"Şüphesiz biz insanı zorluk içinde yarattık." (beled, 90/4) ayetini açıklar mısınız?

Tarih: 27.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Biz insanı meşakkat, imtihan ve çile ile içli dışlı yarattık." (Beled, 90/4)

İnsan bu dünyaya eğlenme ve dinlenme için gönderilmemiştir. Ana rahminde nutfe halinden başlayarak dokuz ayda dünyaya gelmesine, uzun çocukluk, gençlik devresinden dünya yükü altında seneler geçirerek ölümüne kadar geçirdiği meşakkatli ömür süreci bu gerçeği ispatlar. Dünyada sıkıntıdan uzak, tam güvenlik içinde âsûde bir ömür, hiç bir insana nasib olmamıştır.

İnsan hayata bir anda kolaylıkla gelivermiş olmadığı gibi kolaylıkla geçip gidiverecek de değildir. O, ciğerlere işleyecek şiddetli bir sıkıntı ile kuşatılmış olarak ve ilâhî yardım ile halden hale o sıkıntılar içinden geçirtilerek yaratılmış, hayata çıkarılmış, o suretle insan olmuştur. Demek ki sıkıntı ve meşakkat içinden insanlık gayesine ermek, insan yaratılışının ayrılmayan bir vasfı ve yaratıcının bir kanunudur. İnsan aslında aciz ve güçsüz iken yüce yaratıcının teşekküre layık büyük bir yardım ve himayesine mazhar olmuştur. O halde insan, mükemmel bir insan olmak için bunu bilerek sıkıntı ve meşakkate göğüs germeli ve o sıkıntı içinde onu koruyup hayata çıkaran, kuvvet veren yaratıcıya şükrünü eda etmek üzere vazifeye atılmalı ve öyle acıklı, merhamete layık kullara merhamet ederek kurtulma ve hoşnut olma yoluna girmelidir. Çoğunluğun görüşüne göre bu âyetin mânâsı budur.

Kâf’ın ve bâ’nın fethasıyla kebed, bânın kesresi veya sükunuyla ciğer mânâsına gelen kebid maddesindendir. Tefsircilerin bununla ilgili de birkaç yorumu vardır:

 

1. Zemahşeri der ki: Kebed aslında, bir kimsenin ciğeri ağırdığı ve şiştiği zaman söylenen كَدَبَ الرَّجُلُ كَبْدًا sözündendir. Böyle ciğeri şişip ağrıyan adama فَهُوَ اكْبَدُ yani "ekbed" denilir. Daha sonra kelimenin anlamı genişletilerek her yorgunluk ve sıkıntıda kullanılmıştır. Sıkıntılara karşı koymak mânâsına kullanılan "mükabede" bundan alınmıştır. Nitekim "yok etti" mânâsına ta ile كَبَتُهُ denilir. Aslı كَبَدَهُ 'dur ki "ciğerine sapladı" demektir.

Diğer bazıları da demişlerdir ki: Kebed aslında şiddet mânâsınadır. تَكَبَّدَ اللَّبَنُ sözü bundandır ki, "süt, yoğurt koyulaştı, katılaştı" demektir. Bu iki görüş arasındaki fark şudur: Birincisinde "kebed" ismi önce ciğere verilmiş, sonra bundan şiddet ve sıkıntı mânâsı türetilmiş; ikincisinde ise lafız önce şiddet ve koyuluk için kullanılmış, sonra ondan uzvun ismi türetilmiştir.

2. Kebed; düzgünlük ve doğruluk mânâsınadır denilmiştir ki ciğerin düzgünlüğünden, yahut "kebed-i sema" tabirinden düşünülüp alınmış demektir. Bunda insanın diğer canlılar gibi sürünmeyip belinin doğruluğu, gidişindeki doğruluk ve manen yükselme kabiliyeti ile خَلَقَ فَسَوَّى "yarattı ve düzgünleştirdi." (Â'lâ, 87/2) mânâsı gözetilmiş oluyorsa da feth ile "kebed"den bu mânâyı çıkarmak çok uzaktır.

3. Kebed, yaratılışın şiddet ve kuvvetidir denilmiştir. Yaratıcının kudretiyle kuvvetlendirilip bedenine kuvvet verilmek suretiyle demek olur ki, önceki mânâ bunu da ifade edebilir. Bu kuvvetlenme mânâsı "Keşfu'l-Esrar"da fizyolojik bakımdan meninin pıhtılaşması ve donması tarzıyla biraz aydınlatılmak istenilerek denilmiştir ki: Bu bize bazı zamanlar meni pıhtılaşıp donduğunda meydana gelen durumu anlatabilir. Bunun bir benzeri de şudur: Mesela, göğsün iç zarı gibi gışâ-i maslide bir iltihap meydana geldiği zaman önce onda çok ve saf bir akıcı, tabii sıvı görülür. Sonra az miktarda bir posa olur ve ağdalanır, hatta sıcağa tutulduğu zaman yumurta akı gibi olur. Sonra da onda mayalı hamur boşlukları gibi boşluklar ve küçük küçük kabarcıklar çıkar ki düzenlerine göre sıra sıra olabilirler. Sonra bunlardan birbirlerine ağızlar açılır ve hareketli bir sıvı ile dolan bir takım damara benzer kanallara dönüşürler. Sonra bu damarlar ile iltihaflı yere bitişik ince damarlar arasında ağızlaşmalar olur. Bu şekilde yeni oluşan bu zara da genel bir hayat yayılır. Bu gözlemden gerçi her canlı maddedeki akıcı şeylerin donmuş şeylere dönüşmesinin zorunlu olduğu hükmünü bilemezsek de bunun faydalı olduğunda da şüphe yoktur.

Zira biz bununla içteki vazifelerden bir vazifenin farkına varıyor ve çoğu durumlarda bize gizli kalan sırlardan bir sırrı anlamış oluyoruz.

Razî şöyle der: Bu üç izah şekli bilindikten sonra deriz ki: Birinci veche göre maksadın yalnız dünya zorlukları olması da, yalnız sorumluluğun getirdiği zorlukların olması da, yalnız ahiret zorlukları olması da ihtimal dahilinde olduğu gibi, hepsinin olması ihtimali de vardır.

BİRİNCİSİ: لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ "Andolsun biz insanı sıkıntılar içinde yarattık.Yani onu bir takım merhalelerden geçirerek yarattık ki, hepsi sıkıntı ve meşakkattir. Babanın belinden geçerken ve anasının karnında, sonra emzik zamanında, sonra ergenlik çağında geçimliğini elde etmede, sonra da ölümde.

İKİNCİSİ: Dinde sıkıntı ve zahmet. Hasan demiştir ki: Bolluk ve refah halinde şükür ile uğraşır, sıkıntı halinde sabır ile uğraşır ve ibadetleri eda ederken zorlukla uğraşır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Ahiret sıkıntıları, ölüm, melek sorusu, kabir karanlığı, sonra yeniden dirilme ve Allah'ın karşısına çıkarılış. Bu, cennetteki veya cehennemdeki yerini buluncaya kadar devam eder.

DÖRDÜNCÜSÜ: Lafzın bütün bu mânâları taşımış olmasıdır ki gerçek de budur. Razi bunlara şunu da ilave ederek der ki: Bence bunda bir izah yönü daha vardır. Şöyle ki: Bu dünyada lezzet yoktur. O lezzet zannedilen şeyler sıkıntı ve elemden kurtuluştur. Mesela, yemek yemekle alındığı hayal edilen lezzet, açlık eleminden bir kurtuluştur. Giyimde hayal edilen lezzet, sıcak ve soğuk gibi elemlerden kurtuluştur. Demek ki dünyada insanın hali ya elem, veya bir elemden kurtularak diğerine geçmektir.  لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ 'in mânâsı bu demektir. Bundan açıkça anlaşılır ki insan için öldükten sonra dirilme ve kıyamet kaçınılmazdır. Zira insanın yaratılışını yöneten o hikmet sahibi yaratıcının bundan maksadı onun elem çekmesi ise, bu, rahmete uygun değildir. Yok eğer maksadı ne elem çekmesi ne de lezzet alması ise, onu yoklukta bırakıp yaratmaması bu maksadın gerçekleşmesine yeterli gelirdi. Oysa Allah insanı bu dünyada bir sıkıntı, meşakkat ve dert içinde yaratmıştır. O halde bu dünya yurdundan başka bir ahiret yurdu olmalı ki orası mutluluk, lezzet ve ikram yurdu olsun. "Kebed" in düzgün yapma mânâsına geldiğine dair ikinci vecih İbnü Abbas'tan nakledilmiş olup, İbnü Abbas: "Fi kebed, diğer canlılar baş aşağı yürürken insan yukarı doğru düzgün ve dik olmak üzere yaratıldı mânâsınadır." demiştir ki bu, yaratılış nimetini bir tür hatırlatma demek olur.

Bu kelimenin, yaratılışın şiddet ve kuvveti mânâsına geldiğine dair üçüncü izah şekliyle ilgili olarak Kelbi şöyle demiştir: Bu âyet Beni Cumah'tan Ebu'l-eşedd künyesini taşıyan bir adam hakkında indi. Öyle kuvvetli idi ki ayaklarının altına Ukaz derisini koyar onu ayaklarının altından çekerlerdi. Deri parçalanır da ayakları kımıldamazdı.

Şunu bilmek gerekir ki, âyete uygun olan iki izah şeklidir. Âyetin iniş sebebi özel olabilirse de insandan maksat bazılarının sandığı gibi belli bir insan değil, geneldir, herkes dahil olur.

Böyle daha birçok tefsirci gibi Alûsî de demiştir ki: Kebed hakkında ilk söylenilen sıkıntı ve meşakkat mânâsından başka diğer bütün söylenenler zayıftır, güvenilmez. Fakat o birinci mânâyı Hakim sahih olarak ve daha bir topluluk İbnü Abbas'tan rivayet ettikleri gibi daha başka ilk devir âlimlerinden de rivayet edilmiştir. "İnsan" sözüden açıkça anlaşılan da mutlak olarak insan cinsidir. Bu şekilde önce bir büyük önerme makamında, sıkıntı ve meşakkate dayanmanın insanlığın yaratılışında bulunan bir özellik olduğu açıklanarak Resulullah (s.a.v.)'a bir teselli verilip teşvik yapıldıktan ve daha önceden  وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ vaadi ile gelecekte muvaffak olacağı müjdelenmiştir.

(Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Kur'an-ı Kerim Tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun