Maide suresi 33. ayetle ilgili Muhammed Esed’in dipnotu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tarih: 02.08.2014 - 09:02 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İlgili ayetin meali ve Muhammed Esed’in dipnot şeklinde yaptığı açıklamalar şöyle:

(33. ayet Allah'a ve Elçisi'ne(43) karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi(44) yahut yeryüzünden [tamamiyle] sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir.(45) Öteki dünyada ise [daha] korkunç bir azap bekler onları.

Dipnotlar: 43 “Elçi” terimi, bu bağlamda cins ismi olarak kullanılmıştır. “Allah'a ve Elçisi'ne savaş açmak” ile, başka insanların Allah inancını sarsmaya ve yıkmaya yönelik bilinçli davranışlarının yanısıra Allah'ın koyduğu ve bütün elçilerinin açıkladığı ahlakî ilkelere düşmanca bir muhalefet ve onların kasıtlı olarak gözardı edilmesi anlatılmaktadır.

44 Çoğu zaman klasik Arapça'da “birinin elini ve ayağını kesmek” deyimi, “birinin gücünü yok etmek” ile eş anlamlıdır ve burada da muhtemelen bu anlamda kullanılmıştır. Alternatif olarak, hem fiziksel hem de mecazî anlamda “mefluç/kötürüm hale getirilme”yi gösteriyor olabilir -tıpkı “asılma” ibaresinin “işkenceyle/azap çektirerek öldürülme” anlamında (mecazî) kullanımındaki gibi. Min hilâf deyimi, -ki genellikle “çapraz olarak” şeklinde çevrilir- halefehû (“onunla anlaşmazlığa düştü” yahut “ona muhalefet etti” veya “ona aykırı şekilde davrandı”) fiilinden türetilmiştir: Sonuç olarak, min hilâf'ın öncelikli anlamı, “döneklikleri” veya “sapkınlıkları yüzünden”dir.

45 Klasik müfessirlerin çoğunluğu, bu pasajı bir şer‘î hüküm olarak değerlendirir ve bu nedenle şöyle yorumlarlar: “Allah'a ve Elçisi'ne savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayanların cezası, onların öldürülmeleri, yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut yeryüzünden sürülmeleri olacaktır: bu, onların bu dünyadaki zilletleridir.” Ancak metin, aşağıdaki sebeplerle, bu yorumu teyid etmemektedir:

(a) Bu cümlede geçen dört edilgen fiil -“öldürülme”, “asılma”, “kesilme” ve “sürülme”- geniş zaman kipindedirler ve bu şekilde iken gelecek zaman veya emir halini ifade etmezler.

(b) Yukattelû formu, sadece “onlar öldürülüyor” yahut (müfessirlerin yaptığı gibi) “onlar öldürülecek” anlamlarını ifade etmez; tersine -Arap gramerinin temel bir kuralı gereğince- “onların büyük kısmı öldürülüyor” anlamını gösterir; aynı şey yusallebû (“pek çoğu asılıyor”) ve tukatta‘a (“büyük kısmının kesilmesi”) fiilleri için de geçerlidir. Şimdi eğer bunların “emredilmiş cezalar” olduğuna inanırsak, bu, “Allah'a ve Peygamberi'ne savaş açanlar”ın -tamamının değil- büyük kısmının bu şekilde cezalandırılması gerektiğini gösterirdi: Ancak bu, İlahî Kanun-Koyucu'ya (Şâri‘) atfedilemeyecek olan bir keyfîlik varsayımıdır. Ayrıca, eğer “Allah'a ve Peygamberi'ne savaş açan” taraf, yalnızca bir kişiyi yahut birkaç kişiyi kapsıyorsa, “büyük kısmı” emri ona veya onlara nasıl uygulanabilir?

(c) Dahası, yukarıdaki ayet şer‘î bir hüküm olarak alınacaksa, “onlar yeryüzünden sürüleceklerdir” ibaresinin anlamı ne olabilir? Bu nokta, gerçekten müfessirleri büyük ölçüde şaşırtmıştır. Onların bir kısmı, mütecavizlerin “[İslam] topraklarından çıkarılmaları” gerektiğini düşünmüşlerdir: ama Kur’an'da “yeryüzü” (arz) teriminin böyle sınırlı bir anlamda kullanıldığının örneği yoktur. Diğerleri de, suçluların, “yeryüzünden çıkarılmaları” anlamına gelecek bir yeraltı zindanına hapsedilmeleri gerektiği görüşündedirler.

(d) Son olarak -ve yukarıdaki ayetin bir “şer‘î emir” şeklinde yorumlanmasına karşı en güçlü itiraz olarak- Kur’an, kitlesel asılmaya ve kitlesel imhaya işaret eden tamamen aynı ifadeleri (ama bu defa geleceğe yönelik kesin bir niyet ile) Firavun'un ağzından müminlere karşı bir tehdit olarak nakleder (bkz. 7:124, 20:71 ve 26:49). Firavun, Kur’an'da her zaman kötülüğün ve Allah'ı inkarın tipik örneği olarak tanımlandığından, aynı Kur’an'ın başka bir yerde “Allah'ın düşmanı” olarak vasıflandırdığı bir kişiye izafe ettiği ifadelerin aynısı ile bir ilahî kanunu yürürlüğe koyması düşünülemez. Kısaca, müfessirlerin yukarıdaki ayeti “şer‘î bir hüküm” olarak yorumlama gayretleri, bunu iddia eden isimler ne kadar büyük/saygın olursa olsun, kesinlikle reddedilmelidir. Diğer taraftan, ayeti -okunması gerektiği gibi- geniş zaman kipinde okursak gerçekten ikna edici bir yorum hemen kendini ortaya koyar: çünkü, bu şekilde okunduğunda ayet, hemen bir durum tesbiti olarak kendini gösterir -“Allah'a karşı savaş açanlar”ın hak ettikleri cezanın kaçınılmazlığının bir ifadesi. Onların ahlakî yükümlülüklere düşmanlıkları, bütün dinî/manevî değerlerini kaybetmelerine yol açar; ve sonuçta düştükleri uyumsuzluk ve “sapıklık”, aralarında dünyevî kazanç ve güç uğruna hiç bitmeyen bir çatışmayı teşvik eder; birbirlerinden çok sayıda insan öldürürler ve birbirlerine büyük ölçüde işkence eder ve sakat bırakırlar ve sonuçta bütün bir toplum silinip gider veya Kur’an'ın belirttiği gibi, “yeryüzünden sürülürler.” Sadece bu yorum, ayette geçen bütün ifadeleri tam anlamıyla dikkate almaktadır -aşırı şiddet fiilleriyle bağlantılı “büyük kısmı” kaydı, “yeryüzünden sürülme” ifadesi ve, son olarak, bu dehşetin “Allah düşmanı” Firavun tarafından kullanılan terimlerle ifade edilmiş olması.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soruda geçen konuları ve cevaplarını soru-cevap şeklinde cevaplamaya çalışacağız:

Soru:

33. ayet Allah'a ve Elçisi'ne(43) karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi(44) yahut yeryüzünden [tamamiyle] sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir.(45) Öteki dünyada ise [daha] korkunç bir azap bekler onları.

Dipnotlar:

43 “Elçi” terimi, bu bağlamda cins ismi olarak kullanılmıştır. “Allah'a ve Elçisi'ne savaş açmak” ile, başka insanların Allah inancını sarsmaya ve yıkmaya yönelik bilinçli davranışlarının yanısıra, Allah'ın koyduğu ve bütün elçilerinin açıkladığı ahlakî ilkelere düşmanca bir muhalefet ve onların kasıtlı olarak gözardı edilmesi anlatılmaktadır.

Cevap:

Bu ayette “elçi” kelimesinin yalnız Hz. Muhammed’i değil de bütün peygamberleri içerdiğini söylemek çok indi ve de diğer semavi dinleri de İslam dini ile aynı kefeye koymaya yönelik bir çabadır. Halbuki esas kural şudur: Kur’an’da başka bir peygambere ait olduğunu gösteren bir karine / alamet olmadığı sürece, kullanılan bütün “resul” sözcükleri Hz. Muhammed (asm)’i gösterdiği kabul edilir. 

- Eğer M. Esed’in dediği gibi, bütün peygamberler kastedilseydi, bunu “rusül” şeklinde çuğul olarak kullanılması icabederdi. Nitekim bundan önceki ayette “Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi.” mealindeki ifadede “peygamberler” için “rusül” kelimesi çoğul şeklinde kullanılmıştır. 

- Bu sebeple, başka bir karinenin olmadığı bu ayette yer alan “onun elçisi” ifadesini, “onun elçileri” şeklinde anlamaya çalışmak delilden yoksun bir iddiadır. 

Soru:

44 Çoğu zaman klasik Arapça'da “birinin elini ve ayağını kesmek” deyimi, “birinin gücünü yok etmek” ile eş anlamlıdır ve burada da muhtemelen bu anlamda kullanılmıştır. Alternatif olarak, hem fiziksel hem de mecazî anlamda “mefluç / kötürüm hale getirilme”yi gösteriyor olabilir -tıpkı “asılma” ibaresinin “işkenceyle / azap çektirerek öldürülme” anlamında (mecazî) kullanımındaki gibi. Min hilâf deyimi, -ki genellikle “çapraz olarak” şeklinde çevrilir- halefehû (“onunla anlaşmazlığa düştü” yahut “ona muhalefet etti” veya “ona aykırı şekilde davrandı”) fiilinden türetilmiştir: Sonuç olarak, min hilâf'ın öncelikli anlamı, “döneklikleri” veya “sapkınlıkları yüzünden”dir.

Cevap:

Ayette yer alan “min hilafin” vasfı “çapraz olarak kesilme” anlamına gelir. Bu vasfın “el ve ayaklarının kesilmesi” ifadesinin hemen ardından zikredilmesi başka ihtimallere yer vermeyecek kadar açıktır. M. Esed’in vermeye çalıştığı mana tamamen yanlıştır. 

Soru:

45 Klasik müfessirlerin çoğunluğu, bu pasajı bir şer‘î hüküm olarak değerlendirir ve bu nedenle şöyle yorumlarlar: “Allah'a ve Elçisi'ne savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayanların cezası, onların öldürülmeleri, yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yahut yeryüzünden sürülmeleri olacaktır: bu, onların bu dünyadaki zilletleridir.” Ancak metin, aşağıdaki sebeplerle, bu yorumu teyid etmemektedir:

(a) Bu cümlede geçen dört edilgen fiil -“öldürülme”, “asılma”, “kesilme” ve “sürülme”- geniş zaman kipindedirler ve bu şekilde iken gelecek zaman veya emir halini ifade etmezler.

Cevap:

Arapça gramerde bütün muzari / gelecek zaman kipleri, daima geniş zamanı ifade eder. Geniş zaman kipi, kural olarak hem şimdiki zaman, hem de gelecek zaman anlamına gelir. Çünkü Arapça lisanında salt gelecek zaman kipi yoktur. Salt gelecek zaman kipi ancak geniş zaman kipi olan fiilin başına “sevfe / sin” harfleri getirilerek yapılır. 

Dolayısıyla M. Esed’in açıklaması tamamen indi bir görüştür, kabul edilemez.

Soru:

(b) Yukattelû formu, sadece “onlar öldürülüyor” yahut (müfessirlerin yaptığı gibi) “onlar öldürülecek” anlamlarını ifade etmez; tersine -Arap gramerinin temel bir kuralı gereğince- “onların büyük kısmı öldürülüyor” anlamını gösterir; aynı şey yusallebû (“pek çoğu asılıyor”) ve tukatta‘a (“büyük kısmının kesilmesi”) fiilleri için de geçerlidir. Şimdi eğer bunların “emredilmiş cezalar” olduğuna inanırsak, bu, “Allah'a ve Peygamberi'ne savaş açanlar”ın -tamamının değil- büyük kısmının bu şekilde cezalandırılması gerektiğini gösterirdi: Ancak bu, İlahî Kanun-Koyucu'ya (Şâri‘) atfedilemeyecek olan bir keyfîlik varsayımıdır. Ayrıca, eğer “Allah'a ve Peygamberi'ne savaş açan” taraf, yalnızca bir kişiyi yahut birkaç kişiyi kapsıyorsa, “büyük kısmı” emri ona veya onlara nasıl uygulanabilir?

Cevap:

Ayette yer alan “yukattelû” formunun “insanların bir kısmı” manasına geldiğine dair hiçbir delil yoktur. Eğer böyle bir boşluk olursa, “kâfirler cehenneme gider” mealindeki ifadeyi de “bir kısım kafirler” demek gerekir ki yanlışlığı ortadadır. Arapça’da böyle bir kurala rastlamak mümkün değildir. 

Kaldı ki böyle bir tahrifatın izah edilecek mantığı da yoktur. Çünkü, öldürülmeyi hakkedenlerden bir kısmının öldürülmesinin hiç bir açıklaması olmaz. Madem hepsi bu cezayı hakketmiş, neden bir kısmına ceza verilmez? Neden sadece bir kısmına ceza verilir?.. Neden bir kısmı torpilli olur da bir kısmı ölür? Bunun mantığı var mı? Söylenenler tamamen yanlıştır..

- Bununla beraber, eğer maksat ayette yer alan “öldürme, asma, el-ayak kesme” gibi farklı cezalara gönderme yapmak ise, bunun açıklaması ayette geçen ve bir taksimi ifade eden “ev” edatı üzerinden yapmak gerekir.

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Allah ve Resulüne savaş açanların, (yol keserek terör eylemi yaparak) yeryüzünü ifsad etmek için koşuşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise onlara başkaca müthiş bir ceza vardır.”(Maide, 5/33).

Bu ayette yer alan cezalar işlenen suçun türüne göredir. Fakihlerin bu konuda farklı görüşleri vardır(bk. Taberi, Razi, Beydavî, İbn Kesir,  ilgili ayetin tefsiri- bu konu Sitemizde de işlenmiştir, bakılabilir).

- Şunu çok net söyleyebiliriz ki, ayette yer alan “yukattelû” fiilinin başında bulunan “en” edatı, at ıf yoluyla  “Yusallebû, Tukattaa, Yünfav” fillerinin başında da yer almaktadır. Fillerin nasb alameti olan sonlarındaki “Nun”un düşmesi bunun delilidir. 

- “En” edatının başında bulunduğu fiillerin mastar şeklini aldığı bilinen bir gramer kuralıdır. Buna göre  ayetin ilgili ifadesi mealen: “Yeryüzünde fesat çıkaranların öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz.” şeklinde olur.

Yani  ilgili fiillerin geniş veya gelecek kiplerinin tartışılmasına bile gerek yoktur. Çünkü bu filler artık birer mastar manasınadır. 

Soru:

(c) Dahası, yukarıdaki ayet şer‘î bir hüküm olarak alınacaksa, “onlar yeryüzünden sürüleceklerdir” ibaresinin anlamı ne olabilir? Bu nokta, gerçekten müfessirleri büyük ölçüde şaşırtmıştır. Onların bir kısmı, mütecavizlerin “[İslam] topraklarından çıkarılmaları” gerektiğini düşünmüşlerdir: ama Kur’an'da “yeryüzü” (arz) teriminin böyle sınırlı bir anlamda kullanıldığının örneği yoktur. Diğerleri de, suçluların, “yeryüzünden çıkarılmaları” anlamına gelecek bir yeraltı zindanına hapsedilmeleri gerektiği görüşündedirler.

Cevap:

“Kur’an'da “yeryüzü” (arz) teriminin böyle sınırlı bir anlamda kullanıldığının örneği yoktur” iddiası bir cehaletin ürünüdür. Zira bunun örnekleri vardır hem de çok açık olarak vardır.

Mesela: Rum suresinde yer alan “Rumlar yakın bir yerde mağlub oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler” (mealindeki ifadede yer alan “yakın bir yer” terimini bütün yeryüzüne hamletmek için deli olmak lazımdır. Bu sebeple buradaki “yakın yer/arz”dan maksat “Arapların yeri / Hicaz bölgesi”dir(Razi). “Bizans yeri” veya “Fars yeri” ihtimallerini de nazara alsak, yine de belli bir bölgedir ki “yer/arz” terimi sınırlandırılmış olmak zorundadır. Aksi takdirde “yakın dünya” demek gerekir ki saçmalığı ortadadır.

Demek ki “yerden nefiy/sürgün etmek” demek, söz konusu kişilerin bulunduğu yerden başka bir bölgeye sürgün edilmesi demektir. Bu uygulama bilinen bir realitedir. Eğer M. Esed’in dediği gibi “yer”den maksat genel ise bu takdirde, “ilgili kimseleri dünyadan sürgün etmek” manasına gelir ki, bu da öldürmek/idam etmek demektir. Halbuki ayetin ilk fiili olan “yukattelû” fiili zaten bunu öngörmektedir. Tekrara ne lüzum var. 

Soru:

(d) Son olarak -ve yukarıdaki ayetin bir “şer‘î emir” şeklinde yorumlanmasına karşı en güçlü itiraz olarak- Kur’an, kitlesel asılmaya ve kitlesel imhaya işaret eden tamamen aynı ifadeleri (ama bu defa geleceğe yönelik kesin bir niyet ile) Firavun'un ağzından müminlere karşı bir tehdit olarak nakleder (bk. 7:124, 20:71 ve 26:49). Firavun, Kur’an'da her zaman kötülüğün ve Allah'ı inkarın tipik örneği olarak tanımlandığından, aynı Kur’an'ın başka bir yerde “Allah'ın düşmanı” olarak vasıflandırdığı bir kişiye izafe ettiği ifadelerin aynısı ile bir ilahî kanunu yürürlüğe koyması düşünülemez.

Cevap:

Bu yorum tamamen İslam anlayışı dışında kurgulanan İsrailiyat kokusunu veren bir sakat anlayıştır. Evvela ayette “kitlesel imha” diye bir şey yoktur. Çoğul olarak yer alan ifadeler, öncelikle ayetin nüzul sebebi olarak gösterilen bir grup insanın çokluğundan ileri gelmektedir. Bununla beraber, bu ifadeyle üç kişi, hatta iki kişi de kastedilebilir. Çünkü maksat ilgililerin sayısı değil, ilke bazında suç işleyenlerin cezasının belirlenmesidir.  

Soru:

Kısaca, müfessirlerin yukarıdaki ayeti “şer‘î bir hüküm” olarak yorumlama gayretleri, bunu iddia eden isimler ne kadar büyük/saygın olursa olsun, kesinlikle reddedilmelidir. Diğer taraftan, ayeti -okunması gerektiği gibi- geniş zaman kipinde okursak gerçekten ikna edici bir yorum hemen kendini ortaya koyar: çünkü, bu şekilde okunduğunda ayet, hemen bir durum tesbiti olarak kendini gösterir -“Allah'a karşı savaş açanlar”ın hak ettikleri cezanın kaçınılmazlığının bir ifadesi. Onların ahlakî yükümlülüklere düşmanlıkları, bütün dinî/manevî değerlerini kaybetmelerine yol açar; ve sonuçta düştükleri uyumsuzluk ve “sapıklık”, aralarında dünyevî kazanç ve güç uğruna hiç bitmeyen bir çatışmayı teşvik eder; birbirlerinden çok sayıda insan öldürürler ve birbirlerine büyük ölçüde işkence eder ve sakat bırakırlar ve sonuçta bütün bir toplum silinip gider veya Kur’an'ın belirttiği gibi, “yeryüzünden sürülürler.” Sadece bu yorum, ayette geçen bütün ifadeleri tam anlamıyla dikkate almaktadır -aşırı şiddet fiilleriyle bağlantılı “büyük kısmı” kaydı, “yeryüzünden sürülme” ifadesi ve, son olarak, bu dehşetin “Allah düşmanı” Firavun tarafından kullanılan terimlerle ifade edilmiş olması.

Cevap:

Bütün müfessirlerin yanlış anladığını söyleme cüretini göstermek bir küstahlık olduğu gibi, İslam’ın cezaî müeyyidelerini bir intikam aracı, bir güç gösterisi gibi göstermek ve en büyük İslam alimlerini reddetmekten çekinmemek ayrı bir psikolojik rahatsızlığın sonucudur.  

İlave bilgi için tıklayınız:

Maide suresi 33. ayeti açıklayabilir misiniz? Ayette geçen, Allah ve ...

Kur'an, hırsızlık yapanların ve Maide 33'te geçen şeyleri yapanların ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun