Mehmet Akif Ersoy'un hayatı ve eserleri hakkında bilgi alabilir miyiz?
- Mehmet Akif Ersoy'un, Abdulhamit Han hakkında uygun olmayan ifadeler kullandığı doğru mudur?
Değerli kardeşimiz,
İstiklâl Marşı ve Safahat şairi olan Mehmed Akif Ersoy, millî-dinî hassasiyeti, karakter ve seciyesiyle Müslümanların gönlünde yer edinen önemli bir şahsiyettir.
Şevval 1290'da (Aralık 1873) İstanbul Fatih'te Sarıgüzel'de doğdu. Babası, küçük yaşta tahsil için Arnavutluk'un İpek kazası Şuşisa köyünden İstanbul'a gelmiş, "temiz" mânasına gelen adının önüne temizlik ve titizliği dolayısıyla ayrıca "temiz" sıfatı eklenerek anılan, Fâtih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tâhir Efendi, annesi aslen Buharalı olup Tokat'a yerleşmiş bir aileden Emine Şerîfe Hanım'dır.
Emîr Buhârî mahalle mektebinde ilk öğrenimine başlayan Akif, burada iki yıl okuduktan sonra Fâtih Muvakkithânesi'nin yanındaki ibtidâî mektebine yazıldı (1879). Safahat'ta. "Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam kendisinden öğrendim." diyerek tanıttığı babası, o yıl kendisine Arapça öğretmeye başlamıştı.
Fâtih Merkez Rüşdiyesi'nden mezun olan Mehmed Akif (1885) Mülkiye Mektebi'nin idâdî kısmına yazıldı. Babasının vefatı üzerine (1888) daha kısa yoldan meslek sahibi olarak hayata atılmak için, o sırada yeni açılmış olan Mülkiye Baytar Mektebi'ne girdi (1889). Aynı yıl çıkan büyük Fatih yangınında evleri yanmasına rağmen, Mehmed Akif bu sıkıntılar arasında okulunu birincilikle bitirdi (1893)
Mektep yıllarında sporla, bilhassa güreşle meşgul oldu ve son iki senede şiire olan ilgisini arttırdı. Mezuniyetinin ardından Ziraat Nezâreti Umûr-ı Baytariyye ve Islâh-ı Hayvanât umum müfettiş muavinliğiyle memuriyet hayatına başladı. Görev yeri İstanbul olmakla birlikte önce Edirne'de, daha sonra Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinde dolaşarak bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir ara ordunun ihtiyacını karşılamak için gerekli alımları yapmak üzere Şam ve civarında dolaştı. Bu seyahatlerde Köylüyü de yakından tanıma imkânını elde eden, halkın dert ve meseleleri hakkında doğrudan bilgi sahibi olan Mehmed Akif'in tesbit ve tahlilleri şiirlerine realist ve canlı tablolar halinde aksetmiş, çözüm tekliflerinin isabetli olmasını sağlamıştır. Sekiz on yaşlarında iken başladığı ve zaman zaman ara verdiği hıfzını da kendi kendine çalışarak, bu sıralarda tamamladı.
II. Meşrutiyet'in ilânından sonra Ebül'ulâ Mardin ve Eşref Edip'le birlikte devrin ilim ve fikir hayatında önemli yeri ve tesiri olan, hemen hemen bütün şiir ve yazılarının çıkacağı Sırât-ı Müstakim mecmuasını başyazarlığını da yaparak yayımlamaya başladı (27 Ağustos 1908).
Baytar Mekteb-i Âlîsi Me'zûnîni Cemiyeti başkanlığında bulundu (1910). Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Medresesi'nde Türkçe-edebiyat muallimi oldu (1914).
Mehmed Akif, Balkan Savaşı sırasında kurulan ve ileriki yıllarda Millî Mücadele'nin teşkilâtlanmasında önemli rol alacak olan Müdâfaa-i Milliyye Cemiyeti'ne bağlı Hey'et-i Tenvîriyye'ye (Hey'et-i İrşâdiyye) katıldı.
Haksızlıklara tahammül edemeyen şair, müdürünün haksız yere vazifesinden alınması üzerine memuriyetten istifa etti (1Mayıs 1913). Bu yılın sonunda, şiir ve yazılarıyla İttihatçılar'ın fikir babası sayılan Ziya Gökalp'in ileri sürdüğü ırkçı düşüncelere ve aynı merkeze bağlı yazar ve aydınların din karşıtı yayınlarına karşı çıkmasının hükümet tarafından tasvip edilmediğinin bildirilmesi üzerine, İstanbul Dârülfünunu'ndaki görevinden de ayrılmak zorunda kaldı. Çıkarmakta olduğu Sebîlürreşâd da aynı sebeplerle İttihatçı hükümetler tarafından birkaç kere kapatılmıştır.
Mehmed Akif, 1914 yılı başlarında Mısır ve Medine'ye, Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın verdiği görevle 1914’te Berlin'e, 1915’te Arabistan'da devlete bağlı kabilelerin desteğinin devamını sağlamak amacıyla teşkilât başkanı Eşref Sencer'in(Kuşçubaşi) idaresindeki bir heyetle Riyad’a, 1918’de Lübnan'a gitti.
Şeyhülislâmlığa bağlı dinî-akademik bir kuruluş olan Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye'nin başkâtipliğine tayin edilen Mehmed Akif (Ağustos 1918) daha sonra kuruluşun aslî üyesi oldu (Ocak 1920). Ayrıca Kâmûs-i Arabî Heyeti üyeleri arasında yer aldı.
I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması, ağır mütareke şartlan ve yurdun işgaliyle Yunanlılar'ın İzmir'e çıkması üzerine başlayan Millî Mücadele hareketine fiilen katılma kararıyla, 1920 Şubatında Balıkesir'e giden Mehmed Akif burada Kuvâ-yi Milliyeciler'le görüştü. Zağanos Paşa Camii ile çeşitli yerlerde halkı birliğe davet ve direnmeye teşvik maksadıyla vaaz ve konuşmalar yaptı.
Burdur mebusu olarak meclise girdi. (5 Haziran 1920) Millî Mücadele'yi teşvik eden konuşma ve vaazlar yaptı. Bunların en önemlisi meclis kararıyla gittiği Kastamonu'da Nasrullah Camii'ndeki ünlü vaazıdır. Bu vaaz, son derece ihatalı bir bakışla dünyanın siyasî vaziyetini tahlil edip Sevr Antlaşmasının bizim için nasıl bir felâket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve Batılı sömürgecilerin karşısına iman ve silâhla dikilmeyi hayatî bir mecburiyet olarak telkin edip, Millî Mücadele'yi büyük bir heyecanla teşvik eden önemli bir belgedir.
1920 yılının son aylarında Erkân-ı Harbiye Riyâseti'nin isteğiyle Maarif Vekâleti millî marş güftesi için bir yarışma açtı. Yarışmaya 700'den fazla şiir gelmesine rağmen nitelikli bir manzume bulunamayınca, konulan maddî mükâfat sebebiyle yarışmaya katılmayan Mehmed Akif'in de bir marş yazması ısrarla istendi. Mükâfat şartının kaldırılması üzerine Akif şiirini tamamlayarak teslim etti. Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda okunan şiir ittifakla İstiklâl Marşı güftesi olarak kabul edildi. Ancak meclis kararı olduğu için, kazanana verilmesi zaruri hale gelmiş bulunan nakdî mükâfat Akif tarafından alınıp "Dârü'l-mesâî" adlı bir hayır cemiyetine bağışlanmıştır.
Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasının ardından Büyük Millet Meclisi'nin aldığı seçim kararı üzerine, yeniden teşekkül eden ikinci dönemde muhalefet grubuna mensup diğer millet vekilleri gibi Mehmed Akif de aday gösterilmedi.
Ekim 1923'te Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine Mısır'a giden Akif'in bu daveti kabulünde, kazanılan Millî Mücadele'den sonra ümit ettiği İslâm birliği ve bu birlikte Türkiye'nin önemli rol oynaması idealinin gerçekleşememesinin doğurduğu hayal kırıklığının büyük tesiri olmuştur. İki yıl kışları Mısır'da geçirip yazları Türkiye'ye döndüyse de 1928'in sonundan itibaren sürekli Mısır'da kaldı. Bunda da hak kazandığı emekli maaşının bağlanmamasından doğan geçim sıkıntısı ve hükümetin muhalif kabul ettiği birçok fikir ve siyaset adamı arasında kendisinin de polis takibine alınmasının ağırına gitmiş olması önemli rol oynamıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki bütçe müzakereleri sırasında alınan bir karar üzerine (21 Şubat 1925) Diyanet İşleri Reisliği, Kur'ân-ı Kerîm'in tefsiri için Elmalılı Muhammed Hamdi'ye, tercümesi için de Mehmed Akif'e teklifte bulundu. Akif, yapılacak çalışmanın dinî ve ilmî sorumluluğunu düşünerek, uzun bir tereddütten sonra tercüme yerine meal denilmesi ve Elmalılı M. Hamdi'nin hazırlayacağı tefsirle birlikte basılması şartıyla teklifi kabul etti. 1926-1929 yılları arasında yoğun bir mesai sarfedip tercümeyi bitirdiyse de vefatına kadar üzerinde çalışmaya devam etti. Ancak ezanın kanun zoruyla Türkçe okutulduğu o yıllarda, namazların da devlet zoruyla Kur'an'ın Türkçe tercümesiyle kıldırılacağı endişesini taşıdığından, yaptığı anlaşmayı feshedip avans olarak aldığı bir miktar parayı geri verdi ve çalışmasını teslim etmedi.
Mehmed Akif'in Mısır yıllarında Kur'an mealinden sonraki en önemli meşguliyeti, Kahire'deki el-Câmiatü'l-Mısriyye'nin Edebiyat Fakültesi'nde Türk dili ve edebiyatı dersleri vermesi oldu (1929-1936).
1935'te rahatsızlanan Mehmed Akif, hava değişimi için bir aylığına Lübnan'a ve o sırada Fransız idaresinde bulunan Antakya'ya gitti. Hastalığının ağırlaşması üzerine 17 Haziran 1936'da İstanbul'a döndü. Nişantaşı Sağlık Yurdu'nda tedavi gördü. Said Halim Paşa'nın Alemdağ'daki Baltacı Çiftliği'nde oğlu Prens Halim tarafından misafir edildi. Son günlerini de aynı ailenin Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanında kendisine ayırdığı dairede geçirdi ve orada vefat etti (27 Aralık 1936).
Resmî şahıs ve makamların ilgi göstermediği İstiklâl Marşı şairinin cenazesi, Beyazıt Camii'nden üniversite gençliğinin ve halkın katıldığı büyük bir cemaatle Edirnekapı Mezarlığı'nda dostu Babanzâde Ahmed Naim'in kabrinin yanında toprağa verildi. 1960 yılındaki yol inşaatı sebebiyle her iki mezar Süleyman Nazif'in kabriyle birlikte Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mehmed Akif yılı olarak ilân edilen vefatının ellinci senesinde (1986) Kültür Bakanlığı tarafından kabrinin üzerine yeni bir lahit yaptırıldı.
Eserleri
Safahat. Mehmed Akif in sağlığında yedi ayrı kitap halinde bazıları birkaç defa basılan, ölümünden sonra tek cilt olarak yayımlanan ve tamamı aruzla yazılmış 11.240 mısralık 108 manzumeden ibaret külliyatının genel adıdır. Birinci kitabın dışında diğerlerinin ayrıca birer adı da bulunmaktadır,
Mehmed Âkifin gerek 1908'den önce gençlik devrinde gerek sonraki yıllarda yazdığı, ancak Safahat'a almadığı, kendi ifadesiyle "Safahat hacminde" şiirleri olduğu bilinmektedir. Önemli bir kısmını bizzat kendisinin yok ettiği bu şiirlerden, devrin dergilerinde ve dostlarına yazdığı mektuplarda kalmış veya bazı kişilerin hatıralarıyla ortaya çıkmış olanları birkaç bin mısraı bulmaktadır. Bunların önemli bir kısmı M. Ertuğrul Düzdağ'ın hazırladığı Safahat neşirlerine eklenmiştir.
Tefsirler. Mehmed Akif'in on sekizi manzum olan ve Safahat'a alınmış bulunan elli yedi tefsir yazısının tamamı Sebîlürreşad'ın 183. sayısından itibaren muhtelif nüshalarında "Tefsîr-i Şerif" başlığı altında yayımlanmıştır. Bunlar, dönemin güncel meseleleriyle ilgili âyetlerin ele alındığı yazılardan meydana gelmektedir.
Makaleler. Mehmed Akif'in cemiyet, edebiyat ve fikir bahisleri etrafında makale, sohbet ve hâtıra şeklinde kaleme alıp Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd'da "Hasbihal". "Edebiyat Bahisleri", "Eski Hâtıralar", Letâif-i Arab'dan" başlıkları altında neşrettiği elli yazıdan ibaret olup Abdülkerim ve Nuran Abdülkadiroğlu tarafından Mehmed Akif Ersoy'un Makaleleri adıyla yayımlanmıştır (Ankara 1987).
Halen elli kadar mektubu neşredilmiş olan Akif'in birkaç yüz mektubunun daha özel ellerde bulunduğu tahmin edilmektedir.
Ayrıca, Müslüman Kadını (İstanbul 1972), İslâmlaşmak (İstanbul 1337), İslâm'da Teşkîiât-ı Siyâsiyye, İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler (İstanbul 2003), Anglikan Kilisesine Cevap (Ankara 1974) gibi tercümeleri de vardır.
Mehmed Akif in bütün eserleri İsmail Hakkı Şengüler tarafından yayıma hazırlanmış ve son tashihleri M. Ertuğrul Düzdağ eliyle yapılarak on ciltlik Mehmed Akif Külliyatı içinde toplanmıştır. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Mehmed Akif Ersoy md.)
İlave bilgi için tıklayınız:
Mehmet Akif Ersoy'un, Abdulhamit Han hakkında uygun olmayan ifadeler kullandığı doğru mudur?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Milli Mücadele'de sufilerin rolü hakkında bilgi verir misiniz?
- Mehmet Akif’in “Sen bize yangın veriyorsun! ‘Yandık!’ diyoruz…/ Boğmaya kan gönderiyorsun!” gibi dizeleri nasıl anlaşılmalıdır?
- Âdemin Torunları İslâmî Açıdan Irkçılık ve Milliyetçilik Konularına Genel Bir Bakış
- Selahaddin Eyyubi Türk müdür, Kürt müdür; hayatı ile ilgili bilgi verir misiniz?
- Mehmet Akif'in şiirlerinde isyan var mıdır?
- İskilipli Atıf Hoca'nın hayatını anlatır mısınız?
- İskilipli Atıf Hoca'nın hayatını anlatır mısınız?
- Mehmet Akif Ersoy'un, Abdulhamit Han hakkında uygun olmayan ifadeler kullandığı doğru mudur?
- Peygamberimiz'in gençliğe verdiği önem hakkında bilgi verir misiniz?
- Mehmet Akif'in "Çanakkale" adlı şiirindeki "Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi." ifadesi, sahabelerin makamı ile bağdaşır mı?
Yorumlar
Teşekkur ederiz Efendim...!