Ölümü seven, tebessümle karşılayan, bu dünya darlığından kurtulma, cennete kavuşma vesilesi ve terhis tezkeresi gibi gören kişi -haşa- cennete gideceğinden emin olduğundan mı böyle yapıyor?

Tarih: 10.01.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu açıklamak için kısaca birkaç noktaya işaret etmekte yarar vardır:

İslam’da “Allah’ın azabından korkmak ve rahmetini ümit etmek” veya “Allah’ın azabından emin olmamak ve rahmetinden ümit kesmemek” itikadî bir prensip olarak önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple, hiç kimse bu prensibe aykırı olarak hareket etme veya düşünme imkânına sahip değildir. Hatta Aşere-i Mübeşşere / dünyadayken cennetle müjdelene sahabiler bile, hayatları boyunca herkesten daha çok takva göstermeleri, bu konudaki hakikî müminlerin tavırlarını özetleyecek mahiyettedir.

Bununla beraber, insanların mizaçlarına göre, bazılarında korku, bazılarında da ümit tarafı daha fazla ağır gelebilir. Ümit tarafı ağır basanların, korku tarafını hafife almaları ve ümit coşkusuyla kuvvetli iman ettikleri sonsuz rahmeti göz önünde bulundurmaları mümkündür. Bu sebeple, “ölüm gecesi"ni bir “şeb-i arus” olarak değerlendirmelerinin imana aykırı bir yönü yoktur.

Ayrıca, imandaki marifetullah arttıkça, muhabbetullah denilen aşk duygusu da o nispette artacaktır. Hissiyata bağlı olarak gelişen bu aşk duygusu, çoğu zaman aklı dinlemez. Çünkü, “muhabbetin gözü kördür”. İşte bu muhabbet cazibesi bazen sahibine -şekli ne olursa olsun- “cehennem korkusunu” umursatmaz bir duruma getirebilir.

İlahî aşkın ne anlama geldiğini gerçek manada bilmeyen bizim gibilerin, onun başkası için de geçerli olmadığını iddia etmek insafsızlıktır.  Mecazî aşklarda bile âşıkları ölüme götürmüş çok vakıa vardır. Hakîkî aşkın iksiri, mecazî aşkın iksirinden katbekat fazla olduğuna göre, Allah’ın cemalini görmeye can atanların cennet ve cehennemi unutmaları kadar tabii bir şey olamaz. “Gönlümde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu var...” diyen Bediüzzaman Hazretlerinin bu duygusuna sahip olamazsak da bunun varlığında asla şüphe etmeyiz. İmam Gazalî de İhya’da muhabbet bölümünde muhabbetin değişik mertebelerine işaret etmiş, mecazî aşk yüzünden canını feda etmiş olanlardan bazı misaller de vermiştir. Mecazî ve hakikî aşkın ne olduğunu bilmeyenlerin bunları inkâr etmelerinin doğru olmadığına vurgu yapmıştır.

Diğer taraftan, ölümü sevmek ve istemek, Allah’tan korkmaya, ona her zaman saygılı olmaya mani değildir. Allah korkusunun pek çok dereceleri vardır. Birileri Allah’ın azabından, birileri Allah’ın gazabından korkar, birileri de Allah’ın rahmetini incitmekten, büyüklüğüne karşı en ufak bir saygısızlık yapmaktan korkar. Bu makamda olanların korkusu, takvası, bu tür incelikli bir korkudur. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) da cennetlik olduğunu bildiği halde “Ben hepinizden daha çok Allah’tan korkuyorum.” demiştir.

Özetlersek; Mecnun-Leyla, Ferhat-Şirin, Tahir-Zühre gibi dünyaya destan olmuş mecazî aşkların ve âşıkların durumunu yakından bilenler için, hakîkî aşkın meydana getirdiği istiğrak haletini anlamakta zorlanmazlar. İlahî aşkın mecnunları vuslat namına, huzura çıkma adına, kutsî cemali müşahede adına “lütf-ü kahrı bir” gören ve “Lütfün da hoş, kahrın da hoş.” diyen kimselerin, bu zevk-i manevilerine ermek için, marifetullahda, muhabbetullahda, takvada, terakki etmek gerekir. Allah bunu hepimize nasip müyesser eylesin. (ÂMÎN!..)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun