Allah canlıları yaratmasaydı kimse acı çekmez ve cehenneme gitmezdi?

Tarih: 06.12.2018 - 20:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bu daha makul olmaz mıydı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cenab-ı Hak, varlıkları merhamet ve rahmetiyle yaratmış ve her birisinin bedenine ve kabiliyetine uygun ruh, his ve duygularla bezetmiştir. Kelebeğin bedenine uygun bir ruh ve his dünyası verdiği gibi, serçenin de bedenine uygun ruh ve güzellikler ihsan etmiştir. Varlıklar içerisinde de en iktidarlı, akıllı ve şuurlu insanı yaratmış ve kendisine dost ve muhatap kabul etmiştir.

Hiçbir mahlûkun Allah’tan bir beden ve ruh alacağı yoktu. Allah her varlığa ne vermişse merhametinden, rahmetinden ve sevdiğinden dolayı vermiştir. En büyük nimetini de insana vermiş ve bu dünyaya göndermiştir. Dolayısıyla bütün mahlûkların Allah’a karşı yapacağı şey sadece şükür ve duadır.

Madenlerin; “Niçin bitki olmadık?” demeye hakları yoktur. Hakları sadece Allah’ı zikirdir. Bitkiler; “Niçin hayvan olmadık?” diyemezler. Bitkilik mertebesi onlara verildiği için hakları Allah’ı tesbihtir. Hayvanlar; “Niçin insan olmadık?” diye şikâyet edemezler. Hakları sadece Allah’a karşı şükürdür.

Hakkına razı olmayıp itiraz eden sadece insanlardır. Şayet anne karnında insana dünyada kaç göze ihtiyacı olduğu sorulsa idi, her halde bir tane yeter derdi. Belki de göze ihtiyacımız yok deyip göz almadan gelecektik. Beslenmek için ağza gerek olmadığını söyleyecektik. Çünkü orada göbekten beslendiğimiz için yine öyle bir şey talep edecektik.

Allah insanların dünyaya gelişini onların tercihine bırakmamıştır. Dünyada ne lazımsa en iyi duygu ve organları yerli yerinde vermiştir.

Ancak ahrete doğma işini insanın arzu ve isteğine bırakmıştır. Öbür âleme gözlü doğmak da, gözsüz doğmak da insanın elindedir. Nitekim Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, kıyamet günü kör olarak haşrederiz. O zaman: 'Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim' der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.” (Tâhâ, 20/124-126)

Cenab-ı Hak insana bu dünya hayatının geçici olduğunu, emirlerini tutanları ebedî saadet yurdu olan ahret hayatıyla mükâfatlandıracağını vaad ediyor.

İşte hastalık ve ölümler ahret hayatını kazanmak için birer imtihandır.

İnsandaki yaratılıştan gelen bir takım istidat ve kabiliyetler var. Onların ortaya çıkması ancak imtihanla mümkündür.

Nasıl ki karpuz çekirdeğinde karpuz olma istidadı var. Elma çekirdeğinde de elma ağacı olma istidat ve kabiliyeti var. O istidatların ortaya çıkması için bir kimyevî muamele gerekiyor. O çekirdeğin ölmesi, yani çürümesi yeni bir hayatın başlangıcı oluyor. O çekirdeğin gelişmesi ve ağaç olması sırasında bir takım sıkıntılar olacak ki elma meyvesini verebilsin.

İnsanın yaratılışında ona verilmiş bir takım istidat ve duygular vardır. Bu istidatla Cehennemin en derin yerine namzet olduğu gibi, cennetin en yüksek yerine de namzettir. Bu istidatların gelişip ortaya çıkması için imtihana ihtiyaç vardır.

Siz bir yere alacağınız kişiyi niçin imtihana tabi tutuyorsunuz? Oraya layık olup olmadığını tespit içindir. Öyle değil mi?

Bir insan da yaratılış itibariyle kendisine verilmiş ve dünyada ihtiyaç olan bir takım kabiliyetlerinin ortaya çıkması için imtihana tâbi tutuluyor.

Allah bütün kâinatın sahibidir. İstediğini istediği gibi yapar. Zaten saltanatın gereği o değil midir?

Saltanat sahibi, birilerinin emir ve tavsiyesine göre değil, kendi iradesine ve istediğine göre tasarruf eder. Mahlûkatının buna itiraz hakkın yoktur.

İnsanlar Allah’ın kulu ve kölesidir. Köle haddini bilmelidir. Eskiden buna “edep” deniyordu. Edepli olma ve haddini bilme. İnsan Allah’a karşı haddini bilmeli ve edepli olmalıdır. Bir müdürün veya valinin karşısında konuşmak için defalarca kendisine çeki-düzen vermeye çalışan bir memur, kendisini yoktan yaratan ve her an besleyen Allah’ın karşısında itiraz eder tarzda ileri geri konuşması ne kadar çirkin ve yersizdir. Bunun haddini bilmemek ve edepsizlik etmek olduğunu herkes idrak eder. Böyle edepsizlere cehennem haktır ve güzeldir.

Saltanat sahibi bir sultanın, mahiyetinde çalışanların haklarını koruması, itaat edenlere mükâfat, isyan edenlere de ceza vermesi saltanatının, kudret ve azametinin gereğidir.

Dünyada emir ve kanun dinlemeyip her türlü fenalığı yapan bir kimsenin layık olduğu cezaya çarptırılmasını herkes arzu eder. Özellikle o adamdan zarar görenler mutlaka onun cezalandırılmasını isteyeceklerdir. Sizin kardeşinizi ve babanızı öldüren, ailenize tecavüz eden birisinin hiç ceza çekmeden doğrudan cennete gitmesini mi istersiniz, yoksa cehennemde cezasını mı çekmesini talep edersiniz?

Allah hiç kimse zulmetmiyor. Ancak insanların ve diğer mahlûkatın hukukuna tecavüz ederek edepsizlik yapanları ve kendisine isyan edenleri cezalandırıyor. Bundan daha tabii ne olabilir? Sizin her türlü hakkınızı gasp eden ve size zulmedeni cehenneme koyacağını beyan buyuruyor. Bunun neyine itiraz edilecek? Bilakis bundan son derece memnun olmamız lazım.

Bazı insanlar zarar göreceği için cehennemin olmamasını arzu etmek, onun varlığını şer ve kötü olarak görmek, dünyada hapishanelerin varlığını kötü, çirkin ve azap yeri olarak görmekle aynı manaya gelir.

Hapishanelerin kapısını açıverin bakalım. Dünyada huzur ve rahat kalır mı?

Bir de ahrette cehennemin olmadığını, burada herkes ne işlerse işlesin doğrudan cennete gideceğini garanti edin ve o zaman bakın bakalım dünya hayatını size nasıl zehir ediyorlar.

Dünyada edebiyle hareket edene, başkalarının haklarını gözetene, kanun ve nizamlara uyana bir ceza verilmediği gibi, ahrette böyledir. Allah’ın emir ve yasaklarına uyan mahlûkatın hukukuna riayet eden ve elinden geldiği kadar başkalarına yardımcı olanlara Allah cehennemi değil, cenneti vaad ediyor.

Bunun neyine itiraz edilecek.

Tam aksine suçluların hakkıyla cezalandırılacağı, emirlere itaat edenlerin de mükâfatlandırılacağı ebedî bir ahret hayatını herkes arzu eder.

Demek ki, cehennemin varlığı, cennetin varlığı kadar büyük bir nimettir. Dolayısıyla onun mevcudiyeti şer ve kötü değildir.

Hastalık gibi sıkıntılar da insanın manevî makamını, ahretteki yerini yükseltmek için dünya imtihanının bir gereğidir.

Bütün varlıklar dünyaya gelmiş olmalarından dolayı son derece memnundurlar ve hayatlarının bitmesini istememektedirler. Bir fare tutmak isteseniz kaçar. Bir sineği yahut kelebeği veya bir kuşu yakalamak isteseniz kaçar.

Niçin kaçıyorlar?

Hayatlarından memnunlar da onun için. O hayatın birileri tarafından ellerinden alınmasından korkuyorlar.

Eğer dünyaya gelişinden pişmanlık gösteren ve insan olarak yaratılmış olmasından memnun olmayan varsa, buyursun dünyadan inebilirse insin.

Madem inemiyor. İnecek ve gidecek başka yer yok.

O halde ya Allah’a itaat edecek ebedî bir cenneti kazanacak, ya da O’na isyan edip dilediği şekilde hareket ederek ebedî cehenneme gitmeyi göze alacak.

Allah’ın kanunlarına karşı gelme ve itiraz etmek, kırılmış bir elle dövüşme gibidir. Kırılmış elle dövüşmeye kalkan, o elin daha fazla kırılmasına sebep olur. Kadere itiraz eden Allah’ın rahmetinden mahrum kalır. Başını örse vurur kırar.

Şu bir kaidedir ki; “Bilerek, isteyerek zarara girene merhamet edilmez ve ona acınmaz”.

Dolayısıyla Allah’ın kendisini insan olarak yaratmış olmasından memnun olmayan ve Allah’a karşı gelen kimse, bilerek ve isteyerek cehenneme talip olmaktadır. Öylelerine acınmaz ve merhamet edilmez. Derler ya; “Kendini bilerek sarhoş edeni bırak yıkıldığı yere kadar gitsin. Ayılınca aklı başına gelir.”

Ne yazık ki, o zamanki pişmanlık fayda vermez. Derdini cehennem bekçileri olan zebanilere de anlatamaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun