"Allah'a güven ve onu hamd ile tesbih et." ayetini açıklar mısınız?

Tarih: 17.11.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

"Şanıma yemin olsun ki, biz onların dediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen Rabbine hamd ile tesbîh et ve secde edenlerden ol. Sana yakîn (hak ile ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" (Hicir, 15/97-99)

Merhum Elmalılı ayetleri şöyle tefsir eder:

"Onların sözlerinden gerçekten senin göğsün daralır, için sıkılır; O şirk kelimeleri, Kur'ân'a dil uzatılması, Peygamberlikle alay edilmesi, şüphesiz canını sıkar, bunalırsın. O halde hemen Rabbine hamd ile tesbih et. Yani küfür sözlerine canı sıkılmak da Rabbinin bir manevî temizlik terbiyesi, şükretmeye değer bir nimetidir. Sıkıldın mı hemen Rabbine hamdederek ona tesbih et ve onu ulula, için açılır ve bunun şükür alâmeti olmak üzere de secde edenlerden ol, yani namaz kıl, genişlersin ve rabbine ibadet et, bu tarz üzere Rabbine ibadet etmeye devam et. Sana ölüm gelinceye kadar. Yani her canlı için meydana gelmesi kesin olan ölüm gelip de Rabbine kavuşuncaya kadar."

Esasen kulun Allah ile iki hali vardır. Biri, diğerini tamamlar ve kemâle erdirir. Kur'ân bu iki hali en açık ve duyarlı bir anlatımla belirtmektedir:                        

1. İman ve İslâm nîmetine şükredip kalbi Allah'a hamd etme duygusuyla, dili O'nu tesbîh ve tenzîh zevkiyle dolup taşarsa, Allah ile aralarındaki engeller kalkar ve Allah'a yakın olma idrâk ve zevki uyanmış olur. Namaz ve içindeki secde bu yakınlığı, kulun irfan ve takva derecesine göre doruğuna doğru yükseltir.

İşte Allah kelâmı olan Kur'ân'ın tamamı, bu hakikati insan kalbine işlemek, kafasını aydınlatmak için indirilmiştir.

2. Allah ile beraber olma mutluluğuna erişebilmek için -ki bu mutlulukların en yücesi, gayelerin gayesidir- ibâdeti vaktinde ve bilincinde yerine getirip, bıkkınlık duymadan, gevşeklik izhar etmeden tam zevkine ererek ölünceye kadar sürdürmek gerekir.

İnsan olarak yaratılmanın ve dünya uğrağına sevkedilmenin amacı, işte bu ibâdettir. Böyle bir ibâdete yönelmenin yolu ise, Allah'ı bilmek ve O'na şüpheden uzak bir gönülle inanmaktır.

İlgili son âyette ölüme “yakîn” denilmesi, her canlı için mukadder olduğuna ve bunda hiç şüphe bulunmadığına, aynı zamanda hiçbir fani hakkında şaşmadan hükmünü yürüteceğine işarettir.

Soruda geçen kısma gelince:

Hamd : Bir ihsana karşı kalbin medih ve şükür duygularıyla dolması ve o ihsan sahibini tâzim etmesidir.

Tesbih: Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etme, ululama, Allah'a seri bir şekilde ibâdet ve "sübhânellah" demektir.

Allah, Efendimiz (a.s.m.)'e hitaben, "Onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. Sen, Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol." buyurmaktadır. Göğsünün daralması ile, hamd ile tesbih ve secde edenlerden olma arasında nasıl bir münasebet vardır? Meselenin bir vazife buudu var. Yani, hepimize düşen Allah'ı tesbih, hamd ve O'na secde etmektir. Bu, herkes gibi, Efendimiz için de bir borçtur. Hamd, tesbih ve secde, ibadetin ve bilhassa en büyük ibadet olan namazın özüdür. Bu emirde kıyamı da, rükûyu da, secdeyi de görürüz. Yani, bu emir bir bakıma "Sabır ve namazla yardım iste" demek gibidir.

İkinci olarak, tesbih, Allah'ı her türlü noksanlıktan, eksiklikten, İzzet, Azamet ve Kibriyası'nda, Ulûhiyet ve Rubûbiyeti'ne uygun düşmeyen sıfatlardan tenzih etmek demektir. Şirk karşısında mü'mine düşen de budur ki biz, namazın rükû ve secdelerinde bu tesbihi yaparız. Yani bu emirde, aynı zamanda tevhide davet, onda ısrar da vardır. Hamd ise, Cenab-ı Allah'ın kemaline ve şükür buuduyla nimetlerine bakar. Gerçi biz de, "Sübhanellahi ve-bihamdihi" deriz; ama bu, belki de en büyük bir makam meselesidir. Ancak makam-ı cem'in sahibi olan Efendimiz (a.s.m.) gibi büyükler, peygamberler, asfiya ve mücedditler, asıl manâ ve muhtevasıyla "sübhanellahi ve-bihamdihi" demeye muvaffak olurlar. Bunda Celâl ve Cemal tecellilerine aynı anda ma'kes olma, âlem-i mülk ve melekûtu aynı anda müşahede edip, aynı anda ikisinde de yolculuk yapabilme, ikisini de aynı anda temsil edebilme, "mülteka'l-bahreyn"de bulunma manâsı vardır. Bu hâl, cem' makamına dair bir hâldir.

Secde ise, insanın Allah'a en yakın olduğu vaziyettir. O bakımdan Efendimiz (a.s.m.), secdede kesretle dua edilmesini tavsiye buyururlar. Kişi, başı ile ayağını aynı noktada birleştirip de, Allah önünde secdeye kapandığı, kendi acz u fakrını, noksan ve ihtiyacını duyduğu, mahviyet, tevazu ve hacalet tavrına büründüğü bu noktada, Allah'ın sonsuz büyüklüğünü de idrak eder ve kulluğun zirvesine ulaşır.

İşte mü'min, İslâm'ı anlatıp, onu kitlelere tebliğ ederken, onun alay, iftira, karalama gibi en âdî reaksiyon ve işkencelerle karşılaştığı zaman sığınıp, yardım dileneceği hâl; tesbih, hamd ve secde hâlidir.. ve âyet, bize bunu talim etmektedir.

İnsan Hayatını Nura Garkeden Üç Emir

Hicir sûresinin sonunda geçen bu ayetlerle Cenâb-ı Hak, başta Hz. Peygamber (a.s.m.) olmak üzere, bütün mü'minlere bir bir seslenerek üç emir vermiştir:

1) Allah'ı hamd ile tesbîh etmek,

2) Namaz kılıp Hakk'a secde edenlerle birlikte secde etmek,

3) Çocukluk dönemi dışında hayatın her gününde emredildiği şekilde ibadete devam etmek, ölüm gelinceye kadar ibâdetten ayrılmamak.

Birinci emir şu hususu bize öğretiyor: Allah'ı dosdoğru bilip imân edenler ancak O'na hamdederler; O'nu en güzel övgülerle yâd ederler. Çünkü insan iyice tanımadığı, büyüklüğüne ve yüceliğine inanmadığı bir varlığı övmez, takdir duygularını dile getirmez. Allah'ın yegâne yaratan, denge ve düzende tutan, mutlak anlamda tasarrufu elinde bulunduran öncesiz ve sonrasız olduğunu akıl ve imân yoluyla anlayıp tasdîk eden kimse, bu irfan ve inanç aydınlığı içinde Allah'ın kudret damgasını görmeğe başlar; her şevin hareket halinde olduğunu, hilkat kanununa bağlı kalarak belli bir plân ve programa göre hizmetini sürdürdüğünü akıl ve ilim yoluyla tesbit edip Cenâb-ı Hakk'ı her türlü beşerî sıfatlardan, noksanlıklardan tenzîh eder ve böylece O'nu tesbîh etme irfanına kavuşur.

İkinci emir, birinci emrin ruhları aydınlatmasıyla gerçekleşir. Şöyle ki: Allah'ın kudret damgasını eşyanın her parçasında gören bir mü'min, vakit kaybetmeden o yüce kudretin karşısında secdeye kapanarak O'nun uluhiyetini, kendi ubudiyetini kalpten dile, dilden diğer azaya getirerek itiraf eder. Böylece cami ve cemaat onun gönül dostlarıyla buluştuğu cennet bahçelerinden biri durumuna gelir. Allah'ın rahmet ve inayetinin cemaat üzerine tecelli ettiğinin zevkine varıp hayatının her bölümünü cami irfan ve kültürüyle değerlendirerek dünya ile âhiret arasında hem köprü, hem de denge kurmuş olur.

Üçüncü emir, birinci ve ikinci emirleri tamamlar ve bütünleştirir. Öyle ki, Hakk'ı bilip O'nun eşya üzerindeki uluhiyet damgasını, kudret remzini gören ve O'na gönülden hamd edip tesbihte bulunan, sonra da namaz kılıp secde etmek suretiyle Cenâb-ı Hakk'a yakın olma zevkine erişen mü'minler, ölünceye kadar bu zevki yudum yudum tatmak isterler; onun için de ölüm gelinceye kadar başta namaz olmak üzere ibâdete zevk ve heyecanla devam ederler.

Cenâb-ı Hak'tan ilk ve son dileğimiz odur ki: Bizi hamd ile tesbîh, namaz ile secde, ibadet ile yakınlık sağlayan bahtiyar kullarından eylesin. Âmin.

Kaynaklar:

- Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili.
- Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun