Kul hakkı konusunda en çok merak edilenler

1 Helalleşme imkânı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz?

Kul hakkını ancak alacaklı olan kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telafi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir. Şayet üzerimizde kul hakkı olan adam ölmüş ise, varislerine bu hakkı vermek gerekir.

Ancak günahlarına tövbe edip hakkını yediği kimselerle helalleşmek istediği halde onlara ulaşamıyor ya da bulamıyorsa, bu durumda onların adına hayır yapmak, sadaka vermek ve onlar için dua etmek gerekir.

Şayet hakkını eda etmek zor görünen bir adamın hakkını açıktan yemiş isek, o zaman bu adama doğrudan ödemenin yolunu bulmak ya da bir vekil vasıtasıyla ona hakkını vermeye çalışmak gerekir. Şayet hakkını yediğimiz kişi, hakkını yediğimizi bilmiyor ve ona açıktan söylemek mümkün değilse, o zaman masasına, evine veya başka bir vasıtasıyla bu parayı ona ulaştırıp, durumu da bir pusulayla bildirmek gerekir. Ona açıktan isim vermeye de gerek yoktur.

İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyet, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mesuliyeti gerektirir.

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hakpereset olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamiyle kurtulamıyoruz.

- İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız?

- "Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım." diyerek, iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi?

- Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?

İslâmda esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler.

Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte , maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyururlar:

"Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir."1

Evet, Peygamberimizin (asm) de tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.

Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe isitğfar edersiniz.

"Pişmanlık tövbenin kendisidir.",

"Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur."2

mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz.

Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir?

Cevabını Peygamber Efendimizden (a.s.m.) öğrenelim:

"Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa, zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer."3

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur'ân ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak hâlis bir niyet ve ihlâsla elinden geleni yapmış sayılır.

Bu arada şu mealdeki âyet-i kerimeyi de unutmayalım:

"Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak Allah günahları affeder. O Gafur ve Rahimdir."4

Kaynaklar:

1. Buhari, Mezalim, 10.
2. et-Tergîb ve't-Terhîb, IV, 97.
3. a. g. e., IV, 106.
4. Zümer, 39/53.

(Mehmet PAKSU)

2 Evlilikte zina eden kimse, eşini aldattığı için kul hakkına girmiş olursa, bu günahtan nasıl kurtulur?

Evliyken zina işlemekten dolayı günah kazanılmış ve kul hakkı ihlal edilmiş olunur. Zina eden bir eş, bundan dolayı zaten kul hakkını ihlal etmiş ve günah kazanmış olmaktadır.

Bu fiili işleyen bir kimsenin, bunu eşine söylemesi farz değildir.

Gerçekten samimi tövbe edip halini düzelten ve Allah'ın rızasını tekrar kazanan bir kul, Allah'tan bu konuda yardım umabilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Büyük günah işleyen, çok fazla zina yapan insan, sonra tövbe edip af dilerse, doğru yolu bulursa af olunur mu?

3 Kul hakkı yiyen kişi tövbe etse ve hakkını yediği kişiden helallik dilese, fakat o kişi hakkını helal etmezse, kul hakkı yiyenin durumu nasıl olur?

Kul hakkını ancak kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telafi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir.

Bu dünyada bize hakkını helal etmeyen kişi, ahirette bu hakkını bizden talep edecektir. Bununla beraber kişi samimi olarak tövbe etmiş ise, Allah Teala hak isteyen kuluna kendi fazlından ihsanda bulunarak o kulun hakkından vazgeçmesini sağlayacağı ümit edilir.

İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyet, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mesuliyeti gerektirir.

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hakpereset olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamiyle kurtulamıyoruz.

- İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız?

- "Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım." diyerek, iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi?

- Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?

İslâmda esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler.

Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte , maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyururlar:

"Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir."1

Evet, Peygamberimizin (asm) de tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.

Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe isitğfar edersiniz.

"Pişmanlık tövbenin kendisidir.",

"Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur."2

mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz.

Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir?

Cevabını Peygamber Efendimizden (a.s.m.) öğrenelim:

"Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa, zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer."3

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur'ân ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak hâlis bir niyet ve ihlâsla elinden geleni yapmış sayılır.

Bu arada şu mealdeki âyet-i kerimeyi de unutmayalım:

"Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak Allah günahları affeder. O Gafur ve Rahimdir."4

Kaynaklar:

1. Buhari, Mezalim, 10.
2. et-Tergîb ve't-Terhîb, IV/97.
3. a. g. e., IV/106.
4. Zümer, 39/53.

4 Allah kul hakkını affeder mi?

Bu dünyada işlenen kul haklarından dolayı, bu dünyada helallik alınmadığı takdirde, ahirette kişi hesaba çekilecek ve mazlum kişi ondan hakkını alacaktır.

Bununla beraber hak yiyen kişi daha sonra pişman olmuş, samimi olarak tövbe etmiş, Allah'ın razı olduğu bir kul olarak yaşamışsa ve hakkını yediği kişiyi aradığı halde bulamamışsa, inşallah ahirette Allah Teala hak sahibine kendi rahmetinden ve hazinesinden ikramlarda bulunarak, o kuluna olan hakkını affetmesini dileyecektir. Bu ikramları gören kişi de hakkını helal edecektir. Yeter ki kul hakkını yiyen kişi tövbesinde samimi olsun.

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah dilerse kul haklarını da affeder mi?

Helalleşme imkanı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz? Acaba yüce Allah, ...

5 Allah dilerse kul haklarını da affeder mi?

Anlayabildiğimiz kadarıyla, yazar, söz konusu makalede kul hakkının mutlaka affedileceğini savunmuyor, "Allah dilerse onları da af edilebilir." diyor ki, bu doğru bir tespittir. Çünkü;

İslam kaynaklarından anladığımız kadarıyla:

- Şirk-küfür üzere ölenlerin bu suçları hariç -kul hakkı da dahil olmak üzere- her suç Allah tarafından affedilebilir.

“Şu kesin ki: Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama dilediği kimse hakkında, bunun dışındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah’a şirk koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur.” (Nisa, 4/116)

mealindeki ayetinde ifade edilen -şirk hariç- genel af kapsamı, kul hakkını da içine almaktadır.

Ancak ayette, günahların mutlaka affedileceği değil, af kapsamında olup affedilebileceğine işaret edilmiştir.

Ayette meal olarak yer alan “ama dilediği kimse hakkında bunun dışındaki diğer günahları affeder” ifadesi, affın herkes için kesin olduğuna değil, Allah’ın dilemesine bağlı olarak, bazı kimselerin ve bazı günahların affına delalet etmektedir.

- Şüphesiz günahların affı, özellikle tövbeye bağlı olarak cereyan etmesi Allah’ın bir prensibidir. Tövbenin makbul olması durumunda günahların affedileceği hususu, birçok ayet ve hadislerde ifade edilmiştir.

Konuya bu açıdan bakıldığında, kul hakkının affı diğer günahlardan farklı bir özelliğe sahip olduğu anlaşılır. Çünkü, kul hakkına taalluk etmeyen günahların tövbesi, pişmanlık, suçu itiraf etmek ve samimi tövbe etmekle gerçekleşebilir. Fakat, kul hakkı ayrıca söz konusu hak sahibinin helal etmesi gerekir. Bu, oldukça zordur. Bu sebeple, kul hakkının affı diğer günahların affından çok daha zorluk göstermektedir.

Nitekim bir hadis rivayetinde günahlar, zulüm kavramıyla üçe ayrılmıştır. Konuyu Hz. Enes (ra) anlatıyor: Hz. Peygamber (asm) buyurdu ki:

“Zulüm üç çeşittir: Allah’ın asla affetmeyeceği zulüm; Allah’ın affedeceği zulüm ve Allah’ın göz ardı etmeyeceği zulüm."

a. Allah’ın asla affetmeyeceği zulüm, Allah’a ortak koşmaktır. Çünkü şirk büyük bir zulümdür. (Bu durum, şirk üzere ölenler için)

b.  Allah’ın affedeceği zulüm ise, kulların kendileri ile Rableri arasında (ki ilişkilerinde) kendilerine yaptıkları zulümdür.

c. Allah’ın göz ardı etmeyeceği zulüm ise, kulların birbirlerine karşı yaptıkları zulümdür ki, haklarını birbirlerine ödetmedikçe onu terk etmeyecektir.” (Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, 2/94; Mecmau’z-Zevaid, h. no:18379)

Diğer bazı rivayetlerde “zulüm” yerine “günah” kavramıyla ifade edilmiştir. (bk. Mecau’z-Zevaid, h.no:18380)

- İlgili makale yazarı, bu gibi hadisleri zayıf kabul ettiği için iltifat etmemiştir. 

Ancak, kul hakkıyla ilgili günahların farklı bir duruma sahip olduğu hususu, Ehl-i sünnet alimlerinin ittifak ettiği bir konudur.

Hz. Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Kimin yanında kardeşinin vakar ve onurunu sarsacak cinsten veya kıymeti bulunan bir şeyden zulüm ve haksızlık ile elde edilmiş bir hak varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı gün gelmeden önce bugün, dünyada iken helâlleşsin. Yoksa sâlih ameli varsa, haksızlığı kadar alınır, hak sahibine verilir. Şayet hasenatı yoksa hak sahibinin günahları alınır, onun üzerine yüklenir.” (Buhari, Mezalim, 10, Rikak, 48)

Bu sahih hadisin ifadeleri, kul hakkının diğer haklardan farklı olduğuna işaret etmektedir.

“Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onları, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim, 14/41)

mealindeki ayetin ifadesinden de kul hakkından ötürü meydana gelen günahların diğerlerinden daha farklı boyutta olduğuna göstermektedir.

Ancak tekrar edelim ki, Allah dilerse, kul hakkını da affeder, mazlumu razı ederek hakkından vazgeçmesini sağlar ve hiç kimsenin buna itiraz hakkı da yoktur.

6 İnsanın hakkını helal etmesi ona ne kazandırır? Allah, böyle bir şey yaptığı için hakkını helal eden kişiden razı olur mu?

İnsanın hakkını helal eden kimse, hem Allah’ın affedin tavsiyesine uymuş hem de Peygamber Efendimizin sünnetine uygun hareket etmiş olur. Bunun en büyük kazancı, affeden kimsenin Allah’ın rızasına nail olması ve Peygamberimizim şefaatini hak etmek etmesidir.

Esasen hakkını helal etmek bir fazilettir. Kişi kendi hukukuna karşı yapılan haksızlıkları dilerse affedebilir. Mümin kardeşinden gördüğü bir kötülüğe karşı, misliyle yahut daha fazlasıyla mukabele etmeyip af yolunu tutanlar, bunun büyük ücretini ahirette mutlaka görürler.

Hakkından vazgeçen ve affeden kişi, teşekkür ve minnet duygularını harekete geçirecek, muhatabının kendisine dost olmasına vesile olacaktır. Ayrıca, “Allah, muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi aziz kılar.” (Müsned, 2/235, 238) hadisinde geçen müjdeye nail olacak ve Allah affeden kulunu hem “şerefli”, hem de “güçlü” kılacaktır.

Özellikle cezalandırma gücü ve imkanı bulunanların buna rağmen affı tercih etmeleri daha çok saygıdeğer bir davranıştır. Böyle bir fazilete sahip olan kişiyi, Allah da affedecek, kendi kullarını affeden o kulunu kendisi de meccanen bağışlayacaktır.

Peygamber Efendimizin (asm) güzel ahlâkından birisi de, affedici ve bağışlayıcı olmasıdır. Peygamberimiz (asm) kendi yakınlarına ve sahabîlerine devamlı hoşgörülü olduğu gibi, düşmanlarını da, özellikle onlar güçsüz bulundukları ve teslim oldukları zaman bağışlamış, suçlarını affetmiş, sonunda da pekçoğunun iman etmesine vesile olmuştur.

Hz. Aişe (ra) validemizin de buyurduğu gibi, Peygamberimiz (asm) yaratılışı icabı, kendisine kötülük edene kötülükle karşılık vermez; affeder ve intikam almaya da yanaşmazdı.

Bu üstün vasıflardır ki, düşmanları tarafından bile takdir edilmiş, sevilmiş ve sevgisini onların kalbine de ulaştırarak, ebedî kurtuluşlarına vesile olmuştur.

Peygamberimiz (asm) savaş dışında, düşmanlarından kendine sığınan, teslim olan ve bağışlanmayı dileyenleri yüz üstü çevirmemiştir. Ricalarını kabul ederek affetmiştir.

Peygamberimiz (asm) kalabalık ordusuyla Mekke'nin fethi için yola çıktığı, Mekke'ye yaklaştığı ve şehre girdiği sırada, düşmanlarının pekçoğu çaresiz kalarak eline düşmüş, zelil bir vaziyette önüne yığılmışlardı. Fakat Peygamberimiz (asm) imkânı olduğu, gücü yettiği halde, rahmet Peygamberi olduğunu bir sefer daha göstermiş, düşmanlarım affetme büyüklüğünü ilan etmiştir.

Zaten Rabbi de kendisine böyle tavsiye etmiyor muydu?

"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir." (Araf, 7/199.)

Peygamberimizin (asm) Mekke'yi fethe çıkan ordusunun şehre yaklaştığını öğrenen Mekke müşriklerinin içini bir korku sardı. Mekke'nin eski reisi Ebû Süfyan yanına iki kişi daha alarak ordu hakkında bilgi edinmek istedi. Ancak yolda giderken Müslüman askerleri tarafından yakalandı. Peygamberimizin (asm) amcası Hz. Abbas ellerinden alarak onu Peygamberimizin (asm) huzuruna getirdi.

Ebû Süfyan, Hicretten önce Peygamberimize (asm) Mekke'de bulunduğu süre içinde her türlü işkence ve eziyeti yapmaktan geri kalmamıştı. Medine'ye hicretinden sonra da onu rahat bırakmadı. Peygamberimize (asm) karşı yapılan bütün düşmanca hareketlerin başında o bulunuyordu.

Kureyş'in başına geçerek müşrikleri devamlı Müslümanların aleyhine geçiriyor, ordu kurarak savaşa hazırlıyordu. Uhud ve Hendek savaşlarında müşrik ordusunda başkumandandı. Bu savaşlarda pekçok Müslümanın kanını dökmüştü.

İşte böyle bir müşrik reisi Peygamberimizin (asm) karargâhına getirildi. Bir gece bekledikten sonra da İslâmı kabul etti. Peygamberimiz (asm) kendisine yaraşan büyüklüğü gösterdi. Onu affetti. Bununla da kalmayarak, ona bazı imtiyazlar verdi. "Ebû Süfyan'ın evine kim girerse güvendedir." dedi.

Peygamberimizin (asm) affı sayesinde baş düşman, dostlar sınıfına geçti.

Peygamber ordusu Mekke'ye girince, İslâm safına giren pekçok insan bulunuyordu. Ebû Süfyan'ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimizin (asm) huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (asm) onu tanımıştı; fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan affetti.

O Hind ki, Uhud Savaşında Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalıp şarkı söyleyerek müşrikleri savaşa kızıştıranların başında geliyordu.

Peygamberimizin (asm) sevgili amcası Hz. Hamza (ra) şehit düşünce, onu parça parça etmiş, kin ve ihtirasını yenemeyerek ciğerini çıkarıp dişlemişti.

Bu hali gören Peygamberimizin (asm) içi parçalanmıştı. Fakat onun affı her zaman üstün geldi. En azılı can düşmanını bile, iman ettiği için affetti. Bu esnada nefreti sevgiye dönüşen Hind, "Bugün senin meclisinden daha sevimli bir meclis görmüyorum." diyerek takdirini gizleyememişti.

Hz. Hamza (ra)'nın katili Vahşi de Mekke'den kaçarak bir müddet kabileler arasında gizlendi. Fakat emin bir yer bulamıyordu.

Sonunda birisi kendisine "Sen kendin için en güvenli yeri ancak onun yanında bulabilirsin; git, Resulullah (asm)'tan af dile." dedi.

Vahşi çekinerek ve sıkılarak Resulullah (asm)'ın huzuruna girdi. Peygamberimiz (asm)  Vahşi'yi görür görmez başını yere eğdi. Ona bakamıyordu. O anda amcasını hatırlamıştı. Hz. Hamza (asm)'nın al kanlar içinde bulunan başı gözünün önüne geldi. Mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Katil, karşısındaydı. Kısas yapabilirdi. Kimse de bir şey diyemezdi. Fakat o yine büyüklük göstererek Vahşi'yi affetti. Fakat bir daha gözüne görünmemesini söyledi. Çünkü her gördükçe gözünün önüne Hz. Hamza (ra) geliyor, içi yanıyordu.

Ebû Cehil ve oğlu İkrime, Peygamberimizi (asm) her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan iki din düşmanıydı. Ebû Cehil, Peygamberimiz (asm) Kabe'de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atan, arkasına geçip hücum ederek abasıyla boğmak isteyen, Peygamberimizi (asm) öldürmek için tuzaklar kuran, Müslümanlardan gelen bütün barış tekliflerini reddederek Bedir Savaşını körükleyen azılı bir düşmandı. Oğlu İkrime de babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize (asm) düşmanlıkta önde gidiyordu.

İslâm ordusu Mekke'ye girince İkrime korkusundan Yemen'e kaçtı. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Peygamberimizin (asm) büyüklüğünü tanıyor, bağışladığı insanları yakından görüyordu. Kölesini yanına alarak kocasının peşine düştü. Yemen'de buldu. Peygamberimiz (asm)'den kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi.

Medine'ye geldiler. Peygamberimiz (asm) İkrirne'nin geldiğini duyunca onu karşılamak için çıktı. Öyle acele etti ki, sırtından hırkası bile yere düşmüştü. Onu güleryüzle karşıladı. "Merhaba ey süvari muhacir." diyerek kucakladı ve iltifatta bulundu.

İman eden İkrime, Peygamberimize (asm) yaptıklarından dolayı mahcuptu. Fakat rahmet Peygamberi, Müslüman olan İkrime'ye şöyle dua etti:

"Allah'ım, İkrirne'nin bana yaptığı bütün kötülükleri, Senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı ve gıyabımda söylediği sözleri de affet."

Peygamberimizin (asm) affı en azılı bir düşmanını bile kuşatmıştı.

Hebbar bin Esved, gözü dönmüş bir Peygamber (asm)  düşmanıydı. Her fırsatta Müslümanlara eziyet etmekten zevk duyuyordu. Pekçok Müslümanın canına kıymıştı. Bununla kalmamış, hicret esnasında Peygamberimizin (asm) kızı Zeyneb'i devesinden iterek düşürmüştü. Hamile bulunan Hz. Zeynep çocuğunu düşürdü. Bir müddet sonra da bu hastalıktan vefat etti. Böylece Peygamberimizin (asm)  kan düşmanı da olmuştu.

Mekke'nin fethi günü Peygamberimiz (asm) onun kanını helal kılmıştı. Görüldüğü yerde öldürülecekti.

Hebbar çok korkuyordu. İran'a kaçmayı düşündü. Fakat daha sonra bundan vazgeçti. Akıllı davranarak Peygamberimizin (asm) huzuruna gitti. Ona iltica etti.

"Ya Resulallah, önce İran'a kaçmayı kararlaştırdım. Fakat sizin büyük affınızı, benzersiz müsamahanızı düşünerek işte huzurunuza geldim. Yaptığım bütün suçlarımı itiraf ediyorum. Sizden af diliyorum." dedi.

Peygamberimiz af kapısını ona da açtı. Samimi itirafları üzerine Hebbar'ı bağışladı. 

7 İmkanı olduğu halde bilerek, kasten borcunu ödemeyen kişinin ahiretteki durumu nedir?

İmkanı olduğu halde borcunu ödememek zulümdür; kul hakkına girer ahirette azabı gerektirir.

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuşlardır:

"Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin." (Buhârî, Havale 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Davûd, Buyû', 10; Nesâi, Buyû, 100, 101; Tirmizî, Buyü', 68; İbn Mâce, Sadaka, 8; Mâlik, Buyü', 84; Dârimî, Buyû', 48; Ahmed b. Hanbel II, 71, 245, 254, 260).

Burada matl (geciktirme), bir kimsenin borcunu vermeyi geciktirmesi, alacaklıyı oyalaması, savsaklaması karşılığında kullanılmıştır. Kurtûbi bu kelimenin, "ödemesi gereken borcu, imkânı varken ödememek" manasına olduğunu söyler.

Hadis-i şerif'te, önce borcunu ödeme imkânına sahip olduğu halde, borcu ödemeyip geciktirmenin zulüm olduğu belirtilmektedir.

Bazı âlimler ise bu cümlenin "zengine olan borcu geciktirmek zulümdür" manasına geldiğini söylerler. Bu durumda hadisi "Zengine olan borcu ödemeyip geciktirmek zulüm olduğuna göre, fakire olanı geciktirmek öncelikle zulümdür." şeklinde anlamak gerekir. Ancak, yukarıda da işaret edildiği gibi, âlimlerin büyük çoğunluğu önceki manayı benimsemiş ve hadis "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür." şeklinde anlamışlardır.

Rasûlullah (asm) genç bir deve borç almıştı. Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç devesini ödememi emretti. Ben Efendimize: "Develer arasında altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasını bulamadım." dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm):

"Adama onu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir." buyurdu. (Müslim, Musâkât, 118, 128; Tirmizî, Buyû', 73; Nesâi, Buyû', 64; İbn Mâce, Ticaret, 62; Dârimî, Buyû', 31; Mâlik, Buyû', 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375, 390)

Rasûlullah (asm) borçlu olarak ölenin cenazesini kılmazdı. (Bir gün) bir cenaze getirildi.

Rasûlullah (asm):

"Onun borcu var mı?" diye sordu.

"Evet iki dinar borcu var." dediler.

"Arkadaşınızın namazını kılınız." buyurdu.

Bunun üzerine, Ensâr'dan olan Ebû Katâde;

"O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasûlullah." dedi. Hz. Peygamber (asm) de adamın namazını kıldı.

Allah (c.c.), Rasûlüne fetihler müyesser buyurunca, Efendimiz (asm):

"Ben her mümine kendi nefsinden daha evlâyım. Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir." buyurdu. (Buhârî, Ferâiz 15; Müslim, Ferâiz, 16; Ebû Davûd, Buyû, 9; Tirmizî, Cenâiz, 69; İbn Mâce, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesâi, Cenâiz, 67; Iydeyn, 22).

Rasûlullah (asm) bir kâfileden, yanında parası olmadığı halde bir dana satın aldı. Danaya kâr verildi. Rasûlullah da sattı. Kârı, Abdülmuttaliboğullarının muhtaç kadınlarına dağıttı ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan hiçbir şey satın almayacağım." buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323).

İlave bilgi için tıklayınız:

BORÇ.

8 Yıllar önce birisine haksız bir muamele yapmıştım. Fakat daha sonra onunla helalleştim. Ancak bir türlü vicdan azabından kurtulamıyorum. Tövbe istiğfar ettim. Tövbemin kabulünü nasıl anlayacağım?

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hatta onu mağdur bir duruma düşürüp, bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir.

Böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız? “Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım.” diyerek iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi? Yoksa meselenin telafisine gidip de hatamızı düzelterek, helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?

İslâm’da esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah’a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler. Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telafisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helallik dilemekle birlikte maddi bir kaybı varsa telafi etmektir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar:

“Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helalleşsin. Aksi hâlde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir.”(1)

Peygamberimizin de tavsiyesine göre, bu durumda helalleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı hÂlde kul hakkını bağışlamamaktadır.

Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helal etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nispetinde hakkını verirsiniz. Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes’uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helalleşerek ahiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe istiğfar edersiniz.

“Pişmanlık tövbenin kendisidir”,

“Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur.” (2)

mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz. 

- Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir? Cevabını Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'den öğrenelim:

“Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa, zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer.”(3)

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur’an ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa, günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak halis bir niyet ve ihlasla elinden geleni yapmış sayılır.

Bu arada şu mealdeki ayet-i kerimeyi de unutmayalım:

“Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak Allah günahları affeder. O Gafur ve Rahimdir.”(4)

Dipnotlar:

1. Buhari, Mezalim: 10.
2. et-Tergib ve't-Terhib, 4:97.
3. a. g. e., 4:106.
4. Zümer Suresi, 53.

(bk. Mehmed PAKSU, Çağın Getirdiği Sorular)

9 Bir kimse hakkını helal etmezse bu sorumluluktan nasıl kurtuluruz? Bir insan sanal ortamda karşısındakine yalan söylerse ve sonradan pişmanlık duyarsa ve tövbe ederse günahı affolunur mu?..

Bir kimse hakkını helal etmiyorsa, yapacak fazla bir şey yok demektir. Tövbe etmek ve bir daha kul hakkına girmemeye çalışmak gerekir.

Kul hakkından dolayı ahirette hesaplaşma olacağından, salih amellerinizin sevaplarından hakkını yediğiniz kişiye verillir, öylece helalleşmiş olursunuz. Sevabınız yok ise muhatabınızın günahlarından alırsınız.

"Kul hakkı yiyen direkt cehenneme gider." gibi bir yanılgıya da düşmemek gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah kul hakkını affeder mi?..

10 Evlenmek için ümit veren kişi sonra vazgeçerse kul hakkına girmiş olur mu?

İşin başında duygularla oynamak kasdıyla bu işe başlayan kişi karşıdakinin kul hakkını yemiş olur. Ama gelişmelere göre zamanla evlilik fişkrinden vazgeçmişse bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü evlenip boşanmak bundan daha nahoş bir durumdur.

Her şeye rağmen evlilikten vazgeçen tarafın helallik dilemesi gerekir. Beddua etmenizi tavsiye etmeyiz. Hayatta insanın başına böyle durumlar gelebilir.

Aşık olmak günah değildir. Bir hadiste, bir kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı ifade edilir. Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir. Sizin de onu düşünmeniz, elinizde olmadan aklınıza gelmesi caizdir.

Ancak mukaddes şeyleri feda edecek kadar tapar gibi sevmek doğru değildir. Eğer evlenme imkânınız ve onu dini ölçüler dairesinde istetip almanız mümkünse, hemen istetmenizi öneririz. Eğer bu mümkün değilse, demekki hakkınızda hayırlı değilmiş deyip, Allah’tan helal süt emmiş iyi bir eşi nasip etmesini isteyip aramak gerekir.

Hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Belkide mutlaka olmasını istediğimiz bir şey için sonradan "keşke olmasydı" deme ihtimali vardı. Bu nedenle isterken hayırlısını istemek, olmazsa sabır ile beklemek en güzelidir.

Hz. Meryem'in annesi bir erkek evlat istemişti. Allah ona bir kız verdi. O çok üzülmüştü. Şimdi o annemize sorsak “Sen, erkeklerden onlarca, ama kızlardan bir tane Meryem; hangisini istersin?” elbette tek Meryem’i isteyecektir. Çünkü kızı bir peygamber annesi oldu.

11 Kafirlerle helalleşmek gerekir mi?

Hak konusunda bütün insanlar eşittir. Bu bakımdan bir kâfirin de olsa hakkı yenmişse helallik almak gerekir.

Müslüman, kâfirin hakkını yemişse ahirette hakkını verecektir. Kâfirin hakkını alması, onun cehennemdeki azabının hafiflemesine sebep olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Müslüman olmayanların gıybeti hakkında...

12 Bir kişi, bilerek veya bilmeyerek, üzerinde kul hakkı olarak ölürse cehennemlik midir?

Kul hakkı yiyen kişi büyük günah işlemiş olur. Ancak "Her kul hakkı yiyen kişi cehennemliktir." gibi bir ifade doğru değildir.

Kul hakkı yiyen kişi samimi olarak tövbe ederse inşallah bu günahını Allah Teala affeder ve hakkını yediği kişiye de affetmesi için ihsanda bulunur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Helalleşme imkanı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz? Acaba yüce Allah, Settar ismi şerifinin gereği olarak, kul hakkına giren günahları gizler mi?

13 Kaçak elektrik, su, vs. kullanmanın hükmü nedir? Dârülharp olan bir ülkede kaçak elektirik ve su kullanmanın hükmü nedir?

Bildiğiniz gibi haklar ikiye ayrılıyor: Allah hakkı, kul hakkı. Bu olayda her ikisinin de olduğunu söyleyebiliriz. Elektrik fiyatları sarfiyata göre ayarlanıyor. Bizim harcamalarımız hesaba girmeyince, bizim ödeyeceğimiz parayı diğer insanlar ödemektedir. Bu açıdan binlerce insanın hakkına tecavüz edilmiş oluyor.

Diğer taraftan haram olan bir iş yapılmakla da Allah hakkına saygısızlık söz konusudur.

Bir Müslüman dârülharp olan bir ülkeye pasaportla girdiğinde, onlarla yaptığı anlaşmalara sadık kalacağına söz vermiş demektir. Verdiği söze uymalı, anlaşmalarına sadık kalmalıdır. İtimat edilmeyen insan durumuna düşmemelidir. Gayri müslim de olsa onların mallarını gasbetmek kul hakkına girer.

Bu bakımdan gerek İslam ülkesinde, gerekse gayri müslim bir ülkede kaçak elektrik ve su kullanmak caiz değildir.

Bu itibarla yapılacak işlemin şöyle olması gerekir:

1. Olay fark edildiği andan itibaren resmi kuruma bir dilekçe ile hemen bildirilmesi gerekir. Yapılacak hesaplamalar ile tahmini kullanılan kaçak miktarı ödenecektir. Zaten sizden öncekilerden sorumlu olmayacağınız açıkdır. Ancak bu işi sizden önceki mi, yoksa ondan daha önceki mi yaptı, bunu da bilemiyoruz. Bu sebeple “işi ehline bırakmak” için sorumlu ve ihtisas sahibi olan elektrik kurumuna başvurmanın hem örfen, hem de dinen daha isabetli olacağı açıktır. Bu müracaattan sonra ortaya çıkacak maliyete de gönül rahatlığıyla katlanmak icap eder. Belki bu vesileyle diğer kusurlarımıza kefaret sayılabilir.

2. Bu gibi olayların diğer bir yönü de Allah hakkıdır. Bunun çaresi ise Allah’a ilticadır. Böyle bir problemin halledilmesinde ve bilerek veya bilmeyerek girdiğimiz hataların affedilmesinde yegane merci Allah’ın rahmetidir. Bunun için dua, istiğfar ve tövbe kapılarını bol bol çalmaktır.
Allah yardımcınız olsun.

14 Kaçak elektrik kullandım, bu da kul hakkı sayılıyor. Ben şimdi bütün Türkiye'den helallik dileyemem ki; ne yapmam lazım?..

Bildiğiniz gibi haklar ikiye ayrılıyor: Allah hakkı, kul hakkı. Bu olayda her ikisinin de olduğunu söyleyebiliriz. Elektrik fiyatları sarfiyata göre ayarlanıyor. Bizim harcamalarımız hesaba girmeyince, bizim ödeyeceğimiz parayı diğer insanlar ödemektedir. Bu açıdan binlerce insanın hakkına tecavüz edilmiş oluyor.

Diğer taraftan haram olan bir iş yapılmakla da Allah hakkına saygısızlık söz konusudur. Bu itibarla yapılacak işlemin şöyle olması gerekir:

1. Olay fark edildiği andan itibaren, resmi kuruma bir dilekçe ile hemen bildirilmesi gerekir. Yapılacak hesaplamalar ile tahmini kullanılan kaçak miktarı ödenecektir. Bu sebeple “işi ehline bırakmak” için sorumlu ve ihtisas sahibi olan elektrik kurumuna başvurmanın hem örfen, hem de dinen daha isabetli olacağı açıktır. Bu müracaattan sonra ortaya çıkacak maliyete de gönül rahatlığıyla katlanmak icap eder. Belki bu vesileyle diğer kusurlarımıza kefaret sayılabilir.

2. Bu gibi olayların diğer bir yönü de Allah hakkıdır. Bunun çaresi ise Allah’a ilticadır. Böyle bir problemin halledilmesinde ve bilerek veya bilmeyerek girdiğimiz hataların affedilmesinde yegane merci Allah’ın rahmetidir. Bunun için dua, istiğfar ve tövbe kapılarını bol bol çalmak gerekir...

15 Bir Müslüman bir gayri müslimin hakkını yediğinde, bunun sonucu ahirette ne olacaktır?

Kul hakkı, kişinin kendi hakkı olduğu için, gerek Müslüman olsun gerek gayri müslim olsun buna riayet etmeleri gerekir. Haksızlık yapan kişi kim olursa ahirette bunun hesabını verecektir.

İmâm-ı Âzam ile İmâm-ı Muhammed'e göre Müslüman olmayan bir memlekette bulunan bir Müslümanın, Müslümanları aldatıp mallarını çalması veya gasb etmesi caiz olmadığı gibi, gayri müslimlerin mallarını da çalması veya gasb etmesi caiz değildir. Çünkü İslâm dini müsamaha ve fazilet dini olduğu için hiyâneti, aldatmayı, gayri ahlâkî ve çirkin şeyleri her yerde yasaklamaktadır.

Hatta bir kimse meselâ Avrupa'ya giderse, orada devlete veya şahsa ait bir şey bulursa, onu sahibine vermeye mecburdur. (bk. Hidâye, 2/66)

Bir Müslüman gayri müslimin hakkını yemişse, ahirette hesaba çekilecek ve yediği hak nisbetinde gayri müslime ya sevabından verecek veya onun günahlarından üstlenecektir. Eğer gayri müslim hakkını helal ederse üzerine rahmet-i ilahiyi celbedecek, bu durumlar da kafirin cehennemdeki azabının hafiflemesine sebep olacaktır.

16 Mahşerde helalleşme nasıl olacaktır?

İslâm literatüründe iki türlü temel haktan söz edilir: Bunlardan birincisi hukûkullah, yani Allah'ın hakkı; diğeri ise hukûk-u ibâd, yani kulların birbirlerine karşı doğuştan getirdikleri hak ve vazîfeleri.

Takvâ, Allah sevgisi, tevekkül, ihlâs, riyâ ve kibirden uzaklaşmak gibi ahlâk-ı hamîde ile bezenip, nefsimizi kötülüklerden arındırmak; Allah'a îmanla birlikte ibâdet ve taatte bulunmak Allah'ın üzerimizdeki haklarındandır.

Kul hakkı ise, ferdin zimmetinde bulunan, başkalarına mahsus maddî ve mânevî imkân ve menfaatler ile Müslüman'ın başkaları lehine yapmakla yükümlü bulunduğu vazîfelerdir.

İnsanların sosyal birer varlık olmaları ve toplum hâlinde yaşamaları, birbirlerine karşı sayılamayacak derecede haklar ve sorumluluklar doğurur. Karşılıklı hak ve sorumluluklarına riâyet etmekle yükümlü bulunan Müslümanlar, bu yükümlülüklerini "kul hakkı" ifâdesi içinde formüle etmişler ve riâyet etmeye çalışmışlardır.

Ebû Hüreyre (ra) anlatmıştır: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurmuş ki:

"Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Ona hıyânet etmez. Ona yalan söylemez. Ona yardımı terk etmez. Her Müslüman'ın ırzı, malı ve kanı diğer Müslüman'ın üzerine haramdır. (Mübârek kalbini göstererek) Allah korkusu buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor görmesi yeter."1

Kulun mahşer gününde hakkını yiyen bir kimse ile ilgili olarak Cenâb-ı Allah'a: "Şu kişide alacağım var. Hakkımı yedi. Onu cehennemde yak!" deme hakkı elbette yoktur. Çünkü orada Ahkemü'l-Hâkimîn Cenâb-ı Allah'tır. Hâkim'in takdirine ve inisiyatifine müdâhale edilir mi? Takdir onundur. Sonra, Cenâb-ı Allah zâlime -hâşâ- iltimas mı geçecektir ki, buna ihtiyaç olsun? Nitekim, kul hakkının mahşer günündeki yansımasını konu alan şu hadis-i şerifin verdiği haber tüylerimizi diken diken eder:

Ebû Hüreyre (ra) bildirmiştir: Resûlullah (asm) Ashab-ı Kirâm'a:

Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab-ı Kirâm:

"Bize göre müflis, parası-pulu olmayan ve malı bulunmayandır." diye cevap verdi. Allah Resûlü (asm) şöyle buyurdu:

"Ümmetimden müflis olanlar şu kimselerdir: Kıyâmet Günü namaz, oruç ve zekât ile gelir. Fakat amel defterinde; 'Şuna sövdü!', 'Şuna zina iftirâsı yaptı.', 'Şunun malını yedi.', 'Şunun kanını akıttı.', 'Şunu dövdü!' diye yazılmış olarak gelir. Bu durumda hasenâtının sevaplarından şu kimseye verilir. İyiliklerinin sevabından bu kimseye verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse, alacaklıların günahlarından alınıp onun üzerine yazılır. Sonra Cehenneme atılır."2

Ebû Katâde Hâris b. Rib'iy (ra) rivâyet eder: Resûlullah (asm) buyurdu:

"Allah yolunda cihad ve Allah'a îman amellerin en efdâlidir." Bir adam ayağa kalktı ve:

"Yâ Resûlallah! Eğer Allah yolunda öldürülürsem, benden sâdır olan günahlarım örtülür mü?" diye sordu. Allah Resûlü (asm):

"Eğer sabrederek, sevabını umarak ve arkanı dönmeden harbe yönelmiş hâlde iken öldürülürsen, kul hakkından başka günahlarına kefaret olur. Bunu bana şüphesiz Cibrîl söyledi." buyurdu.3

Ebû Hüreyre (ra) rivâyet eder: Allah Resûlü (asm) şöyle buyurmuştur:

"Kimin yanında kardeşinin vakar ve onurunu sarsacak cinsten veya kıymeti bulunan bir şeyden zulüm ve haksızlık ile elde edilmiş bir hak varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı gün gelmeden önce bu gün, dünyada iken helâlleşsin. Yoksa sâlih ameli varsa, haksızlığı kadar alınır, hak sahibine verilir. Şâyet hasenâtı yoksa hak sahibinin günahları alınır, onun üzerine yüklenir."4

Zikrettiğimiz hadis-i şeriflerden anlaşılacağı gibi, kul hakkı bir Müslüman'ın mânevî hayatı üzerinde önemli bir handikap olarak bulunmaktadır. Her Müslüman'ın hayat hakkı, şahsiyet ve onurunun korunması hakkı, özel hayatının gizliliği hakkı, dinî ve vicdânî kanaat hakkı, ikâmet, seyahat, öğrenme, bilgi edinme, düşünce ve ifâde hürriyeti, mülk edinme, çalışma, harcama ve tasarrufta bulunma gibi kendi zatına özgü doğuştan getirdiği hakları, İslâm Dini tarafından korunmuştur ve dokunulmaz îlân edilmiştir. Müslüman'a iftira atmak, gıybetini yapmak ve haksız yere kalbini kırmak da hiç şüphesiz kul hakkı kapsamına girer.

Kul hakkının günahından ve vebâlinden kurtulmanın tek yolu, bu hakka riâyet etmek ve karşı taraf ile gönülden ve içten helâlleşmektir. Helâlleşme sağlandıktan sonra tövbe ve istiğfarda bulunulursa, Cenâb-ı Hakk'ın Ğafûr ve Rahîm olduğu inşaallah anlaşılacaktır.

Kaynaklar:

1. Riyâzu's-Sâlihîn, 234;
2. Müslim; Birr ve Sıla, 59.
3. Riyâzu's-Sâlihîn, 217;
4. Buhari, Mezalim, 10, Rikak, 48.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Helalleşme imkanı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz?

17 Haksızlığa uğrayan kişi, hakkını karşısındakini döverek alırsa ahirete hak kalır mı?

İnsan başkasına haksızlık yapmaktan sakınacağı gibi, başkalarını haksızlık yapmaktan da alıkoymağa çalışmalıdır. Bu bir görevdir. Şu var ki, kendimize yahut bir başkasına yapılan haksızlığı giderme konusunda bazı İslamî ölçüler vardır. Bunlara uyulması gerekir.

Mesela, bir kötülük, bir haksızlık görüldüğünde onun el ile olmazsa dil ile önlenmesi, o da olmazsa kalben o işe karşı olmakla mukabele edilmesi Peygamberimiz (asm)'in bir emridir. Bu hadis-i şerifi yetkili alimlerimiz şöyle açıklamışlardır:

Münkeri, yani kötülüğü el ile men etmek devletin ve diğer yetkililerin vazifesidir. Dil ile men etmek ise alimlerin, bu konuda bilgi sahibi olan kişilerin vazifesidir. Elinde bir yetki olmayan, o kötülüğü dil ile önleyecek ilim gücünden de mahrum bulunan kimseler ise kalpleriyle buğz edecekler, yani o kötülüğe iç alemlerinde karşı çıkacaklardır.

Haksızlık yapan kişiyi dövmek veya zor kullanmak doğru değildir. Hak etmediği bir ceza ile cezalandırmak kul hakkına sebep olur. Buna göre, bir haksızlığa maruz kalındığında onun izalesi için yetkili makamlara müracaat etmek, o kötülüğü önleme gücüne sahip kişiler varsa onların devreye girmesini sağlamak gerekir. Bütün bunların bir sonuç vermediği hallerde ise, kişinin o hakkını alması mahşer meydanındaki büyük hesap gününe kalmış demektir.

Hakkını helal etme meselesine gelince, bu bir fazilettir; kişi kendi hukukuna karşı yapılan tecavüzleri dilerse affedebilir. Mümin kardeşinden gördüğü bir kötülüğe karşı, misliyle yahut daha fazlasıyla mukabele etmeyip af yolunu tutanlar, bunun büyük ücretini ahirette mutlaka görürler. Ancak haklarını isteme hakları da saklıdır. Tercih, kişinin kendisine kalmıştır.

18 Kul hakkı varsa hac vazifesini yerine getirebilir miyim?

Sizin vazifeniz, dargın olduğunuz arkadaşınıza barışmak istediğinizi ve hakkınızı helal ettiğinizi söyleyip, ondan da size hakkını helal etmesini istemektir.

Bundan sonra arkadaşınız helal eder vaya etmez. Artık siz üzerinize düşeni yaptıktan sonra başka yapacak bir şey yok demektir. İlla da hakkını helal etmiyorsa, o kimse adına sadaka verebilirsiniz.

Bu durumda haccınız kabul olmaz diye bir durum söz konusu değildir. Hacca giden çoğu kimsenin üzerinde az çok kul hakkı illaki bulunur. Siz üzerinize düşeni yaptıktan sonra hac ibadetinizin kabul olmayacağı vehmine kapılmayınız.

İlave bilgi için tıklayınız:

Helalleşme imkânı olmayan kul hakkı konusunda ne yapmak gerekir?

19 Gayri müslim ülkelerde vergi kaçırmak caiz midir, kul hakkına girer mi?

Gayri müslim ülkelerde yaşayan Müslümanların, bu ülkedeki İslamiyete aykırı olmayan kanunlara uymaları gerekmektedir. Bu ülkelerde vergi kaçırmak kul hakkıdır.

İslam memleketi ve savaş memleketi tabirlerini kısaca tarif edelim.

İslam memleketi, Müslümanların hakimiyeti altında bulunup, Müslümanların güven içinde yaşayarak dini görevlerini yaptıkları yerlerdir.

Harp memleketi (dârülharp) ise
, bunun tam tersidir. İslam’a göre kendileriyle anlaşma yapılmış milletler ve devletlere karşı, onlar anlaşmayı bozmadıkça, Müslümanların da bu antlaşmaya uymaları şarttır.

Sulh daima hayırlıdır. (Nisa, 4/128)

Eğer onlar savaştan vazgeçerlerse, şunu iyi bilin ki Allah Gafur ve Rahimdir. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.(Bakara, 2/192 ve 193)

ayetleri bu konuya açıklık getirmektedir.

Demek ki barış ve anlaşma halinde yaşadığımız ülke ve devletlere karşı savaş açamayız. Bu yerlere sulh diyarı denir. Yani küfür diyarı olsa bile anlaşma ve barış içinde olduğumuz için savaş diyarı diyemeyiz. (bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye, III / 394 )

Bu bağlamda, Almanya gibi anlaşma ve barış içinde yaşadığımız yerlere sulh ve barış diyarı denmektedir.

20 Devletin Doğu Anadolu bölgesinde kullanılan kaçak elektriğin parasını, Batı'da yaşayan ve faturalarını düzenli yatıran vatandaşlarından alması caiz midir?

Devlet, işleri yürütmek için gereken vergiyi ve ücreti vatandaşlardan alır. Borcunu ödemeyerek alınan vergi ve ücretin artmasına sebep olanlar, sorumlu olurlar. (Yani kul hakkına girmiş olurlar)

21 Gayri müslimler için de kul hakkı var mıdır?

Kul hakkı Müslüman olmayanlar için de geçerlidir. Şayet Müslüman olmayan birisinin hakkını almışsanız bunu telafi etmeniz ve helalleşmeniz gerekir. Bahsettiğiniz durumda hem gazete dağıtım şirketinin, hem de gazeteyi teslim etmeniz gereken kimsenin hakkına girmiş oluyorsunuz. Her iki tarafla da helalleşmeniz ve zararlarını telafi etmeniz gerekir.

Kul hakkı, kişinin kendi hakkı olduğu için gerek Müslüman olsun gerek gayri müslim olsun buna riayet etmeleri gerekir. Haksızlık yapan kişi kim olursa ahirette bunun hesabını verecektir.

İmâm-ı Âzam ile İmâm-ı Muhammed'e göre, Müslüman olmayan bir memlekette bulunan bir Müslümanın, Müslümanları aldatıp mallarını çalması veya gasb etmesi caiz olmadığı gibi, gayri müslimlerin mallarını da çalması veya gasb etmesi caiz değildir. Çünkü İslâm dini müsamaha ve fazilet dini olduğu için hiyâneti, aldatmayı, gayriahlâkî ve çirkin şeyleri her yerde yasaklamaktadır.

Hatta bir kimse meselâ Avrupa'ya giderse, orada devlete veya şahsa ait bir şey bulursa, onu sahibine vermeye mecburdur. (Hidâye, II/66)

İlave bilgi için tıklayınız:

Helalleşme imkanı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz?

22 Gayrimüslimlerle olan münasebetlerimizde kul hakkı oluşur mu?

Kâfir de olsa, onların haklarına girmek caiz değildir. Dinimiz hak konusunda Müslüman, kâfir ayrımı yapmamış ve hak konusunda herkese eşit davranmıştır.

Bu devlet işsiz olduğunuzdan dolayı size para veriyorsa ve sizin bir işte çalışmanızdan dolayı normal şartlarda bu para size ödenmeyecekse, yanlış beyanda bulunup bu parayı almak doğru değildir.

Kul hakkı kişinin kendi hakkı olduğu için, gerek Müslüman olsun gerek gayri müslim olsun buna riayet etmeleri gerekir. Haksızlık yapan kişi kim olursa ahirette bunun hesabını verecektir.

İmâm-ı Âzam ile İmâm-ı Muhammed'e göre Müslüman olmayan bir memlekette bulunan bir Müslümanın, Müslümanları aldatıp mallarını çalması veya gasb etmesi caiz olmadığı gibi, gayri müslimlerin mallarını da çalması veya gasb etmesi caiz değildir. Çünkü İslâm dini müsamaha ve fazilet dini olduğu için hiyâneti, aldatmayı, gayri ahlâkî ve çirkin şeyleri her yerde yasaklamaktadır.

Hatta bir kimse meselâ Avrupa'ya giderse, orada devlete veya şahsa ait bir şey bulursa, onu sahibine vermeye mecburdur. (Hidâye, II, 66)

23 "Küllün selameti için cüzün katli vaciptir." diye bir söz var mıdır? Varsa eğer bu sözün günümüz olayları içerisinde uygulanması nasıl olmalıdır?

Bu sözün aslı şöyle olsa gerek:

“Adalat-i izafiyede; küllün selameti için, cüz’ feda edilir. Cemaat için ferdin hakkı nazara alınmaz.”(bk. Nursi, Mektubat, s.54).

Ve bu düşünce, gerçek güzelliği temsil etmeyen bir anlayışın ürünüdür. Bu konu, tamamen iki adalet anlayışıyla ilgilidir. Hakikî adalet ve izafî adalet...

Hakikî adalet veya adalet-i mahza, şudur ki; bir masumun hakkı, bütün halk için de olsa iptal edilmez. Umumun selameti için fertler feda edilmez.

“Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.”(Maide, 5/32)

mealindeki ayetin işaret ettiği hakikî adalet anlayışında ve Allah’ın nazar-ı merhametinde hak haktır; hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Çünkü hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez.  Bütün bir memleketin, bir cemaatin selameti adına da olsa, ferdin rızası olmadan onun hakkı, hukuku ve hayatı feda edilemez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa o ayrı bir meseledir.

Adalet-i izafiyede ise, yukarıda belirtildiği üzere, küllün hatırı için gerekirse cüz’ feda edilebilir. Bu tür bir adalet anlayışı, -adı üstünde- izafî, nisbî, göreceliği olan bir adalettir. Bu sebeple de, hakikî adaletin tatbiki mümkün olduğu yerde, bu adalete gidilmez, gidilse, zulüm olur.(a.g.e).

Mesela,  kangren olmuş bir parmağın ilaçla tedavisi mümkün olduğu halde, cerrahi bir müdahaleyle onu koparıp almak suçtur. İlaçla tedavîsi mümkün değilse, bu takdirde küll olan kolun selameti için cüz olan parmak kesilebilir.

Kur’an’ın öngördüğü adalet anlayışı adalet-i mahzadır.

“Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”(Enam, 6/164)

mealindeki ayette bu adalet anlayışına vurgu yapılmaktadır. Bu adalet anlayışına göre, bir gemide ölümü hak etmiş yüz cani olsa, içinde bir tek masum bulunsa, bu gemi batırılamaz. Bir eşkıya yüzünden onun akrabasına, yakınlarına, potansiyel eşkıya nazarıyla bakılamaz.

Bir kişinin zalim sıfatları yüzünden masum sıfatları mahkum edilemez, kötü huyları yüzünden iyi huyları yok sayılamaz. Söz gelimi iman esasları gibi paha biçilmez değerlere sahip olan bir kimsenin, bir takım değersiz tavır ve davranışları yüzünden imanla alakalı kardeşlik bağları koparılamaz.

24 Üzerinde kul hakkı bulunan kişi, yaptığı ibadetlerin sevabına ulaşabilir mi?

Kul hakkı olsun diğer günahlar olsun, insanın amellerini iptal etmez. Ancak o amellerin faziletini ve feyzini azaltabilir. Nitekim ne kadar günahsız bir bedenle ibadet  yapılsa ibadetin fazileti o kadar çoğalır. Eğer günah işlenmişse hemen tövbe edilmeli ve kul hakkı ise helallik dilenmelidir.

25 Korsan taksicilik kul hakkına girer mi?

Korsan ticari taksi kullanmak doğru değildir. Çünkü hem vergi kaçırmaya hem de diğer insanların kazancına engel olmaya sebep olur. Bu şekilde kazanç elde edenlere her iki açıdan da sorumluluk vardır.

Buna göre korsan taksiye binmeyi tavsiye etmiyoruz. Ancak korsan taksiye binen ve parasını ödeyen kimse haram işlemiş olmaz. Bununla beraber böyle kimselerin çoğalmasına neden olacağından korsan taksilere binmemeye özen göstermek gerekir.

26 Kamu kurumunda tanıdıklara iltimas geçilmesi, kolaylık gösterilmesi caiz midir?

Hayır, bu gibi muameleler caiz değildir. Amir, memuruna iltimasta bulunması için emrederse, mesuliyet amire olur.

Torpil yapmanın iki yanı ve yönü vardır:

1. Hakkı olmadığı hâlde bir şeyi elde etmek. Bu durum, elde edilen şeyin gerçek hak edenine karşı bir zulümdür. Dolayısıyla bir kul hakkıdır.

2. Hakkı olan bir şeyi, ancak araya adam koymak suretiyle elde etmeye çalışmak. Bu durum caizdir. Çünkü, hak ettiğine inandığı bir şeyi normal yolla elde etmek zor olduğu için, kendi hakkını gücü yeten birilerinin eliyle elde etmeye çalışmaktır. Burada kul hakkı diye bir şey yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- İLTİMAS...

27 Kullanılmayan telefonun imei numarasını kopyalamak, kul hakkına girer mi?

Soruda geçtiği şekilde yapılması helal değildir.

Bildiğiniz gibi, kamu hakları da bir haktır ve bu haklara da riayet etmek gerekir. Bu nedenle, sizi aldatan kişi haram işlemiş; hem kul hakkına girmiş hem de Allah hakkını çiğnemiiştir. Haberiniz olmasaydı, bundan sorumlu olmazdınız. Ancak haberiniz olduktan sonra bunu kullanamazsınız, aldığınız yere verir ücretini alırsınız.

Telefonu aldığınız yerden, kanuni yolları da kullandığınız halde ücretini alamazsanız, hesaplaşma ahirete kalmış olmuş.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bu dünyada uğranılan haksızlıklara; bu dünyada mı mücadele edilmeli ve nereye kadar mücadele edilmeli. Yoksa ahirette mi o insanlardan şikayetçi olup hakkını helal etmemeli?

28 Çöpe atılmış bir malın değerli olduğu anlaşılsa, yine de almak helal olur mu?

Bir kimse sahip olduğu bir şeyi kaybeder de onu bir başkası bulursa, buna "buluntu eşya: lukata" denir. Buluntu eşyanın sahibini bulmak ve malını ona teslim etmek ana kuraldır. Bulunan malın canlı, cansız, bulanın zengin yoksul... olması gibi durumlara ait farklı hükümler ve uygulamalar vardır.

Sorudaki halı, buluntu eşya değil, terk edilmiş (atılmış, atık) eşyadır. Halıyı öğrencilere veren hibe etmemiş de âriyet (kullanıp iade etmek üzere) vermiş ise, onu atanlar sorumlu olurlar. Ama atılmış eşyayı değerli de olsa bulanın kullanmasında sakınca olmaz.

İslam'da israf haram olduğu için, onu değerlendiren sevaba bile girmiş olabilir.

29 Belediyede işe girmek için rüşvet vermek haram mıdır?

Kişi işe ehil, başkasının hakkına tecavüz yok ve işe de muhtaç ise, rüşvet vererek işe girebilir.

Bu durumda rüşvet, verene zarureten caiz, alana haram olur.

Kuran-ı Kerim’de rüşvet lafız olarak geçmemekle birlikte, “Bile bile, günaha saparak insanların mallarından bir kısmını yemek için onları -mallarınızın bir parçasını- yetkililere aktarmayın.”(1) mealindeki ayette açık biçimde yasaklanmıştır.

Rüşvet hadislerde de yasaklanarak; rüşvet alan, veren(2) ve bu işe aracılık eden(3) lanetlenmiştir.

Ayrıca Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz, özelde zekât memurlarına(4), genelde devlet görevlilerine (5) verilen hediyeleri “devlet malına hıyanet, ganimetten çalma” şeklinde nitelemiş, nüfuzu kötüye kullanıp menfaat temin etmenin her türlüsünü yasaklamıştır.

İslam âlimleri rüşvetin haram olduğu hususunda icma etmiştir. Suçun topluma etkisi oranında cezasının arttığı veya azaldığı dikkate alınarak, başta adliye teşkilatındakiler olmak üzere üst düzey memurların aldığı rüşvetin cezasının hukuki / dünyevi ve uhrevi müeyyidesinin daha büyük olduğu belirtilmiştir. Rüşvetin görevli kimsenin bilgisi dahilinde çocuklarına veya ailesinden birine verilmesi de aynı sonuçları doğurur.

İslam hukukçuları alan ve verenin hükümleri açısından rüşveti bazı kısımlara ayırmıştır:

1. Herhangi bir hakkı iptal / engelleme veya haksızı haklı gösterme amacıyla verilip alınan rüşvet hem veren hem alan açısından haramdır.

Hanefî fakihi Cessas, rüşvet alan hâkimin biri haksız kazanç sağlamak, diğeri adalet ilkelerine aykırı şekilde haksız hüküm vermek suretiyle iki açıdan günaha girdiğini, rüşvet verenin de bu sonuçlara katkısı sebebiyle aynı durumda olduğunu ifade eder.(6)

2. “Bir görev alabilmek için yetkililere temin edilen menfaat” anlamındaki rüşvet de her iki taraf için haramdır. Zira belli vazifeye tayin edilecek kişinin ehliyet ve liyakat şartlarını taşıyıp taşımadığının araştırılıp buna göre hareket edilmesi yetkililerin görevi olup görev karşılığında sağlanan çıkar rüşvettir. Diğer taraf da normal usulün dışına çıkarak haksız veya başkalarının hakkını ihlal eden bir görev elde etme konumunda olduğu için, sağladığı menfaat rüşvet hükmündedir.

İslam hukukçuları bu konuyu daha çok rüşvet vererek kadılık görevi alma meselesi dolayısıyla tartışırlar.

3. Bir hakkı elde edebilmenin veya zarar ve zulmü defedebilmenin ancak rüşvet vermekle mümkün olduğu durumlarda alan açısından rüşvet haram olmakla birlikte fakihlerin çoğunluğuna göre, veren bakımından zaruret hali oluştuğu için haram değildir.

Müşriklerin zulmü sebebiyle Habeşistan’a hicret edip orada rehin alınan Abdullah b. Mesud’un rüşvet vererek kurtulduğu şeklindeki rivayet, bu görüşü destekleyen deliller arasında zikredilir.(7)

Aynı şekilde bir kimsenin hakkı olduğu halde devlet görevlisine yaptıramadığı bir işini yapmasını temin için, memur olmayan bir şahsa aracılık ücreti vermesi fakihlerin çoğunluğunca veren açısından caiz görülmekle birlikte, bu ücret alan açısından haram sayılmıştır. Çünkü haklı olana yardım etmek görev olup, görev icabı yapılması gereken bir iş karşılığında ücret almak veya menfaat temin etmek rüşvet kapsamına girer.(8)

Kaynaklar:

1) Bakara 2/188.
2) İbn Mâce, Ahkam, 2; Ebu Davud, Aḳzıye, 4.
3) Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 279.
4) Müsned, V, 424.
5) Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1414/1994, X, 233.
6) Cessas, Aḥkamü’l-Ḳuran, II, 433.
7) Sadrüşşehîd, Şerḥu Edebi’l-kadı (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî – Ebû Bekir M. el-Hâşimî), Beyrut 1414/1994s. 91-92; Şelebî, Hâşiye ʿalâ Tebyîni’l-hakaik (Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥakaiḳ içinde), Bulak 1315, V, 31.
8) Sadrüşşehîd, s. 84-85; bk. Serahsî, el-Mebsûṭ, IV, 225; V, 221; VIII, 100; IX, 80, 84; XVI, 66, 67, 81-82, 102, 107; XIX, 166, 178; XX, 32, 139, 140; XXIII, 7-8; Kâsânî, Bedâʾiʿ, II, 333; IV, 24, 40-41; VI, 40, 49, 50, 51, 190; VII, 4, 8, 10, 16-17; Mevsılî, el-İḫtiyâr, III, 25; Zehebî, el-Kebair, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), s. 142-145; İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr (Kahire), VI, 358-359; İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, III, 264, 325, 384, 541; VI, 289, 438-442, 451, 470-472; Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, II, 397, 405; IV, 384-385, 390-392, 427; Buhûtî, Keşşâfü’l-kınâʿ, Mekke 1394, VI, 310-311; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, II, 37, 144-145, 255-256, 322, 365, 401, 656; III, 426; IV, 14-15, 98, 113, 130, 304; V, 247, 272, 296; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, IV, 679-682; Abdullah b. Abülmuhsin el-Mansûr, Cerîmetü’r-rüşve fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Riyad 1400/1980; TDV İslam Ansiklopedisi, Rüşvet md.

30 Memur, mesai saatleri içerisinde veya dışında, yaptığı işten dolayı halktan para alabilir mi? Mesai yapmazsak vatandaş mağdur oluyor, işler yığılıyor. Bunun için vatandaştan küçük bir para alabilir miyiz?

Hz. Peygamber (asm), hediyeleşmenin insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağlarını güçlendirdiğini, cimrilik, kıskançlık ve bencillik gibi kötü duyguları giderdiğini ve rızkın genişlemesine vesile olduğunu belirterek hediyeleşmeyi teşvik etmiş, (Malik, Hüsnü'l-Huluk, 16; Müsned, 11, 405; Tirmizî, Velâ, 6) verilen hediyelerin haklı bir sebep bulunmadıkça geri çevrilmemesini istemiştir. Kendisi de çeşitli fertlere hediyeler vermiş, temiz ve helâl olduğu müddetçe verilen hediyeleri kabul etmiş ve hediyelere yine hediye ile karşılık vermiştir. (Buhârî, Hibe, 7).

Hediyeden karşılık beklemek veya verilen hediyeyi geri istemek doğru değildir. Nitekim bir hadiste, bu şekilde davranabilecek kimselerden hediye almanın uygun olmayacağı belirtilmiştir (Tirmizi, Menakıb, 73)

Hz. Peygamber (asm), hediyeleşmeyi teşvik ederken haksız kazanç yollarını ve bunlardan biri olan rüşvet alıp vermeyi ağır bir dille kınamış, devlet memurlarının görev suistimali olarak nitelenebilecek mahiyetteki hediyeleri almalarını yasaklamıştır (Buhârî, Hibe, 17. Ahkâm, 24, 41; Müslim, İmâre, 26-29; Ebû Dâvûd, İmâre, 11).

Verilen hediyenin hükmü, verilenlerin konumuna ve veriliş niyetine göre değişir. Hediye, kişinin hakkı olmayan şeye ulaşabilmesi amacına yönelik bir işin görülmesi karşılığında ve yetkili birine verilmişse, bu bir rüşvettir. Dinimizde rüşvet yasaklanmış, alan, veren ve aracı olan lanetlenmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hediye olarak verilenler rüşvete girer mi?..

31 Gayri müslim olanlar kul hakkından dolayı hesaba çekilecek mi? Dârülharpteki insanlar üzerinde kul hakkı olur mu?

Kul hakkı kişinin kendi hakkı olduğu için, gerek Müslüman olsun gerek gayri müslim olsun, buna riayet etmeleri gerekir. Haksızlık yapan kişi kim olursa ahirette bunun hesabını verecektir.

İmâm-ı Âzam ile İmâm-ı Muhammed'e göre Müslüman olmayan bir memlekette bulunan bir Müslümanın, Müslümanları aldatıp mallarını çalması veya gasb etmesi caiz olmadığı gibi, gayri müslimlerin mallarını da çalması veya gasb etmesi caiz değildir. Çünkü İslâm dini müsamaha ve fazilet dini olduğu için hiyâneti, aldatmayı, gayriahlâkî ve çirkin şeyleri her yerde yasaklamaktadır.

Hatta bir kimse meselâ Avrupa'ya giderse, orada devlete veya şahsa ait bir şey bulursa onu sahibine vermeye mecburdur. (Hidâye, II/66)

32 Bazı kişilerin msn adresini çalıyorum; o kişinin hakkına girmiş olur muyum?

Başkasının msn adresini almak hem tecessüse girer hem de kul hakkıdır. Bu bakımdan bu kişilerden helallik almanız ve tövbe etmeniz gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Helalleşme imkanı olmayan kul hakkı konusunda bilgi verir misiniz?..

33 Müslümanlar, Müslüman olmayanların hakkını yerse kul hakkı olur mu?

Müslüman olmayan bir kimsenin hakkını yiyen bir Müslüman, eğer dünyada borcunu ödememişse hesap günü bunun hesabını verir; Müslüman olmayan kimse ondan hakkını alır.

Mesela, bir Hristiyanın malını çalan bir Müslüman bunu ödemezse ahirette bunun hesabunı verir. Eğer hırsız dünyada ceza görmemiş ve malı da sahibine iade etmemiş ise kıyamet gününde sorumlu olur. Çünkü bu kul hakkıdır. Helâlleşemediği veya sahibi affetmediği takdirde, kıyamet günü sorumluluk devam eder. Buna göre malı çalınan Hristiyan, çalan Müslümandan hakkını ister ve alır.

(bk. Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/299)

34 Peygamber Efendimizin (asm) ümmeti üzerindeki haklarının durumu nedir acaba?.. Peygamberimiz(a.s.m) döneminde yaşamış olup da Peygamberimize (a.s.m) yapılan haksız davranışlarla kul hakkına girilmiş, ancak bu dünyada Peygamberimiz (a.s.m) hiç kimseyle...

1. O (asm) rahmet peygamberidir. Kendine işkence edenlere, hayatına kasdedenlere bile dua etmeyi tercih etmiştir. Özellikle ümmeti için davacı olmak bir tarafa, onlara şefaat etme izni verilmesi için dua etmiştir.

2. Onun kimin üzerinde hakkı varsa Allah o hakkı alıp ona verecektir.

3.
Ümmeti olarak Onun (asm) şefaatını bekleriz. Onun (asm) şefaatine mazhar olmak için bizim üzerimizdeki haklarına dikkat etmemiz gerekir.

Allah hakkından sonra Peygamber Efendimizin (asm) insanlık üzerindeki hakları gelir. Onun insanlık ve ümmeti üzerindeki haklarına uyulması gerekir.

Peygamberimiz (asm)'ın haklarını şöyle özetlemek mümkündür:

- Ona (asm) iman edilmesi
- Onun (asm) sevilmesi
- Ona (asm) her konuda itaat edilmesi ve emrinin tutulması
- Ona (asm) uyulması
- Onun (asm) örnek alınması
- Ona (asm) saygı gösterilmesi
- Onun (asm) Ehl-i Beyt’inin (Âilesinin) ve Sahabîlerinin sevilmesi
- Ona (asm) salât  ve selam getirilmesi.

Ayrıca Peygamberimiz (asm) adına yalan söylemekten, Ona sövmekten veya Onunla alay etmekten, Onu rencide edici ifadelerden de şiddetle sakınmak gerekir.

35 Mesaiye geç başlayan memurun durumu hakkında bilgi verir misiniz? Geç kalan memur kul hakkına girmiş olur mu?

Bu konu bir kaç yönden incelenebilir şöyleki;

- İşe geç gelmeniz kimsenin mağduriyetine sebep olmuyorsa,

- Arada bir dışarı çıkıp şahsi işlerinizi görmeniz, işinizi aksatıp, bazılarının siz yoksunuz diye gelip beklemesine veya işi ertesi güne bırakmasına yol açmıyorsa, (imza gibi),

- Sizin yaptığınız bu uygulamayı, işvereniniz veya sicil amiriniz biliyor ve siz bir şey demiyorsa,

- Siz de "işlerimi aksatmıyorum", diye vicdanen rahat iseniz;

bu durumda, yaptığınız bu uygulamanın bir mahsur teşkil etmeyeceğini söyleyebiliriz.

Ama yine de içinizde vesvese dahi olsa bir çekince varsa, bunu izale edecek bir tarz deneyebilirsiniz. Şöyle ki:

Eskiden bazı büyüklerden sadır olan bir uygulama rivayet edilir. İmam olan birisi namaz vakitlerinin hangisine yetişememiş ise, o namaza tekabül edecek bir para miktarını seccadenin altına bırakır. “Kim namaz kıldırırsa o para onun hakkıdır.” diye namaz kıldırana bırakırdı.

Sizin işinizi yapan başka kimse yok ise de elinizden gelen bir miktar mali yardımı fakir fukaraya verebilirsiniz. Çünkü, aldığınız maaşta 70.000.000 insanın, bilhassa fakirin hakkı vardır. Bunlara yardım etmek suretiyle vesvese ve ruh sıkıntısından kurtulabilirsiniz.

36 "Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır." sözü ne demektir?

Soruda geçen hüküm, hadislerden alınmıştır:

Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

Müslümanın her türlü zulüm ve haksızlıktan uzak durması gerekir. Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse, haksızlık ettiği kimselerle bu dünyada helalleşip hesaplaşmalıdır. Çünkü kıyametteki hesaplaşma, sevapların alınması veya günahların karşı tarafa yüklenmesi şeklinde olacaktır. İlahi adalet gereği kıyamette böyle yapılacaktır.

Nitekim Hz. Peygamber (asm), başka bir hadisinde Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen kimseyi müflis olarak tanımlayarak şöyle buyurur:

"Müflis şu adama derler ki, dünyada yaptığı bütün ibadet ve taatın sevabı ile Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar, ibadetler yapmış olmakla birlikte, başkalarına zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış, şuna buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş... İşte bu hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine toplanacaklar, haklarını isteyecekler: 'Bana dünyada iken şöyle yaptı, hakkımı al ya Rab!' diye davacı olacaklar. Allah bunun hayır ve iyiliklerinden hasıl olan sevapları bunlara taksim edecek, fakat borcu yine kapanmayacak. Nihayet onların günahlarını bunun üzerine yükleyecek, Cehennem'e gönderecek. İşte asıl müflis böyle bir adamdır." (Müslim, Birr, 60; Tirmizi, Kıyame, 2)

Müslüman Allah'a teslim olmuş kişidir. Allah'ın bir adı da el-Hakk'tır. Hak, ayrıca gerçekliği, doğruluğu ve adaleti, başka bir deyişle her şeyi yerli yerine koymayı, her şeyi yerli yerinde yapmayı da belirtir. Bunun karşısında temelsizlik ve zulüm vardır. Hakk'a teslim olan kişi O'nun gösterdiği biçimde doğruluk ve adalete yönelir, batılın ve zulmün karşısında yer alır. Bu nedenle Müslüman, Hz. Peygamber (asm)'in yaptığı gibi "diğer Müslümanlara eliyle ve diliyle zarar vermeyen" (Buhari, İman, 4,5) eş deyişle hiç kimseye hiçbir şekilde haksızlık etmeyen kişi olarak da tanımlanabilir.

Zulüm, insan hayatının her alanı ve safhasıyla ilgili olabilir. Bu alan, maddî veya manevî bir nitelik arzedebilir. Namus, şeref, haysiyet ve hürriyet gibi yüce duygular, hayatın temelini teşkil eder. Bunlara tecâvüz, zulmün en büyüklerinden sayılır.

Diğer taraftan mal, can, yaşama hakkı, kazanç elde etme, teşebbüs hürriyeti ve benzeri hususlar maddî hayatın temel unsurları olup, bunlara yönelik haksızlıklar, zulmün daha yaygın olanı ve bilineni kabul edilir.

Manevî veya maddî hayata yönelik zulüm işleyenlerin, kıyamet günü gelmeden önce bir çıkış yolları vardır. O da kendilerine zulmettikleri kimselerle önce helâlleşmeleri, sonra da tövbeye yönelmeleridir.

Bu helâlleşme, şayet üzerlerinde maddî haklar varsa onu ödeme, dünyada üzerlerine terettüp eden cezayı çekme, hak sahipleriyle helalleşme ve neticede Allah’a tövbe etmekle mümkündür. Zira kıyamet günü, altın ve gümüşün olmayacağı bir hesaplaşma günüdür. O günde, herkes iyi veya kötü amellerinin karşılığını görecektir.

Buradaki hesaplaşma, sevapların alınması veya günahların yüklenmesi ile dengelenir. Yani, zalim veya günahkâr birinin sevapları varsa, yaptığı zulüm veya işlediği günah sebebiyle, onun sevapları hak sahiplerine verilir. Şayet bu alınan sevapları, haksızlıklarını karşılamazsa, o takdirde hak sahiplerinin günahlarından alınıp onun üzerine yükletilir; böylece kimsenin kimsede hakkı kalmaz. Bu, ilâhî adaletin gereğidir.

Buna göre:

- Maddî ve manevî, her çeşit zulüm ve haksızlıktan uzak durmak gerekir.

- İnsanın malına, mülküne, canına tecâvüz zulüm olduğu gibi, namusuna, şerefine, haysiyetine tecâvüz de zulümdür.

- Bilerek veya bilmeyerek, zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse, zulmettiği, kendilerine haksızlık ettiği kişilerle helâlleşmelidir.

- Kıyamette hesaplaşma olacak, her hak sahibine hakkı eksiksiz verilecektir.

- Zulüm ve haksızlık, sâlih amelleri bozar ve sevâbını da giderir.

37 İlmi çalışmalarda, başka eserlerden (internet veya kitap) kaynak göstererek alıntı yapmak uygun mudur? Kitap olarak basıp neşretmek kul hakkına girer mi?

Öncelikle şu hususun bilinmesinde fayda mülahaza etmekteyiz; İslâm emeğe büyük önem vermiştir. Yüce Allah,

"İnsan için ancak çalıştığı vardır." (Necm, 53/39)

buyurarak buna işaret etmiş, Hz. Peygamber (asm) de emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir.

Ayrıca kul hakkının ihlalinin, mağdur edilenler affetmedikçe Allah tarafından affedilmeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle telif hakları sahipleri tarafından bir başkasına satılmamış veya devredilmemiş olan kitap, makale, film, müzik, oyun ve programlar gibi ilim, kültür ve sanat ürünlerinin, izinsiz olarak kullanılması halinde sahiplerinin hakları ihlal edilmiş olur. Telif hakları sahipleri tarafından bir başkasına satılmış veya devredilmiş olanların izinsiz olarak kullanılması halinde ise sahiplerinin değil o ürünü satın alan şahıs, kurum veya kuruluşun hakları ihlal edilmiş olur.

Buna göre, dışarıdan ithal edilip de telif hakları Kültür Bakanlığı tarafından sahiplerine ödenmiş olan kültürel ürünlerin izinsiz olarak kullanılması halinde, Kültür Bakanlığının, dolayısıyla ülkemizde yaşayan bütün vatandaşların hakları ihlal edilmiş olur. Bu itibarla, bu tür eserlerin izinsiz olarak kullanılması dinen uygun olmadığı gibi, bunlardan (ticari maksatla) izinsiz olarak alıntı yapılması da uygun olmaz.

Ancak, kaynağının etraflıca belirtilmesi kaydıyla herhangi bir eserden alıntı yapılabilmekle birlikte, hazırlanacak olan kitap/makalede referans olarak alınacak eserin çoğu bölümlerinden yararlanılacaksa, bu eserin sahipleri veya hukuki temsilcilerinden izin almak İslam ahlakına daha uygundur.

38 Başkasının sağlık karnesiyle ilaç almak caiz midir?

Yetkili kurumun izin vermediği böyle bir uygulama caiz olmaz. Hem yalan beyan, hem de kul hakkı söz konusudur.

Bu haktan kurtulmak için, yapılan masraf oranında ilgili kuruma bağışta bulunmak ve ayrıca tövbe etmek gerekir.

Ancak, daha önceden sigortalı olan kimsenin almış olduğu ilaçlar artmışsa, onları yardım olarak ihtiyaç sahiplerine verebilir.

39 Dünyada herkese hakkını helal eden kimsenin, namaz gibi bazı amelleri eksik olsa bile, sorgusuz doğrudan cennete alındığı doğru mu?

Böyle bir kaide bulunmamaktadır veya biz bilmiyoruz... Ancak affetmek büyük fazilettir. Affedici olmak Allah'ın merhametini celbeder.

İslâmiyet’in en güzel meziyetlerinden birisi de aftır. Allah, bu güzel vasfı birçok ayet-i kerimede methetmekte ve insanları affa özendirmektedir. Bunlardan ikisinin mealleri şöyledir:

“Sen bağışlama yolunu tut. İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 7/190)

“(Onlar)(Muttakiler, Allah’tan korkanlar) kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler.” (Al-i İmran, 3/134)

Aftan alınan zevk ve neşe, intikamdan alınan lezzetten kat kat fazladır. Affetmek, affedene daima huzur ve rahatlık verir. Affın kemal derecesi Allah’a mahsustur. Cenab-ı Hak affı da, affedeni de sever. Affın en güzel misallerini Peygamber Efendimizin (asm) hayatında görüyoruz. Şöyle ki:

Kureyş kabilesinin reisleri Peygamberimize (asm) suikast hazırlamışlardı. Bunu gerçekleştiremeyince Peygamberimizi zorla Mekke’den çıkardılar.

Daha sonra Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle Efendimiz (asm)  Mekke’yi fethetti. Peygamber Efendimizi hicrete mecbur edenler, Kabe-i Şerifin etrafına toplanmış, nasıl öldürüleceklerini konuşurlarken, Efendimiz Kabe-i Şerifin kapısına gelerek, “kendisinden ne beklediklerini” sordu. Onlar Peygamberimiz (asm)'den af beklediklerini söyleyince de umumi af ilan etti.

Müslüman'ın alametlerinden birisi de yumuşak huylu olmaktır. Cenab-ı Hak halim kullarını sever.

“Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet, bağışlanmaları için dua et.” (Al-i İmran, 3/159)

Affın en ileri derecesi, fenalığa karşı iyilikle mukabele etmektir.

“Sen, (kötülüğü) iyiliğin en güzeliyle önle, o zaman, aranızda düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost gibi olduğunu görürsün.” (Fussilet, 41/34)

40 Dinimiz hoş görü dini ise, neden adam öldürenlere kısas uygulanıyor, zina edenlere recm cezası veriliyor?

- Hoş görü suçların cezasız bırakılması değil, aksine cezanın da verilmesi ile sağlanabilir. Suçluyu cezasız bırakmak, suçluya karşı hoşgörü olarak görülse de suçsuza zulümdür.

- Günahların bir kısmı şahsidir ki bunlar kişi ile Allah arasındadır. Buna kimse herhangi bir müeyyide getiremez. Ancak bazı suçlar vardır ki kul ve toplum hakkını da ilgilendirmektedir. Dolayısıyla burada kula da bazı haklar verilmiştir. Nitekim kul hakkına giren günahlar ancak kulun rızası ile bağışlanacağı İslam'ın genel prensibidir. Aksi takdirde mazlumun hakkı çiğnenmiş olur ki, adalet dini olan İslam'ın böyle bir şeye izin vermeyeceği unutulmamalıdır.

- Kısas ile ilgili mealini aşağıda vereceğimiz ayette de görüleceği üzere, kısasta hak sahibine yetki verilmiş ve dilerse kişi hakkından vazgeçebileceği de belirtilmiştir. Katilin yakınları katilin öldürülmesine rıza göstermeleri halinde dinimiz de o kişinin öldürülmeyeceğini belitmiştir. 

“Ey iman edenler! Öldürülen kimseler hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür ile köle köle ile dişi dişi ile kısas olunur. Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra gereken diyeti ona güzel ve makul bir şekilde ve tam olarak ödemek gerekir. Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık ve lütuftur. Artık kim bundan sonra karşıdakinin hakkına tecavüz ederse, ona son derece acı bir azap vardır.  Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece korunmayı umabilirsiniz." (Bakara, 2/178-179) 

Kısas, hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir. Gerçi kısasın kendisi cezayı hakketmiş bir hayatı yok etmedir, ama aynı zamanda haksız yere hayatı yok etmeye karşı hayatın en büyük müeyyidesidir. Kısas gibi caydırıcı bir hüküm, toplum ve kişi hayatının garantisidir. Böylece dünya hayatınızı olduğu gibi ahiret hayatınızı da korursunuz. 

İlave bilgi almak için tıklayınız.

İslam'da zinanın recm cezası, hırsızlığın da kol kesme cezası vardır. Modern cağda bu hükümler barbarlık diye algılanıyor?

41 Hız sınırına uymayan katil olur mu?

Hız sınırına dikkat etmeyip kazaya sebep olan kişi, dinen mesul olsa da katil olarak değerlendirilmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Trafik kurallarına uymamak günah mıdır?

42 Kul hakkı alacaklı kişi cennetlik ise, alacağını bekler mi?

Kıyamet günü, adamına göre zaman uzar veya kısalır.

Ayetlerde kıyamet günü için “elli bin” (Mearic, 70/4) ve “bin” (Secde, 32/5) sene ifadeleri kullanılmıştır.

“Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar haline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları alnı ve sırtı dağ­lanmasın... Bu levhalar soğudukça miktarı 50.000 sene olan bir günde, kul­lar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azâb için tekrar (kız­dırılarak) iade olunacaklardır. Nihayet kendisine ya cennete yahut cehenneme doğru giden yol gösterilecektir.” (Müslim, Zekat, 24)

Ebu Hureyre’den nakl edilen diğer bir rivayete göre Hz. Peygamber (asm); “Sahi onlar, o en mühim günde, yani bütün insanların Rabbülâlemin’in divanında duracakları günde, diriltilip toplanacaklarını düşünmezler mi?” (Muttaffifîn, 83/4-6) mealindeki ayeti açıklarken, şöyle buyurmuştur:

“İnsanların Rabbülâlemin’in divanında duracakları gün, elli bin senelik bir zaman diliminin yarım gününü oluşturur. Ancak mümin kimseler için, güneşin zeval vaktinden battığı zaman arası bir miktar kadar asan olur.” (bk. İbn Hacer, 11/394)

Bütün hak hukuklar, mahşer meydanında, mahkeme-i kübrada halledilecek. Alacaklı da hakkını almadan bir yere gitmez. (Herhalde, cennetlik olan kimse, bu işin uzun süreceğini düşündüğü zaman yapacağı en akıllıca iş hakkından vaz geçmektir. Alacaklı böyle bir yolu tercih etme hakkına sahiptir.) 

Şunu unutmayalım ki, -yukarıda geçen hadiste belirtildiği üzere- mahşerdeki hesaplar adamına göre uzar-kısalır. Yıllarca orada bekleyenler yanında şimşek gibi çakıp gidenler de vardır. 

Bir ayeti açıklarken  İbn Abbas şöyle demiştir:

“Kıyamet günü Allah’ın sonsuz rahmetiyle, müşrik ve kâfir olmayan günahkâr müminleri affettiğini görünce, kendi aralarında konuşup 'Gelin müşrik olduğumuzu inkâr edelim.' diyecekler ve 'Vallahi biz müşrik olmadık.' (Enam, 6/23) demeye başlayacaklar. Bunun üzerine Allah onların organlarını (ellerini, ayaklarını, derilerini) konuşturdu. Organları kendilerinin müşrik olduklarını söyleyip aleyhlerinde şahitlik edince de Allah 'Onlar Allah’a karşı hiçbir sözlerini saklayamazlar.' buyuracaktır." (Taberi, İbn Kesir, ilgili ayetlerin tefsiri)

Bundan da anlaşılıyor ki her şey mahşerde cereyan edecektir. Kara günü, kıyamet günüdür.

Hesabın görülmesi noktasında bir sıkıntı yoktur. Çünkü, Allah “Seriu’l-hisab”tır, yani hesabı çok çabuk görendir. Kişinin hesabının uzun veya kısa sürmesi, Allah’ın hesap görücü olmasına göre değil, insanların orada ceza türünden fazla sıkıştırılıp sıkıştırılmayacağına bağlıdır. 

Buna göre, alacaklı olan kişinin hesap süresi bittiği halde, karşıdaki hasmının durumu devam edecekse, hakkını ilk alma sırası ona verilir. Yani alacaklılar, kendi hesaplarının durumuna göre haklarını alma sırasına girerler. Çünkü, Kur’an’da defalarca ifade edildiği üzere, hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Halbuki, eğer alacaklı kişi, kendi hesabını verdiği halde orada fazladan durdurulursa, ona bir haksızlık olur. Demek ki dediğimiz sıra durumu, adaletin bir gereğidir.

43 Daire alırken, kontrat süresi dolmayan kiracıyı çıkarmak kul hakkı mıdır?

Kira akdi, beyan eddilen süre içinde bağlayıcıdır; yani zaruret sebebiyle satma gibi mazeretler dışında evi, dükkanı satmakla kira akdi bozulmaz. Kiracının, süre sonuna kadar kullanma hakkı vardır. Daha sonra da kiralama konusunda vaad hukuken bağlayıcı değildir. Kiracı süre sonunda çıkar, ilk sahibi sözünde durmadığı için kiracı zarar uğrarsa bunu telafi sizin değil, eski sahibinin borcudur. Siz süre sonunda evi tahliye ettirebilirsiniz.

44 Yurt dışında, gayri müslim bir ülkede, devlet haksız vergi uyguluyorsa, vergi kaçırmak caiz olur mu?

Müslüman olmayan bir ülkede yaşayan Müslümanlar, o ülkenin bahsedilen kanun ve kurallarına uymak mecburiyetindedirler. İşlerine gelmiyorsa ülkeden ayrılırlar...

45 Alay edenle alay etmek, günah olur mu?

Konuyla ilgili bir hadis rivayeti şöyledir:

“Karşılıklı olarak sövüşen her iki kişinin söyledikleri (kötü sözleri)nin günahı, (ilk önce karşı tarafın küfrüne / sövgüsüne maruz kalan) mazlum kimse (küfrü başlatan kimseden) daha da ileri gitmediği sürece (küfre) ilk defa başlayan kimsenin üzerindedir.” (Müslim, Bir, 68; Ebu Davud, Edeb, 47; Tirmizi, Bir, 51)

- İmam Nevevi’ye göre, bu hadisin ifadesinden “kendisine hakaret edilen kimsenin aynısıyla karşılık verme hakkına" sahip olduğu anlaşılıyor. Bunun caiz olduğu hususunda alimler arasında bir ihtilaf yoktur. Kur’an ve sünnetten bunun delilleri vardır. 

Bu hadis gibi,

“Onlar zulme uğradıklarında yardımlaşıp haklarını alırlar.”(Şura, 42/39),

“Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, bunlara hiçbir sorumluluk yoktur.”(Şura, 42/41)

mealindeki ayetlerde de haksızlığa uğramış kimsenin kendi hakkı kadar karşı tarafa aynıyla mukabelede bulunabileceğine işaret edilmektedir. (Nevevi, ilgili hadisin şerhi)

- Bununla beraber, sabredip karşılık vermemek, haksızlık yapanı affetmek daha güzeldir.

“Her kim dişini sıkarak sabreder ve kusurları affederse, işte onun bu hareketi, ancak büyüklere yaraşan örnek davranışlardandır.”(Şura, 42/43)

mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. Keza,

“Allah, affedici olarak davranan kulunun yalnız izzetini (şerefini) arttırır.” (Müslim, Bir, 69)

manasına gelen hadiste de affın büyük bir fazilet olduğuna işaret edilmiştir. (bk. Nevevi, a.y)

- Bazı alimlere göre, haksızlığa uğramış kimsenin, haksızlığa uğradığı kadar hakkını almasından sonra, ilk önce haksızlık yapmış olan kimsenin bu konudaki bütün günahları affedilmiş olur. Diğer bazı alimlere göre ise, bu durumda zalim olanın mazluma yaptığı haksızlık günahı affedilir, fakat ilk defa haksızlığa başlamaktan kaynaklanan günahlar affolunmaz. (bk. Nevevi, a.y)

- Nevevi’nin dikkat çektiği önemli bir nokta da şudur: Sövülerek haksızlığa uğramış kimse, aynı sövgülü sözlerle karşılık verme hakkına sahiptir. Ancak, eğer bu sövgüler ve çirkin sözler  kazif(zina iftirası) ve yalan ise, mazlum kimse, aynısıyla (zina iftirasıyla veya yalan söyleyerek) karşılık vermesi caiz değildir. Örneğin bir adam “kendisine zinakâr” diye sövmüşse, mazlum aynısını kullanamaz. Sadece, “ahmak, zalim, fasık” gibi birçok kişide bulunabilen vasıflarla karşı taraftan hakkını alabilir.(Nevevi, a.y) Belki de hadiste, “haddini aşmadığı sürece” ifadesinin kapsamında bu da vardır.

46 Bir işçinin, uzun zamandır söz verilen sürede yatırılmayan maaşını patronundan habersiz alması haram mıdır?

İzinsiz almanın şekilleri vardır. Mesela hırsızlık yoluyla olmaz.

Borçlunun birinde alacağı varsa ve o kişi borcuna mahsuben bu ödemeyi yaparsa olur. Ancak bu defa da alacaklı (işveren) alacağının ödenmediğini iddia ederek dava açabilir. En iyisi dava yolunu kullanmaktır.

47 Eğitimde, hasta öğrenciye ayrıcalık tanımak kul hakkına girer mi?

Öncelikle hassasiyetiniz için teşekkür ederiz.

Psikolojik rahatsızlığı olan öğrencinin üniversite sınav usül ve esaslarına aykırı olarak, sırf rahatsızlığı gerekçe gösterilerek başarılı olmadığı halde başarılı imiş gibi gösterilmesi, hem diğer öğrencilerin hakları hem kamu vicdanı ve hukuku hem de sizlerin emekleri açısından doğru değildir.

Ayrıca, bu şekilde bir davranışta bulunulduğu takdirde yani, hak etmediği halde dersi geçirilirse, sahip olacağı diploma ile ileride yapacağı görev esnasında gösterebileceği her türlü kusura ortak olunmuş anlamına gelecektir.

Bu vesileyle babasına, öğrencinin rahatsızlığı geri dönülemeyecek noktaya gelmeden tedavi ettirilmesinin bildirilmesinde fayda olacağı değerlendirilmektedir.

48 Borcundan dolayı bir caminin elektriğinin kesilip ezanın susmasından kim sorumludur?

Fıkıh'ta bir hüküm vardır:

 "Bir başkasının mülkü olan mekana (eve, bağa, tarlaya…) sahibinin izni olmadan girip namaz kılmak caiz değildir. Bu yer, orada bulunulduğu sürece gaspedilmiş sayılır."

Elektriği bir özel şirket üretiyor veya satın alıyor, sonra bunu isteyene (abone olanlara) satıyor. Abone olmak, satın almak demektir. Satın alan ister özel ister tüzel kişi (dernek, vakıf, şirket, daire, cami, okul…) olsun aldığı elektriğin bedelini ödemeye mecburdur; ödemezse haksızlık etmiş olur. Sahibinin rızası dışında kullandığı elektrik ışığında yapacağı ibadet de zedelenir.

Çare, güçleri yetiyorsa cemaatin, yetmiyorsa daha geniş cemaatin (yakından uzağa çevredeki Müslümanların) para toplayarak borcu ödemeleri ve helal elektriğe kavuşmalarıdır. Elektriği bedava vermiyor veya eski alacağını istiyor diye şirketi suçlamak haksızlıktır.

Bizim meselemiz, sahiplerini hiç tanımadığımız, hiçbir alakamız bulunmayan şirketi savunmak değildir, bizim meselemiz Müslümanların hak hukuk konusunda kılı kırk yarmaları, attıkları her adımın şeriata uygun olması konusunda titizlik göstermeleri yönünde uyarıdır.

"Kesintinin ardından ezan sesinin de sustuğu camide" ifadesi de bize yakışmıyor. İlk ezan mikrofona okunup hoparlörden duyurulmadı, bu aletlerin icad edildiği yakın zamanlara kadar da ezanlar minarelerden insan sesiyle okundu ve duyuruldu. Adı geçen camide de mutlaka insanlar ezanı okuyorlar ve seslerinin yettiği kadar çevreye duyuruyorlardır.

"Bu yüzden uzaklardan ezan duyulamıyor" dense, buna bir şey diyemeyiz; ama "ezan sesi de sustu" ifadesi hilaf-ı hakikattir, bu da müminlere yakışmaz.

49 Akrabaya yardım etmeyi emreden ayet (Nahl, 16/90) Müslüman olmayan akrabayı da kapsar mı?

Nahl suresi 90. ayetin,

 “Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”

mealindeki ifadesinde yer alan  “akrabaya yardim etme” emri, gayri müslim akrabayı da kapsar. Çünkü, İslam’da yakınlık ilişkisinde gereken yardımlaşma, dini bağların ötesinde bir anlama taşımaktadır.

“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtahine, 60/8)

mealindeki ayette Müslümanların, yalnız akraba olanlar değil, genel olarak Müslümanlara karşı haksızlık etmeyen bütün gayri müslimlere iyilik etmeleri, insaf ve adaletle muamele etmeleri ön görülmektedir.

“Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, 'Öff!..' bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.” (İsra, 17/23)

mealindeki ayette anne-babının dini sorgulanmadan kendilerine gereken saygı, sevgi ve yardımın yapılması emredilmektedir.

“Akrabaya, miskinlere (çalışamayacak durumda olan ihtiyarlara) ve yolda olanlara hakkını ver! Ve savurarak, israf etme!” (İsra, 17/26)

mealindeki ayette muhtaç kimselerle beraber “akraba hakkı”nın verilmesinin emredilmesi, din vasfına bakılmadan onların bir haklarının olduğunu göstermektedir.

“İnsana da anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: 'Bana ve anne babana şükret. Dönüş ancak banadır. Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın (yani var olmayan) bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi muamele et. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.'(Lokman, 31/14-15)

mealindeki ayette gayrimüslim de olsa, çocukların anne-babaya karşı  yapılması gereken vazifelerini yerine getirmeleri emredilmektedir.

- Nitekim sahih hadis rivayetine göre, Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma şunları söylemiştir:

“Hz. Peygamberin hayatında bir müşrik olan annem bana geldi. Ben de Peygamberimize gidip bu konuda fetva istedim ve: '(Gayri müslim olan) Annem buraya (Medine’ye) gelmiş, benimle görüşmek istiyor. Annemle ilişki kurabilir miyim?' diye sordum. Hz. Peygamber: 'Evet annenle ilişki kur.' diye buyurdu." (Buhari, Hibe, 29)

İslam alimleri, bu hadise dayanarak, “Kâfir de olsa yakın akrabaya sıla-i rahimde bulunmak, ona gereken yardımı yapmak, özellikle bu kâfir akrabalar ağer anne-baba olursa, onların nafakasını vermek bir müslümana farzdır.” (bk. İbn Hacer, Fethu’l-bari, 5/234)

50 Halka açık alanlarda, insanların izinsiz fotoğraflarını çekmek ve bunları paylaşmak kul hakkına girer mi?

Bir kişinin izni olmaksızın fotoğraflarının çekilmesi ve ondan izinsiz olarak yayınlanması, kişilik haklarını ihlal anlamına gelir. Zira bazı kimseler, resimlerinin çekilmesini asla kabul etmezler.

Bu itibarla fotoğrafları çekilmek ve yayınlanmak istenen kişiden izin alınması ve ondan sonra çekilmesi ve yayınlanması uygun olur...

51 Yirmi yıl önce yapılan anlaşmaya göre verdiğimiz arsanın yüzde altmış bedeli ödenmemiştir. Bugün nasıl hesaplamak gerekir?

Yirmi yıl önceki işlemi "satış vaadi" değil de "satım akdi" olarak kabul edersek -ki bedelin bir kısmı ödendiği için böyle kabul etmek gerekir- geriye kalan borç arsa değerinin yüzde altmışıdır.

Bu ise bin dolar değildir; bugün arsanın ederinin yüzde altmışıdır; yani enflasyon farkı, arsa üzerinden böyle hesap edilebilir ve borçlu, enflasyon farkını ödemekle yükümlüdür. Varisler daha azına razı iseler, onu verip tapuyu almalıdır.

52 İşçi kendisine verilen süreden daha erken işini bitirip başka işlerle meşgul olabilir mi?

İş veren, "Belli bir saat içinde iş yerimde bana çalışacaksın." demiş, işçi de bunu kabul etmiş ise, bu saatler içinde kendine ve başkasına çalışamaz... 

53 Tv, gazete, internet ve dergi gibi yayınlarda çıkan şahıs veya kurumların aleyhindeki doğru veya iftira olan yazıları okumak, dinlemek kul hakkı olur mu?

Sözlükte uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak gibi anlamlara gelen “gayb” kökünden türeyen gıybet, dini bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir. Kur’an’da gıybet yasaklanmış, gıybet yapmak ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilerek bu davranıştan sakındırılmıştır (Hucurat, 49/12).

İslam, insan haklarının en önemlilerinden olan "kişinin dokunulmazlığı" ilkesine büyük değer verilmiştir. Bu itibarla bir kimsenin gıyabında, gerek onun şahsıyla ilgili maddi ve manevi, ruhi ve ahlaki veya dini kusurlarından söz edilmesi, gerekse çocukları, annesi, babası ve diğer yakınlarının kusurlarından bahsedilmesi gıybet sayılmıştır.

Gıybet, sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla da olabilir. Bu tür söz ve davranışlar gerçeği ifade ediyorsa gıybet, etmiyorsa iftira sayılır. (Müslim, Birr, 70; Tirmizi, Birr, 23).

İslam alimleri gıybetin haram ve büyük günah olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak bir söz veya davranışın gıybet sayılıp sayılmaması niyetle yakından ilgilidir.

- Buna göre bir kimsenin yanlışlarının sırf onu küçük düşürmek amacıyla söylenmesi gıybet sayılırken, yanlışlarının düzeltilmesi maksadıyla söylenmesi gıybet sayılmaz.

- Herhangi bir kişi veya zümreyi kastetmeden, genel olarak insanların kötülüğünden söz etmek de gıybet olmaz. Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır.

- Bir zarar doğurma ihtimali yoksa, sözle veya fiili olarak gıybete engel olunması, bu mümkün olmazsa gıybet edilen yerin terk edilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde bulunulması gerekir.

- Gıybetin sebepleri kin ve öfke, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi, kıskançlık vb. hususlardır.

- Tedavisi de bunlardan kurtulmaktır. Haksızlık yapanı ilgili mercilere şikayet etmek, fetva sormak, insanları kötülüklerden korumak, kötülüğe engel olmak için destek aramak, lakabıyla şöhret bulmuş birini lakapla tanıtmak, zulüm ve ahlaksızlığı hayat tarzı haline getirenleri kınamak amacıyla aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz.

Gıybetten dolayı tövbe etmek farzdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Gıybet Felaketiyle Savaş

54 Kul hakkı konusunda, gayri müslimler ile Müslümanların durumu aynı mıdır?..

İslam hukuku hak ve hürriyetleri, sadece Müslümanlara münhasır kılmamıştır. Bilakis kendi vatandaşı olan gayri müslimlere de bu hakları tanımıştır.

Herkesin malumudur Allah Rasulüne peygamberlik gelmeden önce Peygamberimiz (asm)'in de içinde yer aldığı, adaletin icrası için kurulan “Bahadırlık teşkilatı” diye adlandırılan "Hılful fudul," zulme, haksızlığa uğrayanların yardımına koşmak için kurulan bir teşkilattı. Bu teşkilat mensupları haksızlığa uğrayanların yardımına koşmaya yemin etmişlerdi. Mekke’de ister yerli, ister yabancı olsun bir şahıs haksızlığa mı uğruyor, onun yardımına koşulacaktı.

Bu teşkilata mensup olan Hz. Muhammed (asm)’a daha sonraki tarihlerde "Hılful Fudul" teşkilatından bahsettiklerinde “Eğer bir kimse tarafından bugün bile öyle bir cemiyetin kuruluşu için davet edilsem, davete hemen icabet ederim.” dedi. (İbn-i Hişam)

Hz. Peygamber (asm)'in, "Hılful fudul" için verdiği yemine sadakat gösterdiğini ve bilfiil haksızlığa uğrayanların yardımına koştuğunu görüyoruz.

"Hılful fudul", Emeviler zamanına kadar tesir ve icraatını devam ettirmiş gibi görünüyor.

İnsana saygı her zaman gereklidir. Adaletten ayrılmadan... Zaten her insana Rabbimiz doğuştan bir takım haklar vermiştir. Yaşama hakkı, inanma hakkı, inandığı gibi düşünüp yaşama hakkı... Adaletli davranılma hakkı... Onun için İslam hukukunun uygulayıcısı, daha peygamberlik gelmeden önce insanı ve insanın haklarının korunmasını icra edecek teşkilatın teklifine hemen kabul cevabı vermiştir.

İslam hukukuna göre şahsi hürriyet hakkı gayri müslim için de, Müslim için de aynıdır. Hak ve vazifede lehte ve aleyhe olan her şeyde hukuki kaide olarak eşitlik vardır. Hz. Ali (ra)’nin dediği gibi

“Onlar cizyeyi (bir nevi şahsi vergi) malları ve kanları bizimkiler gibi olsun diye veriyorlar.”

Zımmilere velevki bir kötü söz, namuslarıyla ilgili bir gıybet veya herhangi bir rahatsızlık verecek davranışla tecavüz eden, yahut mütecavize yardım eden kimse Allah (c.c.) Rasülü ve İslam’ın verdiği teminata ihanet etmiş, zayi etmiş olur. (Prof. Dr. H. Karaman, İslam Hukuk, I/11)

Adli işlerin muntazaman yürütülmesi kuvvetli ve kudretli bir devletle mümkündür. Devletleri kuvvetli gösteren şey, baskılarını ve zulümlerini artırarak devam etmek değil, adaletin her kesimde eşit, dengeli bir şekilde icrasını sağlamak olduğunu bilen Allah Rasulünün adaleti icrası, adaletin nasıl uygulanması gerektiğine kıyamete kadar örnek teşkil etmektedir.

Bir gün Mahzumoğullarından, eşraftan Fatıma adında bir kadın hırsızlık yaptığını söyleyerek Rasulullah (asm)’a getirilir. Hırsızlığın cezası olan “elinin kesilmesi” ne hükmedilir. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş’ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahi böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infazının durdurulması için Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Peygamber (asm.)’ın çok sevdiği Usame b. Zeyd’i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler.

Üsame’nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (asm)’a çok ağır geldi. Hemen ashabını toplayıp bu konuda şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzadeleri bir hırsızlık, haksızlık, yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir suç işler, bir şey çalarlarsa onları cezalandırırlardı. Allah (c.c.)’a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı, suçu, Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini de keserdim.” (Müslim, Hudud 2)

İşte bu hadisenin ifade ettiği gerçek ve İslam’ın beşeri sistemlerden üstünlüğü. Hiçbir kimse hakim zümreden dahi, belirli bir sınıftan dahi olsa dokunulmazlığı söz konusu değildir. Hukuk önünde hiçbir kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur. Adalet, peygamber kızının dahi cezalanmasını gerektiriyorsa cezalanır.

Yine Safvan bin Ümeyye’nin elbisesini çalan hırsızın cezası da aynen uygulanmıştır. Buna benzer uygulamalara çok rastlanır. Adalet herkes içindir. Adaletsizliklere seyirci kalmak bir günde seyreden ve adaletsizliklere alkış tutanlara, nerde bu adalet, nerde bu devlet dedirtir.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) Halifelik görevini alınca halkına şöyle seslenir:

“Ey Nas!.. Size Emir oldum. Fakat sizden hayırlı, üstün değilim. Eğer size hizmet edersem, bana yardımcı olunuz. Eğer size hizmet edersem, bana yardımcı olunuz. Etmezsem beni doğru yola getirmeye mecbur ediniz. Zayıfınız benim indimde kuvvetli olanınızdır. Kuvvetlinizde benim indimde zayıfınızdır. Allah (c.c.) ve Peygamber (asm) yolunda oldukça bana yardım edin." (Tarihü'l-Hülefa, s.69)

Hz. Ömer (ra) döneminde bir Yahudi ile Hz. Ali (ra)’nin aynı mahkemede yargılanıp Hz. Ali’nin aleyhine, yahudinin lehine karar verilmesi, İslam hukukunu ne kadar adaletli ve insanlara ne kadar eşit davrandığının bir numunesidir. Malumdur ki Osmanlı padişahları İslam’ın bu geleneğindendir. Zımmilerle aynı mahkemede yargılanmış padişaha ceza verilmiştir.

Çünkü kul acziyetinin gereği, bilmeyerek de olsa hata yapabilir. Bu durumda kim olursa olsun hakkını aramak mecburiyetini doğar.

Hz. Ömer (ra), Ebu Musa el Eş’ariye gönderdiği mektupta şöyle der:

“İnsanlar arasında davranış, muamele ve hükümlerde eşit davran, ta ki güçlü ve itibarlı kimseler, iltifatını istismar etmesin, zayıf kimselerde adaletten ümidi kesmesin.” (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, İslam Hukuk, I/112)

Rumeli Hrıstiyan nüfusun çokluğunu gören ve bundan ürken Yavuz Sultan Selim’in bunları Cebren Müslüman etme düşüncesine karşı Şeyhül İslam Zenbilli Ali Efendi’nin “Madem ki onlar raiyyetliği (vatandaşlığı) kabul etmişler. Dinimizin gereği onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımızı koruduğumuz gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara zorlamak dinimizin emirlerine muhaliftir." diyerek hem gayrı müslimlerin dahi şahsi hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de şer’i sınırlar içinde kalmak şartıyla, din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı ifade etmektedir. (Porf. Dr. Ahmet Akgündüz, İ.İ. Hakları Beyannamesi, s. 24)

Tarihde bize şunu göstermiştir ki; İslam dininde zenginin fakire, beyaz ırkın siyah ırka, amirin memura, işverenin işçiye, idarecinin halkına karşı adalet önünde, hukuk önünde üstünlüğü yoktur. Adaletli davranılmasını istemek doğuştan bize verilen bir haktır.

Adalet herkese bir gün gelir ihtiyaç olur da...

55 Trafik kazasında birinin ölümüne sebep olsak ne yapmalıyız?

İçerisinde yaşanılan ülkenin trafik düzenini sağlamak üzere koyduğu kural ve şartlara uygun olarak davranmak, orada yaşayan herkesin görevidir.

Dolayısıyla trafik kurallarına uymak, yasal olduğu kadar dini bir görevdir de. Bunların ihlali sorumluluğu gerektirir.

İslam hukukunda trafik kazası sonucunda ölüme sebebiyet vermek hata ile öldürme statüsünde değerlendirilir.

İslami hükümlere göre, hata sonucu bir mümini öldüren kişinin, ölenin yakınlarının talep etmesi halinde, hata oranında diyet (tazminat) ödemesi ve kefaret olarak iki ay aralıksız oruç tutması gerekir.

Diyetin tamamı ise, yaklaşık 4,8 kilo altın veya bedelidir.

Kasden öldürmelerde ise, İslam hukukçularının çoğunluğuna göre bu yükümlülükler söz konusu değildir. İslam hukukunda kasden öldürmelerde (nefsi müdafa hariç), maktul yakınları, kısas isteme, affetme ve diyet mukabili sulh olma hak ve yetkilerine sahiptirler.

Günümüz şartlarında, sadece öldürülenin yakınlarının sulhu kabul etmeleri halinde diyet ödemek söz konusu olur.

Ancak azınlık hukukçuların görüşüne istinaden, hata ile öldürme hakkında sözünü ettiğimiz yükümlülüklerin yerine getirilmesini tavsiye ederiz.

Ayrıca katil, Allah'a tövbe ile birlikte karşı tarafı memnun etme ve helallik isteme gayretleri içerisinde olmalıdır.

Ölümle sonuçlanmayan cinayet (mala ve cana yönelik hukuka aykırı fiiller) ve yaralamalarda, genel olarak ödenecek mali bedel, erş ve hükumet-i adl şeklinde özel isim verilen bir tür diyettir.

Yaralama ve sakatlamalarda hareket noktası olarak tam diyet miktarı esas alınmıştır. Yaralamanın derecesi, suçun işleniş tarzı, müessir fiilin yol açtığı kayıp, organın hayati fonksiyonu, tek-çift oluşu gibi hususlar göz önünde bulundurularak, tam diyete göre miktarlar belirlenmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Trafik kurallarına uymamak günah mıdır? Trafik kazasındaki ölüme, tazminat gerekir mi?

56 Çocuğuma kötü davranan bakıcının maaşını ödemem gerekir mi?

Ücretle iş yapan bir kimsenin ücrete hak kazanması için, işini şartına uygun olarak yapması gerekir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Sorunuzdan bakıcının işini şartlarına uygun yapmadığı gibi zarar verdiği anlaşılmaktadır. Dolayısı ile ücretinden kesinti yapabilir veya ücretini hiç vermeyebilirsiniz.

57 Kur farkından doğan ücret farkını ödememiz gerekir mi?

Siz zamanında ödeme yapmadığınız ve bir hafta önce ödemeyi yaparken de işçilerle anlaşarak ve onların rızasını alarak yapmadığınız için, kur artışından kaynaklanan eksiği ödemeniz ve bunu Ocak ayından itibaren yansıtmanız gerekir.

58 Örf ve adet olarak kul hakkı olmayan şey, hak olmaktan çıkar mı?

- Mü'min olsun veya olmasın, herhangi bir insana doğrudan veya dolaylı olarak eziyet etmek bir kul hakkı ihlalidir. Bu eziyet, maddi bir eziyet olabileceği gibi manevi bir eziyet de olabilir. Gözlemlenebilecek bir eziyet olabileceği gibi, hak sahibinin haberdar olmayacağı ama onu Yaratan'ın bilip kaydedeceği bir eziyet de olabilir.

İnsanların hak sahibi olmaları, hakkın gerçek sahibinin rıza ve iradesine bağlıdır. O neyin, ne miktarda kime ait olacağına hükmetmiş ise o kimsenin, o şey üzerindeki hakkı odur, o kadardır. Bu hakta hakkaniyet vardır, bu hakkın sahibini bulması adalettir, ideal dengenin ve düzenin gerçekleşmesidir. Hakkın miktarı ve sahibi genel olarak Şâri (hakiki sahip Allah) tarafından peygamberleri vasıtasıyla halka bildirilmiştir. Beşerî hukuklarda ise hakkı belirleyen ölçü kanunlar ile örf ve âdettir.

- İslam’da bir şeyin suç olup olmaması, örfe göre değil, ayet ve hadislerde belirtilen durumuna göre belirlenir. Bu sebepledir ki, İslam hukukunda  “Hiç bir örf  ayet ve hadisin açık hükmüne aykırı olamaz.” prensibi esas alınmıştır.

- Farz edelim ki, bir memleketin örfüne ve hukukuna göre gıybet bir hak ihlali kabul edilmezse, beşeri kanunlara göre bu eylem bir suç teşkil etmez, kul hakkına girilmiş olmaz. Ancak, bu eylem Allah katında suçtur, kul hakkı ihlalidir ve sorgulanacaktır. Mesela:

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurat, 49/11)

mealindeki ayette insanları tahkir etmek, alaya almak bir hak ihlali kabul edilmiştir. Şayet bir ülkenin örfünde, hafifçe alaya almak bir suç kabul edilmezse bile, Allah katında bu bir suç kabul edildiği için, ahirette sorgulanacaktır.

- Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

"Faizin en kötüsü, haksız yere Müslümanın ırzını (şeref ve haysiyetini) rencide etmektir." (Ebû Davud, Edeb 40)

Burada bir kimseye yapılan manevi haksızlık, maddi haksızlıkla karşılaştırılmış ve insanların haysiyet ve şerefine el uzatmak, mal-mülküne el uzatmaktan daha büyük bir sorumluluk olduğuna işaret edilmiştir.

Bundan anlaşılıyor ki, şayet bir memlekette faiz almak-vermek veya bazı insanları tahkir etmek / hor-hakir görmek örf haline gelmiş olsa bile, bu örf bu eylemi suç olmaktan çıkarmaz.

- Keza, Ülkemizin bazı yörelerinde kan davası veya “Töre cinayetleri” bir örf olarak kabul edilmiştir. Bunların örf olması, elbette bu fiilleri cinayet ve hak ihlali konumundan çıkarmaz.

59 Zalime beddua etmenin sakıncası var mı?

Mazlumun zalime beddua etme hakkı vardır. Fakat bu bedduanın ölçüsüz olmaması gerekir. Örneğin, bir tokat vurana “Allah onu felç etsin, öldürsün” şeklinde beddua etmek ölçüyü kaçırmaktır. Çünkü bir tokatın karşılığı olan ceza bu olamaz.

“Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez.” (Şura, 42/40)

mealindeki ayette şu noktalara vurgu yapılmıştır:

a) “Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür.” Bu karşılık fiili olabildiği gibi, beddua ile de olabilir.

“Mazlumun bedduasından çekinin, çünkü onunla Allah arasında bir perde yoktur.” (bk. Buhari, Zekat 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezalim 9, Megazi 60, Tevhid 1; Müslim, İman 31) 

manasındaki hadis-i şerifte bedduanın da yapılan zulme bir karşılık olabileceğine işaret edilmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, bir insan bir kimse tarafından yediği bir tokada karşılık olarak o da ona bir tokat vurursa veya ona denk bir beddua ederse hakkını bu dünyada almış olur. Eğer bu karşılık yapılan zulümden daha fazla ise, bu fazlalık kadar, zalim mazlum olur, mazlum da zalim konumuna girer..

b) Ayette vurgulanan ikinci nokta Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir.” mealindeki ifadedir. Burada mazlum olanların zalimleri affetmeleri ve onlarla barışmaları teşvik edilmiştir. Ne fiili, ne de sözlü olarak bir karşılık vermeyenlerin Allah katında mükâfatları vardır.

Bunun mefhum-u muhalifi yani zıt anlamı şudur: Kim fiilen veya beddua gibi kavlen (sözlü) karşılık verirse, ahiretteki ücretini kaybeder. Çünkü hakkını almıştır.

c) Ayetin dikkat çektiği üçüncü nokta: “Doğrusu O, zulmedenleri sevmez.” beyanıdır.

Ayetin meal olarak bu ifadesi, genel olarak Allah’ın zalimleri sevmediği anlaşılmakla beraber, bu ayet bağlamında diğer bir manayı da görmek mümkündür. Şöyle ki;

Fiilen veya beddua ile hakkını alan mazlumun da haddini aşmasının zulüm olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Örneğin, bir tokat vurana iki tokat vurmak. Veya “Allah seni parça parça etsin.” şeklinde bedduada bulunmak. Yahut “Allah belanı versin.” diyene, “Allah senin, babanın, yedi sülalenin belasını versin.” diyerek karşılık vermek bir zulümdür. (krş. Beğavi, Razi, Beydavi, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Özetle bu ayetin;
- birinci cümlesinde adalet;
- ikinci cümlesinde fazilet emredilmiş;
- üçüncü cümlesinde ise her türlü zulüm yasaklanmıştır.
(bk. İbn Kesir, ilgili yer) 

Hülasa:

“Kim (uğradığı zulme) sabreder ve (zalimi) bağışlarsa, işte bu davranış, uğrunda azmedilmeye değer işlerdendir.” (Şura, 42/43)

60 İsrail'e yardım eden firmaların ürünlerini kullanırsak Filistin'deki ölen kardeşlerimizin kul haklarını alır mıyız?

İsraile yardım ettiği kesin olarak biliniyorsa mesul olunur; ancak günümüzde ekonomi globalleştiği için bu ayrımı bizim yapmamız mümkün görünmemektedir.

Şayet böyle bir boykot yapılacaksa, devletin kontrol ve organizesi ile yapılmalıdır.

61 Alacaklı, borçlusunun yanından hoşnut olarak dönerse, hayvanlar onun için istiğfar eder mi?

Bu hadis rivayetiyle ilgili bilgiye (İnternette gösterilen Beyhaki dahil) rastlayamadık.

Aslında soruda da hadisin sıhhatinden ziyade, hadisin manası soruşturulmaktadır. Bu açıdan şunları söyleyebiliriz:

1) Bu hadis rivayeti olmasa da bu manaya gelen sahih hadisler vardır. Örneğin Kütübü Sitte’de bu manaya gelen rivayetler vardır:

“Bir âlim için göktekiler ve yerdekiler hatta denizdeki balıklar bile o âlimin bağışlanması için Allah’a yalvarırlar.” (Tirmizi, İlim,19; İbn Mace, Mukaddime, 17)

- Bu gibi rivayetler gösteriyor ki, bütün kâinat Allah’ın emir ve yasaklarına karşı dikkatlidirler. Allah’ın marifetini, emir ve yasaklarını öğrenen ve onları ders veren gerçek alimlere karşı da bütün kâinattaki özellikle canlı fertleri/melekler, ruhaniler, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar haberdar ediliyor ve onlar o alimlere dua ediyorlar.

2) “Musa dedi ki: ‘Rabbimiz her şeyi yerli yerince yaratan sonra da ona yol gösterendir.’” (Tâhâ, 20/50) mealindeki ayette, Allah’ın her şeyi yarattığı gibi, ona hidayet/doğru olan yolu da gösterdiğine vurgu yapılmıştır.

Allah’ın emir ve yasakları bu hidayet yollarının başında gelir. Demek ki bununla ilgili yapılan işlerden de -bilmediğimiz bir şekilde de olsa- haberdar ediliyorlar.

3) “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah'ı takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki O'na hamd ile tenzih etmesin. Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini fark edemiyorsunuz. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, halimdir, gafurdur/çok müsamahalıdır, affedicidir.” (İsra, 17/44) mealindeki ayette her şeyin Allah’ı tesbih ettiği bildirilmiştir.

Allah’ı tesbih eden her şey Allah’ı tanıtan ve onun dinine hizmet eden hakiki din alimlerine dua da eder. Ayette geçtiği üzere, bizim bunu kavrayamamamız olumsuz bir etkiye sahip değildir.

62 Hayvanları, şeytanı ve cinleri gıybet etsek bunlardan dolayı haklarına girer miyiz?

- Kaynaklarda bu konuyla ilgili bir bilgiye rastlayamadık.

- Bununla beraber İslam’ın genel prensipleri çerçevesinde bir değerlendirme gerekirse, şunu söylemek mümkündür:

- Şeytanın gıybeti olmaz. Çünkü, İslam’da “fasık-ı mütecahir” olan (açıktan günah işlemekten utanmayan) kimsenin gıybeti, “gıybet” sayılmaz. Şeytan bu hükme daha layıktır.

- Hayvanların da gıybeti olmaz. Çünkü, “gıybet”, gıybet edilen kimsenin gıyabında -duyması halinde onu üzen- bir sözün kullanılmasıdır. Hayvanın böyle bir üzüntüsü söz konusu değildir.

Ancak, bir hayvanın aleyhinde konuşmak, onu kötülemek anlamına gelir. Allah’ın birer sanat tablosu olan hayvanları kötülemek bu sanat cihetine de dokunduğu için, bu açıdan hayvanların aleyhinde lüzumsuz, faydasız bir şekilde konuşmak doğru olmayabilir.

Ayrıca, hayvanların aleyhinde konuşmak, onlara karşı olması gereken şefkat ve acıma hissini de kaybettirdiği için bir sorumluluk getirebilir.

- Cinler, imtihana tabi tutulan şuurlu varlık olmaları bakımından insan gibidir. Genel olarak -isim vermeden, dinleyenler tanımyacak şekilde- insanların aleyhinde konuşmak da gıybete girmez. Keza, hakkında konuşulan kimse o mecliste tanınmıyorsa, bu da gıybet sayılmayabilir.

Ayrıca, gıybetin caiz olduğu bilinen 5-6 yer vardır.

İşte bu konularda cinleri de insanlar gibi düşünebiliriz...

İlave bilgi i.in tıklayınız: 

Gıybet nedir, hangi konularda gıybet haram olmaz?

63 Oturduğum apartmanın asansörünü hiçbir zaman kullanmadığım için giderlerini ödemezsem, kul hakkına girmiş olur muyum?

Apartmanda oturan kişi, apartmanın diğer sakinleriyle birlikte binanın bakım, tamir, elektrik, su ve diğer ortak giderlerine katılmakla yükümlüdür.

Bunların karşılanmaması halinde kul hakkı ihlali olur.

Bir apartmanın herhangi bir katında oturanlar, bu kat zemin ve bodrum kat bile olsa bazı ihtiyaçlar ve ziyaretler için asansörü kullanırlar.

Bir apartmanda oturanlar, mesela çatı altındaki kat, akıntı vb. den rahatsız olsa ve bu rahatsızlığı para harcanarak giderilse diğer katlar arızadan rahatsız olmadıkları halde gidere katılırlar.

Hasılı bir apartman yönetmeliği vardır, bu yönetmelik ya ittifakla veya çoğunluğun reyi ile kabul edilmiştir. O apartmanda oturanlar ya buna uyarlar veya başka yere taşınırlar. Hem otururum hem de kararlara uymam denirse sözleşmeye aykırı davranış olur, o apartmanda huzur olmaz, kavga gürültü olur, ihmale uğrayan hizmetlerden herkes zarar görür, durum mahkemeye bile intikal edebilir.