıklaması ile birlikte aşağıya aldığımız şu hadisler de konumuza ışık tutmaktadır:

Ebû Hüreyre (ra)den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:

«المُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِم لا يخُونُه ولا يكْذِبُهُ ولا يخْذُلُهُ ، كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حرامٌ عِرْضُهُ ومالُه ودمُهُ التَّقْوَى هَاهُنا ، بِحسْبِ امْرِىءٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِرَ أَخاهُ المسلم»

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hiyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18)

Abdulah b. Ömer (r.anhüma)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:

« المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ ، لا يظْلِمُه ، ولا يُسْلِمهُ ، منْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ ، ومَنْ فَرَّج عنْ مُسْلِمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يوْمَ الْقِيامَةِ ، ومَنْ ستر مُسْلِماً سَتَرهُ اللَّهُ يَوْم الْقِيَامَةِ »

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)

Hâinlik, eminliğin zaddıdır. Hıyanet, emanete aykırı olan her türlü haksızlığın ve güven hissi vermemenin adıdır. Oysa Müslüman, emanete hıyanet etmeyen kimsedir. Çünkü emanete hıyanet, münafıklık alâmetlerindendir. Müslüman, münafığa ait bir vasfı üzerinde taşımamalı ve bu sebeple saygınlığını yitirmemelidir. Kâfir ve münafıkların saygı duyulacak bir vasfı yoktur. Onlar, bazı söz ve işlerinde doğru ve haklı olabilirler, ancak bunun Allah katında bir sevabı ve mükâfatı olacağı düşünülemez. Çünkü onların bu halleri, bir ibadet, Allah’a yakınlık, sevap ve uhrevi mükâfat inancına dayanmaz. Sadece dünyalık menfaatlerine yöneliktir. Allah da, kendilerine dünyalık rızıklarını ihsan etmektedir.

Yalan, İslâm dininin kesinlikle yasakladığı kötü hasletlerden biridir. Dinimiz, doğruluğa büyük bir önem verir ve doğruları yüceltir. Yalan ve yalancılık, inanmayanların ve münafıkların vasfıdır. Kur’an’ın bir çok âyeti ile Peygamber Efendimiz’in (asm) birçok hadislerinde doğruluğun ve doğruların fazileti, yalancılığın ve yalancıların ise bayağılığından bahsedilir. Bunları, bizi doğruluğa teşvik, yalandan sakındırma gayesi taşıyan tâlimatlar olarak kabul etmemiz gerekir.

Müslümanın Müslümanı terketmesi, ondan ayrılması ve din kardeşine yardımcı olmaması, şiddetle haram kılınmıştır. Bir Müslüman, mazluma yardımı, zâlimin zulmüne engel olmayı terkedemez. Çünkü bu davranışlar, her Müslüman için gücünün yettiği kadarıyla yerine getirilmesi gereken bir vecibedir. Allah Teâlâ “...İyilik ve takvâda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” (Mâide, 5/2) buyurur. İyilik olarak tercüme ettiğimiz “birr” ile “takvâ”nın ne kadar muhtevalı terimler olduğunu ve neleri kapsadığını daha önce yeterince açıklamıştık. Günah ve düşmanlık birer zulümdür. Kişi günah işlemekle kendine zulmetmiş olur, düşmanlık ise dostluğu ortadan kaldırır.

İslâm, insanların can ve mal güvenliğini, ırz ve namusunun korunmasını garanti altına alır. Bu garantiler öncelikle Müslümanların kendi aralarında sağlanır. Fakat netice itibariyle bütün insanlar için bu hakların kudsiyeti kabul edilir. İslâm, bunlara ilâveten insanların inanç hürriyetini ve akıllarını korumayı da esas alır. Bu sebeple, canı, malı, ırzı ve namusu, dini ve aklı korumak ve bunlar uğrunda savaşmak gerekebilir. Bunlar uğrunda ölenler de şehit sayılır. Çünkü bunların her biri fertler için vazgeçilmez temel haklardır.

Hadiste ırz, mal ve candan bahsedilmesinin sebebi, bu üçünün esas olması, diğerlerinin bunlardan sonra gelmesidir. Çünkü ırz, mal ve cana tecavüzün haramlığı Kitap, Sünnet  ve icmâ ile sabittir.

Başkalarını hakir görmek, küçümsemek, Müslümana yakışmayan kötü huylardan biridir. Bunun sebebi ise kibirdir. Kibir, dinimizde büyük günahlardan sayılır. Peygamber Efendimiz (asm) “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” (Müslim, İman 149) buyurur. Çünkü “Kibir, hakkı inkâr ve insanların onurunu kırmaktır.” (Müslim, İman 147).

İnsanları küçük gören ve onurlarını kıran bir kimsenin onlara ulaştırabileceği bir tebliğ ve çağrı yoktur. Çünkü başkasını küçümseyen kimse kendi saygınlığını yitirir. Saygınlığı olmayanlar ise tebliğ ve çağrı insanı olamaz. Başkalarına değer vermeyene, değer verilmez. Dini tebliğ vazifesi yapanların üstün insânî niteliklere sahip olmaları gerekir. Tebliğci niteliği olmayan, insanlarla ilişkileri düzensiz kimselerin çoğaldığı bir toplumda kardeşlik ve dostluklar azalır, yardımlaşma duygusu zayıflar, mukaddes sayılan mefhumlar ortadan kalkmaya başlar ve takvâ sahiplerine rastlamak neredeyse mümkün olmaz. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler, iyilerin hakim olduğu veya çoğunlukta bulunduğu bir toplumda gelişip, yaygınlaşır. Kötülüklerin ve kötülerin çoğunlukta olduğu toplumlarda ise, iyiyi ve iyiliği bulmak nâdirattandır. İslâm’ın yegâne hedefi, yeryüzünde iyilikleri yaygınlaştırmak, kötülükleri ortadan kaldırmak, bu tamamen mümkün olmasa bile asgariye indirmektir.

Özetle;

- Müslümanlar birbirlerinin din kardeşidir.

- Müslümanın Müslümana yardımı terketmesi caiz değildir.

- Müslümanın canı, malı ve ırzı başka Müslümana haramdır, bunlara tecavüz yasaklanmıştır.

- Takvanın yeri kalptir; belirtileri ise, işlediğimiz fiillerdir.

- Müslümanı hakir görmek, küçümsemek, büyük günahlardandır. (bk. Riyazü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yay., H. No: 236, 246).

İlave bilgi için tıklayınız:

Doğru söylemek adına her doğru her yerde söylenir mi?

Peygamberimizin tebliğ ve nasihat metodu nasıldı?

"Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemeden o kimse ölmez ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun