Rahman isminin önceki topluluklar tarafından kullanılan bir yaratıcı ismi olduğuna dair kaynaklar var. Düşünceniz nedir?

Tarih: 02.01.2017 - 01:02 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şu son birkaç aydır Allah'ın varlığı,özellikle cennet cehennem olgusu bana çok fazla ütopik ve masalsı geliyor.Mesela öldükten sonra bedenimiz dünyada kalacak ama ateşi hissedeceğiz kısmı?
- Ama Allah'ı hissediyorum ya da öyle istiyorum bilmiyorum her neyse okuduğum bir eleştride yaratıcının bir isminin olmasının çok garip olduğundan bahsediliyordu çünkü varlıklara verilen "isimler" dünyevi bir olay.Ayrıca "Rahman" ismini önceki toplumların kendi yaratıcılarına verdiği bir isim olduğuna dair kaynaklar var. Düşüncelerinizi merak ediyorum

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Rahman, önceki toplumların kendi yaratıcılarına verdiği bir isim mi?

Rahman İsmi:

- Allah’ı inkâr etmek evreni inkâr etmekten daha zordur. Çünkü, bir varlığın kendine bakan tarafı bir ise yaratıcıya bakan doksan dokuzdur.

Mesela, bir A harfi, kendine hacmi kadar bakar. Fakat yazarına birçok yönden bakar. Örneğin, yazarın hayat sahibi, şuur sahibi, el sahibi, parmak sahibi, okuma-yazma sahibi, renkli bir mürekkep kalem sahibi olduğunu gösterir. Onun için yazarı inkâr etmek, bir “A” harfini inkâr etmekten yüz derece daha problemlidir. Zira, varlıkların varlık amacının yüzde doksan dokuzu o varlığı var edene aittir.

Risale-i Nur’da ifade edildiği üzere; “Meselâ: Azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiğinin gayesi; sefine itibariyle yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz'iyesine ait, doksan dokuzu sultana ait olduğu gibi; her şeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Sâni'ine ait doksan dokuzdur.” (bk. Sözler, s. 75)

- Allah’ın ilim ve kelam sıfatından gelen Kur’an nasıl bir mucize ise, Onun ilim ve kudret sıfatından gelen evren de bir mucizedir.

Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak mümkün olmadığı gibi, kâinatın bir benzerini yapmak da imkânsızdır. Kâinat çapında tezahür eden pek çok mucize çeşitlerinden biri de “bir şeyden her şeyi var etmek, her şeyden bir şey yaratmak” gerçekliğidir.

"Meselâ, bir nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız uzuvları ve canlıların cihazlarını yapar. İşte  böyle bir tek şeyi her şey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak'ın işidir. Keza, yenilen hadsiz taamlardan/yiyeceklerden, -ister hayvanî olsun, ister  nebatî / bitkisel olsun- o çeşit çeşit  maddeleri, has bir cisme kemal-i intizam ile çeviren ve ondan mahsus bir cilt dokuyan ve ondan çok sade cihazları yapan; elbette bir Kadîr-i Küll-i Şey'dir ve Alîm-i Mutlak'tır." (bk. Sözler, s. 294)

Çünkü her şeyi bir tek şey, bir tek şeyi her şey yapmak ancak her şeye kadir, her şeyi bilen sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibine mahsus bir i’caz mührüdür. Kâinat baştan başa Allah’ın bu mührünü taşıyor.

- “Mesela öldükten sonra bedenimiz dünyada kalacak ama ateşi hissedeceğiz kısmı?”

Bu ifadeyle kastedilen husus anlaşılmamakla beraber, muhtemel vesveseleri bertaraf edecek şu gerçeği anlatmakta fayda vardır:

a) Kabir’de /Berzah aleminde asıl cezayı veya mükâfatı ruh görür.

Ölüm yokluk değildir; daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor. Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir âleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hâlâ mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor.

Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir âleminde yaşamını devam ettiriyor.

b) İnsan ruh ve bedenden ibarettir. Ruhun -sevinmek, üzülmek, lezzet almak, acı çekmek gibi- kendine mahsus bağımsız özellikleri olduğu gibi, -göz, kulak, el, ayak, dil gibi- bedenle ortak olduğu özellikleri de vardır. Ölümle ruh bedenden ayrıldığı zaman, alet olarak kullanılan bedenin cihazları tamamen fonksiyonunu kaybeder. Artık, göz görmez, kulak duymaz olur. Fakat, lezzet almak ve acı çekmek gibi ruhun bağımsız özellikleri ruh ile birlikte devam eder.

Beden cihazlarının fonksiyonlarını kaybetmesi, felçli bir bedenle kıyaslanabilir.

Felçli bir bedenin bazı organları öldüğü halde bazıları yaşamaya devam edebilir. Bu husus gözle görülen bir gerçektir.

O halde, kabirde ruh kendi bağımsız özellikleri itibariyle lezzet aldığı veya acı çektiği gibi, ölümle mefluç hale gelmiş bedenin sağlam olan bazı organları vasıtasıyla da bedenle ortaklaşa lezzet alabilir veya elem çekebilir. Ruhun bedene iade edilmesi, kabirde mümkün olduğu gibi, kıyamet gününe ertelenmesi de mümkündür. (bk. Gazali, İhyau’l-Ulum, Beyrut, ts., 4/494)

Bununla beraber, Ehl-i sünnet alimlerinin büyük çoğunluğuna göre, kabirde de ruh bedene girecek ve beden onunla diriltilecek ve birlikte sorguya çekilecektir. (bk. Kurtubi, Tezkire, Riyad, 1425, 1/237-238)

- Hz. Peygamber (asm)'in Bedir'deki ehl-i Kalibe (Bedir'de öldürülüp kuyuya atılan Müşrikler) hitap etmesini değerlendiren Katade, “Hz. Peygamber, onlar dirildikten sonra kendilerine hitap ettiğini” bildirmiştir. (bk. Zeynuddin ed-Dimaşki,  Ehvalu’l-Kubur, Kahire, 1426/2005, 1/81)

- Rahman ismi -soruda geçtiği gibi- eğer daha önce de yaratıcı için kullanılmışsa, burada anlaşılmayan bir şey yoktur.  

Eğer mesele bu ismin “yaratıcı” için değil de bir “tanrı” için kullanıldığı şeklinde ise, bu iddia ispat edilmeye muhtaçtır. Biz böyle bir bilgiye rastlayamadık. Kaldı ki,

“Kâfirler seni görünce: ‘Bu mu sizin ilahlarınızı diline dolayan adam!’ diye alay etmekten başka bir şey yapmazlar. Ama (bütün kâinatı yaratan) Rahman’a gelince Onun anılmasını reddediyorlar.” (Enbiya, 21/36)

mealindeki ayette müşriklerin de böyle bir bilgiden haberlerinin olmadığını göstermektedir.

Alimlerin bildirdiğine göre, söz konusu ayet,

“O müşriklere 'Rahman’a secde edin!' denildiğinde: 'Rahman da ne imiş! Bize emrediyorsun diye secde mi edeceğiz?' dediler ve bu dâvet onları imandan büsbütün uzaklaştırdı.” (Furkan, 25/60)

mealindeki ayette yer alan müşriklerin Rahman’ı tanımadıklarını belirten "Rahman da ne imiş” mealindeki olumsuz soruya bir cevaptır. (bk. Zemahşeri, Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Halbuki, eğer bir puta böyle bir isim verilseydi, herkesten önce onlar bunu bilirdi.

Bununla beraber, bazı alimlere göre, Rahman ismi daha önceki kitaplarda geçmiştir. Ancak Araplar bunu bilmiyorlardı. (Razi, a.g.y)

Bizim kanaatimize göre, Rahman kelimesi Arapçadır. Arapça olmayan önceki kitaplarda “Rahman” isminin bu lafızla geçmesi makul görünmemektedir. Meğer ki, bu manada bir isim kastedilmiş olsun.

İlave bilgi için tıklayınız:

Cesedi bulunamayan ölülerin kabir azabı nasıl olacak? Kabir ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun