Allah varı var, yoku da yok olarak mı bilir?

Tarih: 25.03.2015 - 00:55 | Güncelleme:

Soru Detayı

(Böyle düşünenlere nasıl cevap verebiliriz..)
- Allah'ın geleceği bilmemesi Allah için acizlik olmadığı gibi aksine geleceği tüm ayrıntılarıyla yakîn seviyesinde bilen bir Tanrı tasavvuru kusurludur. Daha önce de belirttiğimiz gibi gelecek yoktur. Mehmed Vehbi’nin de dediği gibi
“Allahü Teala varı var, yoku da yok bilir. Yoksa yoku var bilmez. Çünkü; yoku var bilmek cehli alallah olduğundan muhaldir. Gayb, “bilinmeyen şey” anlamına gelir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere bir kavrama gayb dememiz için önce onun “şey” olması lazımdır. Bu noktada birbirine karıştırılan “bilinmeyen” ve “bilinebilirliği olmayan” mefhumlarını iyi ayırt etmek gerekir.”
- Hasılı, bir şeyin gayb olması için önce var olması yani yaratılmış olması gerekir. Allah ise her “şey”i bilir. Bu bakımdan Allah için gayb olması söz konusu değildir. Ama geleceğin de gaybî bir bilgi taşımadığını bilmek elzemdir. Bu hususta akıllara "ya Levh-i Mahfuz?" sorusu takılabilir. Çünkü klasik anlayışla Levh-i Mahfuz'a kulların fiillerinin ezelden yazıldığı inancı hakimdir. Buna ise Hadid: 22. ayet delil getirilir. Ancak, Araf Suresinin 156. ayetinde Allah bize şu duayı öğütlemektedir: "Bize dünyada da ahirette de iyilikler "yaz"' Eğer her şey ezelden yazılsaydı Allah'ın bize bu duayı öğütlemesi abes olurdu..(Hadid: 22) Bu ayetteki "nebraha" kelimesindeki "ha" zamiri dil kurallarına aykırı olarak "enfüs" kelimesine gönderiliyor ve ayete "insanlar yaratılmadan önce" gibi yanlış bir anlam veriliyor. Halbuki ayetin doğru anlamı "musibet yaratılmadan önce kayda geçer"dir. Musibet, isabet eden demektir.
- Bu Türkçede olduğu gibi sadece kötülükleri değil iyilikleri de kapsar. Ayette ise iyi veya kötü başımıza gelen her şeyin ayrı bir varlık olarak yaratılmadan önce kayda geçtiğini söyler. Bu resmi dairelerdeki yetkili kişinin yazılı emir vermesi sonucu işin hemen olması gibidir. Yoksa insanlar yaratılmadan önce, ezelden yazılması değil.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- A'raf suresindeki “Bize bu dünyada da ahirette de iyilik nasip et.” mealindeki ayetin ifadesinden hareketle, kaderi inkâr etmek yüzde yüz hatalıdır. Kur’an bir irşat ve hidayet rehberidir. İnsanlar için dünya ve ahiret hayatının huzuru için gereken prensipleri vazeder. Allah’tan bu güzellikleri istemek de kulluğun bir gereğidir. Çünkü dua en halis bir ibadettir.

Allah’ın, kimin cennete veya cehenneme gireceğini önceden bilmesi, ezeli ve kuşatıcı ilminin gereğidir. Fakat “İlim maluma tabidir.” Yani Allah ezeli ilmiyle kimin cennete kimin cehenneme gireceğini bilmesi, o kişinin kendi özgür iradesiyle yapacağı tercihiyle birlikte bilir.

Ehl-i sünnetin en açık bir prensipleri, şudur ki:

“Kader, sebep ile müsebbebin her ikisine birden taalluk eder.”

Buna göre, Allah’ın ilmi önceden kişilerin nereye gideceklerine ayrı, yapacakları işlerine ayrı taalluk etmez. Bilakis, “kimin nereye gideceğinin” yanında “onun özgür iradesiyle tercih ettiği yoluna” aynı zamanda taalluk eder. Bu konuda pek çok ayet ve hadisler vardır. Tekrar etmemek için sizi Sitemizdeki değişik yazılarda açıklanan “kader konusu”na havale ederiz.

Hülasa: Kaderin varlığı, insanın özgür iradesine de taalluk ettiği için, onu belli bir istikamete zorlamamış, bilakis onu zorunlu olarak özgür bir birey haline getirmiştir.

- Hadid suresinin 22. ayetinde yer alan “nebreeha”nın ha zamiri görebildiğimiz kadarıyla bütün meallerde “musibet”in kendisine raci olduğu bildirilmiştir.

Tefsir kaynaklarının büyük çoğunluğuna göre buradaki “musibet” bildiğimiz kötü olan sıkıntılar manasınadır. Çünkü ayetin nüzul sebebi, Müslümanların başına gelen musibetler olduğu bildirilmiştir.

Bununla beraber, kelimenin lügat anlamını esas alarak “insanlara isabet eden iyi veya kötü şeyler” olarak anlamakta da bir sakınca yoktur. Hatta ardından gelen ayette yer alan “Bu da elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz ve Allah’ın size nasip ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir.” mealindeki ifadeye daha uygundur. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

- Bu ayette de kaderin varlığına açıkça vurgu yapılmıştır. Ve bir Mütezili olan Hişam b. Hakem’in dışında bütün ehl-i tevhit (olan İslam alimleri) bu ayeti, “Allah’ın her şeyi olmadan önce de kesin olarak bildiği”ne delil olarak kabul etmişlerdir. (bk. Razi, a.g.y)

- Allah’ın ezeli ilmi, ezelden beri her şeyi kuşatmıştır. Bir atomdan galaksilere kadar, bir hücreden bir gergedana kadar, bir amipten en büyük bir meleğe kadar bütün varlıkları “sırr-ı kayyumiyetle” bizzat elinde tutan, onları yoktan var ettiği gibi, varlıkta da durduran Allah’ın kudreti gibi ilminin de sonsuz olması, gelmiş ve gelecek şeyleri aynı anda bilmesi aklın gözüyle apaçık görülmektedir.

- İlim maluma tabidir. Malum ne ise ilim onu öyle bilir. Buna göre, “Allah’ın var olanı var, yok olanı yok bilmesi” kadar tabii bir şey olamaz. Eğer biz -haşa- “Allah, yoku var bilir veya varı yok bilir.” dersek, işte o zaman Allah’ın ilmine iftira etmiş ve onu cehaletle suçlamış oluruz.

Fakat buradan hareketle Allah’ı n gelecek gaybi şeyleri bilmediğini iddia etmek cehaletin başka bir versiyonudur.

- Ayet ve hadislerin ifadelerine dayanarak İslam alimlerinin kahir ekseriyetinin belirttiği gibi; Allah’ın ilmi sonsuz ve her şeyi kuşattığına göre, onu mutlak ilmine göre mutlak yokluk (adem-i mutlak) yoktur. Çünkü, -algılanan şekliyle- mutlak yokluk varsa, sonsuz ilmin dışında olması gerekir. Bu takdirde ilim hem sonsuz hem sınırlı olur ki, bu bir çelişkidir.

- Gayb, bilinmeyen, görülmeyen şey demektir. Gayb iki şekildir.

Birincisi: Gerçek gaiptir ki, Allah’ın ilminden başka bir yerde yoktur. Yani Allah’tan başka bir kimse onu bilmez. Kıyamet vakti gibi. Bunları Allah bildirmedikçe kimse bilemez.

İkincisi: İzafi gaiptir ki, bazı kimselere görünmeyen, fakat bazılarına görünen gaiptir. Mesela: Güneşin ne zaman tutulacağı husus ekser insanlar için bir gaiptir, fakat bu işin erbabı olanlar için gaiplikten çıkmıştır. Nitekim çok önceden bunu bildikleri bilinmektedir.

- Keza, gayb şu açıdan da iki çeşittir. Birincisi: varlık sahasına çıkan gaip. İkincisi yokluk sahasında kalan gaip.

Birinci gaip, harici vücut giymiş veya giyecek olan gaip. Bu gaip, bütün var olup da bize göre gizli olan her gaip için geçerlidir.

İkincisi ise, harici vücudu giymemiş, fakat Allah’ın ezeli ilminde yine de var olan gaiptir. Bu gaip ister ilelebed vücud-u hariciyi giymeyip “vücud-u ilmi”de yer almış olsun, ister bir zaman ilmi vücuttan harici vücut mertebesine çıkmış olsun, fark etmez. Her iki durumda da harici vücudu giymediği sürece bu da bir gaiptir ve bu cihetle mâdumdur/yoktur.

“Dehrin akışı içinde öyle bir zaman geçti ki, o dönemde insan anılan bir şey değildi.” (İnsan, 76/1)

mealindeki ayette insanın var olmadan önceki haline (mahiyet-i aslisi ve vücud-u ilmisine) de “şey” denilmiştir.

“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Şüphesiz kıyamet depremi büyük/müthiş bir ŞEYdir.” (Hac, 22/1)

mealindeki ayette, ayetin inişinden bin yıldan fazla bir zaman sonra meydana gelecek olan “kıyamet depremi” için de ŞEY denilmiştir.

“O (kâfir) insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir ŞEY değilken, biz onu yaratıp var ettik.” (Meryem, 19/67)

mealindeki ayette de insanın var olmadan önceki durumu olan “yoklukta”ki konumuna da “şey” denilmiştir.

- Bediüzzaman Hazretlerinin -Ehl-i sünnet alimlerinin görüşünü yansıtan- şu ifadeleri de konumuza ışık tutmaktadır:

“Cenab-ı Hak öyle bir Kadîr-i Mutlak'tır ki; adem ve vücud, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Hem adem-i mutlak zâten yoktur, çünki bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlahînin harici yok ki, bir şey ona atılsın."

"Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hattâ bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik 'a'yân-ı sabite' tabir etmişler. Öyle ise fenaya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u manevîye ve ilmîye girmektir. Yani hêlik ve fâni olanlar vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u manevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.” (bk. Mektubat, s. 59)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kader, Allah'ın bilmesidir, deniliyor; ancak bununla ilgili ayet yoktur...
Kadere imanın Kur'an'da olmadığı, hadislere sonradan karıştırıldığı iddiasında olanlar var...
Muhammed Suresi 31. ayette geçen "Biz bilene kadar" ifadesi, Allah'ın...
Allah geleceği bilmez, bilirse zorlayıcı olur, sözü ne kadar doğrudur?
Bizim ne yapacağımız kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun