Mi'rac Gecesi hediyeleri ve mi'racın meyveleri hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 17.08.2006 - 21:02 | Güncelleme:

Soru Detayı
Mi'rac Gecesi Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'e tebliğ edilen tüm âyetler emirleri açıklamaları ile rica ediyorum.
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mi'rac günü Peygamber Efendimiz (asm)'e hediye olarak üç sey verilmişti:

Beş vakit namaz
- Bakara sûresinin son âyetleri,
- Ve şirk koşmamak şartı ile ''La ilahe illallah" diyen her Müslümanın, imanla ölmesi durumunda cennete girebilecegi müjdesi.

Mi'rac, insanlık tarihinin eşi, emsali görülmemiş ve asla da görülmeyecek olan yüksek hakikatli bir hadisesidir.

Her bir safhası hikmetlerle dolu olan mi'rac hakikati, Kur'an'daki beyan ediliş şekliyle sadece ve yalnız Allah'ın Yüce Peygamberine (asm) nasip olmuştur. Hz. Musa (as) gibi bazı peygamberlere de yerel ve oldukça sınırlı mi'raclar verilmiştir.

Mi'rac olayı irade edildiği ve gerçekleştirildiği şekliyle, baştan sona insanlık ve onun saadeti adına yapılmış Allah'ın sonsuz bir ikramıdır.

Mescid-i Haram'dan alınan Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Aksa'ya götürülmüş, orada Hz. Süleyman (as)'ın harabe olmuş tapınağına (orada Bizans İmparatoru Jüstinianus'un inşa ettiği bir kilise de vardır.) girdiğinde, Hz. Âdem'den kendi dönemine kadar gönderilmiş bütün peygamberler ayağa kalktılar, saf tuttular, birinin imam olmasını bekliyorlardı. Hz. Cebrail (as) Hz. Peygamber (asm)'in elinden tutup önlerine geçirdi. O da peygamberlere namaz kıldırdı, onların imamı olarak onlarla tanıştı ve semaya yükselirken de her peygamberi yerlerinde bizzat ziyaret etti. Mi'ractan dönüşte de aynı yolu izleyerek Kudüs'e inen Resulullah, yine peygamberlere muhtemelen sabah namazını kıldırdı.

Burada maksadımız detaylı bir şekilde mi'racı anlatmak değildir. Bu yazımızda mi'rac vasıtasıyla insanlara ve meleklere yani, yer ve gök sekenelerine verilen mesaj ve yeryüzünün en kıymetli varlığı insana Resulullah (asm)'ın Rabbimizden getirdiği gök hediyelerini ve ilahi ikramları tattırabilmektir.

Mi'ractan getirilen ve hediye tabir ettiğimiz olgular, insanın dünya ve ahiretini yakından ilgilendirmektedir. Hatta Medine-i Münevvere'de kurulacak İslam devletinin kuruluş ve devamına yarayışlı her önlem zikredilmiştir.

Ezel ve Ebed Sultanının Allah'ın rızasına uygun olan İslamiyetin, başta namaz olarak, esasatını cin ve inse hediye getirmiştir ki, o marziyatı anlamak o kadar saadetlidir ki, tarif edilemez. Çünkü çok meraklı olan insan, merak ettiği her şeyin iç yüzünü anlamak ve onunla muhabere kurmak ve sürekli konuşmak ister. İşte bu merakını Allah'ın Yüce Peygamberi (asm) ile gidermiştir. Yani mi'rac insanoğlunun merakını gideren bir olgudur.

Resulullah (asm) yetmiş bin perde arkasından Allah'ın marziyatını bir hakikat ve mi'racın bir semeresi olarak hakkalyakin (en kesin bilgi ile) işitip, beşere hediye getirmiştir. İşte başını her secdeye koyduğu zaman, kıyamda dururken bütün bir kâinatın ibadet nevilerini ihtiva eden namazla Allah'ı hissederek, bilerek ve sonsuz ihtiramını göstererek kemal merdivenlerinde tırmanabilmektedir.

Erkan-ı İmaniyenin hakaikını (hakikatlerini) göz ile görüp, melaikeyi, cenneti, ahireti hatta Zat-ı Zülcelali göz ile müşahede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezeli ve ebedi bir hediye getirmiştir ki; şu kâinatı perişan ve fani ve karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden (olmadığı halde var sayılan durum) çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı kutsi mektubat-ı Samedaniye, güzel ayine-i Cemal-i Zat-ı Ehadiye vaziyeti olan hakikatını göstermiş, kâinatı ve bütün zişuuru sevindirip mesrur etmiştir. Böylece o nur ve o meyve ile, beşeri müşevveş, perişan, aciz, fakir, hacatı hadsiz, adası (düşmanları) nihayetsiz ve fani, bekasız bir vaziyet-i dalaletkaraneden (küfür halinden), o insanı, o nur, o meyvey-i kudsiye ile ahsen-i takvimde cennet-i bakiyesine namzet bir misafir-i azizi sureti hakikisinde göstermiştir.

Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. Evet, mi'rac vasıtasıyla ve kendi gözüyle cenneti görmüş ve Rahman-ı Zülcemalin rahmetinin baki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi katiyen, hakkalyakin anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir. Bu sayede öldükten sonra yokluk denizine dökülüp gittiği düşüncesinden insanlar kurtulmuştur. Çünkü ahiret, cennet, cehennem, melek gibi hakikatler Sem'i'dir, Kur'an ve sünnet söylediği için inanıyoruz; bu da binlerce insanın “görmediğim şeye inanmam” düşüncesine zehap etmesine sebep olmaktadır. mi'rac hadisesinde Allah'ın Yüce Peygamberi (asm) dünya gözleriyle bütün ahireti ve aksamını görmekle Kur'an ve sünnet söyledi diye inandığımız bir olgu, görsel hale gelmiş, bu konular mevcut olan imanın taklitten kurtulup tahkik kazanmasına sebep olmuştur.

Rüyet-i Cemalullah (Allah'ın cemalini görme) meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mümine dahi mümkün olduğunu (ahirette), cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve ne derece leziz, hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirisin. Bu hâdise, Allah'a olan muhabbeti arttırıp, insanları daha fazla nimete, ihsana, bunların en güzeli olan cennete, Cemalullaha mazhar olmak için ibadet ve genel itaate teşvik eder, etmiş ve etmeye de devam edecektir.

İnsan, kâinatın kıymettar bir meyvesi ve sanii kâinatın nazdar sevgilisi olduğu, mi'rac ile anlaşılmış ve o meyveyi, cin ve inse getirmiştir. Bu hadise insanı kâinat üstünde en yüksek bir Fahir makamına çıkarmıştır. Bu uğurdaki sevinci tarif edilemez. Bir ere generallik rütbesi verilse, nasıl ki sevinci tarif edilemez, aynen bunun gibi kâinata halife yapılan şu insanın sevinci, fahri anlatılamaz.

Zikrettiğimiz mi'rac hediyesi ve mesajlarının dışında, daha birçok mesajlar ve hediyeler vardır ki, bunlar insanın her alanda ihtiyaç duyduğu hususlardır.

- Tek Allah inancını esas alıp, şirke savaş açmayı, ana-baba haklarına riayet etmeyi,
- Toplumsal yaşantıda işbirliği, yardımlaşma, sevgi, şefkat, saygı, hakkı bilme ve tanıma, herkesin hakkını verme gibi erdemlerin canlı tutulması,
- Serveti çarçur etmeden, kötü yollarda harcamadan paylaşımcı ve fakir-fukaraya yardım edilmesini öğütleyen,
- Ne cimri ne de savurgan olup, malın ellerde dolaşmasını sağlamayı, böylece bütün toplumun huzur ve saadetini esas almayı,
- Servetin azalacağı, açlık olacağı korkusuyla kız çocuklarının öldürülmemesini,
- Toplumun temellerini sarsan zina, içki, kumar ve haramların her türünün geçersizliğini,
- Yetimlerin menfaatlerinin gözetilmesini, mal ve haklarının çarçur edilmemesini,
- Söz ister fert ve isterse toplum tarafından verilmiş olsun, mutlaka yerine getirilmesinin lüzumunu,
- Ölçü ve tartının, yani günlük hukukun tam ve eksiksiz yerine getirilmesini,
- İnsanların doğru bildikleri bir şeyin ya da kimsenin peşinden gitmeleri gerçeğini,
- İnsanların yeryüzünde zalim, gaddar, despot ve mağrur olmamaları gerektiği gerçeğini,
 - İslam toplumunun temelini oluşturan aileyi korumayı ve bunun dini, hukuki ve insani bir vecibe olduğunu,
- İmanı, insanın amellerinin karşılıklarını göreceği gerçeğini ve en önemlisi varlıkta değer almamızın sebebi olan dua gibi üç ana kavramı ifade eden BAKARA SÛRESİNİN son ayetlerini mi'rac hediyesi ve mesajı olarak getirip cin ve inse hediye etmiştir.

Bu âyetlerin böylesine ulvi bir yolla verilişinde mutlaka büyük hikmetler vardır. Bütün zamanlarda ve özellikle Mi'rac Gecesi bu âyetlerle dua etmek, arzuların kabulüne şayandır. Bilinmelidir ki bu hediyelere iltifat etmeyenlerin dünyada da ahirette de nasipleri yoktur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Resulullah (asm) eski ve yenidünyanın arasında durmuş, eskiyi kurduğu için geçmişe; yeniye, kardeşlerim dediği modern nesillerin hayatların özüne hitab ettiği ve yorum getirdiği için bugüne ait bir peygamberdir. İşte mi'rac hadisesiyle dünya ve ahiretin ortasında durmuş, ahiretin ahvalini, orayı kazanmak için dünyada nelerin yapılması gerektiğini 23 sene boyunca beyan eden Yüce Peygamber (asm), iki dünyanın da rehberi, olmazsa olmazıdır. Buna göre bu hükümler gözden geçirildiğinde; İslam hukukunun temel taşlarını oluşturan hükümler oldukları hemen görülür. Bu durumda mi'rac, her yönüyle hikmet, fazilet ve mucizelerle dolu eşi bulunmaz, iki dünyanın da saadetine vesile olan ikramlar serisidir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Bakara sûresinin son iki âyetinin (285-286) tefsiri...

Not: Aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

- Mi'racın semerâtı ve faydası nedir?

Şu şecere-i Tûba-i Mâneviye olan Mi'racın beş yüzden fazla meyvelerinden nümune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.

Birinci Meyve:

Erkân-ı imâniyenin hakaikını göz ile görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hatta Zât-ı Zülcelâli göz ile müşahede etmek; kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki: Şu kâinatı, perişan ve fâni ve karmakarışık bir vaziyet-i mevhûmeden çıkarıp, o nûr ve o meyve ile, o kâinatı; kudsî mektubat-ı Samedaniyye, güzel âyine-i cemâl-i Ehadiyye vaziyeti olan hakikatı göstermiş. Kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş. Hem o nûr ve o meyve ile beşeri; müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a'dâsı nihayetsiz ve fânî, bekasız bir vaziyet-i dalâletkâraneden o insanı o nûr, o meyve-i kudsiyye ile; Ahsen-i Takvimde, bir mucize-i kudret-i Samedaniyyesi ve mektubat-ı Samedaniyyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir muhatabı, bir abd-i hassı, kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habibi ve Cennet-i bâkıyesine namzet bir misafir-i azîzi suret-i hakikîsinde göstermiş. İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.

İkinci Meyve:

Sâni-i mevcudat ve sâhib-i kâinat ve Rabbü'l-âlemin olan Hâkim-i Ezel ve Ebedin marziyyat-ı Rabbâniyyesi olan İslâmiyetin, başta namaz esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir ki: O marziyyatı anlamak, o kadar merak-âver ve saadet-âverdir ki, târif edilmez. Çünki: Herkes, büyükçe bir veliyy-i ni'met, yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamaya ne kadar arzukeş ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki, 'Keşki bir vasıta-i muhabere olsa idi, doğrudan doğruya o zât ile konuşsa idim. Benden ne istiyor, anlasa idim. Benden onun hoşuna gideni bilse idim' der. Acaba bütün mevcudat, kabza-i tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemâl ve kemalât, onun cemâl ve kemâline nisbeten zayıf bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle Ona muhtaç ve nihayetsiz ihsanlarına mazhar olan beşer, ne derece Onun marziyyatını ve arzularını anlamak hususunda hahişger ve merak-âver olmâsı lâzım olduğunu anlarsın.

İşte zât-ı Ahmediye (a.s.m.) yetmiş bin perde arkasında O Sultan-ı Ezel ve Ebedin marziyyatını doğrudan doğruya Mi'rac semeresi olarak hakkalyakîn işitip, getirip beşere hediye etmiştir.

Evet, beşer, kamerdeki hâli anlamak için ne kadar merak eder ki: Biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düşer. Halbuki kamer, öyle bir Mâlikü'l-Mülk'ün memleketinde geziyor ki: Kamer, bir sinek gibi küre-i arzın etrafında pervaz eder. Küre-i arz, pervane gibi şemsin etrafında uçar. Şems, binler lâmbalar içinde bir lâmbadır ki: O Mâlikü'l-Mülk-i Zülcelâl'in bir misafirhanesinde mumdarlık eder. İşte zât-ı Ahmediye (a.s.m.), öyle bir zât-ı Zülcelâl'in şuunatını ve acâib-i san'atını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş beşere söylemiş. İşte beşer, bu zâtı, kemâl-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf ı akıl ve hikmetle hareket ettiğini anlarsın.

Üçüncü Meyve:

Saadet-i Ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediye etmiştir. Evet, Mir'ac vasıtasiyle ve kendi gözüyle Cenneti görmüş ve Rahmân-ı Zülcelâl'in rahmetinin bâkî cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi katiyyen hakkalyakîn anlamış ve saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir ki: Bîçâre cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelzele-i zevâl ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i zaman ve harekât-ı zerrat ile adem ve firak-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyet-i mevhume-i canhıraşanede oldukları hengâmda; şöyle bir müjde, ne kadar kıymettar olduğu ve idam-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin kulağında öyle bir müjde, ne kadar saadet-âver olduğu târif edilmez. Bir adama, idam edileceği anda, onun affıyla kurb-u şâhânede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.

Dördüncü Meyve:

Rü'yet-i Cemâlûllah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve, ne derece leziz ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirsin. Yâni; her kalb sahibi bir insan; zîcemâl, zîkemâl, zîihsan bir zâtı sever. Ve o sevmek dahi, cemâl ve kemâl ve ihsanın derecatına nisbeten tezayüd der, pereştiş derecesine gelir, canını feda eder derecede muhabbet bağlar. Yalnız bir defa görmesine, dünyasını feda etmek derecesine çıkar. Halbuki; bütün mevcudattaki cemâl ve kemâl ve ihsan, Onun cemâl ve kemâl ve ihsanına nisbeten, küçük birkaç lemaatın güneşe nisbeti gibi de olmaz. Demek nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rü'yete ve nihayetsiz bir iştiyâka elyak bir Zât-ı zülcelâli ve'l-kemâlin saadet-i ebediyede rü'yetine muvaffak olması ne kadar saadet-âver ve medar-ı sürur ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu insan isen anlarsın.

Beşinci Meyve:

İnsan, kâinatın kıymettar bir meyvesi ve Sânî-i kâinatın nâzdar sevgilisi olduğu, Mi'rac ile anlaşılmış ve o meyveyi, cin ve inse getirmiştir. Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvan ve âciz bir zişuur olan insanı, o meyve ile o kadar yüksek bir makama çıkarır ki; kâinatın bütün mevcudatı üstünde bir makam-ı fahr veriyor. Ve öyle bir sevinç ve sürur-u mes'udiyetkârane veriyor ki, tasvir edilmez. Çünki; âdi bir nefere denilse, 'Sen, müşir oldun.' Ne kadar memnun olur. Halbuki; fânî, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firak silsilesini daima yiyen bîçâre insana, birden ebedî, bâki bir Cennette, Rahîm ve Kerim bir Rahmanın rahmetinde ve hayal sür'atinde, ruhun vüs'atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rü'yet-i cemâline de muvaffak olursun, denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddi bir sevinç ve sürûru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin. Sana iki küçük temsil ile bir-iki meyvenin derece-i kıymetini göstereceğiz.

Meselâ: Senin ile biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki; her şey bize ve birbirine düşman ve bize yabancı... Her taraf müthiş cenazelerle dolu... İşitilen sesler yetimlerin ağlayışı, mazlumların vaveylâsıdır. İşte biz, şöyle bir vaziyette olduğumuz vakitte; biri gitse, o memleketin padişahından bir müjde getirse; o müjde ile, bize yabancı olanlar ahbap şekline girse. Düşman gördüğümüz kimseler, kardeşler suretine dönse, o müthiş cenazeler, huşû ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr şeklinde görünse. O yetimâne ağlayışlar, senakârane 'yaşasınlar' hükmüne girse. Ve o ölümler ve o soymaklar, garâtlar; terhisat sûretine dönse. Kendi sûrurumuz ile beraber, herkesin süruruna müşterek olsak; o müjde ne kadar mesrurane olduğunu elbette anlarsın. İşte Mi'rac-ı Ahmediye'nin (a.s.m.) bir meyvesi olan nur-u îmândan evvel şu kâinatın mevcudatı, nazar-ı dalâletle bakıldığı vakit; yabancı, muzır, müz'iç, muvahhiş ve dağ gibi cismler birer müthiş cenaze; ecel herkesin başını kesip ademâbâd kuyusuna atar. Bütün sadalar, firak ve zevalden gelen vaveylâlar olduğu halde, dalâletin öyle tasvir ettiği hengâmda; meyve-i Mi'rac olan hakaik-ı erkân-ı îmâniye nasıl mevcudatı sana kardeş', dost ve Sâni-i Zülcelâline zâkir ve müsebbih; ve mevt ve zeval, bir nevi terhis ve vazifeden âzâd etmek; ve sadalar, birer tesbihat hakikatında olduğunu sana gösterir.

İkinci temsil: Senin ile biz, sahrayı kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi firtınasında, gece o kadar karanlık olduğundan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me'yus ve ümitsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip, sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi 'bindirse, birden cennet-misâl bir yerde istikbalimiz te'min edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin.

İşte o sâhra-yı kebir, bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hâdisat içinde harekât-ı zerrat ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve bîçâre insandır. Her insan, endişesiyle kalbi dâğdâr olan istikbali; müdhiş zulümat içinde, nazar-ı dalâletle görüyor. Feryadını işittirecek kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdıır. İşte, semere-i Mi'rac olan marziyyat-ı İlâhiyye ile şu dünya, gayet kerîm bir Zâtın misafirhanesi, insanlar dahi, onun misafirleri, me'murları, istikbal dahi, cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründüğü vakit; ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın..." (bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.533-547)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun