Peygamberlik nedir? Her devirde Peygamber gönderilmiş midir?

Tarih: 01.07.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Peygamberler, Allah’ın insanlar arasından seçtiği mümtaz kişilerdir. Allah’ın dinini, yani emir ve yasaklarını insanlara duyurur. İman eden ve sâlih amel işleyenleri dünya ve âhirette mükâfatla müjdeler, kâfir olup kötü işler yapanları da azabla korkuturlar...

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Biz Peygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın da habercileri olarak göndeririz”. (el-En’âm, 48)

Peygamberler Allah’ın seçkin kullarıdır. İnsan çalışıp çabalamakla, istemekle peygamber olamaz. Peygamberlik, Allah vergisi bir makamdır.

Peygamberler, insanlığın önderleridir. Kulluğun en yüce mertebesinde oldukları; nefsin arzularına uymaktan ve günahkârlıktan uzak bulundukları için, Kur’an’da bize onları örnek almamız, yollarından gitmemiz, kendilerine benzememiz emredilmiştir:

“O Peygamberler, Allah’ın hidayete (doğru yola) eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yürü.” (el-En’âm, 90)

“Gerçekten Allah’ın Resulünde, sizin için, Allah’ın rızasını ve âhiret gününü kazanmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)


Müslümanların her namazda tekrar ettikleri:

“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” duasındaki “nimet verilenler”in başında, “peygamberler” gelmektedir. Müslümanlar bu dualarıyla, Peygamberleri kendilerine örnek almakta, önder edinmektedirler.

Bu örnek edinme sebebiyledir ki, peygamberler başka varlıklar içinden değil, insanlar arasından seçilmiştir.

Zira insana en iyi rehberlik ve önderliği yine insanın yapacağı açık bir gerçektir.

İnsanlık Hiçbir Devirde Peygamberlik Nurundan Uzak Kalmamıştır.

“Peygamberlik üstün bir payedir. İnsanın öz yüceliğinin Hak’dan halka eğilmiş bir dalı ve tabiat içinde, tabiatın verâsını yaşayan ve onunla sermest olan bir dilidir. Onda hem bir seçilme ve yükseltilme, hem de gönderilip vazifeli kılınma vardır. Dâhilerde olduğu gibi Nebi, sadece yüce bir dimağ, eşya ve hâdiselere nüfuz eder bir istidat değildir. O, bütün melekeleriyle faal, ceyyid; devamlı dalgalanan ve her dalgalanışda yeni bir arşiye çizen; ilâhî çözümle, tahlil bekleyen eşyanın nokta-i iltisakı ufk-insandır.

Onda cisim ruha, akıl kalbe tâbi; nazar isimler ve sıfatlar âleminde; kadem nazarın ulaşabildiği her yerde, onunla beraber...

Onlarda duygular en son tomurcuğuna kadar inkişaf etmiş; görme, duyma ve bilme tabiî sınırların çok ötelerine yükselmiştir. Onların görmelerini çeşitli dalga boylarıyla izah etme imkânı olmadığı gibi, ses ihtizazları içinde duymalarına izah getirmek de mümkün değildir. Hele bizim tahlil ve terkib ölçülerimiz içinde, onların tabiat cidarlarını zorlayan ilimlerine erişmek asla müyesser olmayacaktır.

İnsanlık onlar vasıtasıyla varlık ve sırlarını kavrayabilir. Onların dışında ne eşya ve hâdiselere mükemmel bir nüfuz, ne de tabiata isabetli bir müdahale asla mümkün olmayacaktır.

Tabiat ve ondaki ilâhî kanunları beşere hediye etmek onların birinci dersidir ve bu ders mübtedilere (yeni başlıyanlara) has bir derstir. Bunun ötesinde, varlık âlemini varlığına şahid gösteren yüce Yaratıcının isim ve sıfatlarını bildirme; idrak edilmez Zât’ı hakkında ölçülü ve temkinli kılma...

Eğer bütün âlemleri elinde tutan, zerrelerden nebülozlara kadar hükmünü ve sözünü geçiren; onları evirip çeviren, halden hale ve şekilden sekile sokan bir muhteşem kudret ve irade sahibiyle, ona verilecek unvanlar ve isnad edilecek hususlar hakkında Nebilerin apaydın beyanları olmasaydı, ne doğru bir şey söylemek, ne de Ulûhiyet akidesine dair duru bir düşünce getirmek mümkün olmayacaktı.

Demek ki Nebi eşya ve hâdiselerin içine girip bütün bir hayatı bize ders verdiği gibi, her şey ve her hâdisede, en birinci ders olan muhteşem yaratıcıyı, muhteşem kudret ve irade sahibini, isim ve sıfatlarıyla Zât-ı Ulûhiyeti arasındaki ince muvâzene ve sırlı münasebete riayetle anlatan da yine odur.

Öyle ise zeminin hiçbir kıtasının ve zamanın hiçbir parçasının onların feyiz ve nurundan mahrum kalmasına ihtimal verilemez. Nasıl verilir ki, onların irşad dairelerinin dışında, varlık âlemi hakkında şimdiye kadar ne duru bir hüküm verilebilmiş, ne de felsefenin şübhe ve tereddüd ve tenakuz dolu sisli atmosferinin üstüne çıkılabilmiştir.

Esasen her zaman ve her yerin, bir peygamberin vesâyâsı altında bulunmasını akıl, hikmet ve Kur’an müştereken te’yid etmektedirler. Hem aksine ihtimal vermeyecek şekilde.

Peygamberlerin sayısı ne kadardır?

İlk Peygamber, insanlığın ilk babası olan Hz. Âdem (A.S.); son Peygamber ise, Hz. Muhammed (S.A.V.)’dir. İkisi arasında birçok Peygamberler gelip geçmiştir. Bunlardan sadece bir kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri ve kıssaları zikredilmiştir. (en-Nisâ, 164; el-Mü’min, 78)

Resûlüllah Efendimiz, bir rivayette kendisinden evvel gelip geçmiş olan Peygamberlerin sayısının 124 bin olduğunu, diğer bir rivayette ise 224 bine ulaştığını bildirmiştir. (Bk: Teftazanî, Şerhü’l-Akaid, 169. Ayrıca bk: Muhittin Bahçeci, Âyet ve Hadîslerle Peygamberlik ve Peygamberler, 63-64)

Kur’ân-ı Kerim’de ismi zikredilen peygamberlerin sayısı 25’tir. Üç kişi hakkında da peygamber veya velî oldukları hususunda ihtilâf vardır. Peygamberlerin sayısı bu kadar çok olduğu halde, insanlar tarafından pek azının bilinmesini İmam-ı Rabbani şöyle izah etmektedir: Hindistan’da çok peygamber gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamıştır. Veyahut o peygamberin daveti belli birkaç kişiye münhasır kalıp fazla şöhret bulmamıştır. Yahut da bunlara peygamber ismi verilmemiştir. (Mektubat, 361)
İmam-ı Rabbanî’nin bu izahı, birçok peygamberin tarih sahifelerinde unutulup gitme sebebine açıklık getirmektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun