Zekat vermeyenlerin malı eksilir denilmektedir. Halbuki zekat vermeyen bir çok insan varki daha çok zenginleşmektedir. Bunun sebebi nedir?

Tarih: 23.07.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu dünya hizmet ve meşakkat yeridir, mükâfat ve rahat yeri değildir. İnsanın asıl vazifesi Rabbini tanımak ve emrettiği ölçüler içerisinde yaşamaktır. Bunun da yolu ibadetlerden geçmektedir.

İbadet iki kısımdır:
1. Müsbet ibadetler
2. Menfi ibadetler

İbadetin müsbet kısmı bildiğimiz, namaz oruç gibi ibadetlerdir; menfi kısmı ise hastalık, musibet ve doğal felaketler karşısında insanın aczini ve zayıflığını hissedip Rabbine sığınması ve sabretmesi neticesinde kazandığı büyük sevaplardır.

Diğer yandan belaların en şiddetlilerine Allah' ın en sevdiği kulları olan -başta Efendimiz (ASM) olmak üzere- peygamberler ve salih kullar maruz kalmıştır. Eğer zannedildiği gibi musibet mutlaka kötü bir şey olsaydı o zaman Allah en sevdiği kullarına bela ve musibetleri vermezdi. Çünkü hadis-i şerif de ifade edildiği gibi:

"En ziyade musibet ve zorluklara maruz kalanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir." (1)

Bela ve musibetlerin daha çok Müslümanların başına gelmesinin nedeni ise, bu dünyada yapmış oldukları hataların ve işlemiş oldukları cezaların karşılığını çekip, haşir meydanına bırakılmamasıdır. Çünkü büyük hatalar ve cinayetler büyük mahkemelere, küçük cezalar küçük merkezlerde verildiği gibi, günahı az olan iman ehlinin hataları bu dünyada çeşitli bela ve musibetlerle temizlenmekte, büyük mahkeme olan haşir meydanına bırakılmamaktadır. Ancak hataları büyük olan küfür ehlinin cezalarına, bu dünyanın bela ve musibetleri az geleceğinden büyük mahkemeye, ebedi ceza yurdu olan cehenneme ertelenmektedir.

Müminlerin işledikleri günahlara mukabil çoğu kez bu dünyada başlarına bela ve musibet verilmektedir. Ta ki cezası bu dünyada temizlensin ve ahirette ceza görmesin. Ancak kafirlerin ve zalimlerin işlediği günahlar ve zülümler büyük olmasından dolayı bu dünyadaki bela ve musibetler onların cezalarına mukabil gelmediği için cezaları tamamen ahirete bırakılmaktadır. Bu dünyada bile küçük suçların cezaları küçük mahkemelerde, büyük suçların cezası büyük mahkemelerde verilmektedir.

Elbette binlerce, milyonlarca insanın ahını alan bir insanın hesabı bu dünyada görülmez. Cehennem gibi bir ceza ancak onların suçlarına mukabil gelir.

Peygamber Efendimiz (asm):

"Zekât vererek mallarınızı kal`a içine alınız."

buyurmuştur ki, malını korumak istiyen kişinin en büyük mânevî sigortası zekâttır.

Hattâ hadis ve siyer kitaplarında beyân edildiğine göre bu hadîs-i şerîf, Efendimiz (asm) tarafından Ashâbına îrad edildiği sırada, oradan geçmekte olan bir Hristiyan Arab durup Peygamberimiz (asm)'e:

"Ben şimdi gidip zekâtımı hesaplayıp vereceğim, bakalım dediğin olacak mı?"

demiş. Zât-ı Risâlet-penâhi tebessüm buyurmuşlar. Adam, evine gidip dediğini yapmış. Bir müddet sonra, Şam`a hareket edecek olan bir ticaret kafilesine iştirâk etmek istemiş; ancak kendisince mühim başka ticaret işlerinin zuhur etmesi üzerine, kafileye katılan komşularından, kendinin bir deve yükü eşyasını da yanlarına almalarını ricâ etmiş. Komşusu muvafakat ederek Şam`a hareket edilmiş. Aradan bir hafta geçtikten sonra, şehirde eşkiyanın ticaret kafilesini soyduğu haberi yayılmış. Hâdiseden iki cihetle müteessir olan Hristiyan tâcir, Efendimiz (asm)'e müracaata karar verdiği günün ferdâsı, komşusundan kendisine bir haber gelmiş:

"Kafileyi eşkiya vurdu. Ancak son menzile gelirken senin devenin ayağı burkulmuştu, yürüyemiyordu, mecburen deveyi eşya ile birlikte menzilde bırakıp yola çıkmıştık. Başımıza bu felâket geldi. Senin eşyan ve deven kurtuldu."

Haberi alınca sevinçten doğruca huzur-ı Risâlet`e gidip:

"Yâ Muhammed, sen hak Peygamber`sin. Dediğin çıkmıştır. Ben İslâm`a giriyorum. Bana onu öğret..."

diyerek mu`cizat-ı nebeviyyeden birinin zuhuruna sebeb olmuştur. (Mahir İz, Din ve Cemiyet).

Üstad Bediüzzaman zekat vermemenin neticesini şöyle ifade etmektedir:

"Zekat, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekatı vermeyenin herhalde elinden zekat kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır."

"Hakikatlı bir rü'ya-yı hayaliyede, Birinci Harb-i Umumî'nin beşinci senesinde, bir acib rü'yada benden soruldu:"

"Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-ı bedeniye nedendir?"

Rü'yada demiştim:

"Cenâb-ı Hak, bir kısım maldan onda bir veya bir kısım maldan kırkta bir kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasedlerini men'etsin. Biz hırsımız için tama'kârlık edip vermedik. Cenâb-ı Hak müterakim zekatını, kırkta otuz, onda sekizini aldı. Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenâb-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu. Hem yirmi dört saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-ı Rabbaniyeyi bizden istedi. Biz tenbellik edip, o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi' ettik. Cenâb-ı Hak onun keffareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı" demiştim."

(1) el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 1:519, no: 1056; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:343; Buharî, Merdâ: 3; Tir¬mizî, Zühd: 57; İbni Mâce, Fiten: 23; Dârimî, Rikâk: 67; Müsned, 1:172, 174, 180, 185, 6:369.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun