Yavuz Sultan Selim, dindar bir padişah olmasına rağmen, neden bazı şehzadeleri ve devlet adamlarını idam ettirmiştir?

Tarih: 17.05.2011 - 02:47 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Tarihte yaşanan olaylar, fert ve cemiyet olarak geçirilen tecrübeler, istikbale ışık tutan parlak bir aynadır. Tarihte cereyan eden olaylardan milletlerin alacakları pek çok ders ve ibretler vardır. Yarınlara hazırlanmakta, bu tecrübelerden mutlaka yararlanmak, geçmişte düşülen hataların aynını yapmamaya çalışmak elzemdir. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır:

“De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş!..” (Rum, 30/42)

Bu ayeti ve geçmişte yaşanan tarihi olayları hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalı, Müslümanların birlik ve bütünlüğünü bozucu davranışlardan azami şekilde kaçınmalıyız.

Evet, dünyanın nizam ve intizamı itaate bağlıdır. Zira itaat, nizam ve intizamın temelidir. Feyiz ve bereketin, huzur ve sükunun, birlik ve beraberliğin esasıdır. Ona tabi olan maksuduna kavuşur; dünyevî ve uhrevî saadete nail olur.

Önce, bütün kâinatın Hâlık’ı olan ve her mahlukun mutlak itaatte olduğu Allah’a, sonra kâinatın yaratılış sebebi olan Hazret-i Peygamber’e (sav.) ve ayrıca da ulu’l-emre yani devlet reisine itaat etmek vaciptir. Ancak, devlet reisinden farklı düşündüğü hâlde bir isyana teşebbüs etmeyen kimseye dokunulmaz. Çünkü “itaat etmemek başkadır, isyan etmek daha başkadır.”

Bu makamda şu değerlendirmeyi, konunun daha iyi anlaşılması ve verilen kararların adalete de uygun olduğunun kavranması açısından hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Fıkıhta “azimet” ve “ruhsat” olarak bilinen iki temel kavram vardır. Bu kavramların ilki “takva” diğeri ise “fetva”dır.

Esas olan takvaya göre yaşamak ve hüküm vermek olmakla birlikte, zor durumlarda fetva ile amel etmek ve hüküm vermek, ümmet için başvurulan bir ruhsat kapısı olmuştur.

Bu nedenle bu gibi konuları ve olayları da takvaya uygunluğu noktasından bakıp değerlendirmek, bizi yanlışa götürebilir. Müçtehitlerimizin tamamının takvaya uygun yaşadıkları meşhur olduğu halde, ümmete fetva yolunu göstermeleri bunun güzel bir delili olabilir.

İşte özellikle devlet idaresinde de cezalandırma konuları değerlendirilirken, iki adalet kavramı gözümüze çarpmaktadır:

Bunlardan birisi, sırf, katışıksız, fakatsız ve takvaya uygun olan “Adalet-i mahza” diğeri de zor durumlarda verilen ve “Adalet-i Mahza”nın uygulanamayacağı ortamlarda fetva hükmünde uygulanabilen, “Adalet-i İzafiye”dir.

Hz. Osman (r.a)’ı şehid edenlerin ve karışıklığa sebep olanların cezalandırılması konusunda, içlerinde aşere-i mübeşşereden Hz. Talha ve Hz. Zübeyir ve ayrıca Hz. Aişe validemiz (r.anhum ecmain) gibi seçkin sahabilerin olduğu bir topluluk, “Hz. Peygamber (asm), Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) zamanında “Adalet-i Mahza” uygulanabiliyordu. Fakat artık ortam çok karışmış olduğundan bu zamanda onunla amel edemeyiz. Öyleyse “adalet-i İzafiye” ile hüküm vermeliyiz.” diye kanaat belirtmişlerdir.

Sahabe döneminde bile durum bu haldeyken, Osmanlı devleti zamanında “Adalet-i İzafiye” kapsamında ve zamanın alimleri tarafından verilen fetvalar doğrultusunda uygulanmış idam ve cezalara; “neden hakiki adalet” kurallarına uyulmadı deyip, tenkit etmek uygun düşmemektedir.

Fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker gösteren Dede Efendi, "Siyasetname" adlı eserinde şöyle demektedir:

“Nizam-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şeni fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katledilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ulu’l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bilfiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adi olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesat, vukuundan sonra refinden daha kolaydır. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar padişahın, milletini onların şerrinden korumak ve nizam-ı alem için, isyana teşebbüs edeni idam etmesi caizdir.”

Hanefi ve Hanbeli mezhep imamlarının çoğu, "nizam-ı alem için idam cezasının verilebileceğini" söylemişlerdir.

İşte bunun içindir ki, Osmanlı Padişahları, devletin muhafazası için, tek elden idare edilmesinin şart olduğunu gördüklerinden, onu bölmeye çalışan kardeş ve evlatlarını devletin bekası ve milletin selameti için, kendi şahsi ihtirasları ile değil, Şeyhülislam’ın fetvasına istinaden hayatlarına son vermişlerdir. Onlar, bu konuda çok titiz ve uyanık olmuş ve bu tür hareketlere asla meydan vermemişlerdir. Bir kişinin ölmesine bedel, binlerce insanın ve devletin kurtulmasını sağlamışlardır.

Mesela, Yavuz Sultan Selim Hazretleri, saltanat tahtına oturduğu zaman, bir taraftan devletin istikbaline göz dikmiş olan düşmanlarla, diğer taraftan da memleketin iç huzurunu bozmak isteyen şehzadeler ile karşı kaşıya kaldı. Her saltanat değişmesinde olduğu gibi, yine tahta göz dikmiş birçok şehzadenin başı gidecekti. Eğer onlar gitmeyecek olsa memleket elden gidecek, iç kavga çıkacak ve dolayısıyla memlekette kan gövdeyi götürecekti. Belki de bugün dünyanın göz bebeği olan İstanbul ve hâkimiyetin merkezi olan Anadolu elimizde olmayacaktı.

İşte bu korkunç tehlikelere meydan vermemek ve devletin bekası ve milletin selameti için, Yavuz Sultan Selim gibi bazı padişahlar aldıkları fetvalarla bazı şehzadeleri ve bir kısım devlet adamlarını idam etmek mecburiyetinde kaldılar.

Örneğin, Yavuz Selim’in kardeşi Şehzade Ahmed, onun padişahlığını kabul etmeyerek emrindeki askerlerle ona savaş ilan etti ve bu iç harbi kaybedince de kanunların gereği olarak idam edildi. Yine onun en çok sevdiği kardeşi Korkut eşkıyalar ile işbirliği yaptığı için idam ettirmişti. Yavuz’un kardeşinin idamından sonra günlerce hüzün ve keder içerisinde ağladığı ifade edilmektedir. Ancak devletin bekasını ve milletin selametini, ona olan şahsi alaka ve muhabbetinin üstünde tutmuştur.

Yavuz Sultan Selim, idam kararlarını Şeyhülislam’ın fetvasıyla icra etmiş ve bu fetvaların kendisi ile birlikte kabrine konulmasını vasiyet ederek şöyle demiştir:

“Ben huzur-u İlahide bu fetvaları yaptığım icraatlarıma şahit tutacağım.”

Ne yazık ki, işin zaruret ve hassasiyetini anlamayan ve yapılan bu fedakârlığı kasıtlı olarak gaddarlık ve vahşet olarak yaymak çabasında olanlar az değildir. Osmanlıların âlem-i İslam’a ve insaniyete ettikleri maddi ve manevi nice hizmetleri görmeyip de bu gibi cüzi meselelere takılıp kalmak, aklın kârı ve vicdanın kabul edeceği bir şey değildir.

Kaynaklar:

- Mehmed Kırkıncı, İslam Birliği ve Yavuz Sultan Selim, Zafer Yayınları.
- Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim’in Siyasi ve Askeri Hayatı.
- Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanun-Nameleri, C. 1 (Fatih Kanun-Namesi), FEY Vakfı Yayınları, Kemal Paşa-Zade, Defter. IV, v. 113a.; M. Arif, Fatih Kanun-Namesi, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 1330 H.
- Ahmet Akgündüz - Doç. Dr. Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, 1999 İstanbul.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun