Allah geleceği bilmez, bilirse zorlayıcı olur, sözü ne kadar doğrudur?
- Mutezile mezhebinin kader anlayışında “Allah geleceği bilmez. Bilirse zorlayıcı olur.” diye bir kader anlayışı var mı?
- Böyle bir kader anlayışları varsa nasıl Müslüman sayıldılar?
Değerli kardeşimiz,
- Mutezile, özellikle Allah’ın sıfatlarını inkâr etmekle meşhurdur. Bununla beraber onların bu konuda şu ifadeleri manidardır:
“Allah ezelden beri alimdir, haydır, kadirdir, fakat o, ne alimlere ne hay olanlara ne de kadir olanlara benzemez. O hiçbir varlığa benzemez." (Eş’ari, Makalat, 1/130-135)
Mutezile, bu konuda ittifak etmekle beraber, Allah’ın ezelde cisimleri ve eşyayı var olmadan önce bilip bilmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Ancak bu ihtilafın temelinde Allah’ın tevhidini korumaya yönelik yorumlar olduğu görülmektedir. Mesela, Mutezile imamlarından biri olan Hişam b. Amr el-Futî bu konuda şunları söylemiştir:
“Allah ezelden beri alimdir, kadirdir”. Ancak kendisine “Allah ezelden beri eşyayı bilir.” dendiği zaman, “Hayır!”; ben “Allah ezelden beri alimdir.” derim; fakat “Allah ezelden beri eşyayı bilir.” demem. “Çünkü bunu söylemek, ezelden beri Allah ile birlikte başka varlıkları kabul etmek manasına gelir.” “Gelecekte meydana gelen varlıkları bilir de” demem. “Çünkü bu da mevcut olmayan bir şeye işaret etmek anlamına gelir. Halbuki ben sadece var / mevcut olana işaret ederim.” (bk. Makalat, a.y)
Görüldüğü gibi, burada gözetilen bu incelikler tamamen Allah’ın birliğine bir halel gelmemesine yöneliktir.
- Mutezile’den bazıları, “Allah ezelden beri fiilleri, halkı, eşyayı, cevherleri, malumatı, her şeyi bilir.” demelerine rağmen, “Allah ezelden beri mahlukları bilir.” demekten kaçınmışlardır. Çünkü onlara göre, “mahluk” kelimesi, var olan mevcut demektir. Bu ise, “ezelde Allah ile birlikte varlıkları kabul etmek” anlamına gelir. (bk. Makalat, a.y)
- Diğer bazılarına göre, “Allah bütün malumatı, bütün olacak mevcudatı bilir. Cevherlerin ileride mahluk olacaklarını bilir…” (bk. Makalat, a.y)
- Mutezilenin bu konudaki benzer, az farkla ifade edilen görüşlerini 6-7 madde halinde açıklayan Ehl-i Sünnetin itikadi imamlarından biri olan Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’nin verdiği bilgiden anladığımız kadarıyla:
Mutezile gerçekte Allah’ın gelecekle ilgili ilminin olmadığını, cüzi meseleleri bilmediğini söylemiyorlar. Onlar, Allah’ın tevhidi adına gelecekteki varlıkların onun ezeli ilminde var olduğunu söylemekten kaçınıyorlar. Aslında her şeyin olmuş ve olacak olanların onun ezeli ilminde var olması, Allah’ın ezeli, sonsuz ilminin bir gereği olduğunu idrak ediyorlar. Fakat bunu dillendirmeyi, beş prensiplerinin başında gelen tevhid akidesine aykırı gördükleri için bunu seslendirmekten çekiniyorlar.
Nitekim, yukarıda verdiğimiz bazı misallerde gördüğümüz üzere, bir Mutezile imamı: “Ben, 'Allah ezelden beri alimdir.' derim; fakat 'Allah ezelden beri eşyayı bilir.' demem.” diyor.
Dikkat edilirse, “Allah ezelden beri eşyayı bilmez.” demiyor; “Allah ezelden beri eşyayı bilir, demem.” diyor.
- Bu açıdan bakıldığı zaman, Mutezile öncelikle Tevhit inancına sahiptir. Bu konuyla ve genel olarak sıfatlarla ilgili yaptıkları yorumlar, bu tevhit inancını korumaya yöneliktir. Onların bu niyetlerinden ötürü olmalı ki, ehl-i sünnet onları genel olarak tekfir etmiyor. Bununla beraber, onların bazı şahıslarını zındık ve kafirlikle suçlayalar da olmuştur.
- Bizim kanaatimize göre, mutezile Allah’ın ilmi konusunda yanıldıkları nokta: “Eşyanın harici varlıkları ile ilmî varlıklarını.” karıştırmalarıdır. Halbu ki, eşyanın Allah’ın ezeli ilminde var olmaları, ilmi vücutları ile varlığıdır ki, gerçek harici varlıkla hiç bir alakası yoktur.
Daha önceki alimler, özellikle ehl-i tasavvuf, “ilmî vücut sahibi olan” varlıklara “ayan-ı sabite” sözcüğünü kullanmışlardır.
“Ayân” kelimesinin “Sabit” kelimesine izafe edilmesi ve onunla sabitlenmesi, ilmî vücutları itibariyle bunların adem-i mutlaktan müberra olmasına delalet içindir. Çünkü, sonsuz olan ezelî ilim, adem-i mutlakın varlığına izin vermez.
Evet, her şeyin ve her mevcudun iki cephesi vardır. Birisi, mahiyet ve zatı; diğeri ise, hariçteki vücudu ve suretidir. Yani, cismani boyutudur. Her şeyin aslını ve özünü teşkil eden ise, zatı ve mahiyetidir. Bu da Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde manevi ve ilmi olarak mevcuttur. Buna vücud-u ilmî de denir.
Şayet, Cenab-ı Hak, ezeli irade ve kudreti ile, ilminde sabit olan bu mahiyetlere ve asıllara harici bir vücut verirse, o zaman bunlar âlem-i ilim ve âlem-i maneviden çıkıp mahlukat ve şehadet alemine intikal etmiş olurlar.
İşin erbabı olan bazı alimlerin “Âyân-ı sabite vücudun kokusunu bile almamıştır.” (Merkezu’l-Ebhasi’l-Akadiye) demeleri, onların bulundukları o vücud-u ilmiyedeki halleri itibariyledir; yoksa bunlardan bazılarının daha sonra Allah’ın yaratmasıyla harici vücut giymeyecekleri anlamına gelmez.
Allah’ın ilminde var olan varlıkların manevi olan program ve projeleri ile, Halık ve Kudret sıfatlarının tecellisiyle harici vücut giyen varlıkların mahiyeti çok farklıdır. Biri ilmi, diğeri kevnidir. Biri ancak akılla idrak edilen manevi ve ilmi bir boyuttur, diğeri ise, elle tutulan maddi bir yapıdır.
Ek Bilgi:
a) Kaderin bir manası Allah Teâlâ'nın yarattığı varlıkların hayat programlarını ezeli ilmi ile bilmesidir. Yani insanın anne rahmine düştüğü andan tutun dünyaya gelmesi ve aldığı nefese kadar kaderinde vardır ve Allah Teâlâ tarafından bilinmektedir.
b) Kader ilim ve iradeyle düzenlenmiş bir programdır. Kaza ise, bu programın uygulanma safhasının adıdır. Kaza Allah’ın kudretinin ortaya çıkmasıdır. Kader ise, Allah’ın ilminin bir yansımasıdır. Bu açıdan bakıldığında kader denildiği zaman ilim akla gelir. Nitekim
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Her şeyi biz bilinen bir kader ile indiririz.” (Hicr, 15/21)
ayeti kaderin Allah’ın bilmesi anlamına geldiğini gösterir.
c) Kader ilimden çıkmış bir program olduğundan, insanın fiilleri üzerinde zorlayıcı bir yönü bulunmamaktadır. Nitekim ilm-i kelamın kader mevzusunda bir kaidesi olan “İlim maluma tabidir” sözü meseleyi daha açık bir şekilde ifade edecektir.
Bunu bir misalle açıklarsak, mesela yarın güneşin ne zaman doğup batacağını bilmemiz onun doğması ve batmasına bir etkisi yoktur. Bizler o şekilde bildiğimiz için güneş doğup batmamakta, aksine güneş o dakikada doğup batacağı için bizler bilmekteyiz.
Bunun gibi, Allah’ın kimin cehenneme, kimin cennete gideceğini ezelî ilmiyle bilmesi onun ilah olmasının bir vasfıdır. İnsanda cennet veya cehennem ehli olmayı gerektirecek amelleri işlemeye müsait özellikler vardır. İnsan, kendisine verilen özgür irade ile cennetliklerin veya cehennemliklerin amellerini işleyebilirler. Bunda da tüm mesuliyet ona aittir.
d) Kaderin iki yönü vardır: İnsanın iradesi dışında olanı ki; dünyaya gelmesi, anne ve babasının kim olacağı, eceli vs. (örnekler çoğaltılabilir) gibi hususlardır. Bunda insanın iradesi ile karar vermesi söz konusu olmadığından bunlardan mesul de değildir.
Kendi iradesi ile yapmaya karar verdiği fiillerinden de mesuldür. Her insan vicdanen bilir ki camiye gitmesi de meyhaneye gitmesi de kendi istemesi ile olur. Burada bir zorlama yoktur.
Allah’ın her yerde geçerli küllî bir iradeye sahip olması, O’nun Yaratıcı, Rab ve ilah olmasının olmazsa olmaz şartıdır. Kader noktasında hayrı da şerri de yaratan Allah'tır. Fakat imtihana tabi tutulanlar da birer kukla değildir. O kötülüklerin meydana gelmesinde onların önemli payı vardır.
e) Burada mühim olan nokta, Allah’ın ilminin hiç kimseyi bir yöne zorlamadığı gerçeğini kavramaktır. Gerçekten ilim sıfatı, kudret sıfatından farklıdır. Kudretin yaptırım gücü vardır. İlmin yaptırım gücü yoktur, zorlama özelliği yoktur. Bir şey nasıl olacaksa, onu o şekliyle bilir. Allah âdildir, zulmetmez. Bunu kabul etmek Allah’a imanın başında gelen bir husustur. Öyleyse, Allah imtihana tabi tuttuğu kulları hakkında âdil muamelede bulunmak için, mutlaka onlara kalp, akıl, duygu vb. unsurları verdiği gibi, özgür bir iradeyi de vermiştir. Ve O’nun önceden imtihanın sonucunu bilmesi, asla bu özgür iradeye bir müdahale anlamına gelmeyecektir.
Söz gelimi, ortada bir hastalık varsa, onun yaratıcısı Allah'tır. Fakat icat noktaları içermeyen yönleri ise insana aittir. Mesela, terli terli soğuk su içmek bir suiistimaldir, neticesinden sorumlu olan insanın kendisidir. Bademciklerinin şişmesinden, grip olmasından kendisi sorumludur. Fakat hastalığı yaratan Allah'tır. Edepli olan kimse, Hz. İbrahim (as) gibi, vesilelik yönüyle kötülüğün kendisine; yaratıcılık yönüyle de iyiliğin Allah'a ait olduğunu düşünür ve:
"Ben hastalandığım zaman bana Allah şifa verir." (Şuara, 26/80) der.
İlave bilg için tıklayınız:
- Allah insanın yapacağı fiilleri bilmez iftirası...
- Allah eğer her şeyi biliyorsa ve her şeyi yapabilecek...
- Kadere imanın Kur'an'da olmadığı iddiası ...
- Kader, Allah'ın bilmesidir, deniliyor; ancak bununla ilgili ayet ...
- Kur'an'da kaderin ve ruhani varlıkların ispatı var mı?
- Bizim ne yapacağımız, kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Allah varı var, yoku da yok olarak mı bilir?
- Allah zamandan münezzeh ise, kainatı yaratmaya nasıl karar veriyor?
- Allah'ın fiilleri mahluk mudur?
- Allah sadece insanları mı kendi nurundan yaratmıştır yoksa bütün varlık alemlerini de mi kendi nurundan yaratmıştır? Eğer öyle ise yaratma nasıl oluyor? Kendi nurunu şekillendirmiş olmuyor mu?
- İlim maluma tabi ise, Hızır’ın çocuğu öldürmesi nasıl açıklanabilir?
- Varlık ve yokluk anlayışları ezelden beri var mı?
- Olmayan ve olmayacak şeyler kader mi?
- İnsanların fiillerinin Allah’ın sıfatlarına taalluk etmesi ne demektir?
- Allah'ın kelam sıfatı, var olması mümkün olan şeylere taalluk eder mi?
- Allah kendi bilgisine mahkum mudur?