Zekât konusunda en çok merak edilenler

1 Zekât kimlere farzdır?

Zekatın Ödeme Şekli:

Zekâta tâbi olan altın, gümüş, hububat, ehlî hayvanlar ve ticaret mallarının zekâtı, kendilerinden vermek suretiyle ödeneceği gibi, kıymetlerini vermek suretiyle de ödenebilir. Bu hususta zekât sahibi serbesttir. Binaenaleyh bir kimse altının zekâtını altın olarak ödeyebileceği gibi kumaş, zahire, gümüş olarak da ödeyebilir. Şu kadar var ki bu hususta fakirler için daha faydalı olan ciheti tercih etmek evlâdır.

Nisab miktarında olan bir malın zekâtı, daha sene dolmadan ta`cil edilerek fakirlere verilebilir. Çünkü vücubun sebebi olan nisab bulunmuştur. Müeccel olan, yani, ileride verilmesi gereken borcu ise ta`cil etmek câizdir. Fakirlerin lehine harekettir. Fakat mal nisab miktarında değil ise tacil câiz olmaz. Nisab miktarındaki bir malın, birkaç senelik zekâtı birden verilebilir. Sene sonunda bu miktar mevcut ise, zekâtları verilmiş olur. Eksilmişse, verilen fazla zekât nafile sadaka yerine geçer. Artmışsa aradaki farkın zekâtı verilir.

* Çoluk çocuk sahibi bir fakire zekât verildiği zaman verilen zekât miktarı, bu aile ferdlerine bölündüğü takdirde herbirine nisab miktarı düşmezse, verilen zekât nisab miktarı sayılmaz. Böyle ödemelerde kerahet yoktur.

* Zekât sayılmak şartı ile bir fakiri evde oturtmak zekât yerine geçmez. Çünkü bunda fakire temlik yoktur.

* Ticarî ortaklıklarda malın yekûnu itibar edilerek her ortak mükellef tutulmaz. Her ortağın hissesine düşen miktar nisaba ulaşıyorsa, herbirinin zekât vermesi gerekir. Hissesi nisab miktarına ulaşmıyan ortak, başka malı yoksa zekât vermez.

Bir Kimsenin Zekât Vermekle Mükellef Olmasının Şartları:

1. Zekât verecek kimse Müslüman, âkıl ve bâliğ olmalıdır. Gayri müslimlere, mecnunlara, bülûğa ermemiş çocuklara zekât farz değildir. İmam-ı Şâfiî'ye göre çocukların ve akıl hastalarının malları var ise, o mala zekât düşer. Verme işini de velileri yerine getirirler.

2. Zekât verecek kimse, havâyic-i asliye denilen zaruri ihtiyaçlarından ve bir de -eğer varsa- borcundan başka nisab miktarı veya daha fazla bir mala sâhip olmalıdır. Nisab miktarı kadar malı olmayana zekât düşmez. Nisab, zekâtın farz olması için şeriatın tâyin ettiği mal miktarıdır. Bu miktar; maldan mala değişir.

3. Zekât lâzım gelmek için, malın nemâ, yâni, büyüme ve artma kabiliyeti de olmalıdır. Altın ve gümüş para ve zinetler, ticarette kullanılan herhangi bir eşya veya hayvan zekâta tabi olduğu gibi; neslini çoğaltmak veya sütünü sağmak için kırlarda otlatılan hayvanlar da zekâta tâbidir. Çünkü bunlarda nemâ vardır.

4. Zekâtı verilecek mal, sâhibinin bizzat elinde olmalı, yani sahibi malına tam mâlik bulunmalıdır. Binaenaleyh kocasından mehrini almamış bir kadına, o mehirden dolayı zekât lâzım gelmez. Rehindeki bir maldan dolayı da zekât gerekmez. Zira o mal, bir borca karşılıktır. Mala tam mâlikiyet söz konusu değildir. Aynı şekilde borçlu kimse, borcuna karşılık olan bir malından dolayı zekât ile mükellef olmaz. Yolculukta olan bir kimse, malının zekâtıyla mükelleftir. Zira malı yanında değilse de, bir vekil veya nâible malında tasarruf edebilir.

5. Zekâtı verilecek malın üzerinden tam bir sene geçmiş olmalıdır. Buna havl-i havelan denir. Çünkü bu müddet içinde, malın nemâsı = artması ve kıymetlenmesi tahakkuk eder. Nisab miktarı, hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu miktarın sene içinde muvakaten eksilmesi zekâta mâni değildir. Zekât hesâbında esas olan kamerî senedir ki, bu da 354 gündür.

Zekât Ne Zaman Ödenir?

Kuvvetli ve en sahih olan görüşe göre, üzerine zekât düşen mal ve paraların zekâtı, o mal ve paranın üzerinden bir sene geçtikten sonra, fevren, yani, sene biter bitmez hemen verilmesi icabeder. Özürsüz olarak te'hir etmek câiz olmaz. Günahı muciptir. Diğer bir görüşe göre ise, zekâtın verilmesi fevrî değil, terahî üzerine farzdır. Yani sene nihayetinde hemen verilmesi lâzım değildir. Mükellef bunu hayatta bulundukça dilediği zaman edâ edebilir. Edâ etmeden ölürse, ancak o zaman günahkâr olur. Fakat bu görüş zayıftır.

Zekatın Verileceği Yerler:

Zekat verilecek kimseler, Müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, mükâtebler (sözleşmeli köleler), mücahidler ve amiller (zekat toplayıcıları) olmak üzere yedi kısımdır. Şöyle ki:

1) Fakir: İhtiyacından fazla olarak nisab mikdarı bir mala sahib olmayan kimsedir. Bu kimsenin temel ihtiyaçlardan olan evi, ev eşyası ve borcuna denk parası bulunsa da, yine fakir sayılır.

2) Miskin: Hiçbir şeye sahib olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.

3) Borçlu: Bundan maksad, borcundan fazla nisab mikdarı mala sahib olmayan veya kendisinin de başkasında malı varsa da, alması mümkün olmayan kimsedir. Böyle borçlu olan kimseye zekat vermek, borcu olmayan fakire vermekten daha faziletlidir.

4) Yolcu: Bundan maksad, malı memleketinde kalıp elinde bir şey bulunmayan garib kimsedir. Böyle bir adam yalnız ihtiyacı kadar zekat alabilir, ihtiyaçtan fazla alması helal olmaz. Bununla beraber bu gibi kimselerin mümkün olunca borç almaları, zekat almalarından daha iyidir.

Kendi memleketinde bulunduğu hâlde malını kaybeden ve böylece muhtaç durumda kalan kimse de yolcu hükmündedir. Bunlar, sonradan mallarını ele geçirmekle, almış oldukları zekat paralarından arta kalanı sadaka olarak fakirlere vermeleri gerekmez.

5) Mükâteb: Bir bedel karşılığında azad edilmek üzere efendisi ile bir anlaşma yapmış olan köle veya cariye demektir. Böyle borç altına girmiş olan bir köleyi bir an önce hürriyetine kavuşturmak için ona zekat verilebilir. Fakat bir kimse, kendi mükâtebine zekat veremez. Çünkü bunun yararı kendisine dönmüş olur.

6) Mücahid: Bundan maksad, Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde, yiyecekten, silahdan ve diğer şeylerden mahrum olan kimse demektir. Böyle bir kimseye, ihtiyaçlarını gidermesi için zekat verilebilir. Buna: "Fi sebilillah infak = Allah yolunda harcama" denir.

7) Amil: Bundan maksad, idareci tarafından meydandaki zekât mallarının zekatlarını toplamakla görevlendirilen kimsedir. Buna "Saî, tahsildar" da denir. Böyle bir görevliye, bu çalışması süresince, fakir olmasa bile, ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları için yeterince zekat verilebilir.

Yukarıda gösterilen yedi kısımdan her biri, zekâtın verileceği yerdir. Bir kimse zekatını bunlardan herhangi birine verebileceği gibi, bir kısmına veya tümüne de dağıtabilir. Bununla beraber nisab mikdarına ulaşmayan bir zekatın, bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bu ihtiyacı karşılamış bulunur.

Bir fakire bir elden nisab mikdarı zekat vermek caiz ise de, keraheti vardır. Ancak fakirin borcu varsa veya kalabalık nüfusu olur da bu zekatı onlarla bölüştüğü zaman nisab mikdarı kendilerine düşmezse, bunda kerahet yoktur.

Bir fakir, bir zenginden malının zekâtını isteyerek mahkemede dava edemez. Çünkü zekâtın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı zamanda bu bir ibadet olduğundan, sahibinin din anlayışına bırakılmıştır.

2 Zekâtta nisap miktarı ne kadardır?

Bu durum zekât verilen mala ve zamana göre değişir. İhtiyaç ve borçalrının dışında nisab miktarı malı olan kimse, bunu altın değeri üzerinden hesaplayıp verebilir. Bu da her 80 gr'da 2 gr altın verilmek suretiyle olur.

Bir kimsenin zekâtla yükümlü olması için hür, ergin, Müslüman olması; borçlarının ve aslî ihtiyaçlarının dışında yıllanmış nisap miktarı mala sahip bulunması gerekir. Zekâta tabi olan nakit para ve malların çeşidine göre nisap miktarları da farklıdır.

Kendilerine zekât gereken mallar beş sınıftır. Nakitler; altın, gümüş ve nakit paralar bu sınıfa girer. Madenler ve defineler; ticaret malları; tarım ürünleri ve meyveler; çoğunluğa göre evcil sâime hayvanlar; Mâlikîlere göre ayrıca yılın yarıdan fazlasında ağılda beslenen hayvanlar.

Bu malların kişiyi zekât yükümlüsü kılan nisapları şöyledir:

a. Nakitler: Altın, gümüş ve nakit paralar. Altının nisabı, yirmi miskal veya yirmi dinar altındır. Dinar, miskal'in sikkeli (madrûb) hâli olup, şer'î ölçüye göre yaklaşık 4 gram, örfî ölçüye göre ise 4,8 gram altındır. Gümüşün nisabı 200 dirhem gümüş olup; şer'î dirhem ölçüsüne göre 560 gram, örfi ölçüye göre ise 640 gram aşırlığındaki gümüştür. Altın veya gümüşün zekâta tabi olması için para, süs eşyası, kap-kacak şeklinde bulunmaları sonucu etkilemez. Kâğıt veya madeni paraların nisabı da altına göre hesaplanır. Çünkü muâmelelerde asıl olan altındır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde ve Mekke halkı arasında paranın esası altın idi. Diyet miktarında da altın ölçü alınır. Para mübâdelesi yapanlar, her beldede mahallî rayiç para için, altın fiyatlarına göre işlem yaparlar. Başka bir deyimle, değişik cins nakit paraların satın alma gücünü belirlerken daima altını dikkate alırlar (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 519-525; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, II, 36-38; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 148 vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 157 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 1-16; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletuh, II, 759).

Nakid nisaplarının dayandığı deliller: Hz. Ali'den Resulullah (s.a.s)'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Senin iki yüz dirhem gümüş paran olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, buna beş dirhem zekât gerekir. Yirmi dinara ulaşmadıkça, altına bir şey yoktur. Senin yirmi dinar altın paran olduğu ve üzerinden de bir yıl geçtiği zaman, buna yarım dinar zekât vardır." (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, IV,138).

Ebû Said el-Hudrî şu hadisi nakletmiştir:

"Bess vesak (1 ton) hurmadan daha azında zekât yoktur. Beş ukiyye (200 dirhem) gümüşten daha azında zekât yoktur. Beş deveden azında zekât yoktur." (eş-Şevkânî, a.g.e., IV, 126, 138).

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, nisabı tamamlamak için altın veya gümüşten birisi diğerine eklenir. Meselâ; bir kimsenin yüz dirhem gümüşü ve kıymetçe yüz dirhem gümüşe denk olan beş miskal altını olsa, buna zekât gerekir. Bunlar tek cins gibi kabul edilir. Şâfiîlere göre ise bunlardan birisi diğerine eklenemez. Bunlar deve ve sığır gibi ayrı cinslerdir. Ancak günümüzde çeşitli dövizlerin birbirine eklenip zekâta tabi tutulmasında, ilk görüş daha uygundur.

b. Madenlerin ve definelerin zekât nisabı: Maden sözcüğü "adn" kökünden ism-i mekân olup sözlükte; kalıcı olarak yerleşme yeri demektir. Bir terim olarak; toprak dışında toprakta yaratılan ve kıymetli olup topraktan çıkan her şeyi içine alır. Altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, kireç, alçı gibi. Ehl-i küfür tarafından toprağa yerleştirilen definelere "kenz" denir. Rikâz ise; maden ve kenzi kapsamına alan bir terimdir (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 537-543; İbnül-Esîr, en-Nihâye, III, 82; İbn Kudame, el-Muğnî, III, 23). Müslümanlara ait özellikler taşıyan define, "Lukâta" hükümlerine tabi olur.

Hanefîlere göre, ateşte eriyebilen madenlerle defineler beşte bir zekâta tabidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Maden ve definelerde (rikâz) beşte bir zekât vardır." (Buhârî, Musâkât, 3, Zekât, 66; Ebû Dâvud, Lukata, İmâre, 40, Diyât, 27; Müslim, Hudûd, 45, 46; Tirmizî, Ahkâm, 38; Mâlik, Muvatta', Zekât, 9) 

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri ise rikâzı yalnız define anlamında kabul ederek, madenlerin altın ve gümüş gibi kırkta bir zekâta tabi olduğunu söylerler (İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 250; el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, II, 778 vd.).

Hanefilere göre maden ve definelerde nisap söz konusu olmaksızın, topraktan çıkan miktarın tamamına beşte bir zekât, ganîmet hükümlerine göre dağıtılır. Onlar, nisap aranmaması konusunda, rikâz (maden ve define) la ilgili hadislerin genel anlamına dayanırlar.

İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel ise, madenlerde de nisabı gerekli görür, nisap miktarına ulaşmayan kısmını zekâttan muaf sayarlar. Burada nisap, çıkan madenin kıymetinin para nisabı tutarı kadar olmasıdır. Dayandıkları delil; altın ve gümüş nisabıyla ilgili hadislerin genel anlamlarıdır (eş-Şevkânî, a.g.e., IV, 126, 138; Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Kahire t.s., I, 316; el-Kardâvî, Fıkhu'z-Zekât, terc. İbrahim Sarmış, İstanbul 1984, I, 453). Mâlikîler dışında üç mezhebe göre, madenler özel mülkiyete konu olabilir. Mâlikîlere göre ise, sulh yoluyla İslâm devletine bağlanan ehl-i küfre ait madenler dışındaki tüm madenlerin mülkiyeti devlete ait olup, geliri zekâtın sarf yerlerine harcanır (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 778, 779).

c. Ticaret mallarının nisabı: Arz ve çoğulu urûz; altın, gümüş, madenî ve kâğıt para dışındaki her çeşit ticaret eşyasını kapsamına alır. Emtia, gayri menkuller, hayvan çeşitleri, tarım ürünleri, elbise, kumaş ve benzerlerinden, alıp satmak üzere, ticaret amacıyla elde bulunan mallar, urûz kabilindendir. Bu malların zekâta girmesi için yıllanma yanında, kıymetlerinin altın veya gümüş nisabı seviyesine ulaşması gerekir. Kıymet konusunda malın bulunduğu beldedeki rayiç fiyatlar esas alınır (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 375-378). Günümüzde, eldeki ticaret malı 20 miskal (96 gram) altın karşılığına kıymetçe ulaşmış olur ve diğer şartlarda bulunursa, kişi nisap miktarı mala sahip sayılır ve kırkta bir zekât vermesi gerekir. Gümüş, altına göre büyük bir satın alma gücü kaybına uğradığı için, ticaret mallarının nisabını belirlemede ölçü olma niteliğini kaybetmiştir. Ticaret mallarının zekâtı malın kendi cinsinden verilebileceği gibi, kıymet olarak bedeli de verilebilir (el-Kâsânî, a.g.e., II, 21; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 31).

d. Tarım ürünlerinin ve meyvelerin nisabı: Tarım ürünleri ve meyveler, yağmur suyu ile veya masraf yaparak sulama durumuna göre onda bir veya yirmide bir zekâta tâbidir. Bu zekâta "öşür" adı verilir. Ebû Hanîfe'ye göre tarım ürünlerinde nisap cereyan etmez. Topraktan insan emeği ile yetişip çıkan buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, patlıcan, şeker kamışı gibi öşür arazisi ürünlerine, az olsun çok olsun, öşür adıyla zekât gerekir. Delil, konu ile ilgili ayet ve hadislerin genel anlamıdır.

"Tarım ürünlerinden hasat zamanı (yoksulun) hakkını verin." (En'âm, 6/141);

"Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın helâl ve temiz olanlarından Allah için harcayın." (Bakara, 2/267).

Hadiste şöyle buyurulur:

"Toprağın çıkardığı şeylerde öşür vardır." (ez-Zeylaî, a.g.e., II, 384).

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, tarım ürünlerinin nisabı 1 tondur. 1 ton'a (5 vesak) ulaşmayan hububattan ve insanların ellerinde bozulmadan bir yıl kadar kalmayacak sebzelere öşür gerekmez. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbeliler de 5 vesak'ı tarım ürünleri için nisap miktarı olarak almışlardır. Ancak vesak miktarının hesaplanmasında mezhepler arasında görüş ayrılıkları olmuştur (el-Kâsânî, a.g.e., II, 57-63; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 156 vd.; İbn Kudâme, a.g.e., II, 690-695; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, II, 2 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., II, 802 vd.). Bu nisabın delili Hz. Peygamber'in;

"Beş vesak (bir ton) tan daha az kuru hurmada zekât yoktur." (eş-Şevkânî, a.g.e., IV,126, 138, 141) hadisidir.

e. Hayvanların zekât nisabı: Deve, sığır ve koyun, zekâta tâbidir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'in aksine, Ebû Hanife atlarda da zekâtı gerekli görür. Ticaret için elde bulunmadıkça, atlara zekât gerekmemesi prensibi fetvâya esas olmuştur.

Devenin zekât nisabı beştir. Hadiste şöyle buyurulur:

"Beş deveden azda zekât yoktur." (eş-Şevkânî, a.g.e., 126,138).

Beş deve olunca bir koyun, on devede iki, on beş devede ise üç koyun zekât verilir (el-Kâsânî, a.g.e., II, 31 vd.; İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 494 vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 145 vd.).

Sığırın nisabı, Muaz b. Cebel (ö. 18/639) den rivâyet edilen şu hadiste belirlenir:

"Hz. Muaz şöyle der: Nebî (s.a.s) beni Yemen'e gönderdi ve her otuz sığırdan iki yaşında dişi veya erkek bir sığır; kırk sığırdan üç yaşında dişi bir sığır ve her yüklü sığırdan da bir dinar para veya buna denk elbiseyi zekât almamı emretti." (Tirmizî, Humus, 1966, II, 388; İbn Mâce, Sünen, I, 577). Bu duruma göre, otuz sığırdan daha azı zekâttan muaftır.

Koyun ve keçinin nisabı, kırktır. Daha azında zekât yoktur. Hz. Ebû Bekir'in mektubundan Enes (r.a)'in yaptığı şu rivâyet, delildir:

"Otlakta yayılan koyun ve keçilerde kırktan yüz yirmi ye kadar bir koyun-keçi zekât gerekir. Yüz yirmiden iki yüze kadar iki tane; iki yüz'en üç yüze kadar üç koyun-keçi zekât düşmektedir." (Tirmizî, Sünen, II, 387; İbn Mâce, Sünen, I, 574, 577).

Ticaret için elde bulunan atlara zekât gerektiği konusunda görüş ayrılığı yoktur. Ticaret için olmayan atlara gelince... Ebû Hanîfe'ye göre, bunlarda da zekât gerekir. Sahibi serbesttir; dilerse, her bir at için bir dinar verir; dilerse ata değer biçerek, her iki yüz dirheme, ticaret mallarında olduğu gibi, beş dirhem verir. Hadiste şöyle buyurulur:

"Her sâime (yılın yarıdan çoğunda otlakta beslenen) at için bir dinâr veya on dirhem zekât vardır." (ez-Zeylaî, Nasbü'r-Râye, II, 357 vd.; İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 502).

Hububât ve meyveler dışında nisabı tamamlamak için bir cins başka bir cinse eklenemez. Hayvanlar deve, sığır ve koyun olmak üzere üç cinstir. Bunlardan bir cins, diğerine eklenemez. Meyveler de başkasına eklenemez. Kuru hurma, kuru üzüme, fıstık veya fındığa ilâve edilemez Ancak ticaret malları nakit paralara, nakit paralar da ticaret eşyasına eklenerek nisap bulunur (İbn Kudâme, a.g.e., II, 730).

(Şâmil İA)

3 Zekat nasıl hesaplanır? Maaşın kırkta biri mi zekat olarak verilir?

Aylık gelirlerinizin üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekata tabi olur. Yoksa aylık gelirinizin kırkta biri olarak zekat hesaplanmaz. Biriktirmiş olduğunuz paranın üzerinden bir yıl geçmişse, borçlarınız bu paradan çıkarılır, kalan paradan zekat verilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kira gelirinin ne kadarı zekat verilmeli?

740 ytl maaş alan bir memurun zekat verip kurban kesmesi gerekir mi?

4 Zekât kimlere verilir; zekât verilecek yerler nerelerdir?

Tevbe Suresinin, 60. ayet-i kerimesinde zekâtın kimlere verileceği mealen şöyle bildirilir:

“Zekâtlar Allah’tan bir farz olmak üzere fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalbleri İslâm'a ısındırılacaklara verilir. Kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalmışların uğrunda harcanır...”

Aldıkları zekat ve fitreleri bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe Suresi'nin 60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek, kurum ve yardımlaşma fonlarına zekat ve fitre verilmesinde dinen bir sakınca yoktur.

Bu kuruluşlar zekâtı gerekli olan yerlere ulaştırıyorsa zekât verilebilir. Zekât gelirlerini ilgili yerlerden alıp ilgili yerlere ulaştırmak için çalışanların ücretleri bu gelirlerden ödenebilir.

Zekât verilecek kişilerden birisi de "Allah yolunda olanlar" mânâsında "Fî sebîlillah"dır. Mevcut fıkıh kitaplarımızda bu ifade açıklanırken, silâhla cihada iştirak etmiş olan gaziler ve yolda kalmış hacılar olarak sınırlandırılır. Oysa meşhur tefsirlerde ve mutemet fıkıh kitaplarımızda bu mesele daha geniş ve etraflı bir şekilde ele alınır.

Bunlardan birkaç misal vermek gerekirse şunlar söylenebilir: İmam Kâsânî, Bedâiü's-Sanâî isimli eserinde şöyle der:

"Allah yolunda olanlardan maksat, Allah'a yaklaştıran her şeydir. Eğer ihtiyaç hâsıl olursa, bu mânâya Allah'a itaat yolunda çalışan herkes ve bütün hayır yolları girer." (Bedâyiü's-Sanâî, II/451)

Fahrüddin er-Râzî, et-Tefsîrü'l-Kebir'inde, şu ifadelerle meseleyi umumileştirir:

"Fî sebîlillah tabiri, sadece gazilere mahsus değildir. Zekât bütün hayır yollarına verilir. Ölülerin techiz ve kefenlenmesine, kalelerin yapılması ve cami inşası bunlara girer..." [Farru'r-Râzî. et-Tefsîrü'l-Kebîr. (Beyrut: İhyâü't-Türâsi'l-Arabî) XVI/113]

Elmalılı Hamdi Yazır da aynı görüşü aktararak bunu her türlü hayır yerine kullanmanın doğru olmayacağını söyler. Esasen Allah yolunda olanlardan maksadın mücahitler, hacılar ve ilim yolunda olanlardır diyerek şöyle devam eder:

"Ancak mücahidlerin cihatta muhtaç oldukları her türlü levazım ve mühimmat, yani 'Onlara karşı kuvvet hazırlayın.' (Enfal, 8/60) âyetinin kapsamı içinde olup da yalnızca kendi imkânları ile tedarik edilmesi mümkün 'cihad ihtiyaçlarının hepsi bu fî sebîlillâh harcama yerine girer. (...)"

"Sadaka sahibi, sadakasını fî sebîlillah olmak üzere muhtaç olan mücahidlere temlik veya komutana teslim etmekle vacibi eda etmiş olur. Kumandan da onu velayet yoluyla alıp, mücahidlerin cihattaki ihtiyacına yerli yerinde ve en uygun şekilde harcamakla velayet görevini ifa etmiş ve emaneti yerine ulaştırmış olur. Ve ihtiyacın özelliğine göre, mücahidlerin doğrudan doğruya şahısları söz konusu olmayıp teker teker temlik gerekli olmayabilir. Mesela, yiyecek ve giyecek şahsa tahsis edilebilir de ağır silahlar birliğin emrine tahsis edilir. Daha doğrusu kumandanın emrine verilir." (Hak Dini Kur'ân Dili, IV/2578-2581)

Bu açıklama zekâtın cami, köprü gibi binaların yapımına verilemeyeceğini ifade etmekle beraber, zekât almaya hak kazananların ihtiyaçlarına harcanmak üzere verilebileceğini ifade etmektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın verdiği örneğe göre, zekat, doğrudan hayır kurumlarına verilir, o kurumun yöneticileri de kurumun uygun olan ihtiyaçlarına harcayabilir.

Zekât musluğunun daha çok nerelere akıtılması gerektiği hususunu Bediüzzaman Hazretleri veciz bir şekilde anlatır. Üstad Bediüzzaman, kendisine tevcih edilen bir sual vesilesiyle zayıflamaya yüz tutan, İslâmî hissiyatın canlanması ve Müslümanların güç kazanması için zekâtı mühim bir çeşme olarak gösterir. Üstad'ın bu husustaki görüşlerini sadeleştirerek şöyle özetlemek mümkündür:

"Büyük bir çeşme var. Şimdiye kadar yanlış yerde kullanılarak verimsiz topraklara akıtılıp bazı dilenci ve acezenin gelişip yeşermesine sebep oldu. Bu çeşmeye güzel bir kanal yapınız. İslâmî hizmetlerinizle şu havuza dökünüz. Sonra da kemâlat bostanınıza su veriniz. Bu hiç tükenmez ve bitmez bir kaynaktır."

"Devam eden ifadelerde de İslâmın yayılması ve milletin ilerlemesi ve diğer gelişmiş milletlerin seviyesine ulaşılabilmesi için zekâtın millet menfaatine harcanmasını istemektedir: 'Eğer ezkiya (zeki insanlar) zekâvetlerinin (zekâlarının) zekâtını ve ağniya (zenginler) velev zekâtın zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir.'(Said Nursî, Münazarat, Sözler Yayınevi, 1977, s.52)

Osmanlı Devletinin son devrinde işlemez ve kendisinden arzu edilen hizmeti veremeyecek şekilde bozulmaya yüz tutan medreselerin maddi ihtiyaçlarının temininde zekâtı en büyük bir kaynak olarak gören Bediüzzaman Said Nursî, bu müesseselerin gelişmesi için zenginlerin zekâtlarının zekâtını buralara aktarmalarının kâfi geleceğini belirtmektedir. (bk. age. s, 74)

Evet, zekât gibi İslâmın en güçlü mâlî yardım müessesesini dinî hizmetlerin mesafe almasına harcamak bu zamanda âdeta vaz geçilmez bir vecibe haline gelmiştir. Zekâtı bazı fakir ve yoksullara münhasır kılarak o geniş daireyi daraltmak, güç şartlarla dinî hizmette bulunan kişi ve kuruluşların hareket imkânını kısıtlamaz mı? İslâmın kurduğu ve ihyasına çalıştığı bir müesseseyi yine onun gelişmesi için harcamak kadar tabiî ne olabilir? Bunun için, Müslüman gençliğin eğitim hizmetlerine yardımcı olan, çeşitli faaliyetleriyle İslâmın sesini geniş kitlelere duyurmaya, İslâmî meselelerin müdafaa ve korunmasına gayret gösteren kuruluş ve vakıfları zekâtla güçlendirmeye çalışmak en güzelidir ve en isabetlisidir.

Not: Aşağıdaki makaleyi de okumanızı tavsiye ederiz:

Zekât Verilecek Yerlerden Biri: FÎ SEBÎLİLLAH

İslâm’ın üzerine bina edildiği beş temel esastan biri olan zekât, İslâm’ın köprüsüdür. Kur’ân ve hadislerde zekât konusunda ciddî teşvikler yer aldığı gibi zekâtın kimlere verileceği ayetle bildirilmiş ve Efendimiz (s.a.s.)’in uygulamaları ile de gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim'de,

“Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalbleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (Tevbe, 9/60)

buyurulur. “Allah yoluna” şeklinde manası verilen kısmın aslı “fî sebîllah”tır. Biz de yazımızda bu kavramı tahlil edip, bununla kimlerin kastedildiğini incelemeye çalışacağız.

“Fî sebîlillâh”, “Allah yolunda” manasına gelmektedir. En meşhur anlamları “Allah yolunda cihad, hac, ilim taleb etmek ve Allah’ın emrettiği her türlü hayır, hidayet yolu, Allah’a yaklaştırıcı her şey ve taat (salih amel) anlamlarına gelmektedir.1 Bu kavramın içerdiği anlamlar hakkında hukukçular, tefsirciler ve hadisciler olmak üzere birçok müctehid ve âlim değişik yorumlarda bulunmuşlardır.

Bazı âlimler bu kavramın ifade ettiği anlam çerçevesini dar, bazıları da geniş tutmuştur. Tevbe sûresi 60. ayette zekâtın verileceği yerler zikredilirken yedinci sınıf olarak “fî sebîlillâh” kavramını “Allah yolunda (harcamaya), Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, Allah yoluna, Allah uğruna girişilebilecek her türlü çaba için de zekât verilir.” şeklinde anlamışlardır.2 İslâm âlimleri bu kavramı etimolojik yapısı, âyet ve hadislerde ifade edildiği anlamlardaki sebeb-i nüzûl ve sebeb-i vürûd açılarından da ele alarak pek çok görüş ortaya koymuşlardır. Allah yolunda davet, belli dönemlerde daha ziyade gaza ile olduğundan ayet bu şekilde yorumlanmıştır.

Temelde çok geniş anlam yelpazesine sahip olan bu kavrama Allah yolunda cihad eden gaziler şeklinde mana verilmesi, âyetin ifade tarzından ziyade İslâm’ın yayılış dönemindeki sosyopolitik şartlar ve uluslararası ilişkilerle ilgili olmasındandır. Zira o dönemde cihadın en yaygın ve etkili şekli akınlar ve sıcak savaşlar olduğundan İslâm âlimleri din ve vatan yolunda savaşanlara zekât fonundan tahsisat ayrılmasını elzem görmüşler3 ve bu yorum adeta bütün ilim otoritelerince benimsenmiştir. Bundan dolayı da, “fî sebîlillâh” kavramı “cihad” kavramıyla özdeş olarak görülmüştür. Sonuçta zamanın telakkisi “fî sebîlillâh” kavramını çoğunlukla cihadın maddi boyutuyla yorumlamıştır. Aslında bu kavram dil kuralları, tefsir, hadis ve fıkıhçılar açısından ele alındığında sadece fiili çarpışma anlamlarına gelen özel bir tanımlama olmadığı, bunun yanında Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacak pek çok faaliyeti de kapsadığı anlaşılmaktadır.4

1. “Fî sebîlillah” Kavramı Hakkında Müfessirlerin Yorumları

Kur’ân’ın altmıştan fazla ayetinde “fî sebîlillah” kavramı yer almış ve müfessirler bu kavramı çeşitli anlamlarda tefsir etmişlerdir. Bizim tesbitlerimize göre bu kavram daha çok Allah yolunda yapılan gazveler ve bunlara katılan gaziler hakkında yorumlanmıştır. Aslında bu anlamının yanında bir çok manalarıda ifade etmektedir. Bununla ilgili bazı ayetleri örnek olarak vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.

(Sadakalarınızı) şu fakirlere (verin ki), Allah yolunda kapanıp kalmışlardır, yeryüzünde gezip dolaşamazlar…” (Bakara, 2/273)

Bu âyette ifade edilen “fî sebîlillah” kavramı müfessirlerce İslâm dini, Allah’a ulaştıran yol anlamında tefsir edilmiştir...

“İnkâr edip, (insanları) Allah’ın yolundan çevirenlerin amellerini Allah boşa çıkarmıştır.” (Muhammed, 47/1)

Bu âyetteki “fi sebilillah” kavramı Hz. Muhammed’in getirdiği tarık-i müstakim anlamında yorumlanmıştır.

“Ey Davud, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) halife yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet; keyfine uyma, sonra seni Allah’ın yolundan saptırır…” (Sad, 38/26)

Bu ayetteki “fî sebîlillah” kavramı cennet yolu anlamında tefsir edilmiştir.

“Onlar ki (insanları) Allah’ın yolundan menederler…” Kurtubî ayette geçen “fî sebîlillah” ifadesini iman ve taat kelimeleriyle tefsir etmiştir.

Verilen örnek âyetleri çoğaltmak mümkündür. Muasır İslâm âlimleri “fî sebîlilah” ifadesini bir birlerinden çok farklı olamasa da bazı anlam farklarıyla yorumlamışlardır. Onlardan bazılarının bu konudaki yaklaşımlarını şöyle özetleyebiliriz:

Merâgî; Allah’ın rızasına ulaştıracak ve sevap kazandıracak her türlü yolun bu ifade içinde olduğu, ayrıca müslümanların genelini kapsayan menfaatler, din ve devletin ayakta kalması ve varlığını devam ettirmesine vesile olabilecek işlerin hep bu kavrama dahil olduğunu ifade etmiştir.

Seyyid Kutub, “fî sebîlillâh” kavramı hakkında; “Bu geniş bir kapıdır, toplumun faydasına olan her şeyi kapsar, Allah kelimesini göz önünde bulundur.” demekle yetinerek, ayetin mana derinliğini vurgulamıştır.

Hamdi Yazır’ın bu konudaki yaklaşımı ise kısaca şöyledir: “Fî sebîlillâh” genel bir anlamdır ve sadakaların hepsini içine alır. Fakirlere ve miskinlere verilen yardımlar da bu kavram içine girer. Hatta müellefe-i kulûba verilenler de bu anlam içerisindedir. Fakat “fî sebîlillâh” şeklinde zikredilmesinin özel bir manası vardır. Bu anlam, ilk önce cihad sonra hac sonrada Allah için ilim tahsili anlamlarınadır. Örfü şer’î de cihad meşhur olmuştur. Ehl-i suffe gibi din ilimlerine kendilerini vakfedenler de “fî sebîlillâh” anlamı içerisindedir. Netice itibariyle bu tabirin sadece bir zarf veya vasıf olarak kullanılması ile burada olduğu gibi bir lakab olarak kullanılması arasında önemli fark vardır. Birincisi genel, ikincisi özel bir manadır. Birinci anlam ile her türlü ibadet ve hayır, sadaka “fî sebîlillâh”tır, Allah’ın rızası yolundadır. İkinci anlama göre ise her sadaka “fî sebîlillâh” değildir. Allah yolunda sadaka bir masrif-i mahsusaya verilen sadakadır ki özellikle i’lâ-yı kelimetullah yolundakilere verilen sadakadır.5

2. Hadislerde “Fî Sebîlillah” Kavramı

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in sünnetinde bazı hadislerde “fî sebîlillah” kavramı yer almıştır. Yalın bir anlam ile Allah yolu diyebileceğimiz bu ifadeye, hadis şarihlerince müfessirlerden daha geniş bir anlam içeriği kazandırılmıştır.

Tirmizî’de geçen bir hadiste:

“Bir kimse ilim elde etmek için yola çıkarsa, dönünceye kadar Allah yolundadır.”

denmektedir. Bu ifadeye göre Allah için samimi niyetlerle ilim elde etme ve insanlara faydalı olma düşüncesiyle yapılan ilim tahsili “fî sebîlillâh” ifadesinin kapsamı içerisindedir.

Yezid İbn Meryem’in rivayet ettiği hadiste şöyle bir ifade yer almıştır. “Ben Cuma namazı için yürümekte iken Abaye b. Rif’a’ arkamdan yetişti ve ’Gözün aydın!’ dedi. “Senin bu adımların Allah yolundadır, Ebû Abs’den işittim ki, Resûlullâh,

“Allah yolunda her kimin ayakları tozlanırsa, o ayaklar cehennem ateşine haramdır!”6

buyurmuştur. Hadisin şârihi Mübârekfûrî, “fî sebîlillâh”ı Allah’ın rızasının talep edileceği yol şeklinde açıklamıştır.7

Tirmizî’de aynı babda geçen başka hadiste de Allah Resûlü’nden şu rivayet nakledilmektedir.

“İki göz vardır ki cehennem ateşi onlara dokunmaz; biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri ise Allah yolunda nöbet bekleyen gözdür.”

Hadisteki Allah yolunu şârih; mücahitlerin ibadetteki mertebeleri, hac, ilim talebi, cihad veya ibadet anlamlarıyla açıklamıştır. Tirmizî’de bir başka hadisin şerhinde ise “fî sebîlillah” kavramı, yol kesenlerle mücadele etmek, iyiliklerin emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması anlamlarına da kullanıldığı ifade edilmektedir.8

Başka bir hadiste de "Allah yolunda saçın ağartılmasının kıyamet günü o kimse için nur olacağı" ifade edilmektedir. Zikrettiğimiz bu hadise anlam itibariyle yakın diğer bir hadiste “Kim İslâm’ı yaşama ve yaşatma yolunda saçını ağartırsa ağaran o saçlar kıyamet günü nur olacaktır.” şeklinde geçmektedir.

Hadisteki “İslâm” kelimesi “Allah yolu” ifadesiyle zikredilmiştir. Bir başka hadiste de “Allah yolunda cihad eden kimsenin misali gündüz oruç tutan ve gece namaz kılan kimsenin misali gibidir.” denmektedir.9 Bu ifadede Allah yolunda cihad etmenin, oruç tutma ve namaz kılmaya benzetilmesi oldukça anlamlıdır.

Ahmed İbn Hanbel ve İmam İshâk’ın rivâyetlerine göre “Hac da Allah yolu sınıfına dahildir” çünkü Hz. Peygamber insanları sadaka develeriyle hacca götürmüştür, sahabeden İbn Ömer Hazretleri bu ifadeden anlaşılanın hacılar ve umreciler olduğunu söylemiştir. İmam Muhammed de, İbn Abbas (r.a.)’a dayanarak Allah yolunda sınıfının hac yolunda fakir düşen hacılar olduğu görüşündedir.10

Bu rivayetlerden sonra hac ve umreye gidenlerin “fî sebîlillah” kavramı içerisinde değerlendirilmesi elbette mümkündür. Fakat “fî sebîlillah” kavramına zekât ilişkisi açısından baktığımızda Hz. Peygamber’in o dönem şartları itibariyle bu insanlara sadaka fonundan deve tahsis etmesi ancak İslâm’ın yayılış dönemleri ve o günün insanlarını hac umreye gitmeye teşvik açısından değerlendirmek mümküm olabilir. Zira normal şartlarda hac görevini yerine getirecek insanların zenginlik, sıhhat, güvenlik gibi bir takım şartları haiz olması gerekmektedir. Aksi takdirde bu şartlara haiz olmayanlara haccın farz olduğunu söyleyemeyiz.

3. İslâm Hukukçularının “fî sebîlillah” Kavramı Hakkındaki Görüşleri

Hanefî mezhebi müçtehitlerinden Muhammed Şeybâni bu kavramı, taat ifadesi ile açıklamıştır. Ona göre bu mana Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Her kim Allah yolunda saçını ağartırsa, kıyamet günü o ağaran saçlar nur olur.” hadisi ve Atâ İbn Ebî Rabah’ın kendisine “Bir kimse malının üçte birini 'fî sebîlillâh' diyerek vasıyyette bulunsa ne anlama gelir?" diye sorulduğunda O da: “Taatın hepsi Allah yoludur, hangisine harcasa caizdir.” ifadelerinde anlamını bulmaktadır.

Cessâs, Şeybânî’ye dayanarak “fî sebîlillâh” ifadesinin hac ibadeti yapmak niyetiyle yolda kalmış kimseler anlamına geldiğini, zira Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Hac ve Umre her ikisi de Allah yolundandır.” dediğini nakletmektedir, demektedir.

Hanefî fakihlerinden Kâsânî ise “Allah yolunda” sınıfı için, “Bu ifade Allah’a yaklaştıran her şeydir. Eğer ihtiyaç hasıl olursa bu manaya Allah’a itaat yolunda çalışan herkes ile bütün hayır yolları girer.” demiştir.

“Fî sebîlillâh” ifadesi hakkında İbnü’l-Esîr “Farzları, nafileleri ve her nevi hayırları yerine getirerek Allah’a yaklaşma, O’nun rızasına erme maksadı güden her ihlaslı amel Allah yolundadır. Ancak bu ifade kayıtsız, şartsız söylenince çok kere cihad anlaşılır. Bu anlamda çok kullanıldığı için cihada ait özel bir ifade halini almıştır.” demektedir.

Fıkıh, tefsir ve lügat âlimi Firûzâbâdî’nin ifadesine göre “sebîlullâh”, cihad, hac, ilim taleb etmek ve Allah’ın emrettiği her türlü hayır anlamlarına gelmektedir. Bu kavramla ilgili olarak başka kaynaklarda da, davet edilen hidâyet yolu, Allah’a yaklaştırıcı hey şey ve taat (salih amel) sayılan şeylerin hepsi “Allah yolunda” anlamını taşımaktadır.”11

Bu konuda ulemamızdan Zebîdî, İhyâ şerhi İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttakîn adlı eserinde “fî sebîlillâh” kavramını: “Allah’ın bu sınıf ile mücahitleri ve cihad için infak etmeyi kasdetmesi mümkündür. Çünkü “fî sebîlillâh”a örfte bu anlam verilmiştir. Yine bu kavramla Allah’a yaklaştıran bütün hayır yollarının murad edilmesi de mümkündür ama, bu sınıf “sebîl” sözünün gerektirdiği anlam yönüyledir. Allah’ın yolu ise diğer ilâhi isimler dışında bu ismin hakikatinin delalet ettiği manadır. Bundan dolayı bu kavram, Allah yolunda sınıfının diğer mahluklar sınıfını dikkate almadan iyi ahlâk cinsinden olan ve her insan için belki de hayvanlar için, hatta susuzluktan kuruduğunu gördüğünüz her ağaç için toplum menfaatının gerektirdiği işleri de kapsar. Buna göre insanın elinde zekât malı bulunur da onunla o ağacı susuzluktan kurtarırsa bu harcama da Allah yolunda bir harcama olur. Eğer bu sınıftan mücahitler kastedilirse, örfte mücahitlerin kimler oldukları bilinmektedir. Mücahitlerin kendileri de “Allah yolunda” olduklarından, nefisleri ile mücahede etmek için onlara zekât malından yardım yapılabilir. Bir hadiste

“Sizler küçük cihattan büyük cihada döndünüz.”12

Bu cihaddan kastedilen, nefis ile mücahede etmek ve onu Allah’ın rızasında alıkoyacak arzulardan uzak tutmaktır,13 şeklinde açıklamaktadır.

İbn Teymiyye’de fî sebîlillah ifadesinin umûmî bir lafız olduğunu ve her hayrı içine aldığını, sadece özel bir sınıfa tahsis edilemeyeceğini ifade etmektedir.14

Şerbâsî ise “fî sebîlillah”ın; “amelî, itikadî olarak Allah’ın rızasına ulaştıracak yol anlamı olduğu ve bu lafzın umûmî bir lafız olarak sadece belli bir anlama hasretmenin caiz olmayacağı, bunun kapsamına mescitlerin tamirinden tutun da kale ve köprü inşası, ölenlerin kefenlenmesi gibi bütün hayır çeşitlerininin gireceğini” ifade etmektedirler.15

Görüldüğü üzere İslâm âlimleri bu kavram hakkında çok özel anlamlar ifade ettikleri gibi, lafzın etimolojik yapısından da istifade ederek çok genel anlamlar çıkarmışlardır. Kanaatimizce bu açıklamalar İslâm’ın genel maksatları içerisinde olmak kaydıyla bir çok özel ve tüzel yerleri kapsamına alabilmektedir. Bundan hareketle de fukaha, zekât sorumluluğunun yerine getirilebilmesi açısından kişilere çok geniş alternatif imkanlar sunmuşlardır.

4. “Fî sebîlillah” Kavramının Özel Anlamları ve Zekât İlişkisi

İslâmî kaynaklara bakıldığında “fî sebîlillâh” kavramı hakkında pek çok anlam bulmak mümkündür. Araştırmamızda bu anlamlardan birkaç tanesini ele alıp İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşlerini ve aynı zamanda zekâtın sarf yerlerinden olan bu kavramın, anlam içeriği itibariyle zekâtla ilişkisi üzerinde duracağız.

a) “İlim Tahsil Edenler” Anlamı

Zekâtın sarf yerlerinden biri olarak ifade edilen “fî sebîlillah” kavramına bazı fıkıhçılar ilim tahsil edenler, bu uğurda emek harcayanlar anlamını vermişlerdir. İlme hizmet eden insanlara Allah yolunda çaba harcayanlar ve dinin ihyâsı için çalışanlar gözüyle bakılarak, her dönemde bu sınıf zekât kapsamına alınmıştır. Bu konudaki ifadeler, daha çok Hanefî kaynaklarının bazılarında İmam Muhammed’e nisbet edilen bir rivayetle ifade edilmektedir. Hanefî fakihlerinden bir kısmı ilim talep etmeyi “fî sebîlillâh” kavramı içerisinde telakki ederek, âlime ve ilim tahsil edene zekât verilebileceğini, gerekçe olarak da bunların çalışmalarını ilme hasredip kazanç imkanlarından mahrum kalmalarından dolayı olduğunu ifade etmişlerdir.

Şafiî kaynaklarda ilim ile uğraşan talebenin kendi geçimini kazanması halinde ilim tahsilinden geri kalabileceği, dolayısıyla da kendisine zekât verilmesinin helal olacağı ifade edilmektedir.16

Bu konuyu teyit etme adına aynı müellif Allah Resulü (s.a.s.)’in Hz. Ömer’e “atıyye” (ihsan) olarak verdiği meblağı delil olarak ileri sürmektedir. Bu hadisi Hz. Ömer bizzat şöyle nakletmektedir: “Hz. Peygamber bana bağışta bulunur; ben de O’na: “Benden daha fakirine ver”, derdim. Bir defasında bana bir miktar mal verdi. Ben de kendisine yine, “Onu benden daha ihtiyaçlı kimselere ver.” dedim. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:

“Beklemediğin ve istemediğin halde bu maldan sana geleni al; gelmeyenin de peşine düşme.” buyurdu.17

Yukarıda ismi geçen müellifin ilim tahsil edenlere zekât verileceğine dair delil olarak naklettiği bu hadis Buhârî, Müslim ve Nesâî de geçmektedir. Hadisi incelediğimizde Hz. Ömer’e verilen paranın devlet tarafından zekât anlamında toplanan sadaka cinsinden bir mal olmadığı, aksine devlet başkanının, insanların fakir veya zengin olmalarına bakmaksızın verdiği ihsandır. Ayrıca bu konuda Hz. Ömer’e verilen paranın ihtiyaç gerekçesiyle değil de zekât toplama görevlisi olarak yaptığı iş karşılığında Kur’ân’ın referansı paralelinde verildiği yine kaynaklarda ifade edilmektedir.18

b) Kamu Yararı Kurumları ve Diğer Yerler

İnsanoğlunun her dönemde ihtiyaçları artmakta ve değişmektedir. Kamu yararına ait olan işlere toplumda daima hayır ve hasenat gözüyle bakılmış ve bunlar kişilerin genel menfaatlerini ilgilendirdikleri için sürekli teşvik edilmiştir. İslâm toplumunda "sadaka-i câriye" yani devamlı olarak insana sevap kazandıracak olan iyilikler Allah yolunda yapılmış hayırlar olarak değerlendirilmiştir. İslâm toplumunun geçmiş ve günümüzdeki ihtiyaçları göz önüne alınıp karşılaştırılınca aradaki farkın günümüz itibariyle oldukça büyük ve çeşitli olduğu bir gerçektir. Fukahanın bazıları, içerisinde bulundukları zaman ve şartlar altında kamu yararına hizmet veren müesseselerin ihtiyaçlarının giderilmesinde zekât fonundan yararlanılabileceği görüşünü benimsemişlerdir.

Çünkü İslâm toplumu içerisinde zekâttan istifade edecek kişi ve gruplar o toplumun bir realitesidir. Hem kişilerin mali ibadetlerini yerine getirmedeki sorumlulukları hem de toplumdaki istikrarın korunması ve devamlılığı açısından yapılan yardımların karşılığı yine o topluma dönmektedir.

Hanefi mezhebinin en önemli imamlarından Ebu Yusuf, “fî sebîlillâh” kavramının içinde zekât verilecek yerlerden bahsederken, yolların yapımı ve tamir edilmesinin de dahil olduğunu söyleyerek, bu yerlere zekât fonundan harcama yapılabileceği görüşündedir.19

Hanefî fakihlerinden Kâsânî ise “Allah yolunda” sınıfı için daha önce de zikredildiği gibi, bu ifadenin Allah’a yaklaştıran her şey olduğunu ve hatta ihtiyaç hasıl olursa bu manaya Allah’a itaat yolunda çalışan herkes ile bütün hayır yollarının gireceğini ifade etmiştir. Kâsânî’nin bu görüşü daha önce zikrettiğimiz gibi Hanefi hukukçularından İmam Muhammed’in görüşüne de muvafık düşmektedir.20

Gerçi bu tabirin Kur’ân’da kullanıldığı değişik ifadelere göre kapsamını geniş tutmak mümkün, faydalı, hatta lüzumlu olabilir. Fakat bunu yaparken çok dikkatli olmak lazım. Zira bu kavramın kapsamının çok geniş tutulup her şeye teşmil edilmesi bir çok suistimal kapısının açılmasına sebebiyet verebileceği gibi zekâtın verildiği diğer fonları da içine alacağından onların ayrıca zikredilmesini anlamsız kılabilir. Binaenaleyh, Allah yolunda yapılan eğitim ve öğretim faaliyetleri bu kavram çerçevesinde değerlendirilebilir.

5. Sonuç

Zekâtın en önemli maksatlarından biri, öncelikli olarak toplumdaki fakir ve yoksul insanların maddeten desteklenip zaman içerisinde onlara insanlık onuruna yakışır bir hayat standardı kazandırmaktır. Kur’ân bu konuda zekâtın sarfedileceği yerleri zikrederken ilk olarak fakirler sınıfını ele almıştır. Bununla birlikte sadece fakirlere tahsis edilemeyecek olan bu mükellefiyet için farklı alternatif gruplar da yine zekâtın sarf yerleri arasında zikredilmiştir. Bu kavram, taşıdığı anlamlar itibariyle bir çok manayı içerisine almaktadır.

İslâm âlimleri “fî sebîlillah” kavramını cihad eden gaziler olarak yorumlamışlardır. Günümüzde Allah yolunda yapılan hizmetlerin çerçevesi çok genişlemiştir ve bu işin yapıldığı en önemli alan da İslâm’ı anlatan, İslâmî değerlerle donatılmış bir nesil yetiştirmek için yapılan eğitim faaliyetleri olsa gerektir. Ayrıca cihad, Allah ile kulları arasındaki engelleri bertaraf edip, insanlarla Allah’ı buluşturma ameliyesidir.

Kur’ân’ın zekât verilecek sekiz sınıfı bildirmesi, zekâtın sadece fakir ve yoksullara tahsis edilemeyeceğini, bunun dışında da mükellefler için değişik alternatifler olduğunu ifade etmesi kanaatimce önemlidir. Zira zekât farziyyetinin yerine getirilmesinde kişilerin bulundukları çevre ve şartlar itibariyle her zaman fakir insanlara ulaşma imkanları olmayabilir. Bu durum, sorumluluk duygusuyla hareket eden insanlar için problem haline getirilmemelidir. İşte bu noktada, zekâtın verileceği sınıflar mükellefler için bu görevin yerine getirilmesinde değişik alternatifler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle “fî sebîlillah” kavramına girebilecek her anlam zekâtın verilebileceği yer olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Objektif bir bakışla zekât mükellefiyetini yerine getirebilecekler için “fî sebîlillah” ifadesinin dışındaki alternatif yerlere zekât vermenin imkânı kalmadığı farzedilse bile, bu kavram, mükelleflerin sorumluluklarını yerine getirebilmesi adına diğer yedi kategoriyi de kapsayabileceği gibi, kendi anlam içerisine girebilecek diğer anlamları da kapsamı içerisine alabilecektir. Muasır ilim ehli, bu kavramın genelde tek bir anlama hasredilemeyip her türlü hayır işlerini kapsayacağını ifade ederek, özelde de Kur’ân ilimleri ve toplumun faydasına olan diğer ilimlerle iştigal eden kişilerin maişetleri, dul kadınlar ve yetimler lehine yapılan hayır işleri, öğrencilere, okullara, hastanelere yapılan harcamalar, İslâm’ın esaslarına davet etmek için merkezlerin kurulması, her dilde yayın yapabilecek bilimsel yayın kuruluşları tesis etmek gibi pek çok hayır hizmetlerinin de dahil olduğunu ve bu gibi yerlere de zekât fonundan harcamanın yapılabileceğini ifade etmektedirler.21

Özellikle asrımızda inanan insanlara düşen sorumluluk açısından “fî sebîlillah” kavramı kişilere bir çok alternatifler sunabilmektedir. Allah Resulü’nün (s.a.s.) Asr-ı saadette bu konudaki ufuk açıcı uygulamaları 21. yüzyıl ve hatta daha sonraki dönemlerde mesuliyet sahibi insanlar için ayrı bir önem arzetmektedir. Kanaatimizce zekât ve diğer maddi fonlarla yapılan eğitim faaliyetleri sayesinde insanlık yeniden İslâm’ın hayat veren soluklarını tanıma imkanı bulacak ve gönüller Allah’la buluşabilecektir. Bu yolda yapılacak infaklar da “fî sebîlillah” çerçevesinde olacaktır.

Dipnotlar:

1. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fi Garîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, Beyrut, ts., II, 338, 339; el-Kâmûsü’l-Fıkhiyye, Dımaşk 1982, s. 209
2. Yazır, IV, 2572; Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakim ve Meâli Kerim, İstanbul, 1984.
3. İbn Rüşd Bidâyetü’l-Müctehid fî Nihâyeti’l-Muktesıd, Beyrut 1986, I, 277; Kurtubî, VIII, 186.
4. Zemahşerî, I, 398; Kurtubî, IX, 19; Nesefî, Ebu’l-Berekât, Tefsîru’n-Nesefî, İstanbul 1984, I, 243; Mübârekfûrî, V, 269, 298; Fîrûzâbâdî, III, 403; el-Mu’cemü’l-Vasît, I, 415.
5. Bakara, 273; Şirbînî, I, 140; Yazır, II, 897; Bakara, 217; Nesefî, I, 108; Ebu’s -Suûd, Tefsîru Ebî’s-Suûd Ebu’s-Suûd, I, 217; Muhammed, 1; Kurtubî, XVI, 223; Sad, 26; Hûd, 19; Kurtubî, XV, 177; Kurtubî, IX, 19; Merâgî, X, 145; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, X, 245;Yazır, IV, 2579.
6. Tirmizî, İlim, 2, Fadâilü’l-Cihad, 7.
7. Mübârekfûrî, V, 259 .
8. Tirmizî, Fadâilü’l-Cihad, 12; Mübârekfûrî, V, 269, 298.
9. Buhârî, Cihad ve’s-Siyer, 2; Mübârekfûrî, V, 263
10. Mergînânî I, 112.
11. Tirmizî, Fadâilü’l-Cihad , 9, 10; Aclûnî, II, 255; Şeybânî, es-Siyeru’l-Kebîr, II, 301; Cessâs, III, 187; Dârimî, Kitâbü’l-Vasâyâ, 45; Serahsî, II, 203; Ayrıca bakınız, Buhârî, Zekât, 49; Kâsânî , II, 45; İbnü’l-Esîr, II, 338, 339; Fîrûzâbâdî, III, 403; Sa’dî Ebû Ceyb, s.166.
12. Aclûnî, I, 424.
13. Zebîdî, Murtezâ Muhammed, İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttakîn, IV, 151.
14. İbn Teymiyye, Fethu’l-Beyân, IV, 151.
15. Şerbâsî Ahmed, Yes’elûneke fi’d-Dîni ve’l-Hayât, III, 68, I, 150.
16. Dâmâd, I, 214; İbn Âbidîn, II, 364; Tahtâvî, s. 472; Nevevî, el-Mecmû, IV, 190.
17. Buhârî, Zekât, 5.
18. Aynî, IX, 56; Nevevî, III, 63; Kastalânî, III; İbn Hacer, IV, 80.
19. Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, Kahire 1396, s. 81.
20. Kâsânî,, II, 45
21. Şerbâsî, I, 149, 150; Seyyid Sâbık, I, 334; Muhammed Mahluf, Feteva-ı Şeriyye, Kahire, 1971, 296; Hâzin, II, 240; Râzî, XVI, 113; Muhammed Mahluf, Feteva-ı Şeriyye, Kahire, 1971, 296; Hâzin, II, 240; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (çev. Salih Tuğ), II, 978; Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, II, 635-669.

5 Gayrimenkullerin zekatı var mı? Kiraya verilen ev, daire, arsa, fabrika, motorlu nakil vâsıtaları ve gayrımenkullerin zekatları nasıl verilir?

Zekâta tâbi malların temel özelliği "artıcı, gelir sağlayıcı" oluşudur. Sanayi inkılâbından, sosyal ve teknik gelişmelerden sonra dünyanın tanıdığı fabrikalar, motorlu nakil vâsıtaları, büyük gelir sağlayan gayrımenkuller gibi mallar ortaya çıkmıştır. Bu malların özelliği, mülkiyeti el değiştirmeden ya kiraya verilmek veya üretimde kullanılmak suretiyle büyük gelirler sağlamalarıdır.

Mükelleflerin şahsî ve meslekî ihtiyaçları için edindikleri ev, dükkân, âlet ve eşyayı zekâttan muaf tutma prensibini bu mallara da uygulamak uygun görülmemektedir; çünkü bu malların otobüs, uçak, gemi, kiraya verilen ev, düğün salonu, fabrika, dükkân gibi bazıları, dünden farklı olarak günümüzde yaygın ve mühim gelir kaynakları arasına girmiştir. Üretimde kullanılan makina ve fabrikalar -dünün basit âletlerinden farklı olarak- sahiplerinin bizzat el emeğine ihtiyaç bulunmaksızın işçiler vâsıtasıyla üretim yapan gelir kaynaklarıdır.

Hanbelî İbn Akîl, Malîki İbn Arabî gibi fakihler, satılık olmayıp, kiraya verilen zînet eşyası gibi malların asıl ve gelirlerinin % 2,5 nisbetinde zekâta tâbî olduğunu ileri sürmüşlerdir. (İbn Arabî, Şerhu't-Tirmîzî, III/104; İbn Kayyim, Bedâi'ul-fevâid, el-Müniriyye tab., III/143)

Bu malların alım satımı yoluyla el değiştirerek gelir sağlamayıp, kiralama veya işletme yoluyla kazanç getirmeleri, ticarî eşya kabul edilmelerine engeldir. Gelirleri de, hareketli sermaye gelirlerine kıyas edilemez. Bu sebeple muâsır İslâm bilginlerinden M. Ebû Zehra, Hallâf, Abdurrahman Hasan, Kardâvi gibi zevâtın bunları arı ve arâzi gibi değerlendirmeleri  daha doğrudur. Buna göre mezkür malların asılları değil, kira ve üretim gelirleri, zirâî mahsuller gibi, sâfîden/net gelirden 1/10 veya gayr-i sâfîden/bürüt gelirden 1/20 nisbetinde zekâta tâbi olacaktır. Nakil vâsıtaları, makina ve fabrikalar gibi aşınma ve eskimeye mâruz mallarda yıllık amortisman bedeli matrahtan düşülecek, açıklanan nakit nisabına erişen kira ve üretim gelirlerinin sâfisi belli ise 1/10'u, değil ise 1/20'si zekât olarak ödenecektir. (Halkatü'd-dirasât el-ictimâiyye, ed-Devra's-Sâlisa, Dimaşk 1952, s. 241-242; Kardâvî, Fıkhu'z-zekat, s. 479-486)

Buna göre, kiraya verilen yerin, makinanın, evin, fabirkanın safi geliri (yıllık olarak nisabı buluyorsa) bunun onda biri (bürüt üzerinden olursa yirmide biri) zekât olarak verilir.

Zekâtı kırkta bir olan malların zekâtı ile -gelir getiren ve zekâtı, safi gelirinin onda bir (bürüt gelirin ise yirmide biri) olan ev, otobüs, makine, otel vb. nin zekâtı ayrı ayrı hesaplanır.

6 Nisab miktarı ne kadardır? Hanefi ve Şafii mezhebine göre kadının zinet olarak kullandığı altınlara zekat düşer mi?

Şafii mezhebine göre kadınların aşırıya kaçmayacak miktarda takıları zekata tabi değildir. Kadının 200 miskali (818 gr.) aşmayan miktardaki takıları, aşırı miktarda sayılmadığı için zekattan muaftır.

Hanefi mezhebine göre kadının altın takıları 20 miskalden (80, 18 gr.) fazla olursa zekata tabi olur.

Kişi her bir nisab miktarından az olan altını ile gümüşünü, nisabı tamamlamak için birbirine eklemek mecburiyetinde değildir. Mesela bir kişinin 10 miskal (40, 9 gr.) altını ile 100 dirhem (280,5 gr) gümüşü varsa bu ikisinin toplamı nisaba ulaşsa bile bu kişi zekat vermekle yükümlü olmaz.

Şafii mezhebi dışındaki diğer mezheplere göre her biri nisab miktarından az olan ama ikisinin toplamı nisaba ulaşacak miktarda altın ve gümüşe sahip bulunan bir kişi, bu altınları ile gümüşünün toplamından kırkta birini zekat olarak verir.

(Mehmet Keskin, Büyük Şafii İlmihali)

7 Toruna zekât ve fitre verilir mi?

Zekât kimlere verilirse sadaka-i fıtır da onlara verilir.

Bir kimse usul ve furuu hariç tüm fakir akrabalarına zekât verebilir. Yani anne, baba, dede, nine ve bunlardan yukarısına ve çocuk ve torunlarına zekât veremez. Fakir olan kardeşlerine zekât verebilir.

Buna göre dede veya nine fitresini veya zekatını torununa veremez. Çünkü bakıma muhtaç ise anne babası da bakacak durumda değilse, torununa bakması gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekât ve fitre ile ilgili sık sorulan sorular ve cevapları nelerdir?

8 Zekat vermenin şartları nelerdir?

Bir kimsenin zekât vermekle mükellef olmasının şartları şunlardır:

1. Zekât verecek kimse Müslüman, âkıl ve bâliğ olmalıdır. Gayri müslimlere, mecnunlara, bülûğa ermemiş çocuklara zekât farz değildir. İmam-ı Şâfiî'ye göre çocukların ve akıl hastalarının malları var ise, o mala zekât düşer. Verme işini de velileri yerine getirirler.

2. Zekât verecek kimse,
havâyic-i asliye denilen zaruri ihtiyaçlarından ve bir de -eğer varsa- borcundan başka nisab miktarı veya daha fazla bir mala sâhip olmalıdır. Nisab miktarı kadar malı olmayana zekât düşmez. Nisab, zekâtın farz olması için şeriatın tâyin ettiği mal miktarıdır. Bu miktar; maldan mala değişir.

3. Zekât lâzım gelmek için, malın nemâ, yâni, büyüme ve artma kabiliyeti de olmalıdır. Altın ve gümüş para ve zinetler, ticarette kullanılan herhangi bir eşya veya hayvan zekâta tabi olduğu gibi; neslini çoğaltmak veya sütünü sağmak için kırlarda otlatılan hayvanlar da zekâta tâbidir. Çünkü bunlarda nemâ vardır.

4. Zekâtı verilecek mal,
sâhibinin bizzat elinde olmalı, yani sahibi malına tam mâlik bulunmalıdır. Binaenaleyh kocasından mehrini almamış bir kadına, o mehirden dolayı zekât lâzım gelmez. Rehindeki bir maldan dolayı da zekât gerekmez. Zira o mal, bir borca karşılıktır. Mala tam mâlikiyet söz konusu değildir. Aynı şekilde borçlu kimse, borcuna karşılık olan bir malından dolayı zekât ile mükellef olmaz. Yolculukta olan bir kimse, malının zekâtıyla mükelleftir. Zira malı yanında değilse de, bir vekil veya nâible malında tasarruf edebilir.

5. Zekâtı verilecek malın üzerinden tam bir sene geçmiş olmalıdır. Buna havl-i havelan denir. Çünkü bu müddet içinde, malın nemâsı = artması ve kıymetlenmesi tahakkuk eder. Nisab miktarı, hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu miktarın sene içinde muvakaten eksilmesi zekâta mâni değildir. Zekât hesâbında esas olan kamerî senedir ki, bu da 354 gündür.

9 Bir kimse anne, baba, kardeş ve diğer akrabalara zekât verebilir mi?

Bir kimse usul ve füru hariç, tüm fakir akrabalarına zekât verebilir.

Yani anne, baba, dede, nine ve bunlardan yukarısına ve çocuk ve torunlarına zekât veremez. Fakir olan kardeşlerine zekât verebilir.

Fitre de zekât gibidir; zekâtın verildiği yerlere verilir.

10 Borç olarak verilen malın, alacak paranın (çek, senet) zekâtını vermek gerekir mi?

Sağlam (ödeneceği umulan, ödenmesinden ümit kesilmiş olmayan) alacakların zekâtı, müctehidlerin çoğuna göre (Hanefîler dahil) her yıl, alacaklı tarafından ödenir. İmam Mâlik'e göre sağlam olsun olmasın alacakların zekâtı, tahsil edildiği yıl -geçmiş yıllarınki değil, yalnızca o yılınki- ödenir. İhtiyaç sahibine borç vermek de bir yardım olduğu için, alacağın zekâtı ödenmez, diyen müctehidler de vardır.

Uzun dönem borç verilmiş, bu açıdan maddi değeri de düşmüş olan alacaklar konusunda İmam Malik'in içtihadıyla ve ihtiyaç sahibine borç vermek de bir yardım olduğu için, alacağın zekâtı ödenmez, görüşüyle amel edilebilir.

Bir malın mülkiyeti ile elde bulundurmanın birleşmesi

Bir malın zekâtının vacip olması için, bazı şartları olduğu gibi bir de mülkiyetiyle beraber elde bulunması da şarttır. O halde mülkiyetine sahip olmakla beraber bir malın ya sahibinin elinde veya vekilinin elinde bulunması ya hakikaten ya da hükmen gerekir. Aslı mülkünde baki kalmakla beraber, elinden çıkıp da bir daha elde edilmesi umulmayan mallar, zekâtı hemen gerekmeyenler cümlesindendir.(1)

Buna birkaç örnek verelim:

a) İnkâr edilen alacak,
b) Gasbedilen mal veya alacak. Gasbeden bunu ikrar bile etse, alınıp sahibine teslim edilmedikçe zekâta tabi değildir.
c) Yitirilen mal veya para,
d) Denize düşen mal veya para,
e) Çölde gömüp yeri unutulan veya belirsiz hâle gelen mal veya para.

Evde gömülüp yeri kesin olarak bilinmeyen mal ve para bu hükmün dışındadır. Çünkü ciddi bir arama-tarama ile bulunabilir.(2) Ama tarla veya bahçede gömülü olup yeri unutulan bir mal veya para hakkında iki görüş vardır: Bazısına göre bunu da bulmak mümkün olduğundan zekâtı gerekir. Bazısına göre, tarla veya bahçenin tamamını kazmak çok zor olduğundan zekâtı gerekmez.

Bunun gibi, borcunu inkâr eden kimsenin zimmetindeki para veya malın zekâtı, elde sağlam belge veya şahit varsa, o takdirde gerekir. Bu belge veya şahitler yoksa gerekmez. Sahih olan da budur. (3)

İnkâr edilen bir borcun üzerinden yıllar geçtikten sonra bazı belge veya şahitler zuhur ederse, yine de zekâtı gerekmez. Ancak ödendikten itibaren üzerinden bir yıl geçince zekâtı verilir. Fukahadan bazısına göre, ele geçtiği zaman mevcut yılın zekâtı verilir, geçen yılların verilmez. Ama devrin kadısı böyle bir borcu biliyor, yani resmî belgelerle tevsik edilmişse, o takdirde geçen yıllara ait zekâtı da verilir.(4)

Borçlu İflas Etmişse:

Borçlu iflas eder de aradan yıllar geçtikten sonra adamın durumu düzelir ve kadı efendinin de sözü edilen iflas durumundan haberi varsa, borç ödendiği takdirde, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebü Yusufa göre geçen yıllara ait zekâtı çıkarıp vermek vâcib olur.(5)

Borçlu, Kimseler Bulunmadığında İkrar Eder, Bulunduğunda İnkâr Ederse:

Borçlu, kimseler bulunduğunda inkâra sapar, alacaklıyla yalnız kalınca borcunu ikrar ederse, o takdirde nisaba dahil edilmez ve bu nedenle de zekâtı verilmez.

Borçlu borcunu ikrar eder, fakat hakimin huzuruna çıkarılınca inkâr eder, bunun için şahitlerin dinlenmesi gerekir, şahitler gelip şahadette bulunduktan sonra hakim alacaklı lehine karar verirse, o takdirde karar tarihinden itibaren sözü edilen alacağın zekâtı hesap edilir.(6)

Borçlu Kaçarsa:

Borçlu borcunu ödememek için kaçar, alacaklı da onu takip edip yakalamaya gücü yeterse veya bir vekil tutmak suretiyle onu yakalatabilirse, o takdirde sözü edilen alacağın zekâtı gerekir. Buna güç getiremezse, gerekmez.(7)

Alacaklar üç kısma ayrılır:

1. Kuvvetli alacaklar. 2. Orta dereceli alacaklar. 3. Zayıf dereceli alacaklar.

1. Kuvvetli alacaklar:

Ödünç olarak verilen paralar ve ticaret malları kuvvetli alacak kısmına girer. Böyle alacaklar borçlu tarafından inkâr edilmiyorsa veya inkâr ediliyorsa da alacaklarının sened ve şahidi bulunuyorsa zekât vacip olur. Geçmiş yılların zekâtını vermek de icap eder. Ancak alacağın tahsiline kadar zekât geciktirilebilir. Buna göre alacağınız altın nisap miktarı ve daha fazla ise üzerinden geçen her yıl için zekât vermeniz gerekir.

2. Orta dereceli alacaklar:

Ticaret için olmayan mal karşılığı bu kabildendir. Kullanılmış eski elbise ve oturulan ev bedelleri gibi… Bu mallar müşterinin zimmetine geçtiği yıldan itibaren zekât hesabına girer ve bunlardan nisab miktarı ele geçmedikçe zekât vermek yoktur.

3. Zayıf alacak:

Bir mal karşılığı olamayan değerlerdir. Miras malı, mehir bedeli ve diyet gibi… Bu çeşit mallar, ele geçirildiği andan itibaren, nisaba baliğ olmak şartı ile bir yıl üzerlerinden geçmedikçe zekâta tabi olmaz.

Dipnotlar:

1. El- Muhit- Serahsi- El- Bedayi’- Kasani.
2. Bahr-i Hâik - İbn Nüceym.
3. El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd El-Mervezî.
4. El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd El-Mervezi - Et-Tebyin - Zeylai.
5. Câmius-Sağir - Kaadıhan.
6. Fetâvâ-yi Kaadıhan.
7. El-Muhit - Hadıyüddin Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.

(bk. Celal YILDIRIM, İslam Fıkhı)

11 Zekatın toplumsal faydaları nelerdir?
* Zekât, mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.
 
* Zekât, bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren herşey cem'iyeti de kuvvetlendirir.
 
* Zekât, ihtiyaç sâhibi bütün sınıflara, bu sınıfların bedenî, ruhî, ahlâkî her türlü ihtiyaçlarına şâmil bir sigortadır. Modern sosyal sigorta fikrinin ilk temeli 1941 yılında atılmıştır. İngiltere ile A.B.D. temsilcileri 1941 yılında Atlantik andlaşması için toplanmışlar, bu toplantıda ferdler için sosyal sigorta teşkilâtının kurulmasını karara bağlamışlardır. Halbuki İslâmiyet bunu zekât müessesesi ile 1400 yıl önceden vaz'etmiştir.
 
* Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem'iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te'min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur.Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7). Bu da zekât yoluyla te'min edilir.
 
* Zekât, paranın stok edilmesini önler, yatırıma yöneltir. Çünkü kârdan değil, ana paradan verildiği için, işletilmedikçe devamlı eksilecektir. Sâhibi de eksilmeyi önlemek için parayı yatırıma yöneltir, artırma yoluna gider.
 
* Zekât, sosyal dengeyi sağlar. Cenâb-ı Hak kulları yaratılış bakımından olduğu gibi, yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta halli...  Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
"Allah rızkı vermekte bâzınızı bâzınıza üstün kıldı." (Nahl, 16/71)
Bütün insanların aynı seviyede gelir sâhibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mes'uliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cem'iyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mes'uliyetli işe tâlib olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mes'uliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur.
 
Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lâzımdır. İşte o köprü de zekâttır.
 
* Zekât toplumun ferdlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle ferdleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır; ne de fakirde zengine karşı zillet ve esâret, kin ve adâvet duyguları teşekkül eder. Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:
"Kalbler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar."
* Zekât, cem'iyete kinlenip hınçlanıp toplum düşmanları ile toplum huzurunu bozucularla işbirliği yapılmasını önler. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları Müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder.
 
* Zekât, yatırıma açılan bir kapı ve büyük bir kalkınma hamlesidir. Zekâtın hem sosyal, hem de iktisadî yönü vardır. Bu bakımdan aynı zamanda bir kalkınma hamlesidir.
 
* Zengin - fakir tezadı, cem'iyetler var olalı beri açık veya gizli bir şekilde hüküm süren bir sınıf mücadelesini doğurmuştur. Tarihteki ihtilâller ve kanlı hareketler, hep bu mücadelenin, yani "senin var, benim yok" kavgasının birer şekilde zuhurudur. İslâmiyet bu ezelî mücadeleyi yatıştırmak üzere bir taraftan zekât, sadaka ve vakıf müesseselerini kurmuş; bir taraftan da, ferdlere sabır, kanaat ve kadere rıza ahlâk ve terbiyesi vermiştir. Bu terbiye ve ahlâk ile bezenmiş mü'minler arasında, ne servet gururu, ne de fakirlik kıskançlığı görülmüştür.
 
Zekât, islâm'ın köprüsüdür. Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası, zekâttır. İnsanların hey'et-i içtimaiyesinde intizam ve âsâyişi te'min eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin tiryâkı, ilâcı muavenettir. Evet, zekâtın vücûbu ve ribanın hürmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır. Evet, eğer tarihî bir nazarla sahîfe-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, hey'et-i içtimaiyede görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezîlenin iki kelimeden doğduğunu görürsün: Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne." İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni'metler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
 
Âlem-i insaniyeti zelzelelere mâruz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır. Nev'-i beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve Bolşevikliğe (komünizme) sevkedip terakkiyatı, âsâyişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hürmet-i ribâdır.
 
Arkadaş! Hey'et-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havâs kısmı, avâmdan; zengin kısmı, fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te'min eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücûb-u zekât ile hürmet-i ribâya müracaat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-yı rahîm kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itâat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vâveylaları yükselir. Kezalik; yüksek tabakadan yukarı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havâstaki meziyetler, tevâzu' ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik; ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intâc ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şâhid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şâhidler mevcuttur.

12 Zekât ne zaman verilir? Zekâtın verilme zamanı hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

Zekât düşen malın zekâtı her hangi bir zamanda verilebilir.

Kuvvetli ve en sahih olan görüşe göre, üzerine zekât düşen mal ve paraların zekâtı, o mal ve paranın üzerinden bir sene geçtikten sonra, sene biter bitmez hemen verilmesi icabeder. Özürsüz olarak geciktirmek câiz olmaz, günahtır.

Diğer bir görüşe göre ise, zekâtın verilmesi, zekâtı verilecek şeyin üzerinden bir yıl geçince değil sonra da vermesi uygun olacak şekilde farzdır. Yani sene nihayetinde hemen verilmesi lâzım değildir. Mükellef bunu hayatta bulundukça dilediği zaman verebilir. Eğer zekâtını vermeden ölürse, ancak o zaman günahkâr olur. Fakat bu görüş zayıftır.

Zengin olacak kadar bir mala veya paraya sahip olan kimse, zengin olduğu tarihi, kameri aya göre bir yere yazar. Mesela, 3 Recebde zengin olmuşsa, bir yıl sonra Recebin üçü gelince, yine nisap kadar parası ve ticaret malı varsa zekâtını verir. Ramazan ayını beklemez.

Günü gelmeden zekât vermekte de mahzur yoktur, çok iyi olur. Hatta gelecek birkaç yılın zekâtını önceden vermek de caizdir. Bir kimse, zekâtını yanlış hesap edip, bir altın zekât vermesi gerekirken iki altın hesap etse, fakire verdikten sonra tekrar hesap etse, bir altın vereceğini anlasa, ikinci yıl vereceği zekâtta bu bir altını sonraki yılın zekâtına sayabilir.

Hadis-i şerifte, buyuruldu:

"Zekât vermekte acele ediniz!"(İbni Mace)

Zekât yalnız Ramazan ayında mı verilir?

Her zenginin zekât verme ayı ve günü farklı olur. Ramazan ayını beklemez. Eğer Şevvalın yirmi üçünde zengin olmuşsa, gelecek yılın Şevvalin yirmi üçünde zekât verir. Şevval ayı gelmeden Ramazan ayında verse de olur. Fakat Şevval ayının yirmi üçünde tekrar malını hesap eder. Az vermişse, üstünü tamamlar; çok vermişse, fazla verdiği nafile olur. Yani zekâtı günü gelmeden önce de vermek caizdir. Fakat gününde tekrar hesap etmek gerekir.

13 Dilencilere para vermek caiz mi? Muhtaç değillerse verdiğimiz sadakanın sevabı olur mu?

Allah rızası için verilen yardımlar mükafatsız kalmaz. Karşıdakinin müstahak olup olmaması bu hükmü değiştirmez. Ama mümkün mertebe gerçek muhtaç olanları araştırıp ona göre yardımda bulunmak gerekir.

Dilenciliğin altında hangi sebep yatarsa yatsın, hepimizin tartışmasız kabul edeceği acı bir gerçek vardır. Bu hastalık toplumun kapanmaz, şifa bulmaz bir yarasıdır.

Görüldüğü kadarıyla, dilenen kişiler ya ihtiyar, kötürüm, sakat ve hasta gibi bedenî özürlerinden dolayı iş bulamayan, çalışma imkânından mahrum kimseler veya özürlü olduğu hâlde aza kanaat etmeyip kolayından bol paraya göz dikenler yahut da bedenen ve ruhen sağlam olup, bu yolu bir kazanç ve meslek hâline getirenlerdir.

Toplum hayatında köklü ve esaslı inkılâplar yapan Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in dilencilik illetine nasıl çareler getirdiğini, ihtiyacı olmadığı hâlde dilenenlerin mesuliyetini ve hangi hâllerde dilenmenin caiz olabildiğini şu canlı hadise ibretli bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir:

Enes bin Mâlik anlatıyor:

Bir gün Resulullahın (a.s.m.) huzurunda Ensar'dan birisi gelerek bir şey istedi. Resulullah ona sordu:

"Evinde bir şey var mıdır?"

"Evet, yâ Resulallah, bir çulumuz var. Bir kısmını altımıza seriyoruz, bir kısmıyla da örtünüyoruz. Bir su kabımız var, onunla da su içiyoruz."

"Öyleyse hemen kalk, çul ve su kabının her ikisini de al, bana getir."

O kişi gitti, her ikisini de getirdi. Resul-i Ekrem çulla su kabını eline aldı, hazır olanlara göstererek, "Şu iki eşyayı satın alacak kimse var mı?" diye sordu. Cemaattan bir zat, "Ben her ikisine de bir dirhem veririm." dedi.

Resulullah iki-üç defa, "Bir dirhemden fazla veren yok mu?" diye tekrarladı. Daha sonra başka birisi, "Ben iki dirheme alırım." dedi. Resulullah çulu ve su kabını o zata sattı. İki dirhemi aldı, eşya sahibine verdi ve şöyle buyurdu:

"Bu paranın bir dirhemi ile yiyecek al, âilene bırak; bir dirhemine de bir balta al, bana getir."

O adam gitti, bir balta aldı, geldi. Resul-i Ekrem baltaya kendi eliyle bir sap taktı. Sonra da o adama vererek, "Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim." buyurdu.

O adam gitti, odun kesti, topladı, sattı. Resulullahın huzuruna geldiğinde on beş dirhem kazanmıştı. Bir kısmına giyecek, bir kısmına da yiyecek almıştı. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Dilencilik yüzünden siyah bir nokta olarak kıyamet gününde gelmektense, şu hâlin ondan daha hayırlıdır. Dilenmek ancak şu üç kişiye caizdir: Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana (son derece fakir düşene), altından kalkamayacak derecede borç altına girene, aralarını bulmak için kan parası yüklenen kimseye."

Başka bir rivâyette ise dördüncü bir şart getirilir: "Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir." (Ebû Dâvud, Zekât: 26)

Hadisten açıkça anlaşılan odur ki, çalışamayacak kadar mağdur, sakat ve özürlü olan kişi, kendisine bakacak bir kimse yoksa, devlet de yardım etmiyorsa, ancak zarurî ihtiyacını telâfi edebilecek kadar başkalarından isteyebilir, dilenebilir. Borçluluk hâli de buna eklenmektedir.

Bu zarurî hâlin dışında, dilenciliği sırf bir geçim vasıtası haline getirenler büyük bir mesuliyet altına girmektedir. Nitekim, Peygamber Efendimiz (asm) meslek hâline getirilen dilenciliği şerefsizlik saymış ve şöyle buyurmuştur:

"Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister." (Müslim, Zekât: 35)

"Sizden bazıları dilenmekten asla vazgeçmez. En sonunda kıyamet gününde bu şerefsiz kişi, yüzünde bir et parçası kalmaksızın Allah'a kavuşur." (Müslim, Zekât, 103).

"Her kim çok mal toplamak için, insanlardan onların mallarını dilenir durursa, muhakkak bir ateş parçası istemektedir... " (Müslim, Zekât, 105).

"Sizden birinizin bir kucak odun toplaması, sonra o odun demetini sırtına yüklenip satması, kendisi için verecek, yalnız vermeyecek bir kişiye gidip istemesinden elbette çok daha hayırlıdır. " (Müslim, Zekât, 107).

Bu hadis-i şerifler, mecbur kalmadığı halde dilenmenin caiz olmadığını ve cehennem azabını netice verecek bir iş olduğunu ifadeyle haram saymaktadır.

İşte haram işleyenlerin sayısının artmaması için bu tür kimselerin türemesine meydan vermemek lâzımdır. Duhâ Sûresinde geçen "Bir şey isteyeni geri çevirip azarlama." mealindeki âyet-i kerimeden esas murad, ilmî bir mesele soranı, birşey öğrenmek isteyeni geri çevirmemektir. Yoksa her isteyeni boş çevirmemek şeklinde anlaşılmamalıdır. (es-Sâvî, IV/330) Ayrıca maddi bir şey istemek anlamı varsa, zaruretten ve mecburiyetten dolayı isteyenler için olabilir.

İslâm; çalışmayan, tembel tembel oturan, bir lokma ile bir hırkaya rıza gösteren, başkalarına yük olan müslümanları iyi bir müslüman saymamıştır. Yukarıdaki hadis-i şeriflerden anlaşılacağı gibi, dilenmek ve dilenciliği bir meslek hâline getirmek şiddetle yasaklanmıştır.

Dilencilik; tembellik ve halkın yardım duygularını istismardan başka birşey değildir. Böyleleri İslâmiyetin tevekkül anlayışını da kendi düşünceleri açısından değerlendirmekten çekinmezler. Onlar, çalışmadan oturup başkalarından bir şeyler beklemeyi tevekkül sayarlar.

İslâm dini kadar insana benliğini, izzetinefsini ve şerefini korumanın yollarını öğreten hiçbir din, hiçbir ahlâkî sistem yoktur. İslâm'a göre ümmetin geleceği, toplumun şeref ve namusu ne kadar önemli ise, kişinin izzetinefsi de o kadar önemlidir ve mutlaka korunması gereken bir şeydir. Her Müslüman bu değerli emâneti korumakla mükelleftir. İşte bu emaneti koruyabilmek için insanlara bütün fazilet yolları gösterilmiş, kötülüklerden sakınmaları emredilmiştir.

Her kötülük insanın benliğinden ve şerefinden bir şeyler alıp götürür. Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde el açıp dilenenlerin durumu ise daha kötüdür. Çünkü onlar, dilenmekle, şeref ve itibarlarının kökünden yok olmasına ve âdeta manevî müflis durumuna düşmelerine sebep olurlar. Bunun için fakirlere, acizlere yardımı kuvvetle emreden İslâm, fakir olmayanların, ihtiyaç içinde bulunmayanların dilenmelerini de aynı şiddetle yasaklamıştır.

Hz. Peygamber (asm), bir taraftan dilencilik gibi bir kötülükten müslümanları uzak tutmaya çalışırken, diğer taraftan onlara çalışmayı tavsiye buyurmuş ve hiçbir müslümanın, çalışıp kazanmanın şerefini, dilenmenin zilleti ile değiştirmemesini istemiştir.

14 Zekat hesabı yapılırken, zekattan düşülen asli ihtiyaçların ölçüsü nedir?

Kişiyi zekât yükümlüsü hâline getiren nisap miktarı malın üzerinden bir yıl geçmesi lazımdır. Hadîste; "Kim servet elde ederse, zekât bir yılın geçmesiyle farz olur." (Tirmizî, Mişkât, 6) buyurulmaktadır.

Temel ihtiyaç ve yıllık zorunlu harcamalar, zekâttan muaftır. Buna geçim indirimi de denilebilir. Bu geçim indirimi için, para yerine belli ihtiyaç maddeleri geçtiğinden, mal sahiplerinin mağduriyeti söz konusu olmaz. Çünkü bir kimse önce temel ihtiyaç maddeleri ve borçları düşürdükten sonra geri kalan altın, gümüş, ticaret eşyası veya nakit para nisap miktarını aşar ve üzerinden de bir yıl geçmiş olursa, zekât farz olur.

Ayette; "Sana, neyi fakirlere harcayacaklarını sorarlar; de ki; artan malı verin." (Bakara, 2/219) buyurulur. İbn Abbâs, artan malın, "Aile fertlerinin ihtiyaçlarından arta kalanı" olduğunu belirtir [İbn Kesîr Tefsîri, Mısır (t.y.), I, s. 255-256] Elmalılı, âyetteki "arta kalanı infâk ediniz" hükmünün şu anlama geldiğini belirtir:

"Malınızın temel ihtiyaçlarınızdan fazlasını infâk ediniz. Meşrû yoldan mal kazanınız ve bu maldan kendinizin ve aile fertlerinizin zorunlu ihtiyaçlarından fazlasını hayır için harcayınız. Çeşitli âyetlerde belirtildiği üzere karı, küçük çocuklar, fakir durumdaki ana-baba, dede ve nineler aile ferdidir. Bunların nafakası, bir kimsenin kendi nafakası kabilindendir. Bu yüzden hayır yapacağız diye kendinizi ve aile fertlerini nafakasız bırakmak câiz olmaz." (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1960, II, s. 767).

İşte bir kimsenin zekât yükümlüsü olması için kendisinin ve yukarıda belirtilen aile fertlerinin bir yıllık temel ihtiyaçlarını karşılayacak mâlî güce sahip olması, ayrıca nisap miktarı mala da bir yıl süreyle mâlik bulunması gerekir. Altının zekât nisabı 80 gr. gümüşün 640 gr. olup, nakit para veya ticaret mallarının nisabı da bunlardan birisi esas alınarak belirlenir. Nakit para veya ticaret malı nisabı aşınca, nisap miktarı da eklenerek kırkta bir zekâta tâbi olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

HAVÂİC-İ ASLİYYE.

ZEKÂT.

15 Alacağını zekâta saymak caiz midir?

Hanefilere göre alacağı zekâta saymak uygun görülmüyor. Çünkü "zekât verirken paranın sahibinin mülkiyetinde olması ve zekât niyetiyle vermesi gerekir." denilmektedir. Bu açıdan en güzeli alacaklının borçluya zekâtını vermesi, borçlunun da alacaklıya borcunu ödemesidir. Fakat bunu bir şart olarak ileri sürmek doğru olmaz. Yani zekât vermekle sorumlu olan kimse, borçlusu bulunan bir muhtaca "Bana olan borcunu vereceksen sana zekât veririm." diyerek zekât verirse caiz olmaz.

Ancak şart koşmadan her iki taraf bunu niyet ederlerse verilen şey zekât sayıldığı gibi borç da kapanmış olur. Hatta borçlu olan kimse alacaklıya "Benim durumum müsait değildir, bana zekât verirsen ben senin borcunu kapatırım." dese, o da verirse yine caizdir. Çünkü şartlı olarak verilmemiştir. Belki bir teklif vaki olmuştur(el-Envar, l/151).

Konunun bu özelliğinden dolayı borçludaki parayı zekâta saymak için, "Borçluya önce zekât vermeli, sonra da alacağını hemen arkasından istemeli." diyenler olduğu gibi; "Borçlu borç para bulup borcunu ödemeli, ödediği borçtan da kendisine hemen zekât verilerek yaptığı borçtan kurtarılmalı." diyenler de vardır... Geçmişteki uygulamalar da böyle olmuştur. Batık parayı zekâta sayar duruma düşmemek ve fıkıhtaki temlik şartını da uygulamış olmak için buna gerek görülmüştür.

Ancak temliki dar manada anlamadan doğan bu uygulama, borçluyu rencide edebileceğinden dolayı, İslami Araştırmalar’ın (İlmihali)’nde ve Diyanet’in diğer görüşlerini yansıtan tespitlerinde verilen bilgilere göre, borçluya, “Sendeki alacağımı zekâta saydım, kendini borçlu hissetme, artık rahat ol! Borcun silinmiştir...” demek de zekâtı vermiş olmak için yeterli bir ifade olarak kabul edilebilir. Para verip geri isteme gibi rencide edici temlik zorlamasına gerek yoktur. Temliği böyle geniş manada anlamak ihtiyaç sahiplerinin lehine olduğundan tercih edilen görüş olmalıdır, denmektedir.

Bu görüşün ihtiyaç sahibi borçluları rahatlattığına dikkat çekilmekte, böylece alacağı zekâta saymanın kolaylaştığı da ifade edilmektedir. Eğer başka bir çare yoksa, borçlu da muhtaç ve fakir ise bu tercihten yararlanılabilir.

16 Her ay ele geçen maaş, ücret ve serbest meslek kazançlarının üzerinden hemen zekât vermek gerekiyor mu, yoksa üzerinden bir yıl geçmeli mi?

MAAŞ, ÜCRET ve SERBEST MESLEK KAZANÇLARININ ZEKÂTI:

Dar anlamda maaş, bir hizmet mukabilinde çalışan kimseye verilen aylık ücrettir. Ücret de emeğin ve hizmetin fiyatına, satış bedeline denir. Serbest meslek kazançları da geçici veya devamlı olarak her türlü serbest meslek faaliyetlerinden doğan kazançlardır.

Memur maaşları, işçi ücretleri, doktor, mühendis, avukat, terzi, berber gibi serbest meslek sahiplerinin kazançlarının zekâtı konusunda iki görüş vardır.

Klasik kaynaklardaki bilgileri değenlendiren ve onlardan hareketle bazı sonuçlara ulaşan çağımızdaki bilginlerin bir kısmına göre, ücretlilerin ve serbest meslek sahiplerinin gelirlerinin toplamı nisaba ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse, ihtiyaçlar giderilip borçlar düşüldükten sonra % 2.5'u zekât olarak verilir.

Bu görüş sahipleri bir malın zekâta tâbi olabilmesi için, üzerinden bir kamerî yılın geçmiş olması gerektiği noktasından hareket ederler.

Ebû Ubeyd, Hz. Ebû Bekir'in devlet gelirlerinden hak sahiplerine "atâ" adıyla maaş (veya devlet gelirlerinden pay) verirken, onlara, üzerinden bir sene geçen malları olup olmadığını sorduğunu, mükellefler müsbet cevap verirlerse, dağıttığı maaştan, o malların zekâtını aldığını, Hz. Osman'ın da aynı uygulamada bulunduğunu, Hz. Ali'nin

"Kişinin yeni kazandığı malının üzerinden bir sene geçmedikçe, o malda zekât tahakkuk etmez." (el-Emvâl, nr. 1122, 1125-1129)

dediğini, Abdullah b. Mes`ûd'un da aynı anlamda fetva vermiş olduğunu rivayet eder.

Bu rivayetleri değerlendiren Ebû Ubeyd, Hulefâ-yi Râşidîn'in devlet gelirlerinden hak sahiplerine dağıttıkları atâdan hemen zekât tahsil etmediklerini, fakat onların zekât tahakkuk eden diğer mallarının zekât borçlarını, bu tahsisattan kesmiş olduklarını söyler (el-Emvâl, nr. 564).

İkinci grup bilginler ise, bu tür gelirlerin zekâta tâbi tutulması için bir senelik sürenin geçmesini gereksiz görürler. Onlara göre, maaş, ücret ve serbest meslek kazançları kaynaklarda zikri geçen mâl-i müstefâd yani miras, bağış, mükâfat gibi yollardan gelen gelirlere benzerler.

Diğer taraftan, kaynaklarda İbn Abbas, Muâviye ve Ömer b. Abdülazîz'in yeni kazanılan maldan, sene geçme şartı aramadan zekât tahsil ettikleri rivayet edilir (el-Emvâl, nr. 1132-1133).

Ebû Ubeyd'e göre İbn Abbas'ın konu ile ilgili fetvasında kastedilen toprak mahsulleridir. Yani sene geçmeden zekâtı verilecek olan toprak mahsulleri zekâtıdır ki "hasat zamanı" ödenir. Medineliler arazi mahsulüne "emvâl" adını verirler.

İbn Rüşd'ün de işaret ettiği gibi mâl-i müstefâdın yani miras, bağış, mükâfat gibi gelirlerin kazanıldığı anda zekâtının ödenip ödenmeyeceği hakkında Hz. Peygamber (asm) ve sahâbeden açık bir rivayetin bulunmadığı doğrudur. Bu sebeple de birinci grup fakihler klasik çizgiyi takip ederek altın, gümüş, ticaret malları ve hayvanlardan zekât alınmasında ölçü olan "malın üzerinden bir yıl geçmesi" şartını maaş, ücret, serbest meslek kazançları için de geçerli saymışlardır.

Din İşleri Yüksek Kurulu, maaş ve benzeri standart gelirlerin, diğer gelirlere katılarak nisap miktarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekât verilmesi gerektiği görüşündedir. (Diyanet İlmihali, Zekat Bölümü)

Borcu ve temel ihtiyaçları dışında 80.18 gr. altına veya bu miktar altın değerinde para veya ticaret malına sahip olan bir kimsenin, buna malik olduğu günden itibaren üzerinden bir yıl geçtiğinde, bu miktar mal aynen mevcut veya daha fazla ise, bunun kırkta birini zekât olarak vermesi gerekir. Daha sonraki yıl içinde çeşitli yollardan sağlanan artışlar için yılın dolması şart değildir. Yıl sonunda eldeki zekâta tabi birikimlerin tümünün zekatı verilir.

17 Zekat miktarı ne kadardır?

Para ve altın gibi menkullerin zekatı kırkta bir oranında verilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekâtta nisap miktarı ne kadardır?

18 Zekâtın tamamı bir kişiye verilebilir mi? Yoksa bir kaç kişiye vermek daha mı iyidir?

Zekâtı bir kişiye verebileceğimiz gibi, birden fazla kişiye de verebiliriz.

Hanefi ve Şafilere göre, fakir ve miskinlere ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zekât vermek caizdir.

Hanefilere göre, eğer zekât ayrı ayrı kimselere verildigi takdirde çok küçük parçalara ayrılacaksa, tamamını bir kişiye vermek daha uygundur. Mesela evlenmek için borca giren bir fakire, ihtiyacını karşılayacak kadar zekât toptan verilebilir.

Bir kimseye nisap miktarı veya nisap miktarından fazla zekât vermek caiz ise de, böyle yapmak kerahatten uzak degildir. Ancak, zekât verilecek ailede birden çok fakir varsa, tamamını dikkate alarak hepsinin birden zengin sayılmayacağı kadar verilmesi mekruh olmaz.

Ayrıca, borçlu olan birisine hem borcunu ödeyecek, hem de elinde nisap miktarına ulaşmayacak kadar vermek de mekruh olmaz.

Diğer taraftan, zekâtın bir anda toptan verilmesi şart değildir. Sene içinde parça parça olarak da verilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekât ve fitre ile ilgili sık sorulan sorular ve cevapları nelerdir?

19 Günümüzde ne kadar paramız varsa zekat düşer?

Günümüzde nisap miktarını TL olarak veremeyiz. Bu her gün değişebilir. (Bir kuyumcudan elinizdeki altınların kaç TL ettiğini öğrenmek zor olmasa gerektir).

İslam’da Şer’î nisap miktarı, Gümüşte: 200 (595 gram), Altında: 20 Miskal (yaklaşık 80 gram), hayvanlarda beş deve, otuz sığır, kırk koyun / keçi, toprak ürünlerinde ise (cumhura göre) beş vesktir (buğdayda 633 kg.) İmam-ı Azama göre ise toprak ürünlerinde nisap aranmaz, azı da çoğu da zekâta tabidir.

Günümüzde gümüş fazla değer kaybettiği için, prensip olarak paranın zekât nisabı için altın ölçüsü kullanılmaktadır.

Zekâtın bir şartı da “ihtiyaç fazlası olan malın bulunması”dır. Hanefilere göre, zarurî ihtiyaçlar; kişi ve aile fertleri için gerekli bir yıllık gıda maddeleri, giyecekler, sanat ve meslek aletleri, oturulan ev, ev eşyası, binek aracı, ilim için edinilen kitaplar gibi şeylerdir.

Şunu unutmamak lazımdır ki, yıllanma şartı gereği olarak, ev için biriktireceğimiz paranın üzerinde bir yıl  geçmeden zaten zekâtı olmaz.

Zarurî ihtiyaç olan ev ve arabanın mevcut olanları ile mevcut olmayanları arasında fark vardır. Mevcut olduğu takdirde ev ve arabanın zekât malı dışında bırakılması ayrı şey, mevcut olmayan bir ev ve arabanın alınmasına yönelik bir çaba içerisine girmek ayrı şeydir.

Ev ve araba gibi ihtiyaçlarınız için biriktirilen paranın üzerinden bir yıl geçmişse ve nisab miktarını aşıyorsa zekat düşer.

Ancak; ev veya araba almış ve borçlanmış durumda iseniz, borcunuzdan fazla olmayan birikimleriniz zekâttan muâftır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Ev almak, evlenmek veya iş kurmak için biriktirilen paranın zekatı verilir mi?

20 Fındıkta öşür miktarı onda bir mi yoksa yirmide bir mi?

Hanefi mezhebine göre, ot ve odunun dışında kalan bütün tarım ürünleri zekâta tabidir. İmameyne göre, bir mahsülün zekâta tâbi olabilmesi için çürümeden en az bir yıl kalabilecek vasıfta bulunması gerekir. Fakat Hanefi mezhebinde tercih edilen görüş birincisidir.

Şafii ve Mâlikî mezhebine göre ise, ancak bir yıl muhafaza edilip depolanabilen maddeler zekâta tâbidir. Hububattan arpa, buğday, mercimek, nohut, mısır, pirinç ve bakla gibi ürünler; meyvelerden sadece üzüm ve hurma. Bu mezheplere göre tâbii gıda sınıfına girmeyen fındık, fıstık ve ceviz gibi gıdalar zekâta tâbi değildir.

Öşür için belli bir miktar yoktur; mahsül az olsun, çok olsun içinden zekâtının çıkarılması gerekir. Bu İmam-ı Âzam'ın görüşüdür. Fakat İmameyne göre bir mahsülün zekâta tâbi olabilmesi için 5 vesk, günümüz ölçüsüyle 1000 kilograma yani bir tona ulaşması gerekir. Bundan az bir mahsülün zekâtı verilmez. (bk. Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhat-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1969 IV/125 vd)

Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, eğer bir arazi yağmur, ırmak, dere suyu ile sulanıyorsa, burada üretilen mahsülden onda bir zekât verilir. Fakat taşınarak ve motorgücü gibi belli bir emek ve masraf yapılarak sulanıyorsa, bundan da yirmide bir nisbetinde zekât verilir. Bir arazi hem yağmur ve nehir suyu ile hem de motor ve benzeri bir yolla sulandığı takdirde, hangisi ile daha fazla sulanıyorsa o esas alınır. Meselâ, yağmur suyu ile daha fazla sulanıyorsa onda bir, herhangi bir şekilde emek sarfedilerek sulanıyorsa yirmide bir nisbetinde zekâtı verilir.

Öşrü verilecek mahsül elde edildikten sonra, üzerinden bir yıl geçme gibi bir şart aranmamaktadır. Bir yıl içinde kaç kere mahsül alınıyorsa, her seferinde derlenip toplandığı vakitten itibaren zekâtının verilmesi gerekir.

Mahsül için yapılan tohum, gübre ve işçi ücreti gibi masraflar dikkate alınmaz; öşür, masraflar çıkarılmadan önce tespit edilip ayrılır.

Zeytin, ayçiçeği ve susam gibi ürünlerin öşrü verildikten sonra, ayrıca üretilen yağlarından öşür verilmez.

İçinden öşrü çıkarılmamış olan hububatı ve meyveleri yememelidir. Çünkü içinde kul hakkı vardır. Ancak sonradan ödemek şartıyla yenen miktar hesap edilerek yemekte bir mahzur yoktur.

Arazi belli bir ücret karşılığında ekilip biçilmek maksadıyla kiralanmışsa, elde edilen mahsülün öşrünü İmam-ı Âzama göre mal sahibi, İmameyne göre ise kiralayan verir. Fetva da bu görüşe göredir. Yani öşrü kiralayanın vermesi gerekir.

Günümüzde sulama, kanallar ve motopomplar vasıtasiyle yapılıyor. Ayrıca bol mahsul almak için sun'î gübreler kullanılıyor ve mahsulü korumak için külfetli ilâçlamalar yapılıyor. Zirâî yatırımın bu çeşit girdileri, hayvan veya âlet ile su çekip sulama külfetinden daha az değildir. Bu yeni külfet ve girdilerin vergiye (öşüre) tesiri, ictihada muhtaç bir konudur.  Selef müctehidleri, sulama dışında kalan külfetlerin öşrü yirmide bire indirmeyeceği kanâatine varmışlardır.

Bazı fakihler ise, sulama dışında kalan külfet ve masrafların tutarının mahsulden çıkarılmasını ve geri kalandan -sulama şekline göre- onda veya yirmide bir verilmesini daha uygun bulurken, Hanefîlerin de dahil bulunduğu diğer bazıları buna da muhâlefet etmişlerdir. (İbn-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II/8 vd. Kardâvî, I/391-397)

Buna göre öşür arazisinden başka geliri olmayanın ve bu arazilerden de zarar edenin öşür vermeyeceği söylenebilir. Çünkü zaten fakir durumda demektir. Ancak başka gelirleri varsa ve onlardan zarar etmiyorsa öşrünü vermesi gerekir.

21 Zekat için altının nisab miktarı kaç ayar altına göre hesaplanır?

Altın'ın nisabı, piyasa şartlarındaki yagın olan yirmi dört ayar altına göre hesaplanır. Düşük ayarlı altınlar yirmi dört ayara ulşıncaya kadar toplanır. Bu miktar da 80 gr 'a ulaşınca, bu altından zekat verilir. Yani altının nisab miktarını hesaplamada ölçü, yirmi dört ayar altına göredir.

Türkiye'de iç piyasaya sürülen mücevherler yirmi iki, on sekiz ve on dört ayarlık altın alaşımlarından yapılır.

Ayar, bir gram alaşımda bulunan altın miktarıyla belirlenir. Yirmi dört ayar altın; arı ya da saf altındır ve 1000 milyemdir (miligramdır). Yirmi iki ayarda gram başına 916 milyem (mg), on sekiz ayarda 750 milyem, on dört ayarda 583 milyem altın bulunur. Özellikle dış satım amacıyla kullanılan yirmi bir ayarda ise, 875 milyem altın bulunur.

On sekiz ayarlık altın alaşımları gümüş ve bakır miktarlarına göre ayrımlı renkler alır: % 25 gümüş yeşil altını, % 12.5 gümüş ve % 12.5 bakır sarı altını, % 6 gümüş ve % 19 bakır pembe altını, % 25 bakır kırmızı altını oluşturur...

22 Ev almak, evlenmek veya iş yeri kurmak amacıyla biriktirilen paranın zekatı verilir mi?

Bir kimsenin sahip olduğu para, altın, gümüş ve ticaret malları dışında ev, dükkan, araba gibi kiralık veya kiralık olmayan fazla mallarına zekât gerekmez. Ancak bunların gelirleri, sahibinin elindeki başka para altın, gümüş gibi birikimleri ve ticaret malları ile birlikte nisab ölçüsüne (80.18 gr. altın değerine) ulaşırsa, yıl sonunda bu birikimlerin kırkta birinin zekât olarak verilmesi gerekir.

Borcu ve temel ihtiyaçları dışında 80 gr. altına veya bu miktar altın değerinde para veya ticaret malına sahip olan bir kimsenin, buna malik olduğu günden itibaren üzerinden bir yıl geçtiğinde, bu miktar mal aynen mevcut veya daha fazla ise, bunun zekâtını vermesi gerekir. Bundan sonra her yıl (kameri takvime göre 354 gün sonra) aynı tarih gelince elindeki birikiminin bir dökümünü yapar, alacaklarını ekler, borçlarını düşer, temel ihtiyaçlarından fazla olarak yine nisap miktarı mala sahip bulunuyorsa zekâtını tekrar verir. Ayrıca yıl içinde çeşitli yollardan sağlanan artışlar için yılın dolması şart değildir. Yıl sonunda eldeki zekâta tabi birikimlerin tümünün zekâtının verilmesi gerekir.

Zekâta tabi mallarınızın zekâtını bu ilkeler doğrultusunda hesaplayabilirsiniz.

Zekât, Allah’ın, rızk olarak verdiği maldan fakir-fukara hakkı için ayrılmasını emir buyurduğu bir “mâlî arınma ve temizlenme ameliyesinden” ibârettir. Allah rızâsı için verilir. Her kim ne verirse, kendisi için verir. Çünkü Allah her şeye Vekîl, Kefîl, Hasîb, Nâzır, Alîm, Habîr ve Şekûr’dür. Öyle ki, Allah rızâsı için veren ne dünya açısından, ne de âhiret açısından zarar etmez. Yani Allah onun bedelini yerine fazlasıyla koyar.

Söz gelişi, bilhassa “ev alma” gibi hayırlı alışverişlerde kolaylık verir, hayırlı kapılar açar, şerden uzak tutar. Bu yüzden, hangi aslî ihtiyacımızı alma plânımız olursa olsun; vakti gelmiş zekâtı geciktirmek helâl ve câiz değildir.

Nitekim, aslî ihtiyaçlarımız dışında, en az 80 gr. altın değerinde bulunan ve üzerinden bir yıl geçen birikim ve tasarruflarımızın zekâtını vermemiz, üzerimizde bir borç ve zimmettir. Uzak veya yakın gelecekte ev, araba veya başka bir aslî ihtiyaç alma plânlarımız, üzerinizden zekât zimmetini kaldırmaz.

Ev ve araba gibi ihtiyaçlarınız için biriktirilen paranın üzerinden bir yıl geçmişse ve nisab miktarını aşıyorsa zekât düşer.

Ancak; ev almış ve borçlanmış durumda iseniz, borcunuzdan fazla olmayan birikimleriniz zekâttan muâftır.

İlave bilgi için tıklayınız:

HAVÂİC-İ ASLİYYE / Temel İhtiyaçlar

23 Tarla, arsa ve eve zekat düşer mi?

Ev, tarla, arsa gibi gayri menkullerin zekatı yoktur. Bunların gelirleri varsa gelirlerinden zekat verilir.

Ancak ev, arsa veya tarla alım satımı yapılıyorsa, yani bu gayrimenkulleri ticari eşya gibi alıp satıyorsa, bunlara da zekat gerekir.

Buna göre:

Ticaret, yatırım, paranın değerini koruma gibi amaçlarla edinilmiş ev, arsa gibi istenildiği zaman hemen satılamayan ve fiyatı da zaman içinde değişen malvarlıklarının zekatı, satılmadığı sürece, "maliyeti ile raic bedelinin ortalaması" üzerinden ödenmelidir. 

İlave bilgi için tıklayınız:

Arsa ve Daire Zekâtı

24 Sürekli miktarı azalan artan paranın ve hisse senetlerimin zekatını nasıl hesaplarım?

Ev, araba ve günlük hayatta kullandığınız giyim eşyaları gibi mallara zekât düşmez. Para, hisse senedi, döviz, çek, senet gibi değerlerinizi hesaplar ve varsa bundan borçlarınızı düşer, kalan paranın kırkta birini zekât olarak verirsiniz.

Sürekli artan-azalan paranın zekâtı, ödeyeceğiniz günkü miktar ne ise o miktar üzerinden hesaplanır. Alacakların zekâtını aldığınız zaman da ödeyebilirsiniz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Hisse senetlerinin zekatı verilmeli midir?..

- Her ay ele geçen maaş, ücret ve serbest meslek kazançlarının üzerinden hemen zekat vermek gerekiyor mu yoksa üzerinden bir yıl geçmeli mi?..

- Zekat kimlere farzdır? Zekatın verme şekli, mükellefiyet şartları, verilme zamanı ve verileceği yerler hakkında bilgi verir misiniz?

25 Zekât hesabı yapılırken, uzun vadeli borçlar zekâttan düşürülür mü?

Uzun vadeli borçlar da zekâttan düşürülebilir. Bununla beraber eğer kişinin maddi durumu iyi ise, fakirlerin menfaatine binaen uzun vadeli borçları düşürmemesini tavsiye ederiz.

İki, üç, dört veya beş yıl gibi uzun vadeli taksitle araba veya ev satın alan bir kimse, borçlu sayılır. Hanefi mezhebine göre, borç, ister hemen ödenecek bir borç isterse tecilli bir borç olsun, zekât miktarından düşülür. (bk. İbn Abidin, Reddu'l-Muhtâr, Meymeniyye tab., 2//6)

Ancak Hanefilerden bir kısım alimlerin görüşüne göre, sadece vadesi gelmiş olarak birikmiş ve alacaklısı tarafından talep edilen borçlar düşülür; henüz ödeme günü gelmemiş olan borçlar düşülmez. Zira bu tür veresiye borçlar genellikle alacaklıları tarafından istenmez; ödeme günü gelmiş olan borçlar istenir. (Kasani, Bedai’, 2/6)

Şafii mezhebinin meşhur olan görüşüne göre ise hiçbir borç, zekata tabi olan malların hiçbirisinden düşülmez, dolayısıyla borçluluk hali zekat vermeye engel değildir. (Nevevi, el-Mecmu’, 5/344)

Bu açıdan, uzun vadeli borcu olan kimse, taksitlerini vadesi geldiğinde düzenli bir şekilde ödeme imkanına sahipse, elinde bulunan nisap miktarı malın zekatını vermesi ihtiyaten güzel olur. Çünkü günümüzde insanlar borçlarını on, on beş yıla kadar yayabilmektedirler.

Böyle olunca yıllık verilen zekât hesaplandığında bu uzun vadeli borçlar, genel itibariyle nisap miktarını düşürmektedir. Bunun sonucunda Müslümanlar, her yıl zekat ve kurban vermekten mahrum kalmaktadırlar.

Buna göre yıllık borcu hesaplayıp geriye kalan nisap miktarı maldan zekat vermeyi tercih etmek, zekatın ruhuna uygun düşecektir.

26 Gayri müslimlere fitre ve zekât verilir mi?

Zekât ve fitre Müslüman olmayanlara verilmez. Çünkü zekât müslim olan fakirlerin hakkıdır. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm):

"Zekâtı, Müslümanların zenginlerinden alıp fakirlerine veriniz."

buyurmuştur. Bunun için Müslüman olmayanlar zekâtla yükümlü değillerdir. Bu ibadet, Müslümanlara ait dini içtimai bir görevdir. Bu göreve ortaklık etmeyenlerin bundan faydalanma hakkı olamaz.

Yalnız İmam Züfer, zekâtın zımmilere (İslam idaresi altındaki gayri müslimlere) de verilemsini caiz görmüştür. Çünkü zekâttan maksad, bir ibadet yolu ile muhtaç kimseleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu maksat da, fakir zımmilere zekâtı vermekle elde edilir. Bununla beraber nafile sayılan sadakaların zımmilere verilebileceğinde ittifak vardır.

Ayrıca kalbleri İslâm'a ısındırılacak olan gayri müslimlere de zekât ve fitre verilebilir.

“Müellefe-i kulûb” olarak bilinen bu kimseler, kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenen, kötülüklerinden emin olunmaya çalışılan veya herhangi bir şekilde Müslümanlara faydası dokunması umulanlardır.

Hanefi mezhebi fakihleri, Hz. Ömer’in (r.a.) bir içtihadına dayanarak bu maddenin Peygamberimiz (asm)'den sonra tatbikattan kalktığını ifade ederler.

Hanbelî mezhebi âlimleri ise müellefe-i kulûb hükmünün bâki olduğunu belirterek, bu kabil kimselere de zekâttan pay ayrılabileceğini söylerler.

Muasır İslâm âlimlerinin bazıları da zamanımızda bu sınıfa dahil olabilecek kimselerin bulunduğunu belirterek, belli bir nisbette müellefe-i kulûb için zekâttan pay ayrılmasının lüzumunu dile getirirler.

27 Zekat nisab miktarının kırkta bir (1/40) olduğunun delilleri nelerdir?

Nisab miktarının altın ve ticari mallarda kırkta bir olduğu hususunda Peygamberimiz (asm)'in ve sahabelerin beyanları vardır.

Altın ve gümüşte farz olan zekat miktarı 1/40, (kırkta bir) yani yüzde iki buçuk (%2,5)'tur. Kişi iki yüz dirhem paraya sahip olunca ve bu paranın üzerinden bir yıl geçince bundan beş dirhem zekat vermek gerekir. Yirmi miskalde ise yarım dirhem gerekir.

Bu görüşün dayandığı delil, bu konuda sabit olan hadislerdir. Bunlardan biri Hz Peygamber (asm)'in Hz. Ali (ra)'ye söylediği şu hadistir:

"Senin iki yüz dirhemin olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, bundan beş dirhem zekat vermen gerekir. Yirmi dinar oluncaya kadar da altın paradan sana bir şey lazım gelmez. Yirmi dinarın olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman bu paradan yarım dinar zekat vermen gerekir."(1)

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Altın üzerinden yirmi miskalden azından zekat yoktur, gümüş üzerinden iki yüz dirhemden azından zekat yoktur."(2)

"Her kırk dirhemden bir dirhem paranızın zekatını verin. İki yüze tamamlanıncaya kadar size bir şey vermek gerekmez. Para iki yüz dirhem olunca bundan beş dirhem zekat vermek gerekir. Fazlası bu hesaba göre zekata tabidir."(3)

Dipnotlar:

1. Bu hadis Ebu Davud ve Beyhakirivayet etmişlerdir. Neylül Evtar, IV, 138.
2. Bu hadisi Ebu Ubeyd rivayet etmiştir.
3. Bu hadisi Darekutni ile Esrem rivayet etmiştir. Ebu Davud Hz Aliden rivayet etmiştir. Hz. Ali ile İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.

( Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hadislerin yazılması, toplanması, günümüze kadar ulaştırılması ve sünnetin bağlayıcılığı konusunda detaylı bilgi verir misiniz?

28 Ev, arsa ve inşaatın zekatı nasıl hesaplanır?

Yapılan dairenin maliyeti ile satışı üzerinden elde edile kâr payını toplayıp, varsa borçlar çıkarılacak, geriye kalan paranın üzerinden zekâtı verilecektir.

Konuyla igili farklı durumlar için yapılmış açıklamalar şu şekildedir::

1. Ben kirada oturmaktayım. Bana ait iki evimden elde ettiğim geliri, her ay bir miktar daha para ilave ederek üyesi olduğum konut yapı kooperatifine yatırıyorum. Kira gelirinin ve kooperatif hissesinin zekâtını nasıl vermem gerekiyor?

Cevap: İki eviniz var, ama siz kirada oturmayı tercih etmişsiniz. Malik olduğunuz ve kira geliri getiren iki evinizden elde ettiğiniz gelirin yıllık toplamı nisap miktarını buluyorsa (beş altı milyar lira kadar ise) her ay bürüt gelirin yirmide birini zekât olarak vermeniz gerekiyor.

Kooperatifin yaptığı ev bittiğinde satmak için değil de oturmak için edindiyseniz onun -yapım aşamasında- raiç bedeli üzerinden zekât vermeniz gerekmez. Eğer onu da satmayı düşünüyorsanız (ticaret için ise) mevcut durumuna göre raiç bedeli üzerinden kırkta bir zekât vermeniz borcunuzdur.

2. Uhdemde bulunan ve "ticari yatırım amacıyla" satın aldığım bir arsayı "kat karşılığı inşaat sözleşmesi" ile bir inşaat firmasına verdim. Üç yıl sonra müteahhit firmadan alınması muhtemel daireler söz konusu. Müteahhit firmadan sözleşme muvacehesinde üç yıl sonra alınması muhtemel daireler için niyetim de ticari; yani bu daireler müteahhit firmadan teslim alındıktan sonra satılacak ve ele geçen bedel de ticari sermaye olarak kullanılacak. Zekâtla ilgili hüküm nedir?

Cevap: Bu daireler ticaret malıdır. Bu ticaret malının da bir raiç bedeli vardır; yani onları henüz inşaat bitmeden de belli bir bedel karşılığında satabilirsiniz. İşte o raiç bedel üzerinden kırkta bir zekât vermeniz gerekir.

3. Yine uhdemde" ticari yatırım amacı ile" hissedar olunmuş muhtelif konut kooperatiflerinde daire hisseleri var. Bu daire hisselerine karşılık gelen daireler de üç yıl içerisinde teslim edilecek. Bu daire hisseleri için kooperatif üye aidatı olarak her ay belli bir bedel ödemekteyim. Zekâtla ilgili hüküm nedir?

Cevap: Kooperatifte bulunan taşınmaz mal hisseleriniz de ticaret malıdır ve bir önceki cevapta olduğu gibi zekâta tabidir. Kooperatife ödediğiniz üyelik aidatı ile diğer harcamalarınız, zekât yıl başınız geldiğinde hesaba katılmaktadır; yani zekâta tabi mallarınızı tespit ederken daha önce yaptığınız harcamalar matrahtan çıkmıştır, borçlarınızı da düşeceksiniz.

4. Ticari yatırım olarak bir inşaat yaptım. Bu inşaatı 100.000 EURO 'ya mal ettim. Uzun zamandır rayiç bedele -ki bu rayiç bedel de 150.000 EURO'dur - satamadığımdan uhdemde kaldı. Zekâtla ilgili hüküm nedir?

Cevap: Bu ticaret malının mesela kooperatif hissesinden farkı, kendiniz yaptırdığınız için size maliyetinin belli olmasıdır. İşte bu maliyet üzerinden yılda kırkta bir olmak üzere zekâtı ödenecektir. Bir gün bu mal satılırsa o takdirde elde edeceğiniz para (maliyet ve kâr) ondan sonraki yılın zekât matrahına girecek ve bu gelirin zekâtı da o zaman ödenecektir.

5. Uhdemde bulunan bir işyerini uygun fiyata satamadığımdan kiraya verdim. Uygun fiyat bulursam, bu işyerini satıp elime geçen bedeli de ticaretimde kullanma niyeti taşıyorum. Zekâtla ilgili hüküm nedir?

Cevap: Dükkanı ticaret malı olarak düşündüğünüz ve satmak niyetinde olduğunuz için (kendiniz yaptı iseniz maliyeti, satın almışsanız veya kat karşılığı yaptırdıysanız raiç bedeli üzerinden) kırkta bir zekâtını ödemeniz gerekir. Kira geliri ise tek başına veya aynı cinsten diğer akar gelirleri ile nisap miktarını buluyorsa bürütten yirmide bir (1/20) zekât ödemek borçtur.

29 Balın zekatı var mıdır, nasıl hesaplanır?

Balın Zekâtı:

Fakihler balın zekâtı hakkında iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir:(1)

Hanefîler ile Hanbelîlere göre: Baldan öşür vermek gerekir. Ancak Ebu Ha­nife şöyle diyor. Eğer bal öşür toprağından elde edilmişse, bundan öşür vermek ge­rekir. Elde edilen bal ister az, ister çok olsun fark etmez. Haraç topraklarındaki arılardan elde edilen baldan öşür vermek gerekmez.

Hanbelîlere göre: Balın nisabı on faraktır. Bir farak onlara göre on altı rıtıldır. Dolayısıyla balın nisabı Bağdat rıtılı ile yüz altmış rıtıldır. Mısır ölçüleri ile yüz kırk dört rıtıldır.

Hanefîlere göre bir rıtıl yüz otuz dirhemdir. Bir dirhem 2,975 gramdır. Baldan zekât vermenin farz olduğu hususunda dayandıkları delil bazı hadislerdir. Bu hadislerden bazıları aşağıdadır:

1. Ebu Seyyare el-Mutai’nin rivayet ettiği hadis: "Ebu Seyyare şöyle demiştir: 'Dedim ki: Ya Resulallah! Benim arılarım vardır.' Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm): 'Onun öşürünü öde.' buyurdu."(2)

2. Amr b. Şuayb'ın babası yolu ile dedesinden rivayet ettiğine göre: "Hz. Pey­gamber (asm) baldan öşür almıştır."(3) Hz. Ömer'in de baldan her on kırbada bir kır­ba zekât aldığı rivayet edilmiştir.

3. Ukaylî "ez-Duafa" da Abdurrazzak yolu ile Ebu Hureyre'den şu hadisi riva­yet etmiştir: "Baldan öşür vermek gerekir."(4)

Maliki ve Şafiîlere göre: İki sebeple baldan zekât vermek gerekmez:

1. Tirmizî'nin şu sözü: "Hz. Peygamber (asm)'den bu konuda mühim bir şey nakledilmemiştir."

İbni Münzir de şöyle demiştir: "Baldan zekât vermek gerektiği hususunda ne bir haber ne de bir icma sabittir."

2. Bal sıvı bir madde olup hayvandan çıkmaktadır, süte benzer. Sütten icmâ ile zekât vermek gerekmediğine göre, baldan da zekat vermek gerekmez.

Ebu Ubeyd balın sahibinin zekâtını ödemekle emredilmesini ve buna teşvik edilmesini tercih ederek, zekâtının verilmemesini çirkin görmüştür. Bal sahipleri­nin ballarını gizlemelerinin günahından emin olunmaz. Ancak zekâtı onlara farz değildir.

Hülasa:

Hanefilere göre baldan onda bir zekât vermek gerekir. Ebu Hanifeye göre balın nisabı yoktur. Azından da çoğundan da zekât verilir.

Dipnotlar:

1. el-Bedayi II, 61 vd.; el-Lübâb. 1,153; el-Emvâl, Ebu Ubeyd, 506 vd. Fethu'l Kadîr, II. 5; el Mecmu, V, 434 vd.; Muğni'l-Muhtâc, I, 382; Keşşâful-Kınâ, II, 257; el-Muğni, II, 713.
2. Ahmed, Ibni Mace, Ube Dâvud ve Beyhakî rivayet etmiş olup hadis munkatıdır. Neylü'l-Evtâr, IV 145 vd.
3. İbni Mace rivayet etmiştir. Hadis müsned ve mürsel olarak rivayet edilmiştir. a.g.e a.y. Bu hadisi yine Ebu Ubeyd ile Esrem de rivayet etmişlerdir.
4. Zeylaî demiştir ki: Bu hadisi Abdurrazzak'ın Musannef inde bu lafızla bulamadım. Oradaki ifade şöyledir: "Hz. Peygamber (a.s) Yemen halkına şunu yazdı: Bal üreticilerinden Öşür alınmalıdır." Nasbu'r-Raye, II, 390.

(bk. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 3, s. 311 - 312)

30 Kağıt para ile zekat verilir mi?

Hanefî Mezhebi'ne göre zekât, malın cinsinden verilebileceği gibi bedeli de verilebildiğinden, kağıt para, altının zekâtı yerine geçer. Fakat Şafiî Mezhebi'ne göre altın, gümüş yerine veya gümüş altın yerine verilmediği gibi, kağıt para da altın veya gümüşün yerine verilmez. Şafiî olan kimseler buna çok dikkat etmelidirler. (Günümüz Meselelerine Fetvalar, Halil Günenç)

Kaime ve evrak-ı nakdiye denilen kâğıt paralar, istenilen zamanda bankaların nakde çevirdiği ve bedellerinin alınabildiği banknotlar nakid para hükmündedir. Çünkü bunların altın ve gümüş gibi piyasada kullanılması âdet haline gelmiştir. Bunların karşılıkları gerçekten veya hükmen mevcut bulunmaktadır. Bunlar hazır bir mal demektir ve bütün insanların servetini teşkil etmektedir. Bunlardan yeterince elde bulunduranlar fakir değil, zengin sayılmaktadır. Bunlar sadece bir alacak senedi yerinde değildir. Bunlardan hemen faydalanmak mümkündür. Bunlar birer geçerli para ve değişim vasıtası olarak kabul edilmiştir. Bunlar diğer paralar gibi istenilen zamanda harcanır ve değiştirilerek karşılığında yarar sağlanır.

Onun için bunlar, geçerli para ve ticaret malları hükmünde olup kendi başlarına veya diğer altın ve gümüş paralarla veya ticaret malları ile beraber nisab miktarında olunca en az iki yüz dirhem kıymetine denk bulununca, sene sonunda altın veya gümüş ile olan kıymetlerinin kırkta biri nisbetinde zekâta bağlı olurlar. Bu zekât kendi cinslerinden de verilebilir.

Örnek: Kırk liranın zekâtı için bir lira zekât verilmesi caizdir. Aynı şekilde, karışım halinde olup altın ve gümüşü az bulunan madenî paralarla sırf bakırdan, nikelden veya deriden yapılarak geçerli durumda olan paralar hakkında da hüküm böyledir.

Bankalara yatırılan ve belli müddetlerde alınabilen ve karşılığında senedleri bulunup başkalarına devredilebilen asıl paralar da, ikrarla, senedle sabit borç paralar hükmündedir. Onun için bunlar da nisab miktarında bulunup üzerlerinden her sene geçtikçe zekâta bağlı olurlar. (İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kağıt para ile zekat verilebilir mi? Konfeksiyoncu altın, gümüş ve ...

31 Fitre ve zekat anneanne ve babaanneye verilir mi?

Anneanne ve babaanneye zekât ve fitre verilmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kimse anne, baba, kardeş ve akrabalara zekat verebilir mi?

32 Kişi fıtır sadakası ve orucun fidyesini, ihtiyaç sahibi kendi çocuklarına verebilir mi?

Mükellef kişi, kendi usul ve füruundan olan kimselere zekat ve fıtır sadakası veremez. Fidye de zekat verilen kişilere verilir. Bu bakımdan kişi çocuğuna veya torununa fidye veremez.

Kişi bunlara (bu yakınlarına, çocuklarına) zaten bakmakla mükelleftir.

33 Borcu olan kişi zekat ve sadaka vermesi gerekir mi?

Borcu olan kişinin sadaka vermeyip öncelikle borcunu ödemesi gerekir. Ancak taksit halinde borcu olan kişinin sadaka vermesinde bir mahzur yoktur.

Ayrıca nisab miktarından fazla malı olan kişinin borcu varsa, paradan borç miktarı düşürülerek kalanın zekatı ödenmesi gerekir.

34 Ticarethanenin (mesela bir eczahane) mallarının zekâtı nasıl verilir?

Eczahanedeki ilaçlar ticaret malıdır. Ticaret malının yıl içinde satılıp yerine yenilerinin alınmasıyla, üzerinden bir yıl geçme müddeti kalkmış olmaz. Yıl sonunda yapılan hesaba göre zekâtının verilmesi gerekir.

Mesela, yılbaşında nisap miktarı tutarında ilacı bulunan bir eczacı, yıl içinde bunu satıp yerine yeni ilaçlar, daha sonra bunları da satarak başka ilaçlar alacak olsa, bu mal yıl sonunda nisap miktarının altına düşmediği müddetçe zekâtını hesaplayıp vermesi gerekir.

Zekât hesaplanırken ödenmesi gereken, çek, fatura ve diğer borçlar çıkarılııp, kalan malların ve nakitlerin kırkta bir oranında zekâtı verilir.

Ramazan ayında zekâttan başka sadaka-i fıtır / fitre de verilmesi gerekir.

Ticaret Malının Zekâtı Nasıl Verilir?

Alım ve satımı yapılan ve kâr etmek maksadıyla elde bulundurulan her türlü mal, ticaret malı sayıldığından bunlar zekâta tâbidir. Ev, arsa, dükkan, han, hamam gibi gayrimenkuller; manifatura, halı, kilim, beyaz eşya gibi ihtiyaç malzemeleri; buğday, arpa, pirinç, mercimek gibi hubabat; demir, bakır, alüminyum gibi tartılan maddeler; koyun, sığır ve at gibi hayvanlar hep birer ticaret malıdır.

Her şeyden önce, ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken, üzerinden bir yılın geçmiş olması ve nisap miktarına ulaşması gerekir. Ticaret mallarının nisabında altın ve gümüşteki nisap miktarı esas alınır. Buna göre yıl başında 20 miskal (85 gram) altın veya 200 dirhem (595 gram) gümüş miktarı nisaba ulaşan bir ticaret malının zekâtı için yıl sonundaki değerine itibar edilir. Yıl içindeki eksilip artması zekâta tesir etmez. Fakat yıl sonundaki değeri nisap miktarının altına düşerse, artık zekâtı verilmez. Yine yıl içinde tüccarın iflas etmesi veya elinde hiç mal ve paranın kalmaması durumunda da “üzerinden bir yıl geçme” şartı kalkmış ve zekâtın farziyeti düşmüş olur.

Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre, ticaret mallarının nisap miktarına ulaşma şartı, sadece yıl sonundaki miktarına itibar edilir. Yılın başında veya ortasında malın değerinin nisap miktarının altına düşmüş olması zekâtın farziyetine engel olmaz. Meselâ, yıl başında 10 miskal (42.5 gram) altın değerinde bir sermaye ile ticarete başlayan bir kimsenin sermayesi, bir yıl sonra nisap miktarına ulaşmışsa, bu artan miktarın üzerinden bir yıl geçmesine gerek kalmadan malın tamamından zekât verilir.

Hanbelî mezhebine göre ise, bir ticaret malının zekâta tâbi olabilmesi için, yılın başından sonuna kadar nisap miktarından aşağı düşmemesi gerekir. Yıl içinde malın değeri nisap miktarının altına düşmesi halinde “üzerinden bir sene geçme” şartı kalkmış sayılır, böylece zekâtı da verilmez. Bu malın zekâta tâbi olabilmesi için nisaba ulaştıktan sonra yeniden üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. (Yusuf el-Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, I/329-331)

Ticareti yapılan bir mal, yıl içinde kendi cinsiyle veya başka bir cins malla değiştirilse “üzerinden bir yıl geçme müddeti” kalkmış olmaz. Yıl sonunda yapılan hesaba göre zekâtının verilmesi gerekir. Mesela, yıl başında nisap miktarı tutarında inşaat demiri bulunan bir kimse, yıl içinde bunu satıp yerine tuğla alsa, daha sonra bunu da satarak çimento alacak olsa, bu mal yıl sonunda nisap miktarının altına düşmediği müddetçe zekâtını hesaplayıp vermesi gerekir.

Ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken kıymetleri, bulundukları yerdeki piyasa şartlarına göre takdir edilir. Bunda malın rayiç bedeli ve satış fiyatı değil de, alış fiyatı ve maliyeti esas alınır. Çünkü çoğu defa bir malın satış fiyatı ancak piyasa şartlarına, arz-talep dengesine ve müşterinin durumuna göre değişiklik arz eder. Bu da ancak satış olunca kesin olarak belli olur. Oysa henüz mal elden çıkmamış, kesin satış fiyatı belli olmamıştır. Bunun yanında maliyeti veya alış fiyatı bellidir. Bunun için ticaret malının zekâtı hesap edilirken maliyet yahut alış fiyatının esas alınması daha sıhhatli ve kolay olur.

Altın ve gümüşte olduğu gibi, ticaret mallarında da verilecek zekât nisbeti kırkta birdir. Ticaret malları ya altına göre veya gümüşe göre hesap edilir. Fakat bunlardan birisine göre malın değeri nisaba ulaşmayıp diğerine göre ulaşsa, ulaşan maddeye göre verilir. Mesela, bir malın değeri altına göre nisap miktarını bulmasa da, gümüşe göre bulsa, gümüş üzerinden hesap edilerek zekâtı verilir.

Ticaret malının zekâtı, malın değeri üzerinden para olarak verilebileceği gibi, malın kendi cinsinden de verilebilir. Meselâ, kumaş ticareti yapan bir kimse malının zekâtını para olarak verebileceği gibi, kumaş olarak da verebilir. Bunda fakirin ihtiyacını göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Hangisi fakirin işine yarayacaksa o tercih edilir.

Ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken borçlar düşülür, kalan meblağ zekâta tâbi kılınır.
Mehmed Paksu

35 Tarla ve mahsule harcanan para zekattan düşer mi?

Tarım Ürünlerinin Zekâtı

Normal hallerde insanların gıdasına elverişli olup bozulmadan saklanması mümkün olan ürünler zekâta tâbidir. Bu ürünlerin meyve cinsinden olanları üzüm ve hurma; tahıl cinsinden olanlarıysa buğday, arpa, mercimek, nohut, pirinç, çavdar, bakla ve mısır gibi gıda maddeleridir. Bu ürünlerin zekâta tâbi oluşunun delili şu ilâhî buyruklardır:

"Bunlar ürün verince ürünlerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (zekâtını) verin."1

"Ey iman edenleri kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır." 2

Bu iki âyet-i celilede hem toprak ve hem de ağaç ürünlerinin zekâta tâbi olduğu bildirilmektedir.

Yukarıda adı geçen ürünlerin zekâta tâbi olduklarının sünnetteki deliline gelince, Sevgili Peygamberimiz (asm), insanları irşat etmek üzere Yemen'e gönderdiği Muâz b. Cebel ile Ebû Musa-i Eş'arî'yi yolcu ederken onlara şu talimatı vermiştir:

"Sadece şu dört üründen zekât alın. Arpa, buğday, hurma ve kuru üzüm."3

Resûlullah (asm) salatalık, kavun, nar ve taze hurmayı da zekât dışı mallardan saymıştır.4

Şu halde üzüm veya hurmanın kurutulmuşu 5 vesk (653 kg. veya Irak ekolüne göre yaklaşık bir ton) miktarına ulaşırsa zekâta tâbi olacaktır. Ancak imam Ebû Hanîfe ile Züfer bu görüşe muhalefet ederek nisab miktarına ulaşmasını şart koşmamışlardır.5

Şunu da belirtelim ki, tarım ürünlerinin zekâta tâbi tutulabilmesi için, belirli bir kişinin mülkiyetinde bulunması şarttır. Mescidlere vakfedilmiş olan arazilerden elde edilen ürünler, sahih görüşe göre zekâta tâbi değildir.6

Diğer hayır kurumlarına vakfedilen arazilerin ürünleri de buna kıyaslanabilir.

Ancak Hanefî mezhebi bu görüşe muhaliftir. Hanefîlere göre vakıf arazilerinde yetişen ürünler de zekâta tâbidir.

Şeftali, nar, incir, elma, kaysı gibi meyveler ile zeytin, bal, pamuk ve safran gibi ürünler zekâta tabi değildir.

Hanefi mezhebine göre odun, ot ve kalem yapmada kullanılan kamış hariç, yerden biten her türlü bitki zekâta tâbidir. Bu görüşe dayanak olarak da şu hadis-i şerif gösterilmektedir:

"Yerin çıkardığı (bitirdiği) şeyde öşür vardır."7

Tarım Ürünlerinin Nisabı

Zekâta tâbi olan tarım ürünlerinin nisab miktarı 5 vesktir (653 kg.) Bu miktardan az olan hububat ve meyvelerden zekât verilmez. Her biri nisab miktarından az olan değişik ürünler, nisabı doldurmaları için birleştirilip toplanmaz. Meselâ 400 kg. buğday ile 300 kg. mercimek birleştirilmez.

Birinci yılın nisabı doldurmayan ürünü de, zekâta tâbi olsun diye ikinci yılın ürününe eklenmez. Her biri ayrı ayrı nisabı doldurmadıkça zekâta tâbi olmaz. Bu ürünlerde 5 vesklik (653 kg.) nisabın şart olduğunu Hz. Peygamber (asm) şöyle bildirmiştir:

"5 veskten az olan ürünlerde zekât yoktur."8

Tarım Ürünlerinden Verilmesi Gereken Zekât Miktarı

Zekâta tâbi olan ekin ve meyveler, herhangi bir ücret veya külfete ihtiyaç göstermeden yağmur, nehir, kanal veya barajla sulanıyorsa; nisaba ulaştığı zaman onda birinin (öşür) verilmesi gerekir. Şayet ekin ve meyveler, hayvan ile çekilen su veya motopompla yahut satın alınan suyla sulanıyorsa, yirmide birinin zekât olarak verilmesi gerekir. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

"Yağmur, pınar veya göl suyu ile sulananda (ekin ve meyvelerde) onda bir; dolapla sulananlarda ise onda birin yarısı (yirmide bir zekât) vardır."9

Bu yöntemlerin her ikisiyle eşit miktarda sulanan ekin ve meyvelerin ise 1/15'i zekât olarak verilir. Her iki yöntemle sulanmakla birlikte sulamada ikisinden birine daha fazla ağırlık verilirse, ağırlık verilen yöntem esas alınır, diğerine itibar edilmez.10

Tarım ürünlerinin zekâtı, yapılan ekstra masraflar çıkarıldıktan sonra mı verilir?

Normalde her çiftçi ürününü yetiştirirken tohum, gübre, tarlayı sürme, ekme, biçme, sulama, ayıklama gibi masraflar yapar. Elde ettiği ürünün zekâtını verirken, yapmış olduğu bu masrafları hesaba katmadan brütü üzerinden mi, yoksa masrafları düştükten sonra neti üzerinden mi zekâtı vermesi gerekir? Fakihierin üzerinde ihtilâf ettikleri bu konuyla ilgili olarak İslâm Konferansına bağlı İslâm Fıkıh Kurulu, Cidde'de yapmış olduğu 6. dönem toplantısında almış olduğu 15 nolu kararında özetle şöyle demiştir:

Çiftçilerin ürünlerini yetiştirirken yapmış oldukları masrafları düştükten sonra mı yoksa düşmeden mi zekâtlarını vermeleri konusunda üç görüş ileri sürülmüştür:

1. Bütün masraflar düştükten sonra kalan kısmın zekâtı verilecek.

2. Masrafları düşmeden ürünün tamamı zekâta tâbi tutulacak.

3. Toplam ürünün üçte birini düşüp, üçte ikisinin zekâtı verilecek.

Toplantıya katılan üyeler, yapılan müzakereler sonucunda üçüncü görüşü benimseyerek; yapılan masraflara karşılık olarak toplam ürünün üçte biri çıkarıldıktan sonra kalan üçte ikilik kısmın, sulama türüne göre zekâtının verilmesi, yani yağmur suyuyla sulanıyorsa onda birinin, aletle sulanıyorsa yirmide birinin zekât olarak verilmesi gerektiğine karar vermişlerdir.11

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu da 7 Ağustos 2001 tarihli toplantısında yapılan müzakereler neticesinde; tarımsal ürünlerin zekâtında, elde edilen hâsılattan (gayri safi), ürün için yapılan günümüz tarım şartlarının getirmiş olduğu ekstra masraflar çıkarıldıktan sonra, geriye kalan ürünün nisab miktarına ulaşması halinde, tabii yollarla sulanan arazide 1/10, masraf veya emekle sulanan arazide 1/20 oranında zekât verilmesi gerektiği kararına varmıştır.

Tarım Ürünlerinin Zekâtını Vermenin Farz Oluş Vakti

Zekâta tâbi olan ekinin tanelerinin tamamı veya bazısı sertleşmeye başladığı zaman zekâtının verilmesi farz olur. Meyvelerin de tümü veya bir kısmı olgunlaşmaya başladığı zaman zekâtının verilmesi farz olur. Çünkü bu aşamaya gelmeden önce ekin ve meyveler, gıda maddesi sayılmaz ve azık olarak saklanmaları da mümkün olmaz.

Tanelerin sertleşmesi ve meyvelerin olgunlaşmasıyla zekâtı farz olan ürünlerin, zekât olarak verilmesi gereken miktarının hemen ödenmesi zorunlu değildir. Ancak yaş üzüm ve hurma kurutulduktan sonra zekâtı verilir. Nitekim ashaptan Attâb b. Üseyd (r.a) bu konuda şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Resûlullah (asm) bize, hurmaya tahmin biçtiğimiz gibi üzüme de tahmin biçmemizi ve zekâtını kuru üzüm olarak almamızı emretti. Tıpkı hurmanın zekâtını kuru hurma olarak aldığımız gibi."12

Zekâtının Verilmesi Vacip Olduktan Sonra Ekin ve Meyvelerin Satışı

Hububat tanelerinin sertleşmesi ve meyvelerin olgunlaşmasıyla toprak mahsullerinin zekâtının verilmesi vacip olduktan sonra, bunların satılması sahih olmaz. Ancak ürünün miktarı bilirkişilerce tahmin edilip hesaplandıktan sonra satılabilir. Çünkü bu belirlemeden sonra zekât miktarı, mal sahibinin zimmetine geçer ve ne kadar zekât vereceği kesinleşir. Ürün miktarının belirlenmesinden önce mal sahibinin o ürün üzerinde yeme, hibe etme ve benzeri tasarruflarda bulunması da caiz olmaz. Fakat yine tahminle belirlendikten sonra bu gibi tasarruflarda bulunabilir.

Dipnotlar:

1. En'âm 6/141.
2. Bakara 2/267.
3. Müstedrek. 1/401.
4. Şirbînî, Mugni'l-Muhtac, 2/82.
5. Nevevî, el-Mecmû 5/439.
6. Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1883.
7. Zeylaî, Nasbü'r-Râye2/384.
8. Zeylaî, Nasbû'r-Râye, 2/384.
9. Tecrid-i Sarih Tercemesi. 5/32. 568
10. Tecrid-i Sarih Tercemesi. 5/290. s» Şirblnî, Mugnfl-Muhtâc, 2/87.
11. Zuhayiî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1893-1894.
12. Ebû Davud, Zekât, 13, Tirmizî, Zekât, 17; Nesâî, Zekât, 100

(Mehmet Keskin, Büyük Şafii İlmihali)

36 Fitre verilirken, fitreyi alan kişiye söylemek gerekir mi?

Fitre verilen kişinin namaz kılması şart değiildir. Ayrıca fitre verirken karşıdakine söylememiz şart değildir. Fitreyi alan kişinin de iki rekat namaz kılması gerekmez.

Şafii mezhebine göre zekât verirken zekât verenin zekâta niyet ederek vermesi gerekir. Ancak fakire verirken "Bu benim zekâtımdır." demesi şart değildir.

(Mehmet Keskin, Şafii İlmihali)

37 Ergenlik çağına girmemiş fakir öğrenciye zekat verililir mi?

İslâm'da aile fertleri arasında mal birliği değil, mal ayrılığı esası vardır. Bir aile içinde karı, koca ve çocuklardan her birinin malı kendisine aittir. Bu itibarla aile fertlerinden karı, koca ve yetişkin aklı başında çocuklardan kimin borcu ve aslî ihtiyaçları dışında 80,18 gr. altını veya bu miktar altın değerinde parası veya kullanmadığı fazla malı ve eşyası varsa o kimse zengin sayılır. Bu miktar fazla mal varlığı olmayan kimse ise, dinen fakir sayılır.

Anne ve babaları zengin de olsa ergenlik çağındaki fakir öğrencilere, zekât verilebilir.

Büluğ çağına gelmiş malı ve mülkü bulunmayan büyük çocukları babalarının serveti ile zengin sayılamayacaklarından kendilerine zekât verilebilir ve onlar da alabilirler. 

Babaları zengin olan küçük öğrencilere ise, zekât verilmez. Çünkü ergenlik çağına gelmeyen çocuklar, babalarının zengin olmasıyla zengin sayılırlar.

Buna göre, bir kimse zekâtını, zengin bir erkeğin (büluğa ermemiş) küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk, babasının malı ile zengin sayılır. Fakat bir kimse zekâtını, zengin bir adamın fakir ve Müslüman olan babasına veya zengin bir adamın fakir, Müslüman ve büluğa ermiş çocuğuna veya o şahsın fakir ve Müslüman bulunan zevcesine / karısına verebilir. Çünkü bunlar birer şahıs olarak tasarrufa sahiptirler, birbirlerinin serveti ile zengin sayılmazlar. (bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Zekât Bölümü, 100. paragraf)

Allah yolunda olan öğrenciler ve hizmet edenler fakir değillerse onlara da zekât verilebilir mi?

Peygamber Efendimiz (asm),

“Bir kimse ilim elde etmek için yola çıkarsa, dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizî, İim, 2)

buyurmaktadır. Bu ifadeye göre Allah için samimi niyetlerle ilim elde etme ve insanlara faydalı olma düşüncesiyle yapılan ilim tahsili “fî sebîlillâh” ifadesinin kapsamı içerisindedir. (bk. Mübârekfûrî, 5/269, 298)

Zekâtın sarf yerlerinden biri olarak ifade edilenfî sebîlillah / Allah yolunda” kavramına bazı fıkıhçılar ilim tahsil edenler, bu uğurda emek harcayanlar anlamını vermişlerdir. İlme hizmet eden insanlara Allah yolunda çaba harcayanlar ve dinin ihyası için çalışanlar gözüyle bakılarak, her dönemde bu sınıf zekât kapsamına alınmıştır.

Bu konudaki ifadeler, daha çok Hanefî kaynaklarının bazılarında İmam Muhammed’e nisbet edilen bir rivayetle ifade edilmektedir. (bk. Şeybânî, Muhammed b. Hasan, es-Siyeru’l-Kebîr, Matbaa-yı Âmire, İstanbul 1241, II, 301

Hanefî fakihlerinden bir kısmı ilim talep etmeyi “fî sebîlillâh” kavramı içerisinde telakki ederek, âlime ve ilim tahsil edene zekât verilebileceğini, gerekçe olarak da bunların çalışmalarını ilme hasredip kazanç imkânlarından mahrum kalmalarından dolayı olduğunu ifade etmişlerdir. (bk. Dâmâd, Mecmau’l-Enhür, İtanbul 1287, 1/214; İbn Âbidîn, 2/364; Tahtâvî, Hâsiye alâ Merâgı’l-Felâ, s. 472; Meydânî, el-Lubâb 1/154)

Şafiî kaynaklarda ilim ile uğraşan talebenin kendi geçimini kazanması halinde ilim tahsilinden geri kalabileceği, dolayısıyla da kendisine zekât verilmesinin helal olacağı ifade edilmektedir. (Nevevî, el-Mecmû, 4/190)

Dinimize göre zekât, yalnızca yoksulların eline muhtaç oldukları nesnelerin verilmesi hizmetini yapan bir yardım kurumu değildir. Ayette sayılan sekiz sarf yerinden beşi, “zekâtı toplayanlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, bir kısım borçlular, yolda kalmışlar, Allah yolunda hizmet edenler,” dir. (bk. Tevbe, 9/60)

Bu nedenle, "Allah yolunda kendini ilim öğrenmeye ve öğretmeye veren kişi zengin de olsa ona zekât verilebileceği" fıkıh kitaplarında açıkça belirtilmiştir. (bk. İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, Zekât Verilecek Yerler Bölümü)

Kuran’ın zekât verilecek sekiz sınıfı bildirmesi, zekâtın sadece fakir ve yoksullara tahsis edilemeyeceğini, bunun dışında da mükellefler için değişik alternatifler olduğunu ifade etmesi konumuz açısından da önemlidir. (bk. Sıddîk b. Hasen, er-Ravdatü’n-Nediyye, Katar, ts., 1/307; Murteza Köse, "Fî Sebîlillah” Kavramının Zekât Açısından Tahlili”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 21, Erzurum, 2004)

İlave bilgi için tıklayınız:

Dernekler ve hayır kurumlarına zekât verilebilir mi?

38 Kişi kayınvalidesine ya da kayınbabasına zekat verebilir mi?

Kişinin zekât ve fitresini fakir olmaları kaydıyla kayınvalidesine veya kayınpederine vermesi caiz olur. Zira onlarla aralarında kan bağı (babalar, anneler ve çocukları gibi) olmadığından, vermesinde bir sakınca yoktur.

Ancak anne, baba, dede, nene, çocuklar ve torunlara zekât ve fitre verilmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kendilerine Zekât Düşüp Düşmeyen Kimseler.

39 Bazı hayır kurumlarının, toplanan zekattan pay almaları caiz mi?

Bilindiği üzere, Kuran’da zekâtı almayı hak eden sekiz sınıf insanlardan biri de zekât memurlarıdır. (bk. Tevbe, 9/60)

Zekât memurları, devletin kendilerini zekât ve öşür toplamak ve bunlarla ilgili vazifelerde çalışmak üzere görevlendirdiği kimselerdi. Bu zekât memurlarına, fakir oldukları için değil de bu işlerde çalıştıkları için zekât caiz görülmüştür. Bu hisse, onlara bir ücrettir. Zekât memurları zengin olsalar bile, çalıştıklarına karşılık zekâttan hisse alırlar.

Ancak günümüzde devlet bu işi yapmamaktadır. Vakıf ve cemaatler gibi hayır kurumlarının bu işi üstlenip üstlenmeyeceği konusu yeni içtihatlar gerektirmektedir. Cengiz-Hülagu fitnesinden sonra zekât verme işi -genellikle- kurumsal olmaktan çıktığı, bireysel hale geldiği bilinmektedir.

Bu gün de zekât kurumu olmadığına göre, bu işi bazı hayır kurumları -suistimal etmeden- yerli yerince sarf etmek üzere zekât toplamaları caiz görülebilir. Bu takdirde bu işi yapan görevlilerin de zekât almalarında bir beis görülmeyebilir. Ancak bu maaş, görevlilerin kendi keyiflerine göre değil, hayır kurumları mütevellisi tarafından belirlenecek ve bu işe talip olan görevlilerle bir uzlaşma içerisinde tespit edilecektir. Bu sebeple, görevli bizzat kendisi için herhangi bir zekâtı bizzat sahibinden talep etmeyecektir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekât kimlere verilir; zekât verilecek yerler nerelerdir?

40 Kocası borçlu olan kadının altınlarına zekât düşer mi? Kadın, fakir olan kocasına zekât verebilir mi?

Zekât konusunda İslam ferdi olarak değerlendirmektedir. Yani, malı olan kadının kocasının borcu varsa, kadının zekât vermesine engel olmaz. Bu bakımdan eğer bu borç kocanıza ait ise sizin zekât vermenize mani değildir; altınlarınızın zekatını vermeniz gerekir.

Borç size ait ise, altınlardan borç miktarını düşerek geri kalanın kırkta birini zekât olarak verirsiniz.

Kişi kendi karısına zekât veremez. Çünkü örf ve âdet bakımından karı koca menfaatte ortak sayılırlar.

İmam Ebu Hanife'ye göre kadın da kocasına zekât veremez. İmameyne göre vermesi caizdir.

(Celal YILDIRIM, İslam Fıkhı)

41 Zekat, fidye ve fitre (fıtır sadakası) verirken belirtmek şart mı?

Zekat, fidye veya fitre (fıtır sadakası) verirken belirtmek şart değildir. Ayrıca "aldım / kabul ettim" gibi sözleride söylemek şart değildir. Veren kişi zekat, fidye veya fitre niyetini taşıması yeterlidir.

42 Evi olan bir kişiye evin zekatı gerekmediği halde, ev almak için para biriktiren kişi neden zekat vermesi gerekmektedir?

İslam dininin bazı konularının -hikmetinin insanlar tarafından bilinmediği- sadece teabbüdî olduklarını unutmamak gerekir. Bu dediğiniz zekât konusunun da bu “hikmeti bilinmezler” arasında saymanın ne mahzuru olabilir?

Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiğimiz gibi, O’nun âdil olduğuna da iman etmek durumundayız. O halde, bize göre adalet ölçüsüne uygunluk göstermeyen bazı hususları gördüğümüzde, iman midemizi, dimağımız bulandırmadan işin, bizim akıl ve bilgimizin dışında, ötesinde olduğunu düşünmemiz, İslam’ın emrettiği teslmiyetin bir gereğidir.

Bu gibi detaylar ayet veya hadislerde söz konusu olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla, bir kıyas ve içtihada dayalı olarak ortaya çıkan bazı detayların -özellikle bu zamanda- yeni bir içtihada ihtiyaç duymakta olduğunu kabul etmekte bir sakınca olmadığını düşünüyoruz. Bu içtihat ferdî değil, din ve ekonomik alanlarda uzman olan bir heyet tarafından tespit edilmelidir. Soruda geçen konu da bu kritere tabidir.

İslam’da prensip olarak zekâtın farz olduğu malların “artmaya kabiliyetli” (mal-ı nâmî) olması gerekir. Çünkü artmayan mallardan zekât verildiği takdirde, birkaç yıl içinde mal sahibinin serveti tükenir ve fakir, muhtaç bir duruma düşer. Bu prensibe göre, ne kadar çok olursa olsun, artması söz konusu olmayan, bir “akar gelir” olmayan mallardan zekât verilmez. Aksi takdirde birkaç yıl içerisinde bu mal tamamen erimeye mahkum olur.

Buna mukabil, nisap miktarına malik, artmaya müsait olan bir maldan ne kadar zekât verilirse verilsin, bu mal varlığını sürdürmeye devam eder. Bu sebepledir ki, artma özelliği olan nisap miktarı  bir paradan zekat verildiği halde, bu nisabın kat kat fazlası olan, ancak artma kabiliyeti olmayan, demirbaş eşya olarak görülen (ticaret malı olmayan) ev, arsa, arabalardan zekât verilmez. Bu prensip çok hakkaniyetli ve âdil bir prensiptir. Fakat detaylarda bazı çelişki gibi görünen şeyler olabilir.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, her konuda mutlak adaletin / adalet-i mahzanın uygulanmasına imkân yoktur. Bu gibi durumlarda adalet-i izafiye dahi bir güzellik ölçüsü olarak görülmelidir. Çünkü “el-hükmü li’l- ğalib” kaidesi gereğince, hükümler ekseriyetin konumuna göre değerlendirilir. Yüzde doksan nispetinde bir prensip mutlak adaleti gösteriyorsa, yüzde on nispetindeki durumuna da izafî adalet olarak görülmelidir. Aksi takdirde, yüzde on civarındaki bir adaleti sağlarken yüzde doksan civarında bir adaleti kaybetmiş olacağız. “Şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez” (Az bir zarar için pek çok fazla olan kârdan feragat edilmez). Yoksa iş tamamen zarara döner, adalet tamamen adaletsizliğe dönüşür.

43 Zekatı verdikten sonra, kişide ihtiyaç fazlası kalıyor ise ne yapılmalıdır?

Ayetin ilgili cümlesinin meali şöyledir:

“Bir de senden hayır olarak ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın...” (Bakara, 2/219)

Bu ayet hakkında iki görüş vardır. Bazılarına göre bu ayet zekât hakkındadır. Diğer bazılarına göre ise, bu ayet zekât farz olmadan önce inmiş ve zekât ayetiyle nesh edilmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Biz konuya genel olarak bakmakta fayda mülahaza ediyoruz: Bu ayette genel olarak Allah yolunda harcamanın miktarı sorulmakta ve ona cevap verilmektedir. Kur’an’ın bütün hükümlerinde olduğu gibi, zekât ve sadaka hakkındaki hükümlerinde de sırat-ı müstakim/orta yol esastır. Cimrilik ve israf gibi aşırı uçları kabul etmeyen İslam dini, bu iki yolun ortası olan ihtiyaç fazlasından Allah yolunda harcamayı öngörmektedir. Şu ayetlerde, bu orta yol ölçüsünü görmek mümkündür:

“Rahman’ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.” (Furkan, 25/67).

“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki, herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin.” (İsra, 17/29).

Peygamberimiz (asm)'in şu hadis-i şerifi de “fazlalıktan” ne kastedildiğine bir işaret sayılmalıdır:

Hz. Cabir anlatıyor. Adamın biri bir miktar altın getirip “bundan başka bir malım yoktur” diyerek Resulullah (asm)’a vermek istedi… Hz. Peygamber (a.s.m): “Biriniz, elinde bulunan malı ne var ne yok hepsini getiriyor, sonra da oturup insanlara el-avuç açmak durumunda kalıyor. Sadaka, ancak ihtiyaçtan fazla kalan maldan verilir. Al şu malını bizim ona ihtiyacımız yoktur.” buyurdu.(bk. Razî, Bakara: 219. ayetin tefsiri).

Ayetteki infakı zekât olarak kabul edersek, zaten zekâtın ölçüsü “ihtiyaç fazlası”na göredir. Onun için artık zekâtı verdikten sonra geri kalan fazlalıktan da bir şey harcama yükümlülüğü yoktur.  Şayet ayetteki infak “genel sadaka” çerçevesinde değerlendirilirse, bunda zekât gibi “kırkta bir” şeklinde belli bir ölçü olmamakla beraber, mal sahibini cimrilik sınırında bırakmayacak ve israf sınırına taşımayacak bir orta yol ölçüsünün kullanılması gerekir ki ayette bu ölçü “ihtiyaç fazlası” olarak ortaya konmuştur. Çünkü, herkes aynı seviyede cömert değildir. Bu  aşırı uçlara kaymadığı sürece yaptığı harcamalar makbuldür.

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre farz olan servet aktarımı nafaka ve zekâtla sınırlıdır. Bunun dışında kalan infaklar nafile ibadet hükmündedir; yapana ecir kazandırır, yapmayanı günaha sokmaz.

Ancak ilgili âyet ve hadislerden hareketle, İslâm'ın getirdiği kardeşlik ve yardımlaşma kavramlarını da dikkate alarak diyebiliriz ki:

Şahsî ve ailevî ihtiyaçlarından artan malı, yiyecek ve giyeceği olan kimselerin bunları yoksullara vermelerinin teşvik edilmesi sosyal adaletin sağlanması bakımından çok önemli ve ileri bir adımdır. Bu geniş infak kaynağı kullanıldığı takdirde, toplumda temel ihtiyaçlarını sağlayamamış kimselerin kalması oldukça güçleşecek ve nadirleşecektir.

44 Fakir ve miskin kimdir?

- Zekât kelimesinin sözlük anlamı: “artma, çoğalma ve berekettir”. Zekâtın farz olması için kabul edilen şartlar arasında, “zekât” kelimesinin bu sözlük anlamına uygu olan “artma, çoğalma” şartı da vardır. Bu sebeple, ticaret için kullanılmayan ev ve araba gibi  artma / çoğalma özelliği olmayan şeylerde zekât yoktur. Bunlar aynı zamanda insanların zarurî ihtiyaçlarındandır. Bir nokta daha vardır ki, eğer çoğalma özelliğinde olmayan malların zekâtı verilirse, birkaç yıl içerisinde ilgili sermaye de biter. Onun için bu konuda herhangi bir çelişki söz konusu değildir.

- Fakir kavramı, Kur’an’da “fakir-miskin” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Fakir ile miskinden hangisinin daha fakir olduğu konusunda farklı görüşler vardır.

Hanefilere göre, fakir: ev ve ev eşyası gibi aslî ihtiyaçlarını karşılayamayan, nisap miktarından daha az malı bulunan kimsedir. Miskin ise, hiçbir geliri ve malı olmayan kimsedir. 

Şafiilere göre ise, fakir; kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin ihtiyaçlarını gidermeye yeterli malı ve kazancı olamayan kimsedir. Miskin ise; kendisine ve geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmamakla beraber, sahip olduğu mal ve kazançla kıt kanaat geçinebilen kimsedir.

Özetlersek, Hanefilere göre, miskin fakirden daha fakir;  Şafiilere göre ise, fakir miskinden daha fakirdir. Bu her iki mezhebe göre de zekât almaya hak eden muhtaçlar;

a. Hiçbir malı ve geliri olmayanlar ile,

b. Malı ve geliri olmakla beraber yine de kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin geçimleri temin edemeyen kimselerdir.

45 Kuyumcu olan bir kişi nasıl ve ne kadar zekat verir?

Hanefî mezhebine göre;

Altın veya gümüşün bakırla karışması durumunda ölçü galip olan unsura göredir.

a. Buna göre, altın-bakır karışımından meydana gelen bir kolyenin / bileziğin / altının içinde altın kısmı bakırdan daha fazla ise, söz konusu kolye ve diğer takıların veya külçenin zekâtı nisabı bu karışımın toplam miktarına göre tespit edilir.

Mesela; bir bilezikte % 70 altın, % 30 bakır olursa, bu bileziğin nisap miktarı -hepsi saf altınmış gibi- 85 gram üzerinden hesaplanır.

b. Eğer durum bunun tersi olursa, mesela; bir bilezikte % 30 altın, % 70 bakır olursa, bu takdirde bunun zekâtı, altın zekâtı olarak değil, bir ticaret malı olarak değerlendirilmelidir. Buna göre, böyle bir bileziğin zekât nisabı, -herhangi bir ticaret malı gibi- onun kıymeti üzerinden değerlendirilir.

Ancak eğer, bu karışım içindeki saf altın miktarı tek başına 85 gram’a ulaşıyorsa, bu takdirde mevcut altın nisabı üzerinden zekât verilir.

c. Eğer, altın-bakır karışımı yarı yarıya eşit seviyede ise, bu takdirde -tercih edilen görüşe göre- bunun da (a) şıkkındakine uygun bir şekilde zekâtının verilmesi gerekir.(bk. el-Lubab, 1/149; Durru’l-Muhtar / Reddu’l-Muhtar,2/300; V. Zuhaylî, 2/763).

Şafiî ve Malikî mezhebine göre;

Altın-bakır karışımı olan bir bileziğin zekâtı, ancak bu karışım içinde bulunan saf altın miktarı zekât nisabına ulaşırsa zekâtı verilir. Şayet, içindeki saf altın miktarı nisaba ulaşmamışsa, bunun  zekâtı verilmez. Yani, -bir ticaret malı gibi- bu iki karışımın kıymeti üzerinden bir değerlendirme yapılamaz. Bu mezheplerin delili şu hadistir:

“Beş ukıyye (yani iki yüz dirhem)den az miktardaki gümüşte zekât yoktur.” (Buharî, Zekât,42).

Bu hadiste açıkça saf gümüş miktarı üzerinden nisabın hesaplanması ön görülmektedir. Nevevî bu görüşün cumhura ait olduğunu bildirmiştir.(bk. el-Mecmu, 6/18-19; Muğni’l-Muhtac, 1/390; el-Kavanînu’l-fıkhiye, s.100-; V. Zuhaylî, a.g.y).

Ebu Davud’un Hz. Ali (ra)’den yaptığı rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurdu:

"Senin altınların 20 dinar / 20 miskal (85 gram)’a ulaşmadan, onlarda herhangi bir zekât gerekmez.” (Ebu Davud, Zekât,4).

Bu hadiste de saf altın miktarı belirlenmiştir. Bu da bu iki mezhebin görüşünü desteklemektedir.

Altınların farklı ayarlarına gelince;

Nisap miktarı olarak kabul ettiğimiz 85 gram saf altının tekabül ettiği farklı ayarlardaki gram miktarı şöyledir:

a. 14 ayarlı altına göre, 145 grama tekabül eder.

b. 18 ayarlı altına göre  113 grama tekabül eder,

c. 22 ayarlı altına göre 93 grama tekabül eder.

Buna göre, 14 ayar altının 145 gramında 85 saf altın vardır, geriye kalan 60 gram ise bakırdır. 18 ayar altının 113 gramında 85 gram saf altındır, geriye kalan 28 gram ise bakıdır. 22 ayar altının 93 gramında 85 gram saf altın, geriye kalan 8 gram ise bakırdır.

Şunu da unutmayalım ki, ayarı ne olursa olsun, farklı ayar altınların zekât miktarı para cinsinden farklı olacağı için, netice itibariyle aynı sonuca çıkar.

Hanefî mezhebinin ölçüleri yukarıda arz edilmiştir.

Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre altın zekâtını vermek isteyenler için ise, en pratik metot şudur:

Yukarıda ölçüleri verildiği şekilde, farklı ayar altınlar ayrı ayrı hesap edilerek onlardaki saf altın miktarı bulunur, sonra bu miktar toplanır, 85 gram ve üzerindeki altın miktarı için -40’ta 1/ % 2,5- zekât verilir.

Zekâtın hesaplanması, verileceği gün esas alınarak, günlük borsa fiyatı / alım-satım ortalaması üzerinden yapılmalıdır.

46 Düğünde takılan takıların zekâtı hakkında bilgi verir misiniz? Fitreyi zekâttan ayıran nedir, fitre ne zaman verilir?

Altın ve gümüşten yapılmış zinet eşyalarının zekâtı, kendi cinslerinden olmayan bir şey ile ödeneceği takdirde ağırlıkları değil, piyasa değerleri esas alınır. Bunda ittifak vardır. Fakat kendi cinsiyle ödeneceği takdirde, İmam-ı Azam ile Ebû Yûsuf`a göre ağırlıkları, İmam-ı Züfer`e göre ise kıymetleri, İmam-ı Muhammed`e göre de bunlardan hangisi fakirin lehine ise, yani, hangisinin zekâtı daha fazla tutuyorsa ona itibar olunur. Sâf olmayıp karışık olan altın ve gümüşte hangi madde fazla ise ona itibar edilir. Altın fazla ise o madde altın kabul edilir. Bakır fazla ise bakır, gümüş fazla ise gümüş kabûl edilir.

Zekât verecek zengin için, nisab miktarı tutarında bir mal, bir yıl elde bulunmalıdır. Fitrede ise, bu şart yoktur. Fitrenin verileceği en son gün bile, nisab miktarı mal eline geçse, kendisine derhal fitre vâcib olur.

Zekâtta günümüzde ekseriya nisab ölçüsü olarak altın alınmaktadır. Fitrede ise gümüşün esas alınması iyidir. Fitrenin zekâta göre daha geniş bir kitle tarafından verilmesinin sebebi de budur.

Yaşlılıktan veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunu tutamayan kimseden fitre düşmez. Onların da bu vâcibi yerine getirmeleri icabeder.

Fitre, İslâm memleketlerinde yaşayan gayri müslimlere verilebilirse de küfür diyarındaki gayri müslimlere verilemez.

Fitrenin rüknü temliktir. Fitreyi fakirin mülkiyetine geçirmeden fitre ödenmiş olmaz

Fitre, Ramazan Bayramı'nın birinci günü sabahı, fecrin doğuşundan itibaren vâcib olur. Fitreyi vermenin müstehab olan şekli ise, fecrin doğuşundan itibaren namazdan çıkmadan önce fakirlere verilmesidir. Fakat fitrenin bayramdan bir kaç gün, hatta birkaç ay önceden verilmesinde de bir beis yoktur. Böylece fakirlerin bayram ihtiyaçlarını önceden karşılamaları, noksanlarını telâfi etmeleri sağlanmış olur.

Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk fırsatta ödenmelidir. Bu görüş İmam Ebû Hanife`nindir. Diğer üç İmama göre, fitre, Ramazanın son akşamı güneşin batmasından itibaren vâcib hâle gelir. Ödemenin bayram namazından sonraya te`hiri de câiz değildir.

Ramazan bayramının 1. günü fecrin doğuşundan evvel vefat eden veya fakir düşen kimseye fitre vermek vâcib olmaktan çıkar. Fecrin doğuşundan sonra vefat eden zengine ise, fitre vâcibdir; mirasından ödenir. Nisab miktarını bulan mal, fitrenin vâcib olmasından sonra, ödenmeden telef olsa fitre sâkıt olmaz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Zekat kimlere farzdır? Zekatın verme şekli, mükellefiyet şartları, verilme zamanı ve verileceği yerler hakkında bilgi verir misiniz?..

47 Elmas, yakut, zümrüt, pırlanta taş gibi ziynet eşyalarına zekât düşer mi?

Elmas, yakut, zümrüt gibi ziynet eşyaları ticaret maksadıyla bulunduruluyorsa, bunlara zekât düşer. Ancak ticaret kastı olmadan kadınların bulundurduğu bu tür ziynet eşyaları zekâta tabi değildir. Ancak altın kısımları hesap edilir altınların zekâtı verilir.

Kıymetli Taşlar - Mücevheratın Zekâtı:

Evde süs ve ziynet olarak bulundurulan elmas, zümrüt, yakut, inci ve benzeri kıymetli taşların da zekâtı verilmez. Ama ziynet eşya­sı da olsa altın ve gümüşün -nisaba ulaşırsa- zekâtını vermek ge­rekir. Bu, Hanefî mezhebine göredir. Şafii mezhebine göre, kadının süs ve ziynet eşyasından zekât verilmez. (bk. el-Ayni Şerh-i Hidâye.)

Mücevherattan altın ve gümüşün dışında kalan ne varsa -ticaret için bulundurulmadığı takdirde- hiçbirinin zekâtı verilmez. O hâlde kadınların ziynet olarak bulundurdukları pırlanta, yakut, elmas, inci ve benzeri eşya zekâta tabi değildir. (El-Cevheretü'n-Neyyire.)

(Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/116-142.)

48 Ticaret mallarının zekâtı nasıl verilir?

Alım ve satımı yapılan ve kâr etmek maksadıyla elde bulundurulan her türlü mal ticaret malı sayıldığından, bunlar zekâta tâbidir. Ev, arsa, dükkan, han, hamam gibi gayrimenkuller; manifatura, halı, kilim, beyaz eşya gibi ihtiyaç malzemeleri; buğday, arpa, pirinç, mercimek gibi hubabat; demir, bakır, alüminyum gibi tartılan maddeler; koyun, sığır ve at gibi hayvanlar hep birer ticaret malıdır.

Her şeyden önce ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken, üzerinden bir yılın geçmiş olması ve nisap miktarına ulaşması gerekir. Ticaret mallarının nisabında altın ve gümüşteki nisap miktarı esas alınır. Buna göre yıl başında 20 miskal (85 gram) altın veya 200 dirhem (595 gram) gümüş miktarı nisaba ulaşan bir ticaret malının zekâtı için yıl sonundaki değerine itibar edilir. Yıl içindeki eksilip artması zekâta tesir etmez. Fakat yıl sonundaki değeri nisap miktarının altına düşerse, artık zekâtı verilmez.

Yine yıl içinde tüccarın iflas etmesi veya elinde hiç mal ve paranın kalmaması durumunda da “üzerinden bir yıl geçme” şartı kalkmış ve zekâtın farziyeti düşmüş olur.

Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre, ticaret mallarının nisap miktarına ulaşma şartı, sadece yıl sonundaki miktarına itibar edilir. Yılın başında veya ortasında malın değerinin nisap miktarının altına düşmüş olması zekâtın farziyetine engel olmaz. Meselâ, yıl başında 10 miskal (42.5 gram) altın değerinde bir sermaye ile ticarete başlayan bir kimsenin sermayesi bir yıl sonra nisap miktarına ulaşmışsa, bu artan miktarın üzerinden bir yıl geçmesine gerek kalmadan malın tamamından zekât verilir.

Hanbelî mezhebine göre ise, bir ticaret malının zekâta tâbi olabilmesi için, yılın başından sonuna kadar nisap miktarından aşağı düşmemesi gerekir. Yıl içinde malın değeri nisap miktarının altına düşmesi halinde “üzerinden bir sene geçme” şartı kalkmış sayılır, böylece zekâtı da verilmez. Bu malın zekâta tâbi olabilmesi için nisaba ulaştıktan sonra yeniden üzerinden bir yıl geçmesi gerekir.(Yusuf el-Kardâvî. Fıkhu’z-Zekât, I/329-331)

Ticareti yapılan bir mal yıl içinde kendi cinsiyle veya başka bir cins malla değiştirilse “üzerinden bir yıl geçme müddeti” kalkmış olmaz. Yıl sonunda yapılan hesaba göre zekâtının verilmesi gerekir. Meselâ, yıl başında nisap miktarı tutarında inşaat demiri bulunan bir kimse, yıl içinde bunu satıp yerine tuğla alsa, daha sonra bunu da satarak çimento alacak olsa, bu mal yıl sonunda nisap miktarının altına düşmediği müddetçe zekâtını hesaplayıp vermesi gerekir.

Ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken kıymetleri, bulundukları yerdeki piyasa şartlarına göre takdir edilir. Bunda malın rayiç bedeli ve satış fiyatı değil de, alış fiyatı ve maliyeti esas alınır. Çünkü çoğu defa bir malın satış fiyatı ancak piyasa şartlarına, arz-talep dengesine ve müşterinin durumuna göre değişiklik arz eder. Bu da ancak satış olunca kesin olarak belli olur. Oysa henüz mal elden çıkmamış, kesin satış fiyatı belli olmamıştır. Bunun yanında maliyeti veya alış fiyatı bellidir. Bunun için ticaret malının zekâtı hesap edilirken maliyet yahut alış fiyatının esas alınması daha sıhhatli ve kolay olur.

Altın ve gümüşte olduğu gibi, ticaret mallarında da verilecek zekât nisbeti kırkta birdir. Ticaret malları ya altına göre veya gümüşe göre hesap edilir. Fakat bunlardan birisine göre malın değeri nisaba ulaşmayıp diğerine göre ulaşsa, ulaşan maddeye göre verilir. Meselâ, bir malın değeri altına göre nisap miktarını bulmasa da, gümüşe göre bulsa gümüş üzerinden hesap edilerek zekâtı verilir.

Ticaret malının zekâtı, malın değeri üzerinden para olarak verilebileceği gibi, malın kendi cinsinden de verilebilir. Meselâ, kumaş ticareti yapan bir kimse malının zekâtını para olarak verebileceği gibi, kumaş olarak da verebilir. Bunda fakirin ihtiyacını göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Hangisi fakirin işine yarayaksa o tercih edilir. Ticaret mallarının zekâtı hesap edilirken borçlar düşülür, kalan meblağ zekâta tâbi kılınır.

(Mehmed PAKSU, İbadet Hayatımız-1)

49 Şafii mezhebine göre fıtır zekatı ve verileceği yerler hakkında bilgi verir misiniz?

Şafi mezhebinde; fitrenin (fıtır sadakası) miktarı bir sâ'dır (2,166 kg.). Fitre ancak buğday, arpa, mercimek, pirinç, hurma, nohut, mısır, kuru üzüm ve peynir gibi halkın çoğunun yediği gıda maddelerinden verilir. Gıda maddelerinin kıymetini para olarak vermek caiz değildir.

Hanefi mezhebine göre gıda maddelerinin kıymetini para olarak vermek caizdir. Fakirlerin ihtiyaçlarının karşılanması bakımından böyle yapılması belki de daha hayırlıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din işleri Yüksek Kurulunun sadaka-i fıtırla ilgili kararının mukaddimesinde, bu sadakanın mahiyeti ve esprisi hakkında şöyle denmektedir:

"Hadislerde sadaka-i fıtrin miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ' (Hz. Peygamber döneminde kullanılmakta olan bir ölçü birimi olup yaklaşık 2,917 gr.) olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrin bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır."

Birkaç kişinin fitresini vermesi gereken kişi bunları ödeyecek mala sahip değilse, önce kendi şahsının fitresini verir. Sonra malî durumu nisbetinde eşinin, hizmetçisinin, küçük çocuğunun, babasının, annesinin ve büyük çocuğunun fitresini verir. Bununla ilgili bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Önce nefsinden başla, ona tasaddukta bulun. Bir şey artarsa ailene ver. Ailenden bir şey artarsa yakınlarına ver." (Müslim, Zekât, 14)

Fitresini vermesi gerekenlerden aynı derecede birden fazla kişi bulunur ve hepsinin fitresini verecek kadar malı bulunmazsa, bunlardan dilediğinin fitresini verir.

Sadaka-i Fıtrin Verileceği Yerler


Sadaka-i fıtrin verileceği yerlerle zekâtın verileceği yerlerin aynı olduğu hususunda fakihler görüş birliği içindedirler. Sadaka-i fıtır bu bakımdan zekât hükmünde olup zekâtın verileceği yerlere verilir ve Tevbe sûresinin 60. âyetinin kapsamına girer. Kendilerine zekât verilmesi caiz olmayanlara sadaka-i fıtrin da verilmesi caiz olmaz. Bu sadakanın gayri müslimlere, Müslüman ülkelerde yaşayan zimmîlere verilmesi caiz değildir.

Fıtır sadakası vermesi vacip olan bir kişi bu sadakayı vermeden ölürse, mirasçılarının bu sadakayı onun terekesinden vermeleri gerekir. Çünkü bu sadakada hem Allah'ın hem de kulların hakkı vardır. Mükellefin ölümüyle bu vecibe ortadan kalkmaz.

Hanefî mezhebine göre fıtır sadakası vermekle mükellef olan bir kişi fıtır sadakasını vermeden ölürse, mükellefiyeti sona erer. Mirasçıları onun bu sadakasını gönüllü olarak verirlerse ve kendileri de teberruda bulunma ehliyetine sahip iseler terekesinden verilir. Vermek istemezlerse zorlanamazlar. Ama ölünün bu konuda vasiyeti varsa, fitresinin, malının üçte birinden çıkarılıp verilmesi uygun olur. (Zühaylî, el-Fıkhü'l-islâmi, 3/2040; Mehmet Keskin, Büyük Şafii İlmihali)

SADAKA-I FITIR (FİTRE):

Sadaka-ı fitre üç şeyle vacip olur:

1. Fitresi verilecek kişinin Müslüman olması.

2. Ramazan ayının son gününde güneşin batmış olması.

3. O gün kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakasın­dan fazla malı bulunması gerekir.

Fitrenin miktarı bir sa'dır. Kendisinin, çocuklarının ve nafakasını kar­şılamakla yükümlü olduğu Müslümanların fitresini vermesi gerekir. Memleketin ekser yiyeceği ne ise ondan çıkarılıp verilir. Bir sa' beş Irak lit­resi ve bir litrenin üçte biridir.

Fitır sadakası (fitre), Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in hususiyetlerinden olup, Hicret'in ikinci yılında Ramazan bayramından iki gün önce farz kı­lınmıştır. Farz kılınmasının hikmeti oruçta vuku bulmuş, eksikliklerden oruçluyu temizlemektir.

Sadaka fıtrin meşrutiyetinin delili için İbni Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Rasulullah (s.a.v) fıtır zekatını Ramazan ayında hurmadan veya arpa­dan bir sa' erkek veya kadın, hür veya köle her Müslümana farz kılındığını emretmiştir." (Buharı, 1433; Müslim, 9H4.)

Sadaka-ı fıtrin cinsi ve miktarı: Sadaka-ı fıtır her mükellefin ikamet et­tiği memlekette halkın çoğunun yedikleri temel gıda maddesinden bir sa'dır. Rasulullah (s.a.v)'ın kullandıkları sa' normal dört avuçtan ibaret idi. Bugünkü ölçülerle yaklaşık 2.400 gr'dır.

Ebu Said el Hudri (r.a) şöyle demiştir:

"Biz Rasulullah (s.a.v)'ın zamanında Ramazan bayramı gününde fıtır zekatını her çeşit gıdadan bir sa' olarak verirdik. Bizim mutad olan gıda­larımız ise arpa, kuru üzüm, peynir ve kuru hurma idi." (Buharı, 1432)

Hadisi şeriften de anlaşıldığı gibi, sadakaı fıtır para veya başka şeyler­den verilmez. Buğday, pirinç, kuru üzüm, nohut, mısır v.b gibi halkın ço­ğunun yediği gıdalardır. Günümüzde halkın çoğunun temel gıdası buğ­day olduğuna göre fıtır sadakası buğday olarak verilir. Şafii mezhebine göre buğdayın kıymeti verilmez. Ancak Hanefi mezhebi taklit edilerek buğdayın değerini para olarak vermekte bir sakınca yoktur. Çünkü fakir için genelde para, ihtiyacı gidermek yönünden buğdaydan daha iyidir.

Fitre,
kişinin bulunduğu şehir veya köydeki fakirlere verilir. Başka memleketteki fakirlere göndermek caiz değldir. Ancak o yörede fakir bu­lunmuyorsa, o zaman başka yere göndermek caizdir.

Fitrenin ödenme zamanı: Fitre, Ramazanın son günü güneşin batmasıyla vacip olur. Ancak zekat erken verilebildiği gibi, fitreyi de Rama­zan ayı içinde vermek caizdir.

Fitrenin bayram günü sabahı bayram namazından önce verilmesi sün­nettir. Peygamberimiz (s.a.v) Bayram namazına gitmeden önce fitrenin verilmesini emretmiştir. Bayram günü akşamına kadar te'hir edilmesi mekruhtur. O gün güneş battıktan sonraya bırakmak günahtır. Çünkü za­manı geçmiştir. Bu zamana kadar verilmeyen fitrenin kazası gerekir.

Peygamberimiz (s.a.v.), "Sadaka-ı fıtır, oruçlu için faydasız, çirkin ve fena sözlerden temizliktir." (Et-Terğih Vet-tcrhih, 21274.) buyurarak önemini bildirmiştir.

Sadaka-ı fıtrin; orucun kabul edilmesine bir sebep olduğunu yine Pey­gamberimiz (s.a.v.)'in bir hadis-i şeriflerinden dinleyelim:

"Ramazan orucu yer ile gök arasında asılıdır. Ancak sadaka-ı fıtırla yükseltilir." (Et-Tcrğib Vet-terhib, 21275.)

Bayram günü ve gecesi, kendisinin ve ailesinin ihtiyacın­dan fazla varlığa sahip olan herkesin sadaka-ı fıtır vermesi vaciptir. Aile reisinin, kendisi ve nafakasını karşılamakla yükümlü olduğu kimselerin sadak-ı fitrelerini çıkarması vaciptir. Bunlar, hanımı, annesi, babası, ço­cukları, yeme ve içmesini üzerine aldığı hizmetçisidir. Yalnız anne ve babası ile büyük çocuklarının fitrelerini çıkarmasının vacip oluşu için onla­rın fakir olması lazımdır.

ZEKAT VE SADAKA-I FITRIN VERİLMESİ GEREKEN YERLER:

Kur'an-ı Kerim'in beyanına göre zekatın verileceği yerler ayet-i keri­me'de belirtilen şu sekiz sınıftır:

"Sadakalar (zekat) Allah tarafından bir fariza olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, miskinler, zekat toplayıcıları, kalpleri İslama ısındırıl­mak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolundaki gaziler ve yolda kal­mışlar. Allah alimdir, hakimdir. " (Tevbe: 9/60)

Şimdi bu sekiz sınıfı tek tek açıklayalım:

1. Fakir:

Hiç bir malı veya kazancı olmayıp, yiyecek, giyecek ve mesken gibi zaruri ihtiyacını karşılayacak miktarın yarısından daha az bir mala sahip bulunan kimsedir. Mesela yüz bin lira ihtiyacına karşılık otuz bin lira parası olan kimse fakir sayılır.

2. Miskin:

Malı ve kazancı zaruri ihtiyacını karşılayacak miktarda olmayıp, yarı­sını aşan kimsedir. Mesela yüz bin lira ihtiyacına karşılık yetmiş bin lira parası olan kişi miskin sayılır.

3. Zekat toplayıcıları:

Zekatı toplayan, dağıtan, yazan ve bekçiliğini yapan kimselerdir.

4. Kalpleri İslam'a ısındırılmak istenen kimseler:

Yeni Müslüman olmuş, imanı zayıf olan kimse veya yeni Müslüman ol­muş kimsedir. Onun dengi olan kâfirlerin İslam'a girmeleri umulacağı için bu durumda olan birine zekat verilebilir.

Ayrıca kuvvetli bir tahmin: Bunlara zekat verilince maddi güç sahibi olup, düşmanı yenebilir. Ya da fazla kuvvete sahip olması için toplama imkânı bulunmayan zekatı kolay toplayabilenlere de verilir.

5. Köleler:

"Zekat alıp onunla azat olunabilme ihtimali olan kölelerdir. Yani mükatep (azatlığı şarta bağlı olan) kölelere zekat verilir.

6. Borçlular:

Mubah bir şekilde borç altına girenlere zekat verilir. Mesken alımı, ço­cuğun evlendirilmesi veya temel ihtiyaçlarının temininde borç altında olanlardır.

7. Allah yolunda savaşanlar:

Bunlar zengin de olsa savaştan dönene kadar kendilerinin ve aile fert­lerinin nafaka, elbise vb. gibi zaruri ihtiyaçlarını temin edebilmek için kendilerine zekat verilir. (Fi sebilillah hükmünde olanlar bunlardır.)

8. Yolda kalmışlar:

Bunlar, hacc veya herhangi bir mubah seferde iken parası kaybolan ve­ya tükenen kimselerdir. Bunlara da zekat verilebilir.

Bazı fıkıh kitapları zekatın bir sınıfta bulunan müstehaklara veya gere­kirse birine de verilebileceğini beyan ederler.

İbnül Münzir, Rüyanı ve Ebu İshak ve Eş-Şirazi gibi alimler, fitrenin ancak üç fakire verilmesini uygun görmüşler ise de, İmam-ı Rafii ve El Ezrai, bir fakire verilmesinin de caiz olduğunu söylemektedir. Ancak sadaka-i fıtraları bölüp, üç kişiye verilmesi daha da iyidir.

Sadaka-i fıtır para olarak veya un olarak verilemez.

Buğday, arpa, mısır, pirinç, nohut, mercimek, bakla, hurma, üzüm, süt, yağlı peynir gibi memleketin ekser yiyeceğinden çıkarılır.

Sadaka-i Fıtır bir sa'dır. Bu sa' İmam Nevevi'ye göre 685 dirhem olup dirhemi şer'iye göre hesaplandığında takriben bir sa' 2.200 gram (iki ki­lo ikiyüz gram) eder.

ZEKAT VERİLMEYEN YERLER:

Şu beş sınıfa zekat verilmez:

1. Mal ve servet varlığı ile zengin olanlara.

2. Kölelere. (Mukatebe , köleliği anlaşmaya bağlı olanlar hariç)

3. Beni Haşimi ve Beni Muttalibilere,

4. Fakir ve miskin ismi altında nafakası kendisine ait olanlara.

5. Fakir bile olsa kâfir bir kimseye zekat verilmez.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Zenginlere ve uzuvları sağlam olan kuvvetlilere zekat helal olmaz." (Tirmizi, 652.)

Hadisi şerifte geçen "Mirret" kelimesi kazanabilen ve güçlü kişi de­mektir. Şu halde iş sahası bulunduğu halde çalışmayan kişiye ve zengine zekat verilmez.

Kölelere zekat verilmeyişinin nedeni,
kölelerin bakımı, masrafı ve na­fakası onun sahibine aittir. Kölenin azad edi­lebilme durumu varsa ve verilebilecek zekat onun azat olması için bir ve­sile teşkil ediyorsa, o durumdaki köle veya kölelere de zekat verilebilir.

Nafakaları başkasına ait olan fakir ve miskin kimselere bu isim altında zekat verilmez. Ancak bunların savaşla bulunmaları veya mubah bir şekil­de borçlanmış olmaları ile kendilerine zekat verilebilir.

Borçlanmanın mubah olması gerekir. Yani bir mesken yapma, çocuk­larının normal rızkını tayin etme, çocuğu evlendirme... vs.

Zekatı hak etmeyen kimsenin zekatı alması veya böyle bir durumda olan kimseye bilerek zekat vermek haramdır.

Zekat, muhtaç veya ihtiyacı olanın hakkı olduğu için zengine veya ze­kata ihtiyacı olmayan kimseye verilmez. Çalışmaya gücü yetip de iş bul­ma imkânı olan kimseye de zekat verilmez.

Mal bir yerde olur, mal sahibi başka yerde olursa zekatı, malın bulun­duğu yerin müstehaklarına vermek zorunludur. Şayet orda fakir bulun­mazsa en yakın yerin fakirlerine verilecektir.

Bir yerde müstehaklar bulunduğu halde zekatı vacip olduğu o yerden başka bir yere nakletmek haramdır.

Kâfire, mükatep olmayan köleye (azat olma durumu olmayan) zekat verilemiyeceği gibi çocuk ve deliye de zekat verilmez, ancak bunların ve­lilerine verilir. Çünkü bunların nafakası velilerine aittir.

Haram yolda harcayacağı bilinen kimseye zekatı vermek caiz olmayıp haramdır.

Peygamberimiz fs.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki sadakalar (zekat) insanların kirlerinden başka bir şey değildir. Sadakalar ne Muhammed' e ne de Muhammed'in ehline helal ol­maz." (Müslim, 1072)

Ebu Hureyre (r.a) şöyle rivayet eder:

'Bir defasında Hz. Ali'nin oğlu Hasan sadaka hurmalarından bir hur­mayı alıp ağzına koydu. Hz. Peygamber: "Hayır, hayır onu ağzından çı­kar. Bizim sadaka yemediğimizi bilmiyor musun?" (Buhari, 1420, Müslim. 1069) diye buyurdu.

Bir kimse nafaka ve ihtiyacı kendisine ait olan bir kimseye zekat vere­mez, çünkü burda vereceği zekat yine kendi menfaatine dönecektir. Bu­nun için bir kimsenin kendi ana-babasına, dede veya nenesine zekat ver­mesi caiz olmaz. Çünkü onlara bakmakla mükelleftir. Keza bir kimse, kü­çük çocuklarına veya bakmakla yükümlüğü olduğu torunlarına zekat ve­remez. Ancak çocuğu büyümüş ve ondan ayrı ise o zaman ona zekat ve­rebilir. Çünkü o durumda çocuğuna bakmakla mükellef değildir.

Peygamberimiz (s.a.v) Muaz bin Cebel'i Yemen'e vali olarak gönde­rirken O'na şöyle buyurmuştur:

"Onları önce Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın resulü olduğumu bilmeye davet et... Eğer bunu kabul ederlerse, bu defa onlara bildir ki Allah kendilerine mallarında zekat farz kılmıştır. Bu ze­katı zenginlerden alınır onların fakirlerine verilir." (Buhari)

Onların fakirlerinden kasıt, onların Müslümanlarıdır. Yani herhangi bir fakire verilir diye bir şey söz konusu değildir. Zekat ancak fakir Müslümanlara verilir. Hadisin metninde, 'onların fakirlerine verilir' ibaresi buna delil gösterilebilir.

50 Ev almak için biriktirilen altınlara zekât düşer mi?

Ev almak için biriktirilen bu altınlara zekât düşer. Birikmiş altınların kırkta birini zekât olarak ödemeniz gerekir.

Zekâtı altın olarak vermeniz şart değildir; kırkta biri değerinde para olarak da verebilirsiniz.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Ev almak, evlenmek veya iş yeri kurmak amacıyla biriktirilen paranın zekatı verilir mi?..

51 Düğün takılarının zekatı nasıl verilir? Benim düğünüm üç ay önce oldu. Takılan takıların gramajı olarak (400 gr) civarında altın mevcut ve kendine ait evim var evlenmeden önce almıştım.

Gayri menkuller için zekat yoktur. Ancak kira gelirler varsa ve bu birikimlerin üzerinde bir yıl geçmişse bunların zekatı verilir.

Altınlarınız içinde üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekat vermeniz farz olur. Bir yılı doldurmayan para veya altınlara zekat düşmez.

İlave blgi için tıklayınız:

Nisab miktarı ne kadardır? Hanefi ve Şafii mezhebine göre kadının zinet olarak kullandığı altınlara zekat düşer mi?

52 Üzerinden bir yıl geçmeden harcanan mala zekat düşer mi?

Malın zekatı ödenmesi için üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. Bir yıldan önce harcanan malın zekatı ödenmez.

Bir mala zekat düşmesi için şu hususlar gereklidir:

1. Mal, mal sahibinin aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından fazla olarak, nisab miktarı veya daha fazla olmalıdır. Aslî ihtiyaç; kişinin ve ailesinin ihtiyaçları olan mal, eşya ve aletlerdir.

2. Mal, hakîkaten veya hükmen artıcı olmalıdır. Hakîkaten artıcı olmasından maksat; malın, ticaret veya üreme yoluyla çoğalıcı olmasıdır. Buna göre; her türlü ticaret malı, nesli, sütü ve tüyü alınmak üzere kırlarda otlatılan erkek ve dişi hayvanlar hakîkaten artıcıdır. Malın hükmen artıcı olması; sahibinin veya sahibinin vekili elinde bulunması suretiyle artırılmaya elverişli olmasıdır. Altın, gümüş ve paralar bu kabildendir.

3. Malın üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Nisâb miktarı mala sahip olan bir kimseye; o mala sahip olduktan itibaren bir sene geçtikten sonra zekât vermesi farz olur. Nisâbın, hem senenin başında hem de sonunda mevcut olması gerekir. Arada azalıp çoğalmasına itibar edilmez.

Zekât verirken malın, sene başındaki veya sene ortasındaki değil, sene sonundaki değerine itibar edilir. Mesela; sene başında 500.000 lirası olan bir kimsenin sene ortasında 300.000 liraya düşse, fakat sene sonunda 600.000 olsa bu şahıs zekâtını 600.000 lira üzerinden verecektir.

Şafiî mezhebine göre; nisâbda muteber olan zaman senenin sonudur. Sene sonunda nisâb miktarı olan bir mal, sene başında nisabtan az bile olsa o mala zekât gerekir. Zekât verilmesi gereken bir mal; üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak olsa, artan miktar için üzerinden bir sene geçmedikçe zekât icab etmez.

Toprak mahsûllerinin zekâtında; mahsûlün üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Hasadı yapıldıktan sonra zekâtlarının verilmesi gerekir.

4. Sahibi, mala tam olarak malik olmalıdır. Bundan maksat; malın, sahibinin elinde olması ve onda bir başkasının hakkının bulunmamasıdır. Buna göre; kadının henüz eline geçmeyen mehrine ve insanın elinde bulunmakla beraber, buna karşılık borcu olan malına zekât gerekmez. Ancak, borcuna mukabil olanı çıktıktan sonra geriye kalan miktar nisâba ulaşırsa o fazlalık için zekât gerekir.

Buradâki borçtan maksat; kul borcudur. Keffaret, nezir, hacc, gibi dinî borçlar zekâtın gereğine manî değildir.

Eskiden kalma zekât borcu da nisâba manidir. Buna göre; elinde nisâb miktarı malı olan bir kimsenin, eski senelerden kalma zekât borcu olur ve bu borç düşüldüğünde geri kalan miktar nisâbtan aşağı düşerse, o kimseye zekât icabetmez.

Satın alınıp henüz teslim alınmayan mal, borçlu tarafından inkâr edilmeyen, edilse bile isbatı mümkün olan alacaklar ve yolcuların memleketlerinde olan mallarına zekât gerekir. Bir kimsenin, sahibi olmakla beraber elinden çıkan ve faydalanması ya da bir daha kendisine dönme umudu olmayan (denize düşen, kaybolan mallar; borçlu tarafından inkâr edilip isbatı mümkün olmayan alacaklar) mallardan dolayı zekât icabetmez.

Haram yolla kazanılan malın zekâtı verilmez. Bu malın, varsa sahibine verilmesi, bilinmiyorsa fakirlere dağıtılması gerekir.

53 300 gram altınıma ne kadar zekat vermeliyim?

Kırk gramda bir gram altın veya değeri kadar para vermeniz gerekir. Bu da yaklaşık olarak 7,5 gr. altın yapar.

İlave bilgi için tıklayınız:

Altın ve gümüş zekatı?..

54 Çocuğun saçının ağırlığı kadar sadaka vermenin mantığı nedir?

Hz. Ali’den gelen bir rivayet göre, Hz. Hasan doğarken, Peygamberimiz (a.s.m) ona akika olarak bir koyun kesti. Sonra Hz. Fatıma’ya da: “Başını tıraş et ve saçının ağırlığı kadar gümüş tasadduk et” diye buyurdu. Saçı tarttığında onun bir dirhem civarında olduğunu gördü. (bk. Tirmîzî, Edahî 20). Hakim, benzer bir rivayeti Hz. Hüseyin için söz konusu etmiştir. (Müstedrek, 4/237)

Dihlevî bu tasadduku, çocuğun, cenin halinden bebeklik haline geçmesi gibi son derece mühim bir nimete şükrân borcunun ifâdesi olarak değerlendirir. (Huccetullah, 2/728)

Ayrıca, diyebiliriz ki, hadiste söz konusu edilen “saç”ı akika kurbanı ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman bunun  “şahsa özel” bir sadaka olduğu anlaşılır. Yani bir yandan yeni doğan çocuk nimetine karşılık, Allah için bir akika kurbanı keserken, bir yandan da çocuğun “başının sadakası” olarak -hadiste eziyet şeklinde adlandırılan- çocuğun saçını kesmek ve ağırlığınca gümüş veya altın sadaka vermek de özel bir anlam ifade etmektedir. Demek ki, akika kurbanı, çocuğu lütfeden Allah’a karşı bir şükran, kesilen saçının ağırlığı kadar gümüş veya altın sadaka etmek ise, çocuğun kaza ve belalardan korunması için -başının sadakası diliyle- Allah’a yapılan fiilî bir duanın ifadesidir.

55 Alacağımızı zekat yerine sayabilir miyiz?

Bu şekilde zekât olarak vermekle zekât verilmiş olmaz. Ancak parayı alıp tekrar onlara verirseniz zekât yerine gelmiş olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Alacağını zekat saymak caiz midir?

56 Haram paranın zekatı olur mu?

Haram yolla kazanılan malın zekâtı verilmez. Bu malın, varsa sahibine verilmesi, bilinmiyorsa fakirlere dağıtılması gerekir.

Bir kişinin kumar gelirinin dışında başka bir geliri varsa, mesela kahvehanede sadece çay veya diğer meşrubatlar satmaktan gelen helal kazancı varsa, bunu ayrı olarak hesaplayıp bu miktar üzerine zekât düşüyorsa, yani bu helal kazancı nisab miktarına ulaşıyorsa, bunun zekâtını ve fıtır sadakasını verebilir.

Sadece kumar gelirinden olan haram paradan zekât verilmez.

57 Zekatı bir yıl dolmadan peşin olarak verebilir miyim?

Zekât, farz olduktan sonra verilir. Nisaba ulaşan, zengin olduğu tarihi, kameri aya göre bir yere yazar. Mesela, 3 Receb'te zengin olmuşsa, bir yıl sonra Receb'in üçü gelince yine nisap kadar parası ve ticaret malı varsa zekâtını verir; Ramazan ayını beklemez. Günü gelmeden zekât vermekte de bir sakınca yoktur, çok iyi olur.

Hatta gelecek birkaç yılın zekâtını önceden vermek de caizdir. Bir kimse, zekâtını yanlış hesap edip, bir altın zekât vermesi gerekirken iki altın hesap etse, fakire verdikten sonra tekrar hesap etse, bir altın vereceğini anlasa, ikinci yıl vereceği zekâta bu bir altını sayabilir.

Ancak, yıl sonunda elinde olan mal daha fazla olur ve baştan verdiği zekât eksik kalırsa, o eksiği telafi eder.

Biriken paranın zekâtı paranın üzerinden bir yıl geçtikten sonra verilir. Paranın üzerinden bir yıl geçmeden, yani zekât farz olmadan para elegeçer geçmez zekât verilirse, bir sonraki verilecek olan zekât, iki yıl sonra verilir. Çünkü bir yıl sonraki zekât peşinen ödenmiştir, diğer yılın zekâtı için de bir yıl beklenmesiyle zekât farz olacağından, paranın ele geçtiği andan itibaren iki yıl sonra ikinci zekât verilir.

Diğer kazancınızdan eklediğiniz paranın zekâtı da aynı şekilde ne zaman elinize geçmişse ona göre hesaplanır.

İlave bilgi için tıklayınız:

ZEKÂT.

58 Şafii mezhebine göre fitre verirken nasıl niyet edilmelidir? Vekalet nasıl verilir? Vekile mal (fitre) verilir mi?

Şafii mezhebine göre, bir kimse bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin fitrelerini de vermekle mükelleftir. Tabii ki, asıl olan onların da iznini almaktır. Ancak bu iş süreklilik arz ettiğinden, aile fertlerinin izni hep var olduğu kabul edilir.

Zaten niyet kalbidir, dil ile söylemek gerekmez. Hatta zekât ve fitre gibi şeyleri fakire verirken, (bayram hediyesi gibi) başka bir bahaneyle vermek daha uygundur. Yeter ki içimizden bunun zekât veya fitre olduğuna niyet edelim.

Tabii ki, başka bir kimseye vermek üzere birini vekil edebilirsiniz. Vekâlet verdiğinizde, içinizden geçireceğiniz niyetiniz yeterli olacaktır. Vekil malı sahibine teslim edeceği zaman, içinden yapacağı niyet de geçerlidir.

Aslında niyet, yaptığımız işin mahiyeti / maksadı hakkında içimizde duyacağımız temayül ve kararlılıktır.

59 Benim sığırlarım var; hayvanların zekatı hakkında bilgi verir misiniz?

İmam Azam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, gerek ko­yun ve keçiden, gerek sığırdan henüz bir yaşını doldurmamış olan­lar zekâta tabi değildir; isterse bunların sayısı nisab barajına ulaş­mış veya aşmış olsun. Ancak aralarında bir tane bile olsa bir yaşını doldurmuşu varsa diğerleri buna tabi olarak hepsinin zekâtı gerekir.

İmam Ebu Yusuf'a göre, henüz bir yaşını tamamlamamış hay­vanlardan da -nisaba erişmişse- zekât vermek gerekir. Örneğin kırk oğlak için bir oğlak, kırk kuzu için bir kuzu zekât verilir.

İmam Şafiî'nin de görüş ve içtihadı bu anlamdadır. (Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/134.)

Hayvanların Zekatı

Senenin yarıdan çoğunu kırlarda otlayarak geçiren sâime hayvanlar; eti, sütü ve yünü için beslendikleri takdirde, özel nisaplarla zekâta tabi olurlar. Bu hayvanlar; koyun, keçi, sığır ve develerdir. Koyun ve keçiler aynı sınıf olarak mütalaa edilirler.

a. Koyunlar ve Keçilerin Zekatları:

Koyun ve keçilerin nisâbı kırktır; daha aşağısına zekât gerekmez. Bunlar biribirlerine ilâve edilirler. Erkek ve dişileri arasında fark yoktur.

Sayıları kırktan fazla olan koyun ve keçilerin zekâtları şöyledir:

Bundan sonraki her yüzde bir koyun veya keçi verilir. Bu rakamların arası zekâttan muaftır. Yani 40 koyun için bir koyun verileceği gibi,120 koyun için de bir tek koyun zekât verilir.

b. Sığır ve Mandaların Zekâtı:

Sığır ve mandalarda zekât otuzdan başlar; bundan sonrası için zekât şu şekilde verilir:

Altmış sığırdan itibaren hesap; ilk nisâb olan otuz üzerine otuz veya kırk ilâvesiyle yapılır. Otuzdan sonraki her kırk için üç yaşına giren bir dana, her otuz için de iki yaşına giren bir buzağı verilir. Meselâ; altmış sığır için iki tane iki yaşına girmiş buzağı, yetmiş sığır için de bir tane iki yaşına girmiş buzağı ve bir tane de üç yaşına girmiş dana verilir. Seksen sığırın zekâtı da; iki tane üç yaşında danadır.

Zekât olarak verilecek hayvanın erkek veya dişi olması arasında fark yoktur.

c. Develerin Zekâtı:

Develerin nisâbı beştir. Deve sayısı beşten yirmi beşe varıncaya kadar her beş için bir koyun zekât verilir. Yirmi beşten sonra zekât; devenin kendi cinsinden verilir. Ancak, sayı arttıkça verilecek devenin yaşı ve sayısı değişir.

Develerin erkekleri ve dişileri zekâta konu olma yönünden aynıdırlar. Ancak, zekâtın dişi develerden verilmesi icab eder.

Yukarıya aldığımız nisâplar; sâime olan (çayıra başıboş salınan) hayvanlara aittir. Senenin yarıdan çoğunu kırlarda otlamayıp, ahırlarda veya paralı otlaklarda beslenen hayvanlara; alûfe denilir. Alûfeler ticaret için tutulmadıkları takdirde kendilerine zekât gerekmez. Ticaret için beslenen besi hayvanları, ticaret malı olarak zekâta tabi olurlar.

Atlar, eşekler ve katırlar sâime de olsalar bile, ticaret için bulundurulmadıkları takdirde sayıları ne olursa olsun zekâta tabi değildirler.

Çalıştırılan ve yük taşımak için bulundurulan sığır ve develer de zekâta tabi değildirler. Ticaret için tutulup, altı aydan daha fazla kırlarda otlayarak beslenen hayvanlar da ticaret malı olarak zekâta tabi olurlar. Dolayısıyla bunların sayılarına değil kıymetlerine itibar edilir.

Saime hayvanlar arasında bulunan kör, zayıf ve yaşını doldurmamış hayvanlar da nisaba dahildirler. Ancak bunların kendileri zekât olarak verilemezler. Küçük hayvanlar, aralarında kendi cinslerinden bir tane de olsa büyük hayvan bulunmazsa sayıları ne olursa olsun zekâta tabi değildirler. (İslam Ans.)

İlave bilgi için tıklayınız:

ZEKÂT...

60 Paranın zekâtı her sene mi verilir, bir defalığına mı verilir?

Üzerinden geçen her yıl için kırkta bir (1/40) zekat vermek gerekir. Para üç yıl bekletilse üç kez zekat vermek gerekir.

Para sürekli bekletilirse zekat onu eritir. Bu açıdan, zekatın bir hikmeti de paranın yastık altı yapılmasını engelleyip piyasada dolaşımını sağlayarak ekonomiye canlılık kazandırmaktır.

İlave bilgi için tıklayınız: ZEKÂT...

61 Faizli paranın zekatı verilir mi? Geçen sene annem vefat etti ve benim evliliğim için biriktirmiş olduğu faizli para bana miras kaldı. Ve ben parayla araba aldım, Ramazan ayında sattım...

Elinizde bulunan para ve mal varlığının ne kadarı faiz gelirlerinden oluşuyorsa bu miktarın tamamının fakirlere veya hayır kurumlarına bağışlanması gerekir. Bundan dolayı da sevap umulmaz.

Geriye kalan faizsiz kısmın ise:

Gayri menkullerin ve arabaların zekatı olmaz. Elinizde biriktirmiş olduğunuz para, altın vs. bir yılı doldurmuş ise bunların zekatı verilir. Bir yılı doldurmayan birikimlerinizin zekatı olmaz. Bir yılı doldurduğu zaman zekat farz olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekatın verme şekli, mükellefiyet şartları, verilme zamanı ve verileceği yerler hakkında bilgi verir misiniz?..

ZEKÂT

62 Alacakların (borç olarak verilen para veya malın) zekatı nasıl verilir? Alacaklımız parayı vermiyor, ancak inkar da etmiyorsa, bu paranın zekatını vermeli miyiz?

Sağlam (ödeneceği umulan, ödenmesinden ümit kesilmiş olmayan) alacakların zekatı, müctehidlerin çoğuna göre (Hanefîler dahil) her yıl, alacaklı tarafından ödenir. İmam Mâlik'e göre sağlam olsun olmasın alacakların zekatı, tahsil edildiği yıl -geçmiş yıllarınki değil, yalnızca o yılınki- ödenir. İhtiyaç sahibine borç vermek de bir yardım olduğu için, alacağın zekatı ödenmez diyen müctehidler de vardır.

Uzun dönem borç verilmiş, bu açıdan maddi değeri de düşmüş olan alacaklar konusunda İmam Malik'in içtihadıyla ve İhtiyaç sahibine borç vermek de bir yardım olduğu için, alacağın zekatı ödenmez görüşüyle amel edilebilir.

Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekatlarının ödenmesi gerekir. Alacak tahsil edilmeden önce zekatı verilmemişse, tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekatlar da ödenmelidir. İnkar edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacakların her yıl zekatının verilmesi gerekmez. Şayet böyle bir alacak daha sonra ödenirse, alacaklı bu tarihten itibaren zekat mükellefi olur; geçmiş yıllar için zekat ödemez. Alacaklı olduğunuz kişi inkar etmiyorsa, bu alacağı aldığınız zaman geçmiş yılların da zekatını hesaplayıp verirsiniz. Ancak inkar ediyorsa aldığınız yıldan itibaren zekatını verirsiniz.

1) Kuvvetli Alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilince, tahsil edildikleri zaman geçmiş senelere ait zekatları da verilmek gerekir. Şöyle ki: Bir kimsenin iki sene müddetle üzerinde olup ikrar ettiği on bin lira borcu, kendisinden tahsil edilince, geçen o iki yıla ait zekatı vermek gerekir. Bu halde, bu on bin lira, kıymetçe bin dirhem gümüşe eşit olsa, bundan birinci sene için 250 lira, veya 25 dirhem gümüş zekat verilir. Geri kalan 9750 liradan da ikinci sene için İmamı Azam'a göre 240 lira veya 24 dirhem gümüş verilir ki, bu mikdar küsur olan on beş dirhem hariç kalmak üzere 9750 dirhemin kırkta birine eşittir. İki imama göre ise 243 lira 30 kuruş zekat vermek gerekir. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırkta bir nisbetinde zekata tabidir.

Böyle kuvvetli bir borç olup da üzerinden sene geçmiş ise, bundan en az kırk dirhem mikdarı tahsil edilirse, bunun zekatı hemen verilir. Bundan az tahsil edilirse, hemen zekatının verilmesi gerekmez. Ancak bu mikdar borcu tahsil eden kimsenin başka zekat malı varsa onunla beraber bunun da zekatını verir. Fakat böyle bir borç inkar edilmekte ise, tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara ait zekatı, İmam Muhammed'e göre gerekmez. Alacaklının elinde sened veya şahid bulunması bu hükmü değiştirmez. Çünkü her delil hakim için geçerli olmaz. Herkes de dava açıp delillerini ortaya koyamaz. Sahih kabul edilen görüş budur.

Bunun yanında borç olarak verilen paranın yalnızca eline geçtiği yılın ve sonrasının zekatını verir, faizsiz ödünç verme sebebiyle alacaklı olduğu yılların zekatını vermez şeklinde bir görüş de vardır.

2) Orta Alacak: Ticaret için olmayan bir malın bedelinden bir kimse üzerinde kalan alacaktır. Ev kirasından bir kimse üzerinde kalan bir alacak veya eski bir elbisenin verilmesinden dolayı karşılığında istenen bir para gibi. Bu gibi alacaklar, borçlunun üzerinde kaldığı müddet geçecek yıllar için zekata tabi olmazlar. Ancak tam nisab mikdarı (iki yüz dirhem gümüş mikdarı) tahsil edilince zekatı gerekir. Nisabdan az tahsil edilen için gerekmez. Yalnız sahibinin zekata tabi başka malları varsa, o zaman nisab mikdarını bulan bu mallar arasında bunun da zekatı verilir.

İmamı Azam'dan, daha sahih görülen bir rivayete göre, bu kısım alacakların geçmiş yıllara ait zekatları gerekmez. Ele geçtikten sonra, üzerlerinden bir yıl geçmedikçe zekatları gerekmez. Eğer para sahibinin zekata bağlı başka malı olursa, o zaman hepsinin zekatı verilir.

3) Zayıf Alacak: Bu, bir malın bedeli olmaksızın bir kimsenin üzerinde kalan alacaktır. Varisin üzerinde kalan ve sahibine ödenmesi gereken vasiyet parası, henüz ele geçmemiş diyet bedeli, kadının kocası üzerindeki mehir alacağı, boşama anlaşması sonunda alınacak mal bedeli gibi. Bu nevi alacakların geçmiş yıllar için zekatı gerekmez. Nisab mikdarı ele geçip üzerinden bir yıl geçmedikçe de zekatları verilmez. Ancak az çok ne kadar tahsil edilirse, zekata bağlı diğer mallara ilave edilirler. Böylece onların da zekatı birlikte verilmiş olur. Bir rivayete göre, bunlardan diyet ve kitabet bedeli müstesnadır. Bunlar ele geçişlerinden itibaren zekata girerler.

İmam Şafi'ye göre alacak, zekatın edasını geciktirmez. Alacak tahsil edilmese de onun zekatını vermek gerekir. Çünkü borç verme tamamen kişinin kendi iradesi ile vuku bulur. Fakirlerin hakkı bu yüzden geciktirilmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Borç olarak verilen malın zekatını vermek gerekir mi?

63 Kadının mehiri olan altınların zekâtı var mıdır?

Zekâtı verilecek mal, sâhibinin bizzat elinde olmalı, yani sahibi malına tam mâlik bulunmalıdır.

Kocasından mehrini almamış bir kadına, o mehirden dolayı zekât lazım gelmez. Ama kocasından mehrini alan kadın, bu mehrin değeri nisap miktarına ulaşıyorsa, bunun zekâtını vermek zorundadır...

64 Zekat veya fitre niyeti olmadan sadaka verilen bir şeye, sonradan zekat veya fitre olarak niyet edilebilir mi?

Bilindiği üzere, niyet kalbe aittir; dille seslendirmek şart değildir. Özellikle Hanefi ve Şafiilere göre, niyetin zekât veya fitreyi ödeme anında olması gerekir. Çünkü zekât-fitre ibadettir ve ibadetlerde niyet şarttır.

Ramazan ayında fakire bir şey verirken, zekât için mi yoksa fitre için mi verdiğini düşünmeyen bir kimsenin, sonradan bu husustaki niyetini tayin etmesinde bir sakınca yoktur. Yalnız burada bir şart vardır:

Bir mal fakirlere verildikten sonra, fitre veya zekât olarak niyetini ortaya koyan bir kimsenin, bu niyetinin sahih olabilmesi için, söz konusu malın niyet edildiği anda henüz verilen kişinin elinde mevcut olması şarttır.(bk. el-Fıkhu’l-İslamî, II/750-51; Ö N. Bilmen, B. İslam İlmihali, s. 338; İsam; İlmihal, s.438).

Eğer niyet etmeden önce verilen mal harcanmışsa, artık o bir sadaka olur, zekât veya fitre olmaz.

Yine bir kimse, önce normal sadaka niyetiyle bir malı verdikten sonra, niyetini değiştirip bu zekât olsun demesiyle zekât olmaz. Çünkü burada daha önce verilen malın –nafile de olsa bir ibadet olarak- veriliş şeklini tayin eden bir niyet vardır, ondan cayamaz.

65 Borç paranın zekatı kime aittir?

Borç verilen paranın zekâtını alacaklı öder. Eğer parayı alacağı kesin ise zekâtını vermesi gerekir. Şayet alacağı kesin değilse, yani borçlu inkâr ediyor veya vermiyorsa, o takdirde zekât vermek gerekmez.

İlave bilgi için tılayınız:

Borç olarak verilen malın zekatını vermek gerekir mi?

66 Zengin talebeye zekat verilebilir mi?

"Dini ilimleri öğretmek veya öğrenmekte olan ve bu sebepten ötürü çalışmaya imkân bulamayan ilim talebesinin, zengin dahi olsa  zekat alması caizdir." (ed-Durru'l-Muhtar / Reddu'l-Muhtar, 2/372).

67 Şafii Mezhebi'ne göre zekat verirken, verilen paranın zekat olduğunu söylemek gerekir mi?

Zekât, verirken niyet etmek vacibdir. Çünkü zekât ancak niyetle kefa­retten ve diğer sadakalardan ayrılır. Ayrıca niyetle ilgili meşhur bir hadîs bulunmaktadır:

"Ameller ancak niyetlere göredir..." (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)

Mal sahibi zekâtını hak sahiplerine bizzat verirken niyet etmeli veya zekât malını diğer mallardan ayırdığında "Bu zekâtımdır, bunu zekât ola­rak vereceğim." demelidir. (Büyük Şafii Fıkhı, Heyet, Çeviren: Ali Arslan)

Niyetin kalp ile yapılması gerekir. Fakire verirken "Bu malımın zekatıdır." demek şart değildir. Zekat niyeti olmaksızın fakire verilen mal veya para zekat yerine geçmez. Sıradan bir sadaka olur. (Mehmet Keskin, Büyük Şafii İlmihali)

68 Süt anne ve süt babaya zekat verilir mi?

Süt emmekle bir hısımlık doğarsa da, bununla nafaka, miras, şahitliğin reddi, nikâh ve mal velâyeti gibi diğer nesep hükümleri doğmaz.

Süt hısımlığı, nasslarda belirtilen hususlarla sınırlı kalır. Nesebe her bakımdan eşit haklar sağlamaz. Bu yüzden bir süt ana, süt oğlundan nafaka isteyemez, ona mirasçı olamaz ve bu çocuk üzerinde velâyet iddiasında bulunamaz (Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 222).

Buna göre bir kimse süt anne ve süt babasına zekat verebilir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

SÜT AKARABALIĞI.

69 Ölülere nasıl telkin verilir?

Mükellef çağına girip de gömülen bir Müslümanın mezarı başında "telkîn" verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle ki:

Mezara gömüldükten hemen sonra, iyi hal sahibi bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur. Ona hitaben: Ya falan; Yebne fülane! (Ya Osman! Ya Zeyneb'in oğlu, gibi) diye üç kez seslenir. Ölünün ve anasının adlarını bilmezse: "Yâ Abdellah; Yebne Havva!" denilir... 

İlave bilgi için tıklayınız:

Cenazelerin kabirlerine konulması ve ölülere telkin verilmesi nasıl olur?

70 Borç verilen paranın zekatı verilir mi?

Borç olarak verilen paranın zekâtı da verilir. Paranın zekâtı para elinize geçtikten sonra verebileceğiniz gibi elinize geçmeden de verilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

Borç olarak verilen malların (alacakların) zekatı vermek gerekir mi?

71 Şafii mezhebine göre borçlar zekattan düşülür mü?

Şafii Mezhebine Göre, Borçlu Olan Kimsenin Zekât Hesabı:

Bir kimsenin zekâta tâbi olan bir malı, tasarrufu altındayken üzerinden bir yıl geçerse, kendisi de bir o kadar veya daha fazla borçlu olsa dahi o malının zekâtını vermesi gerekir. Yani borçlu olması zekât mükellefiyetini ortadan kaldırmaz.

Bu hüküm, nisaba ulaşmış ticaret mallarına sahip olan borçlu için de geçerlidir. Zira borçlu olmak, tasarruf altında bulunan ticaret mallarında zekâtın farz olmasına engel teşkil etmez. Çünkü borç, kişinin zimmetini, zekât ise tasarruf altında bulunan malı ilgilendirir. Hz. Osman'ın (r.a) şu sözü de bu hükmü doğrulamaktadır:

"Bu (ramazan) ayı, zekâtınızın ayıdır. Kimin üzerinde borç varsa borcunu ödesin. Öyle ki herkes kendi malını elde edip zekâtını versin." (Mâlik, el-Muvatta’, Zekât, 1/253)

Bu ifadesinden de anlaşılıyor ki; Hz. Osman (ra), zekâtın ödenmesi için sene sonu olarak kabul edilen ramazan ayı gelip geçmeden herkesin zimmetindeki borcu ödemesini istemiştir. Çünkü kişinin, zimmetinde bulunan borcun üzerinden bir yıl geçince o malın zekâtını vermesi gerekir. İşte Hz. Osman (ra), insanları bu konuda uyarmıştır. Zekât ayı geçtikten sonra zekât malları tesbit edilir ve üzerindeki borçlar dikkate alınmaz. (İmam Şafii, el-Umm/42-43)

Mesela 100 bin TL borçlu olan bir kişinin aynı zamanda elinde 100 bin TL değerinde ticaret malı varsa ve bu malın üzerinden bir yıl geçmiş ise, borcunu dikkate almadan 100 bin liralık ticaret malının zekâtını vermesi gerekir.

Şunu da belirtelim ki, Hanefî mezhebine göre borç, zekata manidir. Yani ödenmesi gereken borçta zekât yoktur. Dolayısıyla kişinin ödemekle yükümlü olduğu borçları, servetinden düşüldükten sonra kalan malının zekâtının verilmesi gerekir.

Yukarıdaki izahattan anlaşılıyor ki siz borcunuzu dikkate almadan 450 bin liralık ticaret malınızdan zekatınızı vermelisiniz.

72 Çocuğun saçının ağırlığı kadar sadaka vermenin mantığı nedir?

Hz. Ali’den gelen bir rivayet göre, Hz. Hasan doğarken, Peygamberimiz (a.s.m) ona akika olarak bir koyun kesti. Sonra Hz. Fatıma’ya da: “Başını tıraş et ve saçının ağırlığı kadar gümüş tasadduk et.” diye buyurdu. Saçı tarttığında onun bir dirhem civarında olduğunu gördü. (bk. Tirmîzî, Edahî 20). Hakim, benzer bir rivayeti Hz. Hüseyin için söz konusu etmiştir. (bk. Müstedrek, 4/237)

Dihlevî bu tasadduku, çocuğun, cenin halinden bebeklik haline geçmesi gibi son derece mühim bir nimete şükrân borcunun ifâdesi olarak değerlendirir. (Huccetullah, 2/728)

Ayrıca, diyebiliriz ki, hadiste söz konusu edilen “saç”ı akika kurbanı ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman bunun  “şahsa özel” bir sadaka olduğu anlaşılır. Yani bir yandan yeni doğan çocuk nimetine karşılık, Allah için bir akika kurbanı keserken, bir yandan da çocuğun “başının sadakası” olarak -hadiste eziyet şeklinde adlandırılan- çocuğun saçını kesmek ve ağırlığınca gümüş veya altın sadaka vermek de özel bir anlam ifade etmektedir. Demek ki, akika kurbanı, çocuğu lütfeden Allah’a karşı bir şükran, kesilen saçının ağırlığı kadar gümüş veya altın sadaka etmek ise, çocuğun kaza ve belalardan korunması için -başının sadakası diliyle- Allah’a yapılan fiilî bir duanın ifadesidir.

73 Bir kimsenin anne babasına, hanımına, çocuklarına ve kardeşlerine yaptığı harcamalar infak olarak değerlendirilir mi?

İnfak: Helal yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş görüldüğü yerlere harcama, sarfetme; Allah'ın bir rızık olarak verdiği görünür-görünmez (zahir-batın) nimetleri yaymak demektir.

Bir kimsenin anne babasına, hanımına, çocuklarına ve kardeşlerine yaptığı harcamaların hepsi infak olarak değerlendirilir.

"İnfak"ın yapıldığı yön (cihet) zaman ve şartlar itibari ile kendi içinde bir meratibi (hiyerarşisi) vardır. Mesela, bir yönüyle "infak"ın farz, (vacip) ve mendup olanları vardır ki, bu sıralamaya göre "infak"ın farz olanlarının başında zekat gelir.

İnsanın kendine bakması ve çoluk çocuğuna yapacağı harcama (nafaka) da ikinci derecede farz olan "infak" tır.

Üçüncü farz "infak" ise cihat için yapılacak harcamadır.

Bütün çeşitleriyle sadakalar ise "infak"ın mendup (hoş ve arzulanan) kısmını oluşturur. (Kurtubî, I/179)

Ancak "infak"in sadece teberru (tatavvu) şeklindeki harcamalara denebileceği, zekatı içine almayacağı da söylenmiştir. Fakat birinci görüş daha doğrudur. (Razî, 2/3)

Şimdi Peygamber Efendimiz (asm)'in hadisleri ışığında, bu konuda neler yapılması gerektiğini görelim:

Ailemize Sadaka: 

“Bir Müslüman, Allah’ın rızâsını umarak ailesinin geçimini sağlarsa, yaptığı harcamalar onun için birer sadaka olur." (Buhârî, Nafakat 1; Müslim, Zekât 48)

"Bir kimsenin kendisi ve ailesi için yaptığı harcamalar da bir sadakadır ve harcamaya öncelikle kendi ailesinden başlamak, akrabasını ve yakınlarını gözetmek gerekir." (Buhâri, Zekât 18; Müslim, Zekât 38, 95, 97; Ebû Dâvûd, Zekât 46)

Eşimize Sadaka:

"Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalar sadakadır, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın." (Buhârî, İmân 41; Müslim, Vasıyyet 5)

Hatta insanın eşiyle olan cinsi yakınlığı bile sadaka mükâfatı içinde değerlendirilmiştir:

“Bir kısım sahâbîler Hz. Peygamber’e hitaben:

‘Ey Allah’ın Resûlü! Zenginler sevabın tamamını alıp götürdüler, bize bir şey kalmadı. Bizim gibi namaz kılıyor ve oruç tutuyorlar. Üstüne üstlük mallarının fazlasıyla da sadaka/zekât veriyorlar.’ dediler. Bunun üzerine Efendimiz (asm):

‘Allah size, sadakada bulunacağınız şeyleri vermedi mi zannediyorsunuz? Her bir tesbihte bir sadaka, her bir tekbirde bir sadaka, her bir tahmidde bir sadaka ve her bir tehlilde bir sadaka vardır. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak da birer sadakadır. Hatta birinizin eşiyle olan cinsi münasebetinde bile sadaka vardır.’ Sahâbîler:

‘Ey Allah’ın Resulü! İnsan şehevi ihtiyacını giderdiği zamanda mı sevaba nail olur ki?’ diye sordular. Sevgili Peygamberimiz (asm) de:

'Düşünün ki adam bu ihtiyacını haram bir yoldan giderseydi, günaha girmiş olmayacak mıydı? O hâlde bunu helal yoldan giderdiği için ecir kazanmış olur.' ” (Müslim, Zekât 53; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/167-168)

Misafirimize Sadaka:

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin."

Ashâb-ı Kirâm: 'Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir?' diye sordular. Peygamber (asm) da:

"Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” (Buhârî, Edeb 31; Müslim, Lukata 14)

Tüm İnsanlara ve Hayvanlara Sadaka:

“Bir Müslüman, bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan, hayvan veya kuş yerse, bu o Müslüman için sadaka olur.” (Buhârî, Hars ve Müzaraa 1; Müslim, Müsâkât 12)

Kısacası her şeyi bir sadakaya dönüştürmek mümkün… Nitekim Peygamber Efendimizin (asm) şu beyanı bu hususu çok açık bir biçimde ortaya koyar:

“İnsanın, her bir eklemi için her gün bir sadaka vermesi gerekir:

- İki kişinin arasını bulman, (haklarında adaletle hükmetmen) bir sadakadır.
- Bir kimseye bineğine binerken yardımcı olman veya yükünü hayvanına yüklemesine yardım etmen bir sadakadır.
- Güzel bir söz söylemek sadakadır.
- Namaza giderken attığın her adıma bir sadaka sevabı vardır.
- Gelip geçenleri rahatsız eden bir şeyi yoldan alıp atman bir sadakadır.”
(Buhârî, Sulh 11; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 12)

“Kardeşinin yüzüne gülümsemen bir sadakadır.” (Tirmizî, Birr 36)

Diğer taraftan, sadaka verecek şahıs öncelikle kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamalı, Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi sadakayı "ihtiyaç fazlasından" vermelidir. (bk. Bakara 2/219; Buhâri, Zekât 18, Nafakat 2)

Kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını zor karşılayan bir kimsenin, çocuklarının rızkını sadaka olarak dağıtması ve onları başkalarına muhtaç etmesi doğru değildir.

"Akrabaya yapılan yardım, akraba olmayana yapılan yardımdan iki misli daha sevaptır." (Tirmizi, Zekât 26; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce, Zekât 28)

Açların doyurulması, (Buhâri, İmân 6, 20; Müslim, İmân 63) insanlara yemek ikram edilmesi en hayırlı işlerden biridir. (Tirmizi, Et'ime 45, Kıyamet 42)

İlave bilgi için tıklayınız:

İNFAK...

74 Şafii Mezhebi'ne göre ev arsa gibi gayrimenkullerin zekatı var mıdır?

Kullanmakta olduğunuz eve zekât düşmez.

Alışveriş yaparak kazanç sağlamak için değil de gelirinden yararlanmak amacıyla satın alınan veya hibe edilme yahut miras kalma gibi yolarla elde edilen bağ bahçe ve bina gibi taşınmaz malların mükiyeti zekâta tabi değildir. Ancak bunlardan elde edilen gelirin zekâtının verilmesi gerekir.

Zekâta tabi mallar: 

1. Altın gümüş ve bilimüm paralar.
2. Yerden çıkarılan maden ve gömüler,
3. Tarım ürünleri,
4. Ticaret malları,
5. Hayvanlar (koyun, keçi, sığır ve develer).

İlave bilgi için tıklayınız:

Nisab miktarı ne kadardır? Hanefi ve Şafii mezhebine göre kadının zinet ...

75 Zekat verilecek yerler nerelerdir? Hediye ettiğimiz şeyleri zekattan düşebilir miyiz?

Hediye zengin ve fakir denmeden herkese verilebilir; ancak zekat fakirlerin hakkıdır. Bu bakımdan zenginlere verilen hediyeler zekat yerine geçmez.

Zekat verilecek kişiler bellidir. Bunlara yapılan yardım ve hediyelerinizi zekat niyetine verebilirsiniz.

Tevbe Sûresinin, 60. âyet-i kerimesinde zekâtın kimlere verileceği meâlen şöyle bildirilir:

“Zekâtlar Allah’tan bir farz olmak üzere fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalbleri İslâm'a ısındırılacaklara verilir. Kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalmışların uğrunda harcanır...”

Âyet-i kerimede zekat verilecek sekiz sınıf zikredilmektedir ki, sırasıyla şöyledir:

1 ve 2. Fakirler ve Miskinler:

Fakir, zekât verebilecek kadar nisap miktarı malı olmayan, geliri ihtiyaçlarını karşılamayan ve geçimine kâfi gelmeyen kimsedir. Miskin ise, hiçbir malı ve geliri olmayan yoksuldur.

Bir fakire veya miskine zekât, ihtiyacını karşılayacak, borcunu ödeyecek ve onu muhtaç durumdan kurtaracak kadar verilir. Bir fakiri zekât parasıyla zengin kılmak, borcundan ve ihtiyacından fazla nisap miktarını bulack miktarda zekât vermek mekruhtur.

3. Zekât İşinde Çalışanlar:

İslâm devletinde zekât devlet eliyle toplanır. Zekâta tâbi olan malın tesbiti, ne kadar verileceği, toplanması, depolanması ve muhafaza edilmesi devlet tarafından vazifelendirilen kimseler tarafından yapılır. Bu işte çalışanlara da zekâttan bir hisse verilir. Bunlar fakir olmasalar da hizmetleri karşılığında verilen bu hisse kendilerinin hakkıdır.

4. Kalbleri İslâm'a Isındırılacaklar:

“Müellefe-i kulûb” olarak bilinen bu kimseler, kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenen, kötülüklerinden emin olunmaya çalışılan veya herhangi bir şekilde Müslümanlara faydası dokunması umulanlardır. Hanefi mezhebi fakihleri, Hz. Ömer’in (r.a.) bir içtihadına dayanarak bu maddenin Peygamberimizden (a.s.m.) sonra tatbikattan kalktığını ifade ederler. Hanbelî mezhebi âlimleri ise müellefe-i kulûb hükmünün bâki olduğunu belirterek, bu kabil kimselere de zekâttan pay ayrılabileceğini söylerler. Muasır İslâm âlimlerinin bazıları da zamanımızda bu sınıfa dahil olabilecek kimselerin bulunduğunu belirterek, belli bir nisbette müellefe-i kulûb için zekâttan pay ayrılmasının lüzumunu dile getirirler.

5. Köleler:

Bir bedel karşılığında serbest bırakılmak üzere efendisiyle anlaşma yapmış köle ve cariyelerdir. Bugün ferdî mânâdaki kölelik dünyadan bütünüyle kalkmıştır. Buradan, İslâm'ın insan haysiyet ve şerefine, onun hürriyet ve hakkına ne kadar değer verdiği görülmektedir. İslâm her vesile ile insan yaratılışına aykırı düşen kölelik gibi bir âdetin kaldırılması için, en büyük bir ibadet ve yardımlaşma olan zekât müessesesini bu meselede destek kılmıştır.

6. Borçlular:

Borçlu, borcundan başka nisap miktarı malı olmayan kimsedir. Yiyecek, içecek, giyecek gibi zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanan, yangın, sel ve deprem gibi bir felâkete maruz kalan, hastalanan veya bu yüzden borçlanan kimseler muhtaç durumda bulunuyorlarsa, ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda zekât verilir. Evlenmek, çocuğunu evlendirmek, ev yahut ev eşyası almak gibi meşru bir sebep ve ihtiyaç dolayısıyla borçlananlar da zekât verilecek borçlular sınıfına girerler. Zekât verirken borçlular diğer fakirlerden daha önce düşünülürler.

7. Mücahid (Allah Yolunda Cihad Edenler):

Bundan maksad, Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde, yiyecekten, silahdan ve diğer şeylerden mahrum olan kimse demektir. Böyle bir kimseye, ihtiyaçlarını gidermesi için zekat verilebilir. Buna: "Fi sebilillah infak = Allah yolunda harcama" denir.

8. Yolda Kalmış Olanlara:

Cihad, hac, rızık temini ve ilim tahsili gibi sebeplerle memleketinden ayrılan ve gurbette muhtaç hale düşen kimseler bu gruba girer. Bunlar aslında zengin olmakla birlikte, sadece o an sıkıntıya düşmüşlerse, ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda; fakirseler fazla miktarda zekât verilebilir.

(bk. Mehmed Paksu, İbadet Hayatımız-I)

76 Vergi kaçırmak caiz mi? Sadaka olarak verilen para vergi yerine geçer mi?

Vergi vermek, kişinin topluma karşı sosyal bir görevidir. Bu nedenle vergi kaçırmak caiz değildir.

Vergi kaçıran kişi üzerine kul hakkı geçirmiş olur. Buna göre vergi olarak verilmeyen paranın fakirlere veya hayır kurumlarına sadaka olarak verilmesi bu mesuliyeti ortadan kaldırmaz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Vergi kaçırmak günah mı, kul hakkı olur mu?

Gayri müslim ülkelerde vergi kaçırmak caiz midir, kul hakkına girer mi?

77 Borç verilen paranın zekatı verilmeli midir?

Borç verilen paranın da zekâtının verilmesi gerekir. Bu paranın zekâtını aldığınız zaman da verebilirsiniz. 

Ancak borç verilen paranın alınamama ihtimali kuvvetli ise zekâtı verilmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Borç olarak verilen malın zekatını vermek gerekir mi?

78 Geçmiş dönemlerde ödenmeyen zekatlar nasıl ödenir?

Fukahanın çoğuna göre, vakti girince zekâtı hemen vermek vacibdir; geciktiren günahkâr olur. Ancak sarfedilecek yerleri bulun­madığından veya hastalık ve benzeri bir özürden dolayı geciktiril­mesinde bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur.1

Üzerinde bir ya da birden fazla yıl öncesine ait zekât borcu bulunan kim­se, içinde bulunduğu sene sonunda elindeki para ya da ticaret ma­lından, önce borçlu bulunduğu zekâtı çıkarıp verir. Sonra geriye ka­lan kısmın nisaba erişip erişmediğine bakar, erişirse o senenin zeka­tını çıkarıp verir, erişmezse vermez. O halde geçen yıllardan öden­medik kalan zekât da borç kapsamına girer ve ona göre hüküm ta­şır.2

Zekatın verilme oranı kırkta birdir. Geçmiş dönemlerde zekata tabi olan mallarını hesaplayıp her yılın ayrı ayrı zekatını verir.

Kaynaklar:

1. Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Muhit,  Serahsî.
2. Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi Hindiyye.

(Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi)

79 Devlete ödenen vergi zekat yerine geçer mi?

Zekât, malî bir ibâdettir. İslâmi esaslara dayanan İslâm devleti, nisaba malik olan Müslümanlardan muayyen bir nisbette mallarının bir kısmını zekât niyetiyle alıp muhtaç kimselere verir. İslâm devleti olmadığı takdirde mükellef bizzat onu, verilmesi gereken yerlere verir.

Devletin, mükelleflerden aldığı şey (vergi, harç, vb.) zekât olarak kabul edilmez.

Ayrıca devlet, zekât adıyla değil, vergi olarak almakta ve aldığı vergiyi de zekâtın verilmesi gereken ve Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilen sekiz sınıfa vermemektedir.

Hülasa: Devlete verilen vergiyi zekât olarak kabul etmek yanlıştır. Devletin, ihtiyaca binaen adilane bir şekilde zenginlerden aldığı şey yine zekât sayılmaz. Çünkü zekât niyetiyle almıyor. (Zevacir, I/183; İbn-i Abidin, II/39)

80 Düğünlerden takılan takıların paylaşımı nasıl olmalı ve bunların zekatı bayanın mı erkeğin mi sorumluluğundadır?

Düğünde gelen altın hediyelerin kime ait olduğunu örf ve âdet belirler. Genellikle koca evine gelen hediyeler erkeğin oluyor. Evlenme sürecinde ve nikah / düğün sırasında takılan takılar (kadınların zinet olarak kullandıkları) kadının oluyor.

Para, çeyrek, lira gibi hediyeleri erkeğin davetlileri getirmiş ise erkeğin, bayanınkiler getirmiş ise bayanın oluyor.

En iyisi siz, aranızda anlaşarak bu hediyeleri paylaşın; hangisinin kime ait olduğunu belirleyin.

Mal kime ait ise zekat ona farz olur.

81 Fıstık bahçemin zekatını nasıl vermeliyim?

Hanefî, Malikî, Şafii mezheplerine göre, borç, “el-Emvalu’l-batına” (gizli mallar) denilen para ve ticaret mallarında göz önünde bulundurulmakla beraber, toprak ürünleri için etkisi söz konusu değildir. Daha açık bir ifadeyle, borcun varlığı toprak ürünlerinin zekâtına engel değildir. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/747-750)

Buna göre, fıstık zekâtında borç hesaba katılmaz, borcun olup olmaması fark etmez. Nisap miktarına (yaklaşık 1 ton) ulaştıktan sonra öşür (1/10) olarak zekâtı vermek gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:  

Fındıkta öşür miktarı onda bir mi?

82 Zekat vermede ölçü alınan nisap miktarı, zamana göre değişir mi?

İslam’da herhangi bir hükmün illeti ile hikmeti farklı şeylerdir. İllet, Allah’ın ve Resulünün emir ve yasaklarıdır. Hikmet ise, o hükmün insan aklı çerçevesinde algılanmasını sağlayan tâli bir nedendir. Hikmetler, farklı zaman ve zemine göre değişebilir, faka illet denilen hükmün gerçek sebebi ise değişmez.

Hükümler, değişkenliği ve göreceliği olan hikmetlere göre değil, değişmezliği ve sabitliği olan illetlere göre konulur.

Mesela, seferî olmanın illeti, belirlenen seferîlik mesafesini katetmektir. Hikmet ise, meşakkattir. Burada hükmün tahakkuku için gereken şart illeti olan seferîliktir. Hikmeti olan meşakkat olsun, olmasın bu hükmün oluşmasında olumlu-olumsuz herhangi bir tesire sahip değildir.

Buna göre, bir insan, seferilik esnasında evinden daha rahat bir hayat yaşasa bile yine seferî sayılır. Buna karşılık, evinde seferilikten bin kat daha fazla meşakkat çekse yine seferi sayılmaz, onun ruhsatlarından istifade etmez.

Zekât için belirlenen nisap miktarıyla ilgili hükmün de illeti ve hikmeti vardır. İlleti, Allah’ın ve Resulullah’ın emridir. Hikmeti ise, mal sahibinin belli bir zenginlik düzeyinin varlığıdır.

Buna göre, Hz. Peygamber (a.s.m)’in tayin ettiği nisap miktarı (20 miskal altın / 200 dirhem gümüş) bu hükmün değişmez illetidir. Zenginlik düzeyinin tespiti ise, değişkendir, zaman ve zemine göre farklılık arz eder. Değişkenliği olan hikmete göre hükümler konulursa, değişik kimselere göre farklılık arz eder ve göreceli bir kaygan zemine kayar. Bu takdirde har asırda, hatta her asrın farklı zaman dilimlerinde, sosyoekonomik şartlara bağlı olarak çok farklı kriterler ortaya koymak gerekir ki, bu oldukça zor, yanılma payı fazla olan bir sitildir.

Demek ki, İslam dininde çok önemli bir yere sahip olan “dinde zorlama yoktur”, “dinde kolaylık esastır” prensiplerine en uygun ölçü, Resulullah’ın belirlediği altın-gümüş miktarıdır. Yalnız şu var ki, Saadet asrında iki yüz dirhem gümüş, yirmi miskal altına denk olan bir değerdi. Fakat zamanla, özellikle günümüzde bu eşitlik gümüş aleyhine bozulmuştur. Bu sebeple fakihler, her ikisi de nebevî birer ölçü olan altın ve gümüşten hangisi fakirler için daha faydalı ise onu kullanmanın daha uygun / belki de zorunlu olacağına işaret etmiş ve nisap miktarının tayininde “el-enfau li’l-fukara” prensibini kabul etmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

NİSAB.

83 Kiraya verilen gayrimenkullere zekat düşer mi?

Gayri menkullere zekat düşmez, ancak bunların gelirleri varsa safi geliri (yıllık olarak nisabı buluyorsa) bunun onda biri (bürüt üzerinden olursa yirmide biri) zekat olarak verilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kiraya verilen ev, daire, fabrika, motorlu nakil vâsıtaları ve gayrımenkullerin zekatları nasıl verilir?

84 Şafii Mezhebine göre, alacağı zekata sayabilir miyiz?

Şafii Mezhebine Göre Alacağı Zekâta Saymak:

Alacaklının, bir fakirde bulunan alacağını tahsil etmeden zekâtına mahsup etmesi caiz değildir.

Bu durumdaki alacaklı şahıs borçlusuna, "Sana vereceğim zekâtla bana olan borcunu ödeyeceksin." gibi herhangi bir şart koşmadan, zekât verebilir ve borçlu da bunu aldıktan sonra borcunu ödemek üzere alacaklıdan zekât isteyebilir.

Ancak şunuda ifade etmeliyiz ki tabiinden Hasan-ı Basri ile Ata b. Ebu Rebah alacaklının bir fakirde bulunan alacağını tahsil etmeden zekâtına mahsup etmesinin caiz olacağını söylemişlerdir. (Nevevi, El-mecmu 6/196-197) (Mehmet Keskin, Büyük Şafii İlmihali, Semerkand Yayınları, s. 350)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hanefi mezhebine göre; alacağı zekâta saymanın hükmü...

85 Boşanmış bir çiftin çocuklarının (annenin yanında kalıyor) fitresini vermek babaya mı düşer anneye mi?

Karı–kocanın ayrılması halinde genel kaide şudur: “Çocukların bakımı anaya, masrafın karşılanması da babaya aittir.” Zira bakmak için gerekli olan şefkat ve beceriklilik anada, imkan hazırlayıp masraf karşılama kabiliyeti de babadadır. Bu bakımdan fitrelerini de babalarının ödemesi gerekir.

1. Baba, anası yanındaki çocukların nafakasını karşılamaya mecburdur. Ancak, ana aynı şekilde bakıma mecbur değildir. Kabul etmezse, babanın anası ve diğer yakınları çocuğa bakmaya mecbur olurlar.

2. Ana bakımı, kızlarda dokuz yaşına, oğlanlarda ise yedi yaşına kadar devam eder. Bundan sonra onları koruma, hayata hazırlama hakkı babaya ait olur. Baba korumaya daha layık görülür.

3. Ana gayri müslim dahi olsa, çocuklar yine anaya teslim edilir. Ancak, yaşları geliştikçe anadan İslâm’ın zıddına terbiye görüp, dinden uzaklaştırma şeklinde bir telkin aldıkları anlaşılırsa alınır, bunu yapmayan bir yakına verilir. Bakım hakkını, bu ana kaybetmiş olur.

4. Ana, bakım hakkını korumuş olması için, yabancı biriyle evlenmiş olmayacak, çocukların bakımını yapmaya muktedir, korumaya malik durumda bulunacaktır.

5. Evlenen, yahut akıl ve iffetinde zaaf gösteren ana, bakım hakkını kaybeder. Çocuklar elinden alınıp babaya teslim edilir.

6. Bakıma devam eden ana, masraf olarak üç türlü hakka malik bulunur: a. Emiyorsa süt hakkı. b. Bakım hakkı. c. Çocuğun kendi masrafı hakkı. Baba üç çeşit masrafı ehl–i vukufun tesbit ettiği miktarda anaya öder. Çocuğu ana yanında ziyaret edebilir. Ayağına götürme mecburiyeti olmaz.

86 Zekâtı burs olarak vermek caiz midir?

Zekât öğrencilere burs olarak verilebilir. Bu bursu verirken zekâtınız olduğunu söylemeniz gerekmez; sizin bilmeniz yeterlidir.

İlimle uğraşan kimselere zekâtımızı vermek, başkalarına vermekten daha önemlidir.

Zekâtımızı peşin verebildiğimiz için geciktirerek de verebiliriz. Eğer mümkünse peşin vermek daha güzeldir. Ancak burs şeklinde aylara bölerek vermek de olur.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Zekât kimlere verilir; zekât verilecek yerler nerelerdir? Derneklere, vakıflara, hayır kurumlarına, Kur'an kurslarına ve öğrencilere ve yurtlarına zekât vermek doğru mudur?

87 Afrika’da su kuyusu açmak zekat sayılır mı?

Kur’an’da -bilindiği gibi- zekatın sarf edileceği sekiz yer vardır. Ve bunlar içersinde -Cami, okul, köprü, su kuyusu, vakıf gibi- manevi hüviyeti bulunan işler ve kurumlar dahil değildir. Dört mezhebin görüşü budur. Bu görüşe göre, zekâtın sarf yerlerini belirleyen ayette yer alan “fi sebilillah = Allah yolunda” ifadesi, sadece Allah yolunda savaşan (ve de maaşlı olmayan) mücahitler için geçerlidir.

Bu görüş doğrultusunda meseleye baktığımızda, verilen zekâtın yalnız zekâta müstahak olan sekiz sınıf insanlara / bizzat şahıslara verilemesi gerekir. Çünkü temlik ancak böyle gerçekleşir.

Dört mezhebin resmi görüşleri dışında kalan bir görüşe göre, zekâtın sarf yerlerini belirleyen ayette yer alan “fi sebilillah = Allah yolunda” ifadesi, Allah için yapılan bütün hizmet alanları için geçerlidir.

Günümüzdeki bazı âlimler de bu görüşü benimsemekte ve “fi sebilillah = Allah yolunda” ifadesini geniş anlamda yorumlamayı uygun görmektedir. İlgili yerin zarurî ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, bu görüş tercih edilebilir.

Bununla beraber, ihtiyatlı ve de orta bir yolu takip etmek için, bu işi yapan dernek veya vakfın yetkilisi, önce o mahalle sakinlerinin vekaletini alır, verilen zekâtı onlara vekaleten kabul ettikten sonra, söz konusu su kuyularını onlar namına açarsa daha iyi olabilir.

Tabii ki, çağdaş âlimlerin -yukarıda arz edildiği üzere- fetvalarına göre de amel edilebilir. Ancak, klasik kaynakların takip ettiği takva yolu, daha ihtiyatlı olmayı gerektirir.

88 Lüks ev ve arabaların zekatı var mı? Bunların maddi değerlerinin bir sınırı var mı?

Ev ve araba gibi asli ihtiyaçtan sayılan mülkler, ne kadar pahalı da olsa bunlara zekat düşmez.

Kişinin mali durumuna göre zekat verme oranı artar. Boğazda yalıda oturacak imkanı olan kimsenin buna paralel olarak geliri de vardır. Bunlardan belirlenen miktarda zekat vermesi gerekir. Bu kişinin vereceği zekat, daha ucuz bir evde oturan ve ona göre de az geliri olan bir kimseden daha fazla zekat verecektir.

89 Hisse senetlerinin zekâtı verilmeli midir?

Bir kimsenin bir fabrikada (veya hastanede) bir veya birkaç hisse senedi bulunduğunda (nisaba malikse) zekâtını verecektir. Bunun hesabı şu şekilde yapılır:

Önce bütün hisse senetlerinin yekun değeri hesaplanacak. Daha sonra, fabrika (hastane) binası, makina, alet ve bütün demirbaş (hasanedeki cihazlar) eşyanın kıymeti hisse senetlerinin yekun değerinden çıkarıldıktan sonra kalan ticaret eşyası, hammadde ve elde mevcut olan para hisse senetlerine bölünecektir. Çıkan meblağ kırka bölünerek zekâtı bulunmuş olur.

Başka bir ifâde ile, fabrika (hastane) binası, makinalar ve demirbaş eşya hariç, ne varsa hesaplanacak ve hisse senetlerine bölünecektir. Farz edelim her hisse senedine düşen pay bir milyon ise, her hisse senedinin zekâtı yirmi beş bin liradır.

Yalnız hisse senetlerini alan kimsenin gayesi alıp satmak ise, yani ticaret yapmak ise değeri ne ise onu hesap edip kırkta birini zekât verecektir.

Ticaret şirketlerinin hisse senetleri alışverişte bugün değeri ne ise hesaplanacak ve zekâtı verilecektir. (Fıkhul-İslâmî ve Edületühü, II/774).

İlave bilgi için tıklayınız:

Zekat kimlere farzdır? Zekatın verme şekli, mükellefiyet şartları, verilme zamanı ve verileceği yerler hakkında bilgi verir misiniz?..

90 Yıl içinde verilen sadakalar zekat yerine geçer mi? Zekatın verilme zamanını nasıl belirliyoruz?..

Nisab miktarında bir mal üzerinden bir yıl geçerse, zekat vermek farz olur. Zekat farz olduğu anda ödemek gerekir. Zaruret olmadan geciktirmek caiz değildir.

Nisab miktarı malı olan kişi, sene sonunu beklemeden malın zekatını verebilir.

Zekâtı fakire verirken niyet getirmek veya daha önce malın ya da paranın kırkta birini zekât niyetiyle ayırmak şarttır. Niyetsiz ve­rilen bir mal zekât yerine geçmez.

Kendisine zekât farz olan kimse, gelen fakirlere sadaka verir­ken zekâta niyet ederse, verdiği mal veya para zekât yerine geçer. Çünkü zekâtta aslolan niyettir. Zekat verirken de zekat olduğunu söylemesi şart değildir.

Yıl sonuna kadar zekâta niyet etmeksizin fakir ve muhtaçlara dağıttığı sadakayı hesaplıyarak zekâta mahsup etmek caiz değildir. Yani böyle bir niyetle zekât ödenmiş olmaz.1 Ancak zekat niyeti ile verilmişse zekat yerine geçer.

1. Fetâvâ-yi Hindiyye - Es-Siraciyye.

(Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: II/110-111).

91 Peygamberimiz'in soyundan gelen seyyid ve şeriflere zekât verilir mi?

Peygamberimiz Efendimiz (asm)'in ve o zaman yaşayan ailesinin zekât alması caiz değildir. Bu gün için peygamber soyundan gelenlerin zekât alması caizdir.

Müctehidlerin Hz. Peygamber (asm)'in yakınları ile onlara haram olan zekât konusunda farklı görüşleri vardır. Ebû Hanife ile İmam Mâlik onların Hâşimîler olduğunu söylerken, İmam Şafii, Hâşimîler ve Muttaliboğulları'dır demektedir. Ebû Yûsuf, Hz. Peygamber (asm)'in yakınlarının yabancılardan zekât almalarının haram, birbirleri arasında ise câiz olduğunu savunmuştur.

Yûsuf el-Kardâvî günümüzde yaşayan ve Hz. Peygamber (asm) soyundan gelenlerin zekât alabileceklerini belirtmektedir. Yûsuf el-Kardâvî buna işaret ederek "Âl-i Muhammed"in, Hz. Peygamber (asm)'in yaşadığı dönemdeki yakınları olduğunu vurgularken; Ebu Hanife, İmam Muhammed ve bir görüşe göre İmam Mâlik'in de böyle anladıklarını belirtmektedir.

Yine o, "Âl-i Muhammed"in zekât alamazken nâfile sadaka alabileceklerinin câiz kabul edilmesinin, minneti daha fazla olan nâfile sadakayı alırken farz olan zekâtı almamanın tutarlı olmadığını söylemektedir. Hz. Peygamber (asm)'in yakınlarına zekât yasağı koyarken, yakınlarını zekât almaktan menetmek, afif yaşamanın örneğini göstermek, kendisini ve ailesini töhmetten kurtarmak istemiştir. Bu yasağın kıyâmete kadar devam etmesinde bir hikmet bulunmamaktadır. Üstelik ganimet ve fey gelirlerinden de bugün yaşayan yakınlarını mahrum etmenin, onları yoksulluğa ve fakirliğe mahkum etmek demek olduğunu savunmaktadır. (Kardâvî, Fıkhü's-Zekât, Beyrut 1969, II/732-733).

92 Ticari malların zekatı kırkta bir oranında verildiği halde, neden toprak mahsullerinden onda bir veya yirmide bir alınmaktadır; bunun hikmeti nedir?

Soruda öşür zekâtıyla ilgili tespit doğrudur. Ancak, bunun tarihsel bir perspektife sahip olduğunu bildiren herhangi bir görüşe rastlayamadık. Aşağıda yer aldığı üzere, konuyla ilgili hadislerde yapılan masraflar göz önünde bulundurulmuş ve buna göre onda bir / yirmide bir oranları ölçü birimi olarak tespit edilmiştir. Bu husus, konunun evrensel boyutta değerlendirildiğine işaret ettiği gibi, belli dengeler gözetilerek bir adalet mekanzimasına yer verildiğini de göstermektedir.

İlahî adalet geniş kapsamlı olduğundan, ism-i azam canibinden meselelere baktığından bazen bizim kısıtlı ve noksan idrak anlayışımıza ters görüntü verebilir. Bu sebeple, işi tevillerle başka mecraya çekmekten ziyade, eski alimlerimizin sık sık kullandığı “Allahu a’lam =Allah daha iyi bilir / Allah en iyisini bilir” demek, kulluğa en yakışan şeydir. Unutmayalım ki, “Nassın bulunduğu yerde içtihada yer yoktur.” kaidesi önemli bir fıkıh prensibidir.

Ticari mallarda, nisab miktarını aşan mala her yıl zekat gerekir. Ancak öşrü verilen mal ambarda beklese üzerinden bir yıl geçtikten sonra yeniden zekat gerekmez. Böylece bir denge sağlanmış olur.

Öşür zekâtı ayet ve hadislerle sabittir:

“Asmalı - asmasız bağ ve bahçeleri, mahsûlleri, çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep O’dur. Her biri mahsul verince ürününden yiyin, devşirildiği gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin, çünkü O müsrifleri sevmez.” (Enam, 6/141)

mealindeki ayette yer alan “devşirildiği gün hakkını da verin” cümleyi tefsir eden İbn Abbas, bunun farz zekât olduğunu, yerine göre öşür, yerine göre öşürün yarısı (yirmide bir) olduğunu ifade etmiştir. Hz. Enes, Hasan-ı Basrî, Said b. El-Müsayyeb, Katade, Muhammed b. El-Hanifiye de aynı görüşteler. İslam alimlerinin cumhuru da -prensip olarak- bu görüşü benimsemişlerdir.(bk. Taberî, Razî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızı helal olanından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin / verin.” (Bakara, 2/267)

mealindeki ayette de yerden çıkan tarım ürünlerinin zekâtının verilmesi emredilmektedir. Çünkü “infak” "zekât” manasında da kullanılmıştır. Tevbe suresinin 34. ayeti bunun delilidir.(bk. a.g. e, ilgili ayetin tefsiri).

Resulullah (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Yağmur suyu veya kaynak suyu ile sulanan veya kendiliğinden sulu olan toprakların ürünlerinden onda bir, hayvanlar veya taşıma su ile sulanan topraklardan ise yirmide bir zekât vermek gerekir.” (Buharî, zekât, 55; Müslim, zekât, 8; Ebu Dâvud, zekât, 5, 12; Tirmizî, zekât, 14).

Diğer hadiste ise şöyle buyurmuştur:

“Nehirler ve yağmur sularının suladığı topraklardan öşür (onda bir), develer yardımıyla sulanan topraklardan yirmide bir zekât vermek gerekir.” (Tirmizî, Zekât, 14; Şevkânî, Neylu’l-Evtar, 4/139).

Tarım ürünlerinin zekâtı konusunda alimler arasında farklı görüşler vardır. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, öşür zekâtı ancak bozulmadan depo edilip saklanabilen ürünlerden verilir. Bu sebeple, bu şartlara haiz olmayan meyve ve hadaravattan zekât verilmez.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/805).