Hazreti Muaviye’nin yöneticilikle ilgili özlü sözleri nedir?
Hazreti Muaviye'ye ait olan kaynaklarımızdaki idarecilik ve yöneticilikle ilgili özlü sözleri yazar mısınız?
Değerli kardeşimiz,
Hz. Muaviye, 602/603’te Mekke’de doğdu; Ebu Süfyan ve Hind bint-i Utbe’nin oğludur; Resulullah’ın kayınbiraderidir.
Müslüman Olması: Hudeybiye anlaşmasından sonra Müslüman oldu, babasının karşı çıkmasına rağmen imanından vazgeçmedi.
hz. Resulullah’ın Tavsiyesi
Genç yaşta Resulullah (asm), “Eğer müminlerin işlerini üstlenirsen Allah’tan kork ve adaletli ol” dedi; bu, hilafet umutlarını güçlendirdi.
Yöneticilik ve Hilafet Anlayışı
Kendi Değerlendirmesi: Fazilette diğer sahabilerin gerisinde olduğunu ama idarecilikte nitelikli olduğunu ifade etti.
Hilim ve Tecrübe: Tecrübe olmadan hilmin mükemmel olmayacağını vurguladı; hilim sabır, adalet, akıl ve temkinlilik demektir.
Müminlerin İşleri: Yöneticilerin müminler için kalkan olduğunu, iyi ve adaletli yönetimle toplumu koruyacağını belirtti.
Yönetimde Uyguladığı İlkeler
Adalet ve İyilik: Yapıcı ve doğru işleri çoğaltıp kötülükleri en aza indirmeye çalıştı; günah ve iyiliği dengeledi.
Siyasi Nezaket: Muhalifleriyle akıllıca muamele etti, şiddet yerine söz ve akıl ile yönetimi sağladı.
Altı Kıyamet Alameti: Sefihlerin emirliği, emniyet güçlerinin çoğalması, hükümlerin satılması, kanın değersizleşmesi, akrabalar arası yardımlaşmanın kesilmesi, Kuran’ın yanlış okunması. Bunlara karşı tedbir alınmasını savundu.
Başkalarının Değerlendirmeleri
Hz. Ömer, Muaviye’yi liyakatli ve başarılı bir yönetici olarak gördü.
Abdullah b. Abbas, onu sahabe müçtehitlerinden ve idarecilik açısından çok uygun gördü.
Kabu’l-Ahbâr ve Ebu İshak el-Fezarî, onun yöneticilikte eşsiz olduğunu ifade etti.
Vali ve Halife Olarak Görevleri
Şam Valiliği: Ağabeyi Yezid’in ölümü üzerine Hz. Ömer tarafından Şam valisi tayin edildi.
Halifelik: Hz. Hasan hilafetten feragat edince yönetimi devraldı ve 19 yıl 3 ay halife olarak görev yaptı.
Mektup ile Hz. Hasan’a Yaklaşımı: Barışçıl, cömert ve siyasi akıllı bir tutum sergileyerek hilafeti devraldı, zorla savaşmayı tercih etmedi.
Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:
Hz. Muaviye’nin Kendisi Hakkında Anlattıkları
Soru: Hz. Muaviye, kendisi, özellikleri ve yöneticiliği konusunda bazı sözler söyledi mi, açıklamalarda ve hakkında bazı değerlendirmelerde bulundu mu?
Cevap: Önce Hz. Muaviye hakkında bazı bilgiler verelim ve Müslüman olması ile ilgili bazı açıklamalarına bakalım: Hz. Muaviye (Ebu Abdurrahman, b. Ebu Süfyan, Sahr b. Harb, b. Ümeyye el-Ümevî el-Kuraşî). O, 602 veya 603 yılında Mekke’de doğdu. Ebu Süfyan ile Hind b. Utbe b. Rebia’nın oğludur. Ebu Süfyan’ın sekiz hanımından on yedi çocuğu oldu. Hz. Muaviye bu çocuklardan biridir. Ebu Süfyan’ın hanımlarından biri olan Hint bint-i Utbe’den olmadır. Kız kardeşi Ümmü Habibe’den dolayı Rasulullah’ın kayınbiraderidir. Ebu Süfyan Bedir savaşı sonrası Mekke’nin liderliğini ve yöneticiliğini üstlendi.[1]
Kendi söz ve açıklamalarına göre Hz. Muaviye hicretin altıncı yılında gerçekleşen Hudeybiye muahedesinden sonra İslam kalbine doğdu, Müslüman oldu. O zamanlar yirmi beş yirmi altı yaşlarında bir gençti. Müslüman olduğunu annesi Hind’e söyledi. Fakat annesi Müslüman olduğunu açıklamasına karşı çıkarak ona şöyle dedi:
“Babana muhalefetten veya ondan habersiz bir iş yapmaktan sakın! Aksi halde senden azığı keser.”
O gün babası Mekke yakınlarındaki Tihame’de kurulan Habeşe panayırına gitmişti. Hz. Muaviye o gün Müslüman olduğunu açıklayan şu sözleri söyledi:
“O gün babam Habeşe pazarına gitmişti. (O gün ayrıca ben) Müslüman oldum ve Müslümanlığımı gizledim.”
Yine onun açıklamalarına göre, Hicretin yedinci yılında olan Kaza Umresi sırasında Resulullah ve Müslümanlar Mekke’ye girdiklerinde Resulullah’ı tasdik eden bir Müslüman’dı. Derken babası Müslüman olduğunu öğrendi ve ona şöyle dedi:
“Senden daha hayırlı olan kardeşin[2] benim dinim üzerindedir.”
Babası onu İslam’dan vazgeçirmek istiyordu. Fakat o babasına şu cevabı verdi:
“O halde (böyle de olsa) gönlümü (senin söylediğin anlamda) hayra döndürmedim, yani inandığım İslam’dan geri dönmedim.”[3]
O, Resulullah (asm) Fetih yılı Mekke’ye girdiğinde Müslüman olduğunu açıkladı, hatta onunla karşılaşıp merhabalaştı.[4]
“Eğer Bir Gün Halife Olursan, Allah’tan Kork ve Adaletli ol”
Hz. Muaviye bir sözlerinde yine hayatı ve hilafeti ile ilgili başka önemli şeyler de anlatır:
Bir gün o Medine’de, Ebu Hureyre’nin Resulullah’a abdest aldırmak için taşıdığı su kabını ona yardımcı olmak için taşırken, Resulullah’a bu kapla abdest aldırıyordu. Suyu dökerken Resul-i Ekrem (asm) hiç sebepsiz ve ani olarak başını kaldırdı ve ona bakarak şöyle dedi:
“Ey Muaviye! Eğer bir şekilde müminlerin işlerini üstlenirsen (müminlere vali veya halife olursan) Allah’tan kork ve adaletli ol!”[5]
Bu olay Medine’de yaşanmıştı. O sıralar Hz. Muaviye yirmi küsur yaşlarında bir gençti. Resulullah’ın bu sözleri onun dikkatini çekmiş ve gelecekle ilgili olarak onu etkilemişti. Hz. Muaviye bu sözlerin kendinde nasıl duygular uyandırdığından şöyle söz eder:
“Ben de Resulullah’ın bu sözünden dolayı, idareyi (yönetimde yetkiyi, hilafeti) elde edinceye kadar bu ümit ve düşüncede oldum.”[6]
Ona göre Resulullah’ın bu ihbarı ve açıklamaları, bir gün onun halife olabileceğini, bunun mümkün olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden halife oluncaya kadar bu ümit ve düşünceyi içinde taşıdı.
“Ben İdarecilik Bakımından En niteliklinizim”
Hz. Muaviye (r.a.) yine bir gün hilafet makamında iken yanındakilere, yöneticiliği ve özellikleri konusunda kendisi hakkında şunları söylemişti:
“Allah’a yemin olsun ki, ben sizin en hayırlınız değilim; elbette sizin içinizde benden daha hayırlı kimseler vardır. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. As ve bu ikisinin dışında faziletli kimseler gibi. Ancak ben sizin içinizde düşmanına en çok galip olanınız, idarecilik bakımından en nitelikliniz ve ahlakı en güzel olanınız olmayı umarım.”[7]
Fazilet konusunda yeminle söyledikleri doğruydu. O her biri birer müçtehit de olan Abadile-i Seba olarak bilinen Yedi Abdullah’tan ikisini ve onlar dışında birçok sahabeyi kendinden üstün biliyordu.
Yöneticilik vasfı konusunda da doğruları dile getiriyordu. Gerçekten o bu konudaki tecrübe ve dehası, aklı, hilmi[8] ve insanlarla olan ilişkileri açısından dostlarına cömert ve lütufkâr, düşmanları ve rakiplerine karşı galipti.
Onun hayatı ve yaşadıkları da bunu açıkça gösterir. İdarecilik hususunda keyfiyetli/nitelikli, siyaseti çok iyi bilen, dünya işlerini güzel tedvir eden, akıllı, zeki, halim ve problemleri çözmede ustaydı. Fasih ve beliğ konuşması ve cömertliği ile insanları ikna edebilen biriydi.
O halim olması gerektiğinde halim, yumuşak ve mülayim, şiddetli olması gerektiği yerde şiddetli davranırdı. Riyasete ilgi duyan, seven, onunla meşguliyeti önemseyen biriydi. Sanki yöneticilik onun çok mahir ve hünerli olduğu en önde gelen mesleğiydi.
Özellikle tebaasından olan eşrafa pek iltifatkâr davranırdı. Mesela onun hilafeti sırasında Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyir, Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebubekir, Eban b. Osman b. Affan ve Ebu Talib ailelerinden çok kimse sık sık Dımaşk’a gelip onunla görüşürler, Hz. Muaviye onlara değer verir, ağırlar, ihtiyaçlarını görürdü. Hâlbuki bu insanlar içinden onu tenkit edenler de olurdu.
O bu tenkitleri bazen şaka ile karşılar, bazen görmezlikten gelirdi. Mesela bir gün o, Kays b. Sad b. Ubade’ye şöyle demişti:
“Ey Kays! Vallahi, sen sağ iken benimle Ali (r.a.) arasında harp çıkmasını istemezdim.”
Kays bunun üzerine sert ve tehditkâr bir şekilde şöyle konuştu:
“Vallahi ben de sen Emîru’l-Müminîn iken o harplerin yeniden başlamasını istemem.”
Hz. Muaviye ona bir cevap vermeyerek konuyu tatlıya bağladı.[9] Çünkü o siyasi nezaketi, hilmi ve tecrübesiyle muhaliflerinin muhalefetini azaltmayı, muarızlarını kendine çekmeyi ve onlara nasıl davranması gerektiğini biliyordu. İnce siyaseti, aklı, hilmi ve tecrübesiyle zamanı gelince bütün İslam âleminin halifesi olmayı başardı.
“Müminlere Melik/Halife Olursan Muhsin Ol”
Hz. Muaviye’nin “müminlerin işlerini üstlenmesi ile ilgili hadisin farklı şekilde rivayetleri vardır. İbn-i Hacer el-Heytemi (ölm. H. 984) Tathîru’l-Cinan adlı eserinde bunları şöyle kaydeder:
Ebu Bekir b. Ebi Şube’nin, Muaviye’ye ulaşan isnadıyla bu konuda naklettiği hadis o şöyle rivayet etti:
“مَازِلْتُ اَسْمَعُ فِالْخِفِلاَفَةِ مُنْذُ قَالَ رَسُولُ الّٰلهِ صَلّٰلهُ عَلَیْهِ وَسَلَّمَ: اِذَامَلِكْتَ فَاحْسِنْ
“Ben Resulullah (asm) ‘(yöneticiliğe) malik/sahip olduğun zaman (onu) iyi yap’ dediğinden beri hilafet konusunda tama etmeyi (ümidi, arzu ve isteği) sürdürdüm.”[10]
Bu konuda Ebu Yala’nın naklettiği hadiste de Hz. Muaviye şöyle demişti:
فَمَازِلْتُ اَظُنُّ اَنِّی مُبْتَلًی بِعَمَلٍ لِقَوْلِ رَسُولُ الّٰلهِ صَلّٰلهُ عَلَیْهِ وَسَلَّمَ اَیْ لِاَجْلِهِ
“Ben Resulullah’ın (o) sözünden dolayı, mutlaka ben (yöneticilik konusundaki) o sözü sebebiyle mübtela olacağıma kanaatimi devam ettirdim.”
رَضِیَ الّٰلهُ عَنْهُ حَتَّی وُلِّیْتُ اَیْ اَلْاِ مَارَةَ عَنْ عُمَرَابْنِ الْحَطَّابِ
“Sonunda Ömer b. Hattab (r.a.) tarafından emirliğe (Suriye valiliğine) geldim.”
یَاْتِی ثُمَّ الْخِلَافَةَ الْكَامِلَةَ لمَاَنَذَلَ لَهُ الْحَسَنُ عَنْهَا كَمَا
“Daha sonra da gerçekleştiği üzere, Hz. Hasan ondan (hilafetten) inince (benim lehime hilafetten feragat edince) yönetimin hepsini (bütün hilafeti) üstlendim.”[11]
Ahmed b. Hanbel de aynı hadisi isnad-ı sahihle Hz. Muaviye’den şöyle nakletti:
Hz. Muaviye’nin anlattığına göre, Resulullah bir gün (Medine’de) ashabına şöyle buyurmuştu:
“Abdest alınız:
Onlar abdest alınca bana baktı ve şöyle dedi:
اِنْ وَلَّیْتَ اَمْرًا فَاتَّقِ الّٰلهَ فَاَعْدِلْ
‘(Yönetimde) bir emri (işi, vazifeyi) yüklenirsen, Allah’tan kork ve adaletli ol”[12]
Tabarânî’nin el-Evsat adlı eserinde hadiste şu ziyade de vardır:
فَاَقْبِلْ مِنْ مُحْسِنِهِمْ وَاعْفُ عَنْ مُسِیئِهِمْ “Muhsinlerden (gelen) iyilikleri kabul et, kötülük yapanlardan (gelen kötülükleri) affet.”[13]
Ahmed b. Hanbel hasen bir senetle aynı konuyu şöyle nakleder:
“(Resulullah’ın) abdest ibriğini taşıyan Ebu Hüreyre bundan şikâyet edince ve Muaviye onu Resulullah’ın beraberinde taşıyınca, derken o Resulullah’a (asm) abdest aldırırken; (Resul-i Ekrem) başını bir veya iki defa kaldırdı (ona baktı) ve şöyle dedi:
یَامُعَاوِیَةُ اِنْ وَلَّیْتَ اَمْرًا فَاتَّقِ الّٰلهَ فَاَعْدِلْ : Ey Muaviye, işi (idareyi) üstlenirsen (bu hususta) Allah’tan kork ve adaletli ol.’
(Onun bu sözleri sebebiyle) Muaviye şöyle dedi:
فَمَازِلْتُ اَظُنُّ اَنِّی سَاَلِی الْخِلَافَةَ حَتَّی وَلَّیْتُ : ‘(Onun bu sözleri) sebebiyle ben zannımı/kanaatimi devam ettirdim ki; mutlaka hilafeti üstleneceğim, hatta (sonunda) üstlendim.”[14]
“Benden Sonra İyi Halifeler On İkidir”
Senedi hasen olan bir hadis-i şerife göre de bir gün Resulullah’a şöyle soruldu:
“Bu ümmete (senden sonra iyi) halifelerden kaçı malik (sahip) olacak?”
Resulullah şöyle cevap verdi:
اِثْنَی عَشَرَ كَعِدَّةِ نُقَبَاءِ بَنِی اِسْرَائِیلَ : Beni İsrail’in nakipleri gibi on iki (halife).”[15]
İbn-i Hacer el-Heytemî Tathîru’l-Cinân’da der ki; Muaviye şüphesiz onlardandır, aynı on iki halife içinde yer alır. Çünkü bütün imamlar (önder âlimler) ittifak ederler ki, Ömer b. Abdülaziz bir melik olarak onlardandır. Halbuki Muaviye bir sahabe olarak ondan daha üstündür.[16]
Hz. Muaviye mi Efdal, Ömer b. Abdülaziz mi?
Abdullah b. Mübarek ve başkalarının bu konuda şu açıklamaları vardır:
Bir gün Abdullah b. Mübarek’e şöyle soruldu:
“Ey Ebu Abdurrahman! Hangisi, Muaviye mi yoksa Ömer b. Abdulaziz mi efdaldir (üstündür)?”
Bu ikisi iki müçtehit melik ve iki Emevi halifesiydi. İbn-i Mübarek bu soruya şöyle cevap verdi:
“Vallahi Resulullah’la beraber iken Muaviye’nin atının burnuna giren toz Ömer’den bin kere efdaldir (üstündür). Hem Muaviye Resulullah’ın (asm) arkasında namaz kıldı. Resulullah (asm) ‘Semi‘allâhu li men hamideh’ deyince o ‘rabbenâ leke’l-hamd’ dedi. Öyleyse bundan başka en büyük şeref mi var?”[17]
Abdullah b. Mübarek alim gibi birisi; Ömer b. Abdülaziz’in büyük ve müçtehit bir melik-halife de olsa sahabeden halife Muaviye’ye fazilette yetişemeyeceğini ifade ediyordu.
Hz. Muaviye, “Biz (Ümeyye oğulları) onlardan daha iyi siyasetçiyiz (yönetme konusunda daha iyiyiz). Onlar (Haşim oğulları) da bizden daha hayırlıdır.” (sonra da) şöyle dedi: “O (Resulullah yönetimde), bize itaati emretti, itaati”[18]
Ayrıca, idarecilere itaatle ilgili olarak da şunları söyledi:
“Ben sizin için bir kalkanım.”
Bunun üzerine sahabeden Hz. Sasaa oturarak onu dinleyenler arasından kalktı ve şöyle sordu:
“Kalkan yanarsa ne yapalım?”
O “Hz. Muaviye ölürse ne yapalım?” demek istiyordu.
Hz. Muaviye cevap verdi:
“Ey insanlar! İşte bu benim toprağım! (Benim aslım, tıynetim ve fıtratım. Ben de ölümlü biriyim). Elbette ben toprağım (toprak olacağım), topraktan yaratıldım ve toprağa döneceğim.”[19]
O konuşmasında kendisi ile ilgili birkaç konuya temas eder:
Onun içtihadına göre; o ve genel olarak Ümeyye oğulları Haşim oğullarından daha iyi siyasetçidir. Fakat onlar, Resulullah’ın onlara daha yakın akraba oluşu ve İslam’daki kıdemleri cihetiyle Beni Ümeyye’den daha faziletlidirler.
Diğer taraftan, Hz. Muaviye de Resulullah’ın soyundandır. Üçüncü göbekten dedesi olan Abduşems, Resulullah’ın ikinci göbekten dedesi Hâşim ile kardeştir. Onun anlatımı ile hem onunla aynı soydan olmak, hem Resulullah’ın yolunda olmak itibarıyla Beni Ümeyye mensuplarını onun çatlayan yumurtalarından çıkan yavrularına benzetir.
Ayrıca İslam ve Resulullah (asm) yöneticilere itaati emretmiştir. Çünkü Resul-i Ekrem’in belirttiği üzere اِنَّمَاالْاِمَامُ جُنَّةٌ “İmam (önder, yönetici, lider, devlet başkanı vb.) yönetilenler için ancak birer kalkandır.” [20] Yani, idare ettiklerini olumsuzluklara karşı koruyan önemli birer silah ve zırhtır. Düşmana karşı bir perde ve kaledir. Hem düşman karşısında kalkana sığınan, ona iltica eden olumsuzluklara karşı kendini kaleler.
Nitekim Resul-i Ekrem; devlet başkanı ve idarecilere itaat konusunda, onların kalkan oluşlarını da zikrederek şöyle buyurmuştu:
مَنْ اَطَاعَ فَقَدْ اَطَاعَ الّٰلهَ “Kim bana itaat ederse (dolayısıyla) Allah’a itaat etmiştir.
وَمَنْ عَصَانِی فَقَدْ عَصَاالّٰلهَ Ve bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir.
وَمَنْ یُطِیعُ الْاَمِیرَ فَقَدْ اَطَاعَنِی Ve kim de (tayin ettiğim emîre, komutana) itaat ederse bana itaat eder.
وَمَنْ یَعْصِی الْاَمِیرَ فَقَدْ عَصَانِی Ve ona isyan eden de (dolayısıyla) bana isyan eder.
وَاِنَّمَا الْاِمَامُ جُنَّةٌ İmam (halife, komutan, vali, yöneticiler) ancak (yönetilenlere lehine) etkili bir kalkandır. Onun gerisinde düşmanla savaşılır, onunla korunulur (ve yüttekâ bihî).
Eğer o (yönetici) Allah’tan takvayı emreder ve adil olursa mutlaka onun için buna karşılık bir (büyük) ecir vardır ve bundan gayrısını söylerse (emrederse) mutlaka ondan (emrettiğinden) aleyhine olan vardır.”[21]
Gerçek önderler, siyasetçiler, halifeler ve benzerleri raiyyetlerine koruyucu, yaşatıcı kalkan olabilenlerdir.
Hz. Muaviye de bir yönetici olarak bu hadisten hareketle, kendini kalkana teşbih ediyor ve haklı olarak idare ettiklerinden itaat istiyordu.
Misver b. Mahreme Hz. Muaviye’yi Eleştirince O Nasıl Cevap Verdi?
Bir gün sahabeden Misver (r.a.)[22] Şam’da Müminlerin Emiri Hz. Muaviye’nin huzuruna çıktı. Hz. Muaviye onun ihtiyacını giderdi ve sonra yanına çağırarak ona şöyle dedi:
“Ey Misver! İmamları (halifeleri) eleştirmenin sebebi nedir?”
Misver bunun üzerine Hz. Muaviye’yi ayıpladığı, tenkit ettiği her şeyi ona açıkladı. Onu dinleyen halife sözünü bitirince Misver’e şöyle dedi:
“Günahtan uzak (beri, günahsız) değilim. Ey Misver! İnsanları yönetirken yaptığımız doğru şeyleri (de) söyler misin? İyilik on misliyle karşılık bulur. (Bir iyilik on günaha karşılık gelir). [23] (Hep) günahları sayıp iyilikleri bırakıyorsun (görmezden geliyorsun) öyle mi?”[24]
Hz. Muaviye’nin sözleri üzerine bu delille ikna olduğu anlaşılan Hz. Misver şöyle dedi:
“Hayır, Allah’a yemin olsun ki, günah olan şeylerden gördüğümün dışında söylemeyeceğim.”
Hz. Muaviye bunun üzerine şu önemli muhavere ile konuya son verdi:
“Kuşkusuz biz, işlediğimiz tüm günahları itiraf ederiz. Ey Misver! Şahsına ait olan, Allah bağışlamazsa seni helak edeceğinden korktuğun günahların var mı?” dedi. Misver, “evet” diye cevap verdi.”[25]
Bunun üzerine de Hz. Muaviye şunları söyledi:
“Mağfiret ve bağış ümidine seni benden daha lâyık (yakın kılan) şey nedir?
Allah’a yemin olsun ki, ıslah ve düzeltmeyi senden daha çok ihmal etmedim. Fakat ben, Allah’tan ve başkasından olan (gelen) iki emir arasında kaldığımda, ancak Allah’ın dilediğini seçmek ve adalet üzere uygulamak durumundayım.
Hakikat ben, kendisinde amelin kabul gördüğü, yapılan iyiliklerin ödüllendirildiği, Allah’ın affı olmadıkça yapılan kötülüklerin cezalandırıldığı bir din üzerindeyim.
Kuşkusuz ben, yaptığım iyiliklerin kat kat ödüllendirileceğini umuyorum.
Elbette ben farzları namazları kılmak, Allah yolunda cihad etmek ve Allah’ın indirdiği ile (Kur’an ile) hükmetmek gibi sayamayacağım ve dünyada kendisiyle amel eden kimselerin de sayamayacağı büyük emirleri önemsiyorum. Daha saymadığım bir takım işler var ki, onları saysam ve söylesem bunu inkâr edebilirsin.”[26]
Bu açıklamalar sonrası Hz. Muaviye’den yirmi yaş kadar küçük olan Misver b. Mahreme’nin onun hakkındaki düşünceleri ve ona bakışı değişti. Hz. Muaviye söylediklerinde teker teker doğruları dile getiriyordu. Artık o bu konuşmadan sonra Hz. Muaviye’den her söz ettiğinde “ona rahmet okumaktan başka bir şey” demiyordu.[27] Çünkü Hz. Muaviye dini deliller eşliğinde gerçekleri söylüyordu.
“Ben Dünya ve Ahiret İşlerini İyi Bilirim”
Bir gün Hz. Muaviye Halife iken Şam’da bir konuşma yapmış ve dinleyenlere bazı önemli şeyleri dile getirmişti. Bu arada kendisinin dünya ve ahiret işlerini iyi bildiğini de açıkladı. Konuşması şöyleydi:
“Ey insanlar! Gerçeği (hakikati) benden öğrenin! Çünkü benden sonra siz dünya ve ahiret işlerini benden daha iyi bilen bir kimse bulamazsınız!
Allah gönülleriniz arasında (birliği bozan) ayrılık koymadan önce namazda yüzlerinizi ve saflarınızı (Allah’a yönelterek) düzeltiniz.
Allah, onları üzerinize musallat (hâkim) kılmadan ve size azabın en kötüsünü reva görmeden önce, aranızdaki sefihlerinizi (anlayışı kıt, iyiyi kötüden ayıramayanlarınızı, günahkârları) engelleyin.
Bir de sadaka verin. Sizden bir kimse varlığını az görerek (fakir olduğunu düşünerek) vermezlik yapmasın. Çünkü varlığı az olanın sadakası, zenginin sadakasından üstündür…”[28]
Arkasından o şahitsiz olarak bir kimsenin; “ben duydum, bana ulaştı” diyerek kadınlara namus iftirası atmasının hesabının sorulacağını da açıkladı.[29]
O bu konuşmasında; öncelikle müminlerin namazı bırakmamasını, onu maddi ve manevi şartlarına riayetle en güzel şekilde yerine getirmesini istiyordu. Çünkü namaz, Resulullah’ın açıkladığı üzere bu dinin direğiydi. Din onunla ayakta kalabilirdi. Arkasından başka önemli konulara da değinmişti.
Hz. Muaviye’nin Yönetim Anlayışı ve Altı Kıyamet Alâmeti Nedir?
Soru: Hz. Muaviye’nin yönetim anlayışı ve konuyla ilgili olarak kıyamet alâmetlerinden altısı nedir?
Cevap: Hz. Muaviye ayrıca az önce verdiğimiz konuşmasında sefihlerin topluma musallat olması, onları yönetir konuma gelmesinin topluma dünyevi ve uhrevi bir azaba sebep olacağını açıkladı. Sefih; iyiyi kötüden ayıramayan, zevk ve eğlenceye düşkün, sefahate, günahlara düşen, malını sonunu düşünmeden saçıp savurandır.[30] Böyleleri her açıdan tehlikelidir, mal harcama ve hal ve hareketlerde haddi aşanlardır.[31] Sefeh akılsızlıktır.
Resulullah da konuyla ilgili olarak kıyamet alametlerinden altısını da şöyle açıklamıştı:
اِمَارَةُ السُّفَهَاءِ: Sefihlerin emirliği (idareciliği, hâkimiyeti).
وَكَسْرَةُ الشُّرَطِ : Toplumda şurtaların (emniyet güçleri ve polislerin) çoğalması. Bunların çoğalması suçların, salah yerine fesadın, helaller yerine günahların ve suçluların çoğalması, yani kötülük ve kötülerin artmasıyla doğru orantılıdır.
وَبَیْعُ الْحُكْمِ : Hükmün satılması. Yani mahkemelerde rüşvetle hâkimlerin ve hükümlerinin satın alınması. Hükümlerin satın alana göre ve onun istediği doğrultuda verilmesi. Hükmün satılması; yönetenlerin, hâkimiyeti elinde bulunduranların (liderlerin, sultanların, halifelerin vb.) satılması, satın alınması manasına da gelir.
اِسْتِخْفَافًا بِالدَّمِ : İnsan kanının istihfafı. Yani haksız ölümlere ehemmiyet verilmemesi, böylelerinin adaletle hak ettikleri cezaya çarptırılması ve böylece maktullerin ve öldürenlerin artması, kaos, fitne ve terörün artışı.
وَقَطِیعُ الرَّحْمِ : Akrabalar arasında yardımlaşma demek olan sıla-i rahmin kesilmesi. Aynı zamanda bu kesilme; her biri âdil pederleri İslam’a göre kardeş olan müminler ve ümmetin fertleri ve Dâr-ı İslam’ın bölgeleri ve devletleri arasında muavenetin, takım çalışmasının kesilmesidir. Böylece düşmanlar karşısında zayıflık, gerileme, mağlubiyet, istila, kültür emperyalizmi, istikbali kaybetme gibi durumların yaşanması demektir.
وَنَشْأٌ یَتَّخِذُونَ الْقُرْاَنَ مَزَامِرَ : Kuran’ı çalgı gibi okumak. Onu okurken teganni etmektir. Bir musiki güftesine çevirmek, okurken manasına odaklanmamak ve manasını anlamamak, tefekkür etmemek, hüküm, kural ve değerlerini hayatta tezahür ettirmemektir. Anlamayan, bilmeyen, önemini kavramayan bir şeyi nasıl uygulayabilir?
Böyleleri Kuran’ı fehm/anlama bakımından en azları olsa da; onları kendilerine (teğanni ile kıraat etsin diye) içlerinden birini öne sürerler.”[32]
Resul-i Ekrem (asm) “bu altı alâmet ortaya çıkınca bu altı şeyle ölüme, helâke acele edin: (Bâdirû bi’l-mevti sitten)” buyurmuştu.[33] Yani bu altı alâmet, İslam’ı, imanı zayıflatan, salih ameller fasit ameller çoğaltan, salihleri azaltıp etkisizleştiren, müminleri, ümmeti uyuşturan, ölü hükmüne getiren ve gerileten şeylerdir. Ayrıca küllî bir bozulma, helak ve ölüm olan kıyamete (farklı kıyametlere) sebep olurlar.
Hz. Muaviye “Sefihlerinizi engelleyin” demekle “altı kıyamet alâmetinden birinin ortaya çıkmasına sebep olmayın, buna karşı tedbir alın” diyordu. Bu durum, bir cihetle de onun İslam’ın geleceği, gerileme ve yönetim konularındaki anlayışını aksettirmekteydi. O sefihlerin, bu konuda mahir ve işini layığı ile iyi/sâlih, mükemmel yapmayanların imaretine karşıydı.
Hz. Muaviye: “Tecrübe Olmadan Hilim Mükemmel Olmaz”
Soru: Hilim nedir ve Hz. Muaviye hilim konusunda ne dedi ve Hz. Muaviye’nin hilmi konusunda neler söylenebilir? Bir yönetici için halim olmak neden önemlidir?
Cevap: Hz. Muaviye (r.a.) bir gün Şam’da minber üzerinde yönetimle ilgili olarak şöyle de söyledi:
“Tecrübe (bilgi) olmadan hilm mükemmel olmaz.”[34]
Hilim; sabırlı, temkinli, akıllı ve ağırbaşlı olmaktır. Sefeh ve cehlin zıddıdır. Hilmin zıddının öfke ve nefretle, öfkelenilene saldırı olduğu da söylenir. Halîm olmayan, akıllı, sabırlı, sâlih, temkinli ve ağırbaşlı olamaz. Öfke nefretine mağlup olduğu için, kendini kontrol edemez. Onun için hilim öfke halinde itidâl-i demde olma, sükûneti koruma, öfkeye yenilip zulmetmeme, adil ve ihsankâr olma, ihtirasları engelleme, kibir ve gururdan kaçma şekillerinde de tezahür eder. Bütün bunlar hilmin işaret ve belirtileridir.
Hilim; ayrıca cehlin zıddıdır. Çünkü cehil, sertlik, şiddet, azgınlık, tecavüz, başkasını ve haklarını hafife almak, vahşilik/barbarlık, tahrik, direşme, serkeşlik, münakaşa ve çekişmeye sebep olma manalarına da gelir.[35] Şu halde halîm olan, yumuşaklıkla, mülâyemetle, itidâl-i demle, dinin sınırlarını aşmadan, başkalarını ve haklarını hafife alıp onlara zulmetmeksizin hüküm verir. Barbarlık ve çekişmelere sebep olmaksızın problemleri çözme, adalet, işini iyi yapma yoluna gider. Hz. Muaviye çok hilim sahibi biri olarak tam böyle biridir.
Fakat hilim için, tecrübe ve maârifle elde edilen ilim gerekir. İlim edinmenin bir yolu da tecrübedir. Halim olan âdildir, sâlihtir, yani işini bilir, mükemmel ve eksiksiz yapar, zalim değildir. Dünyevi ve uhrevi işlerin adaletli ve mükemmel oluşu da ilerleme demektir. Halim olan kul Allah haklarına tecavüz etmez, aldatmaz, müstebit (diktatör) olamaz. İslamî sınırlar içinde kalır. Cömert ve ihsanperverdir, ihtiraslarını engellemesini bilir, kibirli ve gururlu değildir. “Hz. Muaviye halîm biridir” denilmekle aslında onun Müslümanlık ve yönetim mesleğinde nasıl iyi vasıflarla donanmış bir insan olduğu anlatılır. Güzel iş ve güzel sanat, vasıfları mükemmel ve iyi yetişmiş olandan gelir. Sânideki kemâlât sanatın kemalini netice verir. Tabi ki bunun için akıl, ilim, maarif, tecrübe, kemal, sâlih, fâsid, hilim, halîm, cehl, adalet, zulüm ve kibir… gibi kelimelerin manasını iyi bilmek gerekir.
“Benden Sonra Size Halife Olarak Daha Hayırlısı Gelmez”
Hz. Muaviye (r.a.) Hilafetinin son zamanlarında bir gün halka şöyle hitap etmişti:
“Ben, hasat zamanı gelen bir ekinim. Sizin benden, benim de sizden usanacağımız kadar size yöneticiliğim uzadı. Ben sizden, siz de benden (birbirimizden) ayrılmayı arzu ettik.
Benden sonra size, benden hayırlısı gelmeyecek. Tıpkı benden önceki idarecilerin benden daha hayırlı oldukları gibi…
Kim (her konuda salih, iyi mükemmel amelle) Allah’a kavuşmak isterse, Allah da (aynı şekilde) ona kavuşmayı ister’ denir. O halde ey Allah’ım! Ben sana (iyi amelle) kavuşmak istiyorum, sen de bana kavuşmayı iste.”[36]
Hz. Muaviye’deki siyasi nezaket, hüner, tecrübe ve maharet mükemmellik derecesindeydi. Müslüman tarihçilere göre onun sahip olduğu en yüksek ve en mühim fazilet halîm olmasıydı.[37] Yöneticilerin çok az kısmında bulunan bu İslamî fazilet; yönetimde zaruret olmadıkça zor ve kuvvet kullanmayı, yani cebbar, müstebit, diktatör olmayı engeller. İnsanı bunun dışındaki bütün problem ve hallerde yumuşak ve muslihane tedbirlerle işleri idare sanatına sahip kılar.
“Sözümün Kâfi Geldiği Yerde Kılıcımı Kullanmam”
Hz. Muaviye’de hilim ve diğer iyi özellikler kemaliyle vardı. Halîm olma özelliği (aklı, mahareti, tecrübesi, bilgeliği) onun hasımlarını utandırdı, düşmanlıklarını dostluğa çevirdi. Silahlarını bıraktırdı. Onun yönetiminde mahareti, itidali, bilgiyi ve hüneri içine alan hilmi büyük rol oynadı. Kan dökmeden, öldürmeden düşmanlarına galip ve hâkim olmasını sağlayan görünmez bir gücü, kılıcı ve ordusu oldu.
Bu halim insanın bir sözünde şöyle dediği nakledilir:
“Ne kamçımın kâfi geldiği yerde kılıcımı kullanırım, ne de sözümün yettiği yerde kamçımı tatbik ederim.
Şayet beni mesai arkadaşlarıma bağlayan bir tek saç teli bile olsa bunun kopmasına meydan vermem. Ben gevşediğim zaman onlar bunu çekerler, onlar gevşedikleri vakit de bu defa ben bu (bağı tutar) çekerim.”[38]
Bu satırlar onun nasıl tecrübeli, zeki, fatîn, akıllı, yönetmeyi bilen, insanî ilişkilerde iyi, yönetimde neden başarılı ve ne kadar halim olduğuna işaret eder. O mükemmel bir siyasetçidir, hassas dengeleri bozmadan insanları yönetmesini bilir.
Hz. Muaviye Hz. Hasan’a Mektubunda Neler Söyledi?
Onun yönetim anlayışını yansıtması açısından, Hz. Hasan hilafetten vazgeçtiğinde ona gönderdiği mektupta söyledikleri de ehemmiyetlidir:
“Bu yüksek vazifeye (hilafet) geçebilmek için senin kan akrabalığının sana benden daha çok hak verdiğini takdir ederim. Şayet senin sahip olduğun pek yüksek meziyet ve kabiliyetler, bu vazifenin icap ettirdiği işleri yerine getirmede yeteceğinden emin olsam hiç tereddütsüz sana biat ederdim.
Bu duruma göre şimdi sen benden ne dilersen iste.”[39]
Mektupta işaret edildiği gibi; Hz. Muaviye’ye göre, Hz. Hasan bir müçtehit, yüksek meziyetleri olan birisi olsa da, idarecilik mahareti ve kudreti açısından Hz. Muaviye ile boy ölçüşecek, bu işte onun kadar iyi, ona bir rakip olabilecek birisi değildi.
Yine Hz. Muaviye’ye göre; böyle bir halife, düşmanlar içinde, kurtlar sofrası olan devlet yönetiminde zayıf kalacaktı. İç problemler ve dış düşmanlar karşısında yüksek hilafet vazifesini yerine getirmede onun içtihadına göre mükemmel değildi ve kendisine göre kifayetsizdi. Bu durum, hilafeti, devleti ve bütün Müslümanları ilgilendiriyordu. İslamları geriletecek, kötü etkileyecek, ilerleme ve fetih hareketlerine ve İslam’ın istikbali ve muhafazasına halel verecekti.
Hz. Muaviye gönderdiği mektup kılıfı içine Hz. Hasan’ın şartlarını ve isteklerini yazabileceği boş bir kâğıt da koymuştu. İsteklerini yerine getireceğinin işareti olarak bu kâğıdın alt tarafında imzası da bulunuyordu.[40] O, atâ ve ihsanların halledeceği bir meselede savaşmayı düşünmüyordu. Onun cömertliği de; aklı, hüneri, yönetim sanatı, siyaset anlayışı ve hilmi gibi keskin ve sonuç alıcı etkili silahlarından ikincisiydi.
Hz. Muaviye Hakkında Başkaları Neler Dediler?
Soru: Konuyla ilgili olarak Hz. Muaviye’nin yönetim anlayışı ve iyi özellikleri hakkında başkaları neler söylediler ve ne gibi değerlendirmelerde bulundular?
Cevap: Bir gün Hz. Muaviye, Medine’de yeşil bir elbise ile Halife Hz. Ömer’in huzuruna girdi. O zamanlar otuzlu yaşlarında bir gençti. Hz. Ömer’in yanındaki herkes ona ve giyimine baktı. Elbisesi güzel ve dikkat çekici olmalıydı.
Onu bu elbise içinde gören Hz. Ömer, birden üzerine hücum edip kamçısıyla ona vurmaya başladı. Bu sırada zor durumda kalan Hz. Muaviye, “Allah’tan kork ey müminlerin emiri! Niçin vuruyorsun?” diye sordu. Sonunda yanındakiler de Halife Hz. Ömer’e sordular:
“Ey müminlerin emiri! Neden bu genci dövdün? Oysa kavminde onun gibisi yoktur.”
Hz. Ömer cevap verdi:
“Allah’a yemin olsun ki, bu eylemimde hayırdan başka bir şey görmüyorum. Bu genç hakkında bana da hayırdan başka bir şey ulaşmadı.”
Sonra eliyle Hz. Muaviye’ye işaret etti:
“Ben sadece onun mertebesini aşağılamak istedim.”[41]
-Hz. Muaviye, halk nezdinde nezih hayatı, iyi özellikleri, vasıfları ve saygınlığı açısından benzeri az bulunan bir kişiliğe sahipti. İyi giyinmesini, iyi konuşmasını bilen zeki, fatîn ve akıllı biriydi.
-Hz. Ömer’e de bu genç hakkında hayırdan başka bir şey ulaşmamıştı.
-Kanaatimizce iki önemli sebepten halife onu kırbaçlamıştır:
Birincisi: Hz. Muaviye’yi; ihlâs ve abdiyetle uyuşmayan, her insan için kendisine düşme ihtimali bulunan riya, süma, ucub, kibir ve gurur gibi tehlikelere karşı korumak.
İkincisi: Halk nazarında mertebesini aşağı düşürerek, diğer müminlerde ona karşı oluşabilecek gıpta, haset ve kıskançlık gibi duyguların oluşmasını engellemek ve onları bu tehlikeden muhafaza etmek. Onun Hz. Muaviye’ye vurduğu kamçılar, bir mürşidin bazı hikmetlerle büyük rütbeli bir âlim de olsa müridine sokakta ciğer sattırmasına benzer. Büyükler bazen, sevdiklerini onların hayrına olarak döverler, onlara çıkışırlar. Hz. Ömer’in kamçıları aslında hiddet kamçıları değil, şefkat kamçılarıydı.
Ağabeyi Yezid Yerine Hz. Muaviye Nasıl Şam Valisi Tayin Edildi?
Soru: Ağabeyi Yezid’in ölmesi üzerine yerine Hz. Muaviye nasıl tayin edildi ve onu hangi halife onu Şam valisi tayin etti?
Cevap: Hz. Ebu Bekir (r.a.) 634’te halife olunca Yezid b. Ebu Süfyan’ı Halid b. Saîd’in yerine Şam’a vali ve komutan tayin etti. Hz. Ebu Bekir Şam bölgesine dört komutan tayin etmişti. Amr b. As, Yezid b. Ebu Süfyan, Halid b. Velid ve Şurahbil b. Hasene. Hz. Muaviye’nin baba bir büyük kardeşi Yezid bu dört komutandan biriydi.[42]
Yezid b. Ebu Süfyan; Dımaşk (Şam toprakları) valisiydi. O sırada kardeşi Hz. Muaviye de ona bağlı ve yardımcı olarak Dımaşk’a komşu beldelerin ve Ürdün’ün valisiydi.[43] Ümeyye oğulları hicretin sekizinci yılında Mekke fethiyle Müslüman olunca, Hz. Ebu Bekir devrinde ridde savaşlarında büyük yararlık gösterdiler. Ardından Suriye bölgesi fetihlerine katılarak büyük şöhrete sahip oldular.[44]
Hz. Ebu Bekir Hz. Yezid’i Dımaşk valisi tayin edince, yönetim konusunda ona Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı ve Muaz b. Cebel’i örnek almasını tavsiye etti. Kendisine valiliği konusunda şunları söylemişti:
“Ey Yezid! Sen hayırla anılan bir gençsin, görüşü alınan (reyine başvurulan) akıl ve tedbir sahibisin. Bu durum, nefsinle yalnız olduğun, baş başa kaldığında olan bir şeydir.
Bu görevlendirme ile ben seni denemek ve seni ailenin arasından çıkarmak (uzaklaştırmak), böylece senin ve velayetinin (yönetiminin) keyfiyetini anlayıp sana haber vermek istedim. Eğer işini iyi yaparsan sana iyiliğimi arttırırım. İşini kötü yaparsan seni azlederim. Doğrusu ben seni (kıymetli biri olan) Halid b. Said’in yerine tayin ettim…”[45]
Doğum tarihi bilinmeyen Yezid (r.a.) Ebu Süfyan’ın 17 çocuğundan biriydi. Hz. Muaviye Hind bint-i Utbe’nin oğlu, ağabeyi Yezid ise Zeyneb bint-i Nevfel el-Kinâni’nin oğluydu. Okuma yazma da bilen Hz. Yezid, Hz. Ebu Süfyân’ın en hayırlı çocuğu bilindiği için “Yezidü’l-Hayr” diye de anılırdı.[46] Sahabeden olan Yezid b. Ebu Süfyân, hicretin 18. yılında Amevas vebasından ölmeden önce, ordusunun sancağının muhafızı olarak görevlendirdiği kardeşi Muaviye’yi[47] kendi bölgesinin de başında bıraktı. Ona göre çok zeki ve yönetimde dirayetli olan kardeşi bu işi başaracak nitelikteydi.[48]
Yönetimde Yapıcı Olanı Görevden Almak Uygun Olur mu?
Soru: Hz. Ömer Neden Hz. Muaviye’yi ağabeyi yerine Şam valisi tayin etti? Hz. Muaviye’nin idareciliği açısından bu hususun da bilinmesi gerekir.
Cevap: Bu tayinin sebepleri hakkında şunlar söylenebilir:
Şam Eyaleti genel valisi Yezid’in ölüm haberini alan Hz. Ömer, onun küçük kardeşi Hz. Muaviye’yi vekil bırakmasını onayladı ve onu Şam eyaleti valiliği ve komutanlığına tayin etti.[49] Yani o bir yıl 17/638 kardeşi maiyetinde Ürdün valiliği yaptıktan sonra, Dımaşk bölgesi genel valisi oldu.[50]
Ebu Süfyan o sıralarda, bir gün Medine’de Halife Hz. Ömer’in huzuruna girmişti. Henüz Yezid’in ölümünden haberi yoktu. Hz. Ömer söz sırasında ona; “Allah oğlun sebebiyle seni ödüllendirsin” diye baş sağlığı dileyince o sordu:
“Hangi oğlum ey Müminlerin Emiri?”
“Yezid b. Ebu Süfyan.”
Ebu Süfyan sordu:
“Onun yerine kimi tayin ettin?”
Hz. Ömer cevap verdi:
“Kardeşi Muaviye’yi.”
Sonra sözlerine şunu da ekledi:
“Yapıcı olanı görevden almak bize uygun olmaz!”[51]
Görülüyor ki:
-Hem Hz. Ebu Bekir, hem Hz. Ömer; atamalarda liyakate ve icraatın iyiliğine bakıyorlar, valilerini sürekli deneyip gözetliyorlardı.
-Demek Hz. Muaviye valilik ve komutanlığında Hz. Ömer’e göre başarılı biriydi. İşini salih/iyi yaptığı için muslih, işe yarar ve görevinde muvaffak görülen Hz. Muaviye onun tarafından Şam bölgesi valisi olarak atanıyordu.
-Hz. Muaviye; müçtehit halife Hz. Ömer’in icraatlarını, idaresini ve komutanlığını beğendiği bir devlet adamıydı. Onun beğendiğini elbette bize de beğenmek düşer.
-Hz. Ömer, Hz. Muaviye’yi ağabeyi Hz. Yezid yerine vali tayin edince ona şöyle bir mektup yazdı:
“Seni, Yezid b. Ebu Süfyan’ın yerine yönetici olarak tayin ediyorum.”
Sonra ona bu konuda Allah’tan korkmasını ve görevinde dikkat edeceği belli başlı hususları bildirdi. Hz. Muaviye de ona cevabî mektubunu yazdı.
-Hz. Muaviye Hz. Ömer vefat edinceye kadar (644) Şam’da onun valisi olarak görevini sürdürdü.
-Hz. Osman hilafet görevine gelince, o da Hz. Muaviye’yi yerinde, görevinde ibka etti. Yani o, 644-656 yıllarında da, 12 sene aynı görevi sürdürdü. Hz. Osman onu bütün Şam topraklarının idaresinde tek yetkili kılmıştı.[52]
-O Hz. Ali dönemi ve Hz. Hasan döneminde de dört beş sene burada görevini sürdürecekti.
-İbn-i Sad’a göre Hz. Muaviye on dokuz yıl, üç ay, yirmi yedi gün halifelik, yirmi yıl kadar da Şam eyaleti valiliği yapan biridir. Kısaca 40 yıl[53] iyi bir vali ve halife olarak devlet-i İslamiyeye ve ümmete büyük hizmet etmiştir.
-Anlaşılan o ki; Hz. Ali de, rakibi olsa bile hakperestlikle Hz. Muaviye’nin yöneticiliği ve komutanlığını takdir eden biriydi:
“Ali Sıffin savaşından dönünce işe (hilafete) hâkim olamayacağını anladı. Daha önce konuşmadığı ve daha önce söylemediği şeyler söyleyerek dedi ki: ‘Ey insanlar! Muaviye’nin emirliğini hor (kötü) görmeyin. Allah’a yemin olsun ki, şayet onu kaybederseniz, enselerinden Ebu Cehil kapuzu gibi yere düşen başlar göreceksiniz.”[54]
-Hz. Ali ordusu içinde çıkan fitnelere, itaatsizlik ve kendine muhalefete, Sıffin’de yapılan hatalara ve haricilik problemine hâkim olamayacağını anlayınca bunları söylemiş olmalıdır. Ülkede fitneyi, kaosu ve karışıklıkları engellemek ve asayişi temin kolay değildi.
Abdullah b. Abbas’ın Hz. Muaviye’ye Bakışı Nasıldır?
Soru: Müçtehit alim sahabilerden İbn-i Abbas, Hz. Muaviye hakkındaki değerlendirmelerinde neler söyler? Onun idareciliği konusundaki kanaati nedir?
Cevap: Resulullah’ın amcası Abbas’ın oğlu, sahabenin fakîh ve müçtehitlerinden, Ashâb-ı Kirâm arasında mümtaz bir mevkie haiz, Resulullah’tan 1640 hadis rivayet eden, Resul-i Ekrem’in “allahümme fakkıhü fi’d-dini = Allah’ım onu dinde fakih kıl” duasına mazhar olan, tefsir, fıkıh, hadis ve ferâizde eşsiz bir âlim olan Abdullah b. Abbas’ın (r.a.)[55] Hz. Muaviye ile ilgili içtihadı, reyi, düşünce ve değerlendirmeleri de bizim için yol göstericidir.
İbn-i Münebbih onun Hz. Muaviye hakkında şöyle dediğini nakleder:
“İdarecilik için Hz. Muaviye’den daha uygun yaradılışlı kimse görmedim! Hiç şüphesiz insanlar, onunla (onun yönetiminde, bereketli) geniş bir vadi kenarına dolaşacaktır[56] ve dar, cimri, hayırsız ve kızgın olmayacaktır. -Bununla İbnü’z-Zübeyir’i kastediyor.-” [57]
Nasıl bol otlu, geniş vadiler; sürülerin beslenmesi, ihtiyaçlarının karşılanması, verimi ve müreffeh olmaları için gerekli ve önemlidir. Onları bu tür vadilerde otlatan râ’ileri/çobanları da iyi, hayırlı çobanlardır. Hz. Muaviye de -Abdullah b. Abbas’a göre- ümmet için böyledir. Bu raiyete o râ’i (idareci) kadar uygun fıtratlı, bu işi bilen ve dirayetli kimse yoktur. İnsanlar (ümmet) onun çobanlığında (yönetiminde) geniş bir vadi kenarında mesut, müreffeh, iyi neticelere, güzel gelişmelere, ilerlemeye, dünyevi ve uhrevi hayırlara ulaşmış olarak hayatlarını sürdüreceklerdir.
Fakat İbn-i Abbas’a göre, Emeviler devrinde bir müddet Mekke’de hilafetini ilan eden ve ashabın müçtehitlerinden olan Abdullah b. Zübeyir öyle değildir.
Soru: İbn-i Abbas (r.a.) Hz. Muaviye’yi sahabe müçtehitlerinden biri olarak görür mü? Ayrıca, Hz. Muaviye’nin yöneticiliği hakkında Kabu’l- Ahbâr neler düşünür?
Cevap: Bir gün “İbn-i Abbas’ın yanına gelindi ve soruldu:
“Müminlerin Emiri Muaviye hakkında ne dersin? O namazı (vitri) bir rekattan önce vitretti (tek kıldı).”
İbn-i Abbas bir tefsir, hadis ve fıkıh âlimi ve müçtehit olarak şöyle cevap verdi:
“Güzel yaptı. O fakih (müçtehit) bir kimsedir.”[58]
İbn-i Abbas; Hz. Muaviye’nin fıkıh anlayışını ve vitir konusundaki içtihat ve kararını onaylıyor, güzel buluyor, hem de onun “fakîh” yani müçtehit, müftü bir kimse olduğunu açıklıyordu. Onu sahabe fakihlerinden (müftî ve müçtehitlerinden) kabul ediyordu. Çünkü Hz. Muaviye de kendisi gibi müçtehit sahabilerdendir.[59] Aynı konu ile ilgili bir başka soru üzerine yine Abdullah b. Abbas (r.a.) artık hilafet makamında olan Hz. Muaviye’nin fetva ve içtihadını tasvip ederek şöyle buyurmuştu:
“Emiru’l-Müminîn âlim bir kişidir.”[60]
Tabiinden Ebu İshak el-Fezarî de Hz. Muaviye hakkında yöneticiliği konusunda şu değerlendirmede bulundu:
“Muaviye idarede şöyle şöyleydi, ondan sonra benzerini görmedik.”[61]
Kabu’l-Ahbâr da Hz. Muaviye hakkında şu değerlendirmede bulundu:
“Bu ümmet içinde hiç kimse Muaviye’nin sahip olduğu şeye sahip olamayacaktır.”[62]
Hz. Muaviye’nin yöneticilikteki ehliyeti, mahareti, hüneri ve bu işi çok iyi yaptığı hakkında sahabeden Kabu’l-Ahbâr’ın söyledikleri de önemlidir.
Bir gün deve sürücülerinin biri develerini sürerken bir hıdâsında (yolculuk türküsünde) şöyle diyordu:
“Elbette Osman’dan sonra emîr Ali’dir.
Zübeyr’e gelince o da hoşlanılan bir haleftir”
Ayrıca, Kabu’l-Ahbâr Hz. Muaviye’yi kastederek şunları söyledi:
“Bilakis o (halifenin bineceği) kır atın sahibi odur.”
Onun bu kanaati Hz. Muaviye’ye aktarılınca o Kab’a gitti ve sordu:
“Ey Ebu İshak! Muhammed’in (büyük) ashabı Ali ve Zübeyir dururken bu nasıl olur?”
Soru üzerine Kabu’l-Ahbar hilafet ve yönetim işini kastederek şöyle dedi:
“Onun sahibi (ona layık olan) sensin.”[63]
* Demek Hz. Osman sonrası, halk arasında makam-ı hilafete geçmesi beklenen ve tahmin edilenlerden ikisi; iki müçtehit sahabe olan Hz. Zübeyir’le Hz. Muaviye idi.
* Hz. Muaviye’nin Kab’a yönelttiği soruya bakılırsa; o Hz. Zübeyir ve Hz. Hz. Ali’nin hilafete lâyık kimseler olduğunu bildiği gibi, faziletçe kendinden üstün olduklarını da biliyordu.
* Kab b. Ahbar ise; Hz. Muaviye’nin yöneticilik konusunda Hz. Zübeyir ve Hz. Ali’den çok iyi, daha maharetli, bu işe ehil ve kabiliyetli olduğunu biliyordu. Bu sebeple eninde sonunda hilafetin sahibi olacağı kanaatinde ısrarcıydı. O, fazilette Hz. Ali ve Hz. Zübeyir’den daha hayırlı olmasa da, düşmanlara galibiyeti, idarecilikteki üstün nitelikleri ve güzel ahlakı bakımından hihlafet konusunda göz ardı edilemeyecek birisiydi. Zira Hz. Ömer döneminden itibaren başlayan Şam genel valiliği[64] yirmi yıl sürmüş, Hz. Muaviye bu konuda rüştünü ispat etmişti.
Resulullah’tan Sonra Halife Kimlerden Olacak?
Soru: Resul-i Ekrem kendisinden sonra Kureyş’e mensuplarından ve bunlar içinden halife olacaklardan söz etti mi?
Cevap: Bu konuda onun farklı sözleri vardır. İslam’da halifelerin kimlerden olacağı, Kureyş’in Haşimî kolu dışındaki kollarından ilk halifelerin veya sonraki halifelerin gelebileceği konusuna işaret eden olaylar vardır. Bunlardan biri de; Resulullah’ın vefatından birkaç gün önce veya ölümü sonrası, Hz. Abbas’la Hz. Ali arasında yaşandı. Bu olay aynı zamanda bir cihetle Hz. Muaviye’nin hilafetine de işaret olarak yorumlanabilir. Hz. Abbas Hz. Ali’ye biat etmek istemiş, fakat o bunu kabul etmemişti. Hz. Abbas ise hilafet işinin Abdumenâf oğulları içinden kendilerinde olacağını düşünüyordu. Ebu Süfyan da Rasulullah’ın ölümünden sonra bir bakıma hilafetin Abdumenâf oğullarında olmasını isteyerek Hz. Ali’ye biat etmek istemişti. [65]
Abdumenaf Oğulları İdareci Olacaksa Hz. Muaviye Bunlar İçinde midir?
Soru: Abdumenâf oğullarının yöneticilik ve hilafetine işaret eden Resul-i Ekrem (s.a.v.) Hz. Muaviye’nin hilafetini de ilgilendiren bu konuda neler söyledi?
Cevap: Hz. Muaviye’nin ve onun mensubu olduğu Abdumenâf oğullarının, ilerde hilafet ve yöneticilikte bulunabileceğine işaret eden hadiselerden biri de, Ashab-ı Kiramdan olan Cübeyr b. Mut‘im’den gelen şu hadis-i şeriftir:
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem (bir gün) şöyle buyurdu:
“-Ey Abdumenâf oğulları!
لاَتَمْنَعُوا اَهَدًا طَافَ بِهٰذَاالْبَیْتِ فَصَلَّی اَیَّةَ سَاعَةٍ شَاءَ مِنْ لَیْلٍ اَوْنَهَارٍ : (Sizler halkı idarede bir sorumluluk alırsanız) bu Beyt’i (Kabe’yi) tavaf edeni, gece ve gündüzden herhangi bir saatte onda namaz kılanı men etmeyiniz!”[66]
Hadiste dikkat çekenler:
1. Bu hadis-i şerif özellikle Abdumenâf oğulları ile ilgilidir. Resulullah’a vahiy yoluyla bildirilmiş, o da bildirileni açıklamış ve ihbar etmiştir ki; hilafet ve idari işler ilerde çoğunlukla Abdumenâf soyundan gelenlerde olacaktır. Kâbe ile ilgili hizmetler de böyledir.
2. Hadiste Resulullah (asm) hilafet sorumluluğu veya hilafet yönetimi altında vazife alabilecek Abdumenaf oğullarına hitap etmektedir.
3. Peki, Abdumenâf oğulları kimlerdir? Rasulullah Arapların Adnânî kulundan, Adnâniler içinde olan Mudarîlerden ve Mudarîlere bağlı Kureyş kabilesindendir. Tarih kitaplarında onun soy ağacı şöyle çıkarılır:
Muhammed (asm) Abdullah, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim, Abdumenâf (Mugîre), Kusay, Kilâb, Mürre, Ka‘b, Lüey, Ğâlib, Fıhr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Müzeyne, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizâr, Me‘âd ve Adnân…”[67]
4. Görüldüğü gibi Abdumenâf, Resulullah’ın “üçüncü göbekten” dedesidir. Demek o Abdumenaf (Muğîre) oğullarına mensuptur. Abdumenâf’ın, Hâşim, Abdüşems, Muttalib ve Nevfel adında dört oğlu vardı. Hâşim de Rasulullah’ın “ikinci göbekten” dedesidir. Yani o aynı zamanda Hâşimidir.[68]
5. Bir de Hz. Muaviye’nin nesep şeceresine bakalım:
*Muaviye, Ebu Süfyan, Harb, Ümeyye, Abdüşems, Abdumenâf…”[69] Şecerenin Abdumenâf’tan sonrası, Rasulullah’ın şeceresi ile aynıdır. Demek Hz. Muaviye de “dördüncü göbekten” dedesi olan Abdumenâf soyundandır. Zaten Rasulullah’ın ikinci göbekten dedesi olan Hâşim’le, Hz. Muaviye’nin üçüncü göbekten dedesi olan Abdüşems iki kardeştir.
* Şu halde Resulullah’ın Abdumenâf oğullarına hitabı; hem Hâşimilere, hem Abdüşems oğullarınadır. Demek ilerde bu iki koldan halifeler veya büyük devlet memurları olabilecektir ve tarih içinde bu tahakkuk etmiştir.
* Ayrıca bu açıklama işaret eder ki; “ilerde ümmet içinde hilafet ve idari işlerin ekseriyeti Abdumenâf oğullarında olacaktır. Mekke ve Kâbe hizmetlerinde de hükmü onlar verecektir.” Abdüşems oğullarından olan Emeviler ve Haşim oğullarından olan Abbasiler düşünüldüğünde İslam dünyasında idare ve hâkimiyet yüzlerce yıl bu iki ailede kaldı. Memluk halifeleri de Abbasilerdendir.
*Bu hadis ayrıca tavaf namazı konusunu ele almaktadır.[70]
[1]İbn-i Sa‘d, Muammed b. Sa’d, Kitâbu’t- Tabakâtu’l- Kebîr, I- XI, terc., Heyet, Siyer Yayınları, İstanbul 2014, s. 13-14; Ayçan, İrfan “Muâviye b. Ebi Süfyan”, DİA, XXX, Ankara 2005, s. 332-334.
[2] Zeyd bint-i Nevfel’den olma Yezid b. Ebi Süfyan. Bkz. İbn-i Sa‘d, VI, 2.
[3] İbn-i Sa‘d, VI, 14
[4] A.g.e., VI, 14.
[5] A.g.e., VI, 15.
[6] A.g.e., VI, 15.
[7] A.g.e., VI, 17-18.
[8] -Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, I- VI, terc., İsmail Yiğit ve arkadaşları, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1985, I, 361; (İbn-i Tabataba, Muhammed b. Ali, el-Fahri fî Âdâbis-Sultâniye, Kahire 1927, s. 99-100’den)
[9] Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte, I-XVIII, Akçağ Yayınları, İstanbul ty., I, 12, III, 537, IV, 49.
[10] Heytemi, Ahmed b. Hacer, Tathîru’l-Cinân ve’l-Lisân, Haznedar Ofset, İstanbul 1984, s. 15; (Sav’âik kitabı sonunda).
[11] A.g.e., s. 15.
[12] A.g.e., s. 15.
[13] A.g.e., s. 15
[14] Heytemi, Tathîru’l- Cinan, s. 15. Benzer hadis için bkz. İbn-i Sa‘d, VI, 15.
[15] Heytemi, Tathîru’l- Cinan, s. 15
[16] A.g.e., s. 15
[17] A.g.e., s. 10-11, 15.
[18] İbn-i Sa‘d, VI, 18.
[19] A.g.e., VI, 18.
[20] Bkz. Canan, I, 120; III, 537; IV, 49.
[21] Bk. Canan IV, 49.
[22] Sahaben Misver b. Mahreme. Bkz. Nazlıgül, Hâbil, “Misver b. Mahreme”, DİA, XXX, Ankara 2005, s. 192-193. Misver Muaviye’nin halifeliği sırasında ona giden bir heyette yer aldı. Ayrıca Hz. Osman Misver’i evi kuşatıldığında Şam Valisi Muaviye’ye elçi olarak gönderdi.
[23] Bir iyiliğe on sevap verilebilirken, bir kötülüğe bir günah yazılır.
[24] İbn-i Sa‘d, VI, 19.
[25] A.g.e., VI, 19.
[26] A.g.e., VI, 19-20
[27] A.g.e., VI, 20.
[28] A.g.e., VI, 20-21.
[29] A.g.e., VI, 20-21.
[30] Heyet, Büyük Lügat, TÜRDAV, İstanbul 1985, s. 865.
[31] Canan, V, 410; (İmam ve Emre İtaatin Vacip Oluşu konusu).
[32] Canan, III, 458; (Ölümü Temenni Bölümü).
[33] A.g.e., III, 458.
[34] İbn-i Sa’d, VII, 21.
[35] Sarıcık, Murat, Cahiliye, Nesil Yayınları, İstanbul 2011, s. 29-35, Çağrıcı, Mustafa, “Hilim”, DİA, XVIII, İstanbul 1998, s. 33-36; Çağrıcı, Mustafa, “Cehalet”, DİA, VII, İstanbul 1993, s. 218-219; Çağrıcı, Mustafa, “Adalet”, DİA, IV, İstanbul 1998, s. 341-343.
[36] İbn-i Sa‘d, VI, 28.
[37] Hitti, Philip, K. Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I- IV, terc., Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1997, II, 312; (Fahri, s. 145’ten).
[38] A.g.e., II, 312-313; (Ya’kubî, II, 283’ten).
[39] A.g.e., II, 313; (Taberi, II, 5’ten).
[40] A.g.e., II, 313.
[41] Bkz. İbn-i Sa‘d, VI, 16-17.
[42] İbn-i Sa‘d, VI, 12-13; Hitti, I, 224-225.
[43] Hasan İbrahim Hasan, I, 353; Sarıcık, Murat, Dört Halife Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2010, s. 391.
[44] Hasan İbrahim Hasan, I, 353.
[45] İbn-i Sa‘d, VI, 12.
[46] İbn-i Sa‘d, VI, 2-3; Aycan, İrfan, “Yezid b. Ebî Süfyan”, DİA, XLIII, Ankara 2013, s. 520.
[47] Hitti, I, 224.
[48] A.g.e., I, 224.
[49] İbn-i Sa‘d, VI, 13.
[50] Sarıcık, Dört Halife, s. 391.
[51] Bkz. İbn-i Sa‘d, VI, 17. Bu konudaki bir başka rivayet için bkz. A.g.e., VI, 22-23.
[52] Bkz. A.g.e., VI, 23.
[53] A.g.e., VI, 35.
[54] A.g.e., VI, 18.
[55] Heyet, Büyük Lügat, s. 18.
[56] İbn-i Sa‘d, VI, 19.
[57] Rasulullah’ın “Küllüküm râ‘in ve küllüküm mes’ûlün ‘an ra‘iyyetihî” hadisine de işaret edilmektedir.
[58] İbn-i Sa‘d, VI, 20.
[59] Bkz. http://www.heyrettinkaraman.net/kitap/tarih/0105.htm (erişim: 28.01.2017).
[60] İbn-i Sa‘d, VI, 20.
[61] A.g.e., V, 19, IX, 494, XI, 151.
[62]A.g.e., VI, 18.
[63] A.g.e., VI, 17.
[64] Hz. Ebu Bekir devrinde de, Yezid b. Ebu Süfyan maiyetinde yine Ürdün’de idareciydi.
[65] Genişbilgi için bkz. Köksal, M. Asım, Hz. Muhammed ve İslamiyet, I- XII, Şamil Yayınevi, İstanbul 1981, XI, 92- 94; Sarıcık, Murat, Hz. Ali İlk Dört Halife İle Kavgalı mıydı?, Nesil Yayınları, İstanbul 2012, s. 79- 83;Sarıcık, Dört Halife, s. 27- 29.
[66] Canan, IV, 400; (Ashab-ı Sunen’den); Dineveri, Abdullah b. Müslim, el- İmâme ve’s- Siyâse, I- II, Müesssesetü’l- Halebî, Haleb ty. I, 150.
[67]-İbn-i Hişam, Abdulmelik b. Hişam, Sîretu’n-Nebi, I- IV, Dâru’l- Fikr, Beyrut 1981, I, 1- 2; Muhammed Rıza, Muhammed, Beyrut 1988. s. 13; Mantran, Robert, İslam’ın Yayılış Tarihi, terc.,İsmet Kayaoğlu, A.Ü, İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1981, s. 66 vd. Sarıcık, Murat, Hz. Muhammed’in Çağrısı-Mekke Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul 2004, s. 20.
[68] İbn-i Hişam, I, 136; Muhammed Rıza, Muhammed, Dâru’l- Kütübi’l-İslamiyyye, Beyrut 1988, s. 15; Mansur Ali Nasîf, et- Tâcu’l- Câmi‘u li’l- Usûl, I- V, Pamuk Yayınları İstanbul 1961, III, 231; Sarıcık, Çağrı-Mekke Dönemi, s. 21.
[69] Hasan İbrahim Hasan, I, 352.
[70] “Birinci Bölüm; Hz. Muaviye’nin Şahsiyeti, Özellikleri ve Hilafet Hakkında Sözleri” konusu hakkında bkz. Sarıcık, Murat, Sorularla Hz. Muaviye, Hilal Ofset Matbaası, Isparta 2019, s. 77- 105.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Çocuklara neden Muaviye adı verilmiyor?
- Hz. Muaviye’nin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e dedikleri doğru mu?
- Hazreti Ömer Hazreti Muaviye'nin yüzüne toprak attı mı?
- Hz. Muaviye'nin şarap içtiği iddiası doğru mudur?
- Buhari, neden Ehl-i beytten ziyade Muaviye’nin ailesinden hadis almıştır ve Ehl-i beyt hakkında hadisler azdır?
- Hz. Muaviye Şam’da kendisi için saray yaptırdı mı?
- Hz. Muaviye'nin oğlu Yezid hakkında nasıl düşünmeliyiz?
- Hz. Muaviye devrinde hadis rivayet etmek neden engellenmiştir?
- Hz. Muaviye, Hz. Ali’ye lanet edilmesini istedi mi?
- Hz. Muaviye, Hıristiyanları memnun etmek mi istedi?