Türk-İslam edebiyatı hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 15.03.2020 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- ​Türklerin İslamlaşmasıyla edebiyatta ne gibi yenilikler olmuştur?
- Türk-İslam edebiyatının taşıdığı özellikler nelerdir?
- Türk-İslam edebiyatının sanatçıları hakkında bilgi verir misiniz?
- İslamiyet’in edebiyata bakış açısı nedir? 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Türk-İslam Edebiyatı hakkında bilgi verir misiniz?

İslam, Türk toplumlarının medeni hayatında etkili olmuş, sosyal ve kültürel alanda büyük değişmeler yapmış, dili ve edebiyatı geliştirmiştir.

Türk-İslam Edebiyatı, her şeyden önce bu yeni edebiyatın adıdır. Diğer bir ifadeyle bu terim, hem Müslüman hem de Türk olan şair ve yazarın ortaya koyduğu edebî etkinlikleri ifade eder. Bu tanım genel bir tanımdır ve iki temel kavrama dayanır. Bunlar, Türk ve İslâm kavramlarıdır.

Buradaki Türk, bir kültür coğrafyasını işaret etmektedir. Bu kültür coğrafyasında Türkçeden başka, Arapça ve Farsça’yı da içeren zengin bir dil varlığı bulunmaktadır.

Dolayısıyla herhangi bir edebî eserin Türk-İslam Edebiyatı içerisinde değerlendirilmesi için, bu esere hayat veren sanatkarın etnik olarak Türk olması zorunlu değildir. Temel belirleyici husus, edebî eserin, bu kültür coğrafyasında yazılmış olması ve Türk kültür değerleriyle uyumlu olmasıdır.

Bu bakımdan Türk-İslâm Edebiyatı, özellikle Osmanlı Devleti döneminde İranlı, Arap, Boşnak, Arnavut gibi farklı etnik kökenden gelen edebiyatçıların yazdıkları eserleri de içine alan geniş bir edebî alanı ifade eder.

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’na millî edebiyat özelliği kazandıran millî üslup ve karakteri yok saymamıştır.

Milli üslûp, dil, hece vezni, dörtlüklerle oluşan nazım şekilleri ve kafiye anlayışıyla belirginlik kazanır. Bu üslup, Türk-İslâm Edebiyatı içinde kullanılarak gelişmiştir. Halk Edebiyatı, Aşık Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı gibi isimlerle nitelendirilen edebî faaliyetler millî üslupla varlık kazanmıştır. Tanzimat’tan itibaren gelişen ve devam eden yeni edebî anlayışta millî edebiyatın formları şairler için yeni imkanlar sunmuş; aşık yahut tasavvuf edebiyatı geleneğinde yetişmemiş şairler de millî üslûpta şiirler yazmışlardır.

Türk milletini diğerlerinden ayıran değerler manzumesi olan millî karakter ise, edebî eserde işlenen yiğitlik, bilgelik ve doğruluk gibi kavramlar, ışık, ağaç, bozkurt, kadın, at ve su gibi imgeler ve mitolojik temaları ifade eder. Millî karakter, İslamlaşmayla birlikte yeni bir ruha bürünmüştür. Bu ruhun temelinde tevhit ve iman vardır.

Türklerin İslamlaşmasıyla edebiyatta ne gibi yenilikler olmuştur?

Türk-İslâm Edebiyatındaki ikinci kavram, İslâm’dır. Buradaki İslâm kavramı, doğrudan doğruya İslâm dinini ifade etmekle birlikte, dinin kültürel ve tarihi mirasını da ihtiva etmektedir. Daha doğrusu bir esere İslâmîlik vasfı kazandıran şey, sadece Kur’an ve Sünnet kaynaklı olmak değildir; aynı zamanda o esere üslûp ve karakter kazandıran kültürel değerler, tarihi miras ve formların da olması gerekir.

Bu bakımdan İslâm bir medeniyetin adıdır. Bu medeniyet, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da farklı dilleri konuşan ve farklı edebiyatlara sahip olan Müslüman milletleri etkisine almıştır.

Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı, millî üslûp ve karakteri içinde barındırdığı gibi, ortak İslâm kültür ve medeniyetinin üslûp ve karakterine de sahiptir.
Türkler, İslamlaşma sonrası bir edebiyat vücuda getirmek istediklerinde, önceki tecrübelerden yararlanmışlardır.

Her şeyden önce komşuları olan İranlıların edebiyatı, anlayış, form, estetik değer ve dil bakımından klasik bir edebiyat halini almıştı.

Bu sebeple de Türk sanatkârlar, İran-İslâm Edebiyatı’nın şekil ve esaslarını alarak edebî eserler yazdılar. (Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 1986, s. 117)

İranlı şair ve yazarların da Arap-İslâm Edebiyatından yararlandığı düşünülürse, Türk-İslâm Edebiyatının mahiyeti daha iyi anlaşılmış olur.

Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı’nın, millî karakter ve üslûbu, ortak İslâm kültürü ve medeniyetinin karakteri ve üslûbuyla mezceden edebî eserleri içerdiğini söyleyebiliriz.

Türk-İslam Edebiyatının taşıdığı özellikler nelerdir?

1. İslâm inançlarıyla, Müslüman Araplar ve İranlıların oluşturduğu ortak kültür ve edebiyatın etkisindedir.

2. Dilde gittikçe yoğunlaşan bir Arapça-Farsça etkisi görülür. Bu dillerden alınmış kavram, sözcük ve tamlamalar kullanıldığı gibi, tamamen Arapça ve Farsça ile yazılmış eserler de vardır.

3. Genellikle yazılıdır. Sözlü edebiyat da İslâmî etkiler altında, halk arasında yaşamış ve gelişmiştir.

4. Yazılı eserlerin sahipleri bellidir. Anonim ürün yok sayılır.

5. Düz yazı da yaygınlaşmış olmakla birlikte, nazım türlerinin ağırlığı devam eder.

6. Nazımda; aruz ölçüsü, Arap ve İran edebiyatlarından girmiş nazım tür ve biçimleri, tam ve zengin uyak ön plana çıkmıştır. Beyit en çok kullanılan birimdir. Halk arasında dörtlük birimi ve hece ölçüsü kullanılmaya devam edilmiştir.

7. Müzik eşliği hayli azalmıştır.

8. Şiirde daha çok bireysel duygular işlenmekle birlikte, düzyazıda toplumsal konulara yönelme de görülür.

9. "Aşk" teması ön plana geçer. "Kahramanlık" teması az işlenir. Dinî konular da hem şiirde hem de düzyazıda önemli ölçüde yer alır. Tabiat teması araç olarak kullanılır.

10. Halk tabakalarıyla seçkinlerin dilleri, şiir ve edebiyat anlayışları farklılaşır. Türkçe'de çeşitli bölge farklılıkları ortaya çıkar. Bölgeler, uzak yurtlar arasında farklı gelişmeler yaşanır. Halkın edebiyatı ile seçkinlerin edebiyatı bölünmesi kendini gösterir.

Türk-İslam Edebiyatının sanatçıları hakkında bilgi verir misiniz?

Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hâcib)

Kutadgu Bilig, Türk İslâm edebiyatının bilinen ilk eseridir. Arapça ve Farsçaya hâkim, iyi eğitim almış bir kişi olan Balasagunlu Yusuf tarafından yazılmıştır. Eser, Balasagun’da yazılmaya başlanmış olmakla birlikte 1069-1070 yıllarında Kaşgar’da tamamlanarak dönemin hükümdarı Tavgaç Kara Buğra Han’a sunulmuştur.

Balasagunlu Yusuf, hükümdara sunduğu ve huzurunda okuduğu eseri sebebiyle Has Hâciplik (Başmabeyincilik) göreviyle mükâfatlandırılmıştır.

Kutadgu Bilig, devlet içerisinde yönetenleri ve yönetilenleri bilgilendirmeyi hedefleyen siyasetname türünde 6645 beyitlik bir mesnevîdir. "Mutluluk veren bilgi" anlamına gelen Kutadgu Bilig’in amacı, insanları şairin tasavvur ettiği ideal hayat tarzına kavuşturmaktır. (Reşit Rahmeti Arat, 1991)

Aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır; ancak, bazı şiirleri 6+5’li hece ölçüsüne de uymaktadır. Ayrıca eserde halk şiir geleneğine uygun olan 173 dörtlük bulunmaktadır.

Kutadgu Bilig’in üç nüshası bilinmektedir. Bunlardan Herat Nüshası Uygur harfleriyle, Kahire ve Fergana nüshaları Arap harfleriyle yazılmıştır. Reşit Rahmetî Arat, her üç nüshaya dayanarak tenkitli metin hazırlamıştır. (Arat, 1991)

Kutadgu Bilig, Şark-İslâm geleneğine uygun olarak Allah’ı Peygamber’i, dört sahabeyi ve dönemin hükümdarı Büyük Buğra Han’ı öven medhiyeler ile başlamaktadır.

Eserin aslını oluşturan dört temsili şahsiyet bulunmaktadır. Bu şahsiyetler, 1. Kün Togdı, 2. Ay Toldı, 3. Ögdülmiş, 4. Odgurmış’tır.

Kün Toğdı, hükümdarın şahsında doğruluğu ve adaleti; Ay Toldı, vezirin şahsında mutluluğu; Ögdülmiş, vezirin oğlunun şahsında aklı; Odgurmış da vezirin kardeşi şahsında kanaati temsil etmektedir.

Eser, bu temsili kişilerin karşılıklı soru-cevap tarzında karşılıklı konuşmalardan meydana gelmektedir.

Dîvânu Lügati’t-Türk (Kaşgarlı Mahmud)

Türk dillerinin dîvânı (lügatı, kitabı) anlamına gelen Dîvânu Lugati’t-Türk, Türkçe’nin ilk sözlüğüdür. Satuk Buğra Han’ın altıncı kuşaktan torunu olan Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır.

Mahmud, dönemin önde gelen bilginlerinin bulunduğu medreselerde yetişmiş,

Arapça ve Farsça’yı iyi bilen, Türk dilinin inceliklerine vâkıf bir kişidir. Yıllarca Türk boylarının yaşadığı bozkırları, şehirleri gezerek Türk lehçelerini ve manzumelerini öğrenmiştir.

1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1077 yılında tamamlayarak Abbâsî halifesi Muktedî Biemrillâh (1075-1094)’a sunmuştur.

Dîvânu Lugati’t-Türk, Araplara Türkçe’yi öğretmek maksadıyla yazılmıştır.

Eserin tek nüshası Ali Emirî Efendi tarafından 1917 yılında sahaflar çarşısındaki bir kitapçıda bulunarak satın alınmıştır. Nüsha, Fatih Millet Kütüphanesi Ali Emirî Efendi kütüphanesinde muhafaza edilmektedir. Eserin tıpkıbasımı ve günümüz Türkçesine çevirileri yayımlanmıştır.

Dîvânu Lugati’t-Türk, Türk dilleri sözlüğü olmasının yanı sıra tarih, coğrafya, folklor, kültür, edebiyat, vb. alanlarda Türk millî hafızasına ait zengin malzemeler ihtiva eden en önemli yazılı kaynaklardan biridir.

Eser, oldukça sistematik bir tarzda hazırlanmıştır. Dilin bütün gramer özelliklerini kapsayacak şekilde sekiz ana bölümden meydana gelmektedir.

Türkçe’den Arapça’ya bir sözlük şeklinde düzenlenmiş olan eserde kelimelerin sınıflandırılmasında Arapların kolay anlaması için Arapça kelime türetme sistemindeki tasnif yöntemleri kullanılmıştır. Türkçe kelime ve ekler alfabetik olarak sıralanmıştır. Kelimelerin Arapça anlamı verildikten sonra sözcüklerin kullanıldığı atasözü, hikmetli söz ve manzumelerden örnekler getirilmiş ve bu örnekler Arapça olarak açıklanmıştır.

Eserde yer alan şiirlerin çoğu anonim mahiyette savaş ve kahramanlık şiirleridir. Bu şiirler büyük ölçüde dörtlükler, kısmen de beyitler halinde yazılmış ve koşma tarzında kafiyelenmiştir.

Alp Er Tunga’nın ölümü (m.ö. VII. Yüzyıl) üzerine söylenen dörtlükler, Türk şiirinin bilinen en eski örneği kabul edilmektedir.

Eserde ayrıca Türkler’in yaşadıkları bölgeleri göstermek üzere Kaşgarlı Mahmud’un çizdiği dünya haritası yer almaktadır.

Atabetü’l-hakâyık (Edip Ahmet Yüknekî)

Türk İslâm edebiyatının üçüncü önemli eseri manzum bir ahlâk kitabı olan Atabetü’l hakâyık’tır.

"Hakîkatler eşiği" anlamına gelen eser, Edib Ahmed bin Mahmud Yüknekî tarafından yazılmıştır.

Edib Ahmed’in Türkistan’da Taşkent yakınlarındaki Yüknek şehrinde XI. yüzyılın sonları ile XII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Edib Ahmed, dinî ilimlere vâkıf, Arapça ve Farsça’yı bilen takva sahibi bir zattır. Eserin sonunda yazarı belli olmayan bir dörtlükte Edib Ahmed’in gözlerinin doğuştan görmediği ifade edilmiştir.

Atabetü’l-hakâyık, aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılmıştır. Medhiyyeler hariç, eserin asıl kısmı mâni tarzında kafiyelenen (aaxa) dörtlükler halindedir.

Eser, Emîr Muhammed Dâd Sipehsâlâr Bey adındaki bir hükümdara takdim edilmiştir.

Müellif, geleneksel tertibe uygun olarak Allah, peygamber, dört sahabi ve hükümdarın övgüsüyle eserine başlamaktadır. Bu kısımlar beyit düzeninde yazılmış, kaside ve gazellerde olduğu gibi kafiyelenmiştir.

Kitabın esasını oluşturan ve dörtlükler halinde yazılan kısımda ahlâkî konular nasihat üslubuyla ele alınmaktadır. İyi huylar zikredilerek övülmekte kötü huylar da yerilmektedir. Bilginin faydası, dilin korunması, dünyanın aldatıcılığı, zamanın kötüleşmesi gibi konular sade bir dille anlatılmaktadır.

Eserin sonunda kimin tarafından yazıldığı belli olmayan muhtemelen Edip Ahmed’in çağdaşı bir şair tarafından yazılan müelliften bahseden ilave şiirler bulunmaktadır.

Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1166) ve Hikmetleri

Ahmed Yesevî, Türkler arasında kendi adıyla tarikat kurmuş bir mutasavvıftır. Onun tarihî hayatı ile ilgili bilgiler oldukça azdır.

Ahmed Yesevî Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Çocuk yaşta iken anne ve babasını kaybetmiş ve bakımını ablası Gevher Şehnaz Hanım üstlenmiştir. Ablasıyla birlikte Yesi’ye göç etmişlerdir. Ahmed, eğitimine bu şehirde başlamıştır.

Daha sonra Yesi’de bulunan mutasavvıflardan Arslan Baba’ya intisap ederek tasavvuf yoluna yönelmiştir. Arslan Baba vefat edince Buhara’ya giderek Şeyh Yusuf-ı Hemedânî’ye intisap etmiştir.

Yusuf-ı Hemedânî’nin ölümünün ardından yerine geçen iki halifesinin de vefat etmesiyle üçüncü olarak Ahmed Yesevî irşad makamına geçmiştir. Bundan sonra Yesi şehrine dönerek irşad görevini burada sürdürmüştür. Çok sayıda müridi olmuştur. Mansur Ata (ö.1197), Said Ata (ö. 1218-19), Süleyman Hakîm Ata (ö. 1186) bunlardan en meşhur olanlarıdır.

Ahmed Yesevî, rivayete göre, altmış üç yaşına eriştiğinde Hz. Muhammed (asm)’in bu yaşta vefat etmesi sebebiyle, ona olan saygısının bir işareti olarak bir kuyu kazdırıp ömrünün geri kalanını yerin altında geçirmiştir.

Ahmed Yesevî’nin hayatı hakkında menkıbeler de teşekkül etmiştir..

Ahmed Yesevî Orta Asya bozkırlarında kendisine tabi olan dervişlerine dinî ve tasavvufî hakikatleri, tarikatın âdâb ve erkânını öğretmek gayesiyle “hikmet”ler söylemiştir.

Hikmet, kelime anlamı itibarıyla hâkimlik, bilgelik, sebep anlamlarına gelmektedir.

Edebî olarak ise Ahmed Yesevî’nin dinî-tasavvufi manzumelerine hikmet denilmektedir.

Bu manzumelerin toplandığı esere de Dîvân-ı Hikmet adı verilmiştir. Hikmet söyleme geleneği Yesevî dervişleri tarafından devam ettirilmiştir. Sonradan söylenilen bazı hikmetlerin Ahmed Yesevî’ye mal edildiği de görülmektedir. Zaman içerisinde Ahmed Yesevî’nin söylediği hikmetlerle müridlerin söyledikleri hikmetler karışmıştır. Hatta bazı hikmetlerin dil özellikleri bakımından Yesevî’nin yaşadığı dönemin dil özelliklerini yansıtmadığı görülmektedir.

Bu bakımdan elimizdeki Dîvân-ı Hikmet nüshalarındaki bütün hikmetlerin Ahmed Yesevî’ye ait oldukları söylenemez. Hatta bu hikmetlerin hangisinin Ahmed Yesevî’ye, hangisinin dervişlerine ait olduklarını belirlemek de mümkün değildir.

Bununla birlikte hikmet adı altında yazılan şiirler temelde Ahmed Yesevî’nin inanç ve düşünce dünyasını yansıtmaktadır.

Hikmetlerin ana çerçevesini şeriat ve tarikat esasları, ahlakî düsturlar, ilâhî aşk, peygamber sevgisi, dünya hayatı, kıyamet, cennet ve cehennem vb. konular oluşturur.

İslamiyet’in edebiyata bakış açısı nedir? 

İslâm, merkezine daima sanatı alan bir medeniyet vücuda getirmiştir. Bu medeniyetin odak noktasında insan vardır. Her güzel şey insan için yaratılmıştır. Bütün bu güzellikler, en güzeli kavramak için âdeta geçiş noktaları mesabesindedir.

Bunun içindir ki sanatın, insanı gerçek sanatkârı hatırlatmak, O’na götürmek gibi bir fonksiyonu vardır.

Sanat sözcüğünün tanımında da -bir duygunun, tasarının veya güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı- güzelliğin anlatımına vurgu yapılmaktadır.

İslâmî bakış açısı hayatın güzellik boyutuna dayanır ve “Allah güzeldir, güzel olanı sever.” (Camiu’s-Sağîr, Hadîs No: 1722) hadis-i şerifinde de ifade edildiği gibi güzelliği Allah’ın (c.c.) varlığına bağlar.

Kur'an-ı Kerim’in mahlukatın güzelliğini takdir etmeyi doğrudan emretmesi, İslâm’ın estetiğe verdiği önemi ortaya koyması bakımından dikkate değerdir.

Mimariden şehir planlamasına, edebiyattan süsleme sanatlarına kadar meydana getirilen eserlere bakıldığında, sanatın İslâm dünyasındaki yeri tespit edilmiş olur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun