Kuran'ın Tanrısı tuzak kurar mı?

Tarih: 20.04.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bazı ayetleri bahane ederek, bu iddiaları yapanlara nasıl cevap vermeliyiz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Türkçe’de “tuzak, hîle” olarak tercüme edilen kelimenin Arapça aslı “MKR”dir. “Mekr-i ilahî” kavramı meşhurdur. Konuyu açıklarken -yanlış ifadeden sakınmak için- Kur’an’ın terminolojisini kullanmayı tercih edeceğiz. MEKİR, sözlük anlamı itibariyle bir kimseyi bir hîleyle hedefinden saptırmak demektir.

“MKR” sözcüğünün iki yansıması vardır: Birincisi, övgüye değer olan güzel MEKİR;  ikincisi, yergiye değer olan kötü MEKİR.

Güzel olan “Mekir”;  güzel bir sonuca ulaşmaya yönelik olarak yapılan MEKİRdir. Mekke’de Hz. Peygamber (a.s.m)’i öldürmeye karar veren kâfirlerin bu kurmak istedikleri tuzaklarını, elçisine haber verip aynı gecede onu Mekke’den hicret etmesini sağlayan Allah, bu olayı -meal olarak- şöyle ifade etmektedir:

“Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar yahut öldürsünler mi yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı. Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 8/30).

İşte burada yer alan Allah’ın MEKRi/tuzağı övgüye değer MEKİR için güzel bir misaldir.(R. İsfahani, Müfredat, MKR maddesi).

Kötü MEKİR için şu ayetleri misal verebiliriz:

“Kendilerini uyaracak bir peygamber geldiği takdirde, milletler içinde, hidâyette en ileri derecede yer alacaklarına dair var güçleri ile yemin ettiler. Ama kendilerine bir peygamber gelip uyarınca bu, onların sadece nefretlerini artırdı. Sebebi ise, dünyada sırf böbürlenip büyüklük taslamak ve bir de kötü bir tuzak kurmak istekleriydi. Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allah’ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın!” (Fatır, 35/42-43).

Semud kavminin, peygamberleri Hz. Salih (as)’i öldürmek için kurdukları tuzak kötü bir tuzak, Allah’ın elçisini kurtarma adına onlara kurduğu tuzak ise güzel bir tuzaktır.(bk. a.g.e.) Aşağıdaki ayette bu iki çeşit tuzağa da yer verilmiştir:

“Allah’a yemin ederek aralarında şöyle anlaştılar: 'Geceleyin ona ve yakınlarına baskın yapıp hepsini öldürür, sonra da sahip çıkan akrabalarına yakınlarının öldürülmesi esnasında orada bulunmadığımızı bildirir ve biz gerçekten doğru söylüyoruz deriz." 

"Onlar bir tuzak kurdular, ama tuzaklarına karşı biz de tuzak kurduk, kendileri farkında olmadan onların tuzaklarını bozduk, onların planlarını altüst ettik.” (Neml, 27/49, 50).

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Allah’ın MEKRi / tuzağı daima -bir yönüyle- güzel olan bir taktiktir. İnsanların kötü tuzaklarını boşa çıkarmak, zalimlerin tuzaklarını başlarına geçirmektir.

İşte hakkında velvele koparılan “Allah’ın kurduğu tuzaklar” ın mahiyeti bundan ibarettir.

Şunu da unutmayalım ki, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın -bizim bildiğimiz manada- tuzak kurmasına ne ihtiyacı var ne de ona tenezzül eder. Fakat, Kur’an insanlara hitap ettiği için onların anladığı dilden konuşması zorunludur. Sadece o gün değil, bu gün de insanlar arasında sık sık kullanılan sözcüklerden biri “tuzak kurmak, hile yapmak” gibi manaları çağrıştıran kelimelerdir. Kıyamete kadar devam eden Kur’an’ın evrensel mesajında bu sözcüklere yer verilmesi, muhatapları etkilemeye yönelik stratejik bir üsluptur.

Bu özet haldeki açıklamadan sonra, artık konuyla ilgili ayetlerin her birisine bakabiliriz. Önce itiraza neden olan ayetlerin yapılan meallerini verip, sonra da tam mealleri ile kısa açıklamalarını yapacağız:

1. "... (Allah) onunla birçoğunu saptırır…" (Bakara, 2/26)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise 'Allah böyle misal vermekle ne kastediyor?' derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan (yoldan çıkmışlardan) başkasını şaşırtmaz.” (Bakara, 2/26).

Ayette açıkça ifade edildiği üzere, burada bir kısım kendini bilmez inkârcıların Kur’an’da “sivrisinek”ten misal verilmesini çok basit görmüşler ve bunu Allah’a yakıştıramamışlardır. Tabii ki bu eleştirinin altında yatan asıl sebep, eleştirenlerde Kur’an’a imanlarının olmamasıdır. İşte yüce Allah bu ayetlerde söz konusu kâfirlere cevap vermektedir. Bu cevapta şu noktalara dikkat çekmektedir:

Birincisi: Sivrisinekten söz etmenin sanıldığı gibi bir kusur olmadığının altı çizilmiştir. Gerçekten hiçbir devlet, vatandaşlarının bir kısmını hakir görerek onları yok saymadığı gibi, Allah da bu inkârcıların gözünde çok hakir bir varlık olan  sivrisineği “ilahî devletinin” himayesi dışında görmemiş ve onu yok saymamıştır. Kaldı ki, bu cahillerin bilmediği bir gerçek de şudur ki, sivrisinek Allah’ın çok harika bir sanat eseridir. Sanatça bir filden daha ileri değilse geri de değildir.

İkincisi: Sivrisineğin söz konusu edilmeye değer bir varlık olup olmadığı, kişilerin bakış açısına bağlıdır. Kâfir olanlar taşıdıkları olumsuz bakış açıları sebebiyle hayvanlara hor bakabilir, onları hakir görebilirler. Buna mukabil iman sahibi olanlar her canlının Allah’ın harika bir sanatı olduğunu, sivrisineğin de onlardan biri olarak Allah’ın kitabında yer almaya değer bir ilahî sanat olduğunu düşünürler.

Üçüncüsü: İmtihan için yaratılan insanoğlunun özgür iradesiyle bir tarafı tercih etmesi için, özgür iradesine pranga vurulmaz ve seçim hakkı elinden alınmaz. Bunun için de akla kapı açılır, fakat zorunlu istikamet gösterilmez. Bunun bir sonucu olarak da Kur’an’daki bazı ifadeler iki tarafa çekilmeye müsait bir vaziyettedir. Bazıları aklını kullanarak iman eder, bazıları da aklını kullanarak küfre girer. Ayette meal olarak yer alan “Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir.” ifadesi bu gerçeğin altını çizmiştir.

Dördüncüsü: Allah’ın bazı insanları şaşırtması sebepsiz, durupduruken, herhangi bir kurala bağlı olmaksızın vuku bulan keyfî bir muamele değildir. Aksine, Allah’a karşı isyan etmiş, başkaldırmış, hak yoldan çıkmış fasık kimseler içindir. Ayette -meal olarak- yer alan “ancak bununla fâsıklardan (yoldan çıkmışlardan) başkasını şaşırtmaz” ifadesi bu hakikate işaret etmektedir. Görüldüğü gibi, burada ne bir tuzak, ne de sebepsiz bir  şaşırtma söz konusudur.

2. "...Allah, herkesten daha iyi tuzak kurar." (Al-i İmrân, 3/54)

Açıklaması:

“Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, 'Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?' dedi. Havâriler: 'Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim Müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol. Ya Rabbenâ! İndirdiğin kitaba iman edip Elçinin yolunu tuttuk. Sen de bizi, birliğini ve nebîlerini tanıyan şahitlerle birlikte yaz!' dediler. Öbürleri ise hileler yaptılar. Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür.” (Al-i İmran, 3/52-54).

Bu ayetlerde Hz. İsa (as)’a iman eden havarileri ile onu öldürmek için planlar yapan kimselerin durumuna işaret edilmiştir. “Öbürleri ise hileler yaptılar/tuzaklar kurdular. Allah da onlara tuzak kurdu/Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, herkesten daha iyi tuzak kurar/ Allah hileleri/tuzakları boşa çıkarmakta pek güçlüdür” mealindeki cümlede geçen tuzak/hile sözcüğü Hz. İsa (as)’ı öldürmeye kastedenlerin bu çirkin planlarını anlatmaktadır. “Allah’ın tuzak kurması” nın manası ise, Allah’ın Hz. İsa (as)’ı göklere çıkartarak ölümden kurtarması ve ona tuzak kuranların tuzaklarını boşa çıkarmasıdır. Yani, askerlere onun yerini gösteren kişiyi Hz. İsa (as)’ın kılığına sokarak askerler tarafından -İsa olduğu zannıyla- öldürülmesini sağlamış ve böylece tuzaklarını başlarına geçirmiştir. (bazı rivayetlere göre Hz. İsa (as)’ın yerini askerlere gösteren bir havarî idi.)

3. "Onlara bir kötülük erişirse…De ki: 'Hepsi Allah tarafındandır.' " (Nisa, 4/78-79)

Açıklaması:

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, (hatta eflâke ser çeken) gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.” Onlara bir iyilik ulaşınca 'Bu, Allah’tandır.' derler. Bir fenalık gelince 'Bu, senin (Hz. Muhammed’i kastediyorlar) yüzündendir.' derler. De ki: 'Hepsi de Allah tarafındandır.' Fakat bu adamlara ne oluyor da söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar? Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir. Resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar!” (Nisa, 4/8-79).

Bu ayetlerde iki hususa dikkat çekilmiştir.

Birincisi: Münafıklara verilen cevaptır. Daha önceki ayette savaşa çıkmaktan korktukları ifade edilmiş, burada ise savaşlarda elde edilen ganimetlerin (Hz. Muhammed sayesinde olduğu fikrini bertaraf etmek için) Allah tarafından kendilerine ihsan edildiğini, ölüm, yaralı ve benzeri üzücü olaylar olduğunda ise Hz. Peygamber (asm) yüzünden olduğunu söylüyorlardı. Allah bunların bu cahilce iddialarına karşı “yaratma” noktasını nazara vererek cevap vermiştir. “De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.” Yani hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah’tır.

İkincisi: Yaratma noktasında değil de, sebepler noktasından konuya analiz getirilmiş ve “Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.” denilmiştir. Yani, Allah tarafından insanlara gelen her iyilik gerçek manada Allah’ın bir lütfudur. Çünkü, yapılan bütün nimetlerin yaratıcısı sadece Allah’tır. İnsanın bütün iyi davranışları daha önce kendisine verilen nimetlerin bir sonucudur; gelecek iyiliklerin bir mukaddimesi, bir vesilesi değildir. Buna mukabil, insanların başına gelen bir fenalığın müsebbibi insanın ta kendisidir, yaptığı kötülüklerle bu belaların gelmesi hususunda âdil kadere fetva vermiştir.

Görüldüğü  gibi felsefî boyutu çok derin olan bir meseleyle karşı karşıyayız. Kur’an’ın bu pek derin meselelerini basit zihinlerine sıkıştırmayanlar olursa, onun faturasını Allah’a kesmeye çalışmak gerçekten büyük bir cürettir.

4. "... Allah o kalblerin üzerini mühürlemiştir..." (Nisa, 4/155)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve 'Kalplerimiz perdelidir.' demeleri sebebiyle Allah kalplerini mühürledi de artık onlar pek az inanırlar.” (Nisa, 4/155).

Görüldüğü gibi, bir kısım Yahudilerin durumunu tasvir eden bu ayet son derece açıktır. Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere Allah’ın elçilerini öldürüyorlar ve bunları yaparken de -Allah’ın mesajını alaya alarak- “kalplerimiz perdelidir, bunları anlamaya müsait değil" diyorlar... Allah da bunlara ceza veriyor ve bu cezayı onların inkârlarına gerekçe gösterdikleri şekilde  “kalplerini perdeleyerek/mühürleyerek” veriyor. Çünkü, “ceza ile suç arasındaki münasebet” ne kadar kuvvetli ise adalet o nispette tecelli eder.

Demek ki bu ayette anlatılanlardan anlaşılan şudur ki, Allah rastgele insanların kalplerini mühürlememiştir. Bilakis, bir çok ağır suç işleyen, üstelik peygamberleri öldürmekten sabıkalı olan ve de özgür iradeleriyle kalplerini gerçeklere karşı kapatıp mühürleyen ve bunu gururla anlatan bir kısım fanatik dinsizlerin kalplerini mühürlemiştir.

5. “'Biz Hristiyanız.' diyenlerin…kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık." (Maide, 5/14)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“'Biz Nasraniyiz, Hristiyanız.' diyenlerden de kesin söz aldık. Fakat onlar da kendilerine tebliğ olunan derslerden bir çoğunu unuttular. Bu yüzden biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret bıraktık. Allah onların meslek haline getirdikleri bu işleri bir bir yüzlerine çarpacaktır.” (Maide, 5/14).

Bu ayette söz konusu edilenler Hristiyanlardır. Allah, daha önceki peygamberlerden aldığı sözü Hz. İsa (as)’dan da -ahir zamanda gelecek son peygamber Hz. Muhammed (asm)’e iman edip ona yardım etmeleri için ümmetlerine tavsiyede bulunmaları hususunda- söz almıştır. Hz. İsa (as) bu sözleşmeye bağlı kalarak gerekenleri yapmaları için Hristiyanlara tavsiyede bulunmuştur. Bu konu bazı İncillerde geçmektedir. (İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri). Fakat buna rağmen onlar bu sözleşmeyi önemsemediler, göz ardı ettiler ve zamanla unuttular. Nihayet Hz. Muhammed (asm) peygamber olarak geldiğinde, ona yardım edeceklerine karşı çıktılar. Allah da ceza olarak onların kendi arasında da tutarlı olmadıklarını göstermek için aralarına ihtilaf verdi.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Katolik, Ortodoks, Protestan gibi Hristiyan mezhepleri arasında vuku bulan ihtilaflara sebep olan, bu adamların ta kendileridir. Çünkü bu ihtilaflar, söz konusu mezheplerin farklı görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Onları bu farklı görüşlere iten onların nefislerinden kaynaklanan değişik menfaat, riyaset, makam, mevki sevgisi türü duygularıdır. Yani bu ihtilafların asıl müsebbibi kendileridir. Yalnız bu ayette onlara bir cezanın verildiğini belirtmek için “işin yaratma noktasından” hareketle, sebeplilik cihetine değil, sadece ilahî ceza noktasına dikkat çekilmiştir. Ve bu sosyolojik vakanın olmasında, bu cezanın verilmesinde onların Hz. Muhammed (asm)’e karşı gösterdikleri olumsuz tavrın büyük bir payı olduğunun altı çizilmiştir.

6. "...Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir..." (Maide, 5/41) 

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla 'İman ettik.' diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin. Zira onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler. Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. 'Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse onu kabul etmekten geri durun.' derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezadır.” (Maide, 5/41) 

Ayette -imtihanın gereği olarak- insanların özgür cüzî iradeleri ile Allah’ın küllî iradesinin karşılaştırılması söz konusudur. "İman, kulun özgür iradesini kullanarak gereken adımları attıktan sonra Allah tarafından kalbine bırakılan bir nur.” olarak tarif edilir.

Buna göre, önce insanlar akıllarını, özgür iradelerini kullanarak Allah’a, Allah’ın vahiy olarak gönderdiği mesajlarına iman etmek için ellerinden gelen gayreti gösterecekler, ardından da Allah küllî iradesini devreye sokarak onların kalplerini bu gerçeklere açacak ve anlama kabiliyetini lütfedecektir. Nefsanî arzuları uğruna bu prensibi ayakları altına alanlar işin sonucuna katlanmak durumundadır.

İşte ayette söz konusu edilen durum bundan ibarettir. Münafıklar ile fanatik Yahudiler Hz. Muhammed (a.s.m)’e karşı olmadık hıyanet sergiliyorlar. Gönülden ona iman etmedikleri halde dilleriyle yalandan iman ettiklerini söylerler. Hz. Muhammed (asm) ve İslam dini hakkındaki düşmanlıklarını kusmak için sağa sola, “Eğer Muhammed tarafından size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse onu kabul etmekten geri durun” derler. Yani devletin kanunlarını kendi heva ve heveslerine göre kabul edip veya etmemek gibi anarşist bir tavır içine giriyorlar, devletin otoritesini sarsmaya çalışıyorlar.

Bu fitnecilerin hıyanetlerine çok üzülen elçisine teselli vermek adına, Allah’ın bu ayette veciz olarak ifade buyurduğu gerçekleri şöyle anlayabiliriz: “Resulum! Sen bunların yaptıklarına üzülme! Bunların kalpleri bozuktur, gerçekleri algılayacak kabiliyette değildir. Eğer ben isteseydim onların kalplerini temizleyip arındırırdım. Bu benim kudretimin dışında bir şey değil. Fakat onlara ceza olarak kalplerini temizlemek istemedim. Madem onlar bilerek inadî küfür ve münafıklıkla kalplerini kirletip karartmışlardır, varsın öyle devam etsinler... Elbet bunun cezasını çekeceklerdir.” 

7. "Yahudiler…Biz onların aralarına…düşmanlık ve kin atmışızdır." (Maide, 5/64)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Yahudiler: 'Allah’ın eli bağlıdır.' dediler. Hay kendi elleri bağlanasıcalar! Hay dediklerinden dolayı mel’ûn olası adamlar! Hayır, hiç de öyle değil! Allah’ın iki eli de açıktır. Dilediği şekilde infak eder. Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve gâvurluğunu artıracaktır. Bununla beraber, biz onların aralarına, kıyamete kadar sürüp gidecek bir kin ve nefret bıraktık. Her ne zaman onlar savaş çıkarmak için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü. Sırf fesat çıkarmak için dünyanın her tarafında koşup dururlar. Allah müfsitleri sevmez.” (Maide, 5/64)

Hristiyanlarla ilgili açıklamalar, burada durumları tasvir edilen Yahudiler için de geçerlidir.

Aralarında var olan düşmanlığın asıl müsebbibi -Allah’ın emirlerini bırakıp- kendi nefsanî arzularının peşine takılmalarıdır.

Fakat ayette meselenin ceza yönü ön plana çıkarılmıştır. Çünkü, yaptıkları bunca suçların cezasız kalması halinde ilahî adaleti gölgelerdi. Başka insanlara da ders olsun diye suçları sayılmış ve -onların sosyolojik olarak meydana gelmesini zorunlu kıldıkları davranışlarının detaylarına yer verilmeden- hakkettikleri cezaya dikkat çekilmiştir.

İşte suçlar: “Allah’ın eli bağlıdır” diyerek Onu cimrilikle suçlamaları... Hz. Muhammed (asm)’e indirilen Allah’ın vahyi karşısında bütün bütün azgınlık göstermeleri... Dünya barışını baltalayarak sürekli savaş çıkarmaya çalışmaları... Yeryüzünde işleri güçleri fitne fesat çıkarmaları...

İşte Allah da insanlık camiası için kurdukları tuzakları kendi başlarına geçirmiş; insanları birbirine düşman yapmaya çalışmaları yüzünden -ceza olarak- onların kendi aralarındaki kavgalarına izin vermiş, onları kendi -o kavgalı- hallerine terk etmiştir.

8. "...Allah tuzak kuranların en iyisidir." (Enfal, 8/30)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar yahut öldürsünler mi yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı. Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 8/30). 

Daha önce -giriş kısmında- ifade edildiği üzere, Kur’an’da “Allah’ın tuzak kurması” manasına gelen ifadeler, Onun planlanan tuzakları boşa çıkarması demektir. Bütün tefsirciler bunu böyle anlamışlardır. Bizim anladığımız manada gizli tuzaklar kurmak, gizli planlar çevirmek karşı taraftan çekinen kimselerin ona fark ettirmeden aleyhlerine bir şeyler yapma gayretidir. Halbuki, bir anda bütün kâinatı yok edebilecek kudret ve kuvvete sahip olan Allah’ın gizli tuzak kurmasına ne ihtiyacı var ki? O halde bu ifade insanların anlayabileceği bir konuşma sitili içerisinde vurgulanmış bir üsluptur. Allah’ı tanıyan ve Kur’an’ın üslubuna aşina olan hiçbir kimse bu inceliği anlamakta zorlanmaz. Tuzak kurmak çirkin olduğu gibi, tuzağı boşa çıkartmak da o kadar güzeldir.  

Kur’an’ın kullandığı terminolojiyle. Güzel olan “Mekir/tuzak”,  güzel bir sonuca ulaşmaya yönelik olarak yapılan MEKİRdir. Mekke’de Hz. Peygamber (a.s.m)’i öldürmeye karar veren kâfirlerin kurmak istedikleri bu tuzaklarını, elçisine haber verip aynı gecede onu Mekke’den hicret etmesini sağlayan Allah, bu olayı -meal olarak- şöyle ifade etmektedir: “Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar, yahut öldürsünler mi, yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı. Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”(Enfal, 8/30). İşte burada yer alan Allah’ın MEKRi/tuzağı güzeller güzeli bir tuzaktır.

9. "...Ben, cehennemi hep cinlerden ve insanlardan dolduracağım!.." (Hud, 11/119)

Açıklaması:

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları hakta ittifak eden bir tek ümmet yapardı. Fakat o bunu irade etmediğinden ittifak etmemişlerdir ve işte böylece ihtilaf eder vaziyette devam edeceklerdir. Ancak Rabbinin lütfederek hakta birleşmeyi nasib ettiği kimseler bunun dışındadır. Esasen O, insanları bunun için yaratmıştır. Böylece, Rabbinin 'Ben cehennemi, bütün cin ve insanlardan müstehak olanlarla dolduracağım.' sözü gerçekleşecektir.” (Hud, 11/118-119).

Bu ayette söz konusu edilen husus, bir kader konusudur. Kader ise Allah’ın ilminin bir nevidir. İlim sıfatı ise yaptırım gücü olmayan bir özelliktir. Bunun manası şudur: Allah her şeyi nasıl olacaksa onu bütün detaylarıyla önceden bilir. Zaten sonsuz ilim demek, her şeyi kuşatan ilim demektir. Her şeyi kuşatan ilmin içerisine cehaletin girmesine imkân yoktur.

İşte bu ayette, insanların -özgür iradeleriyle- hangi yolu takip edeceklerini, takip ettikleri yolun sonunda cennete mi cehenneme mi varacaklarını, Allah’ın ezelî ilmiyle bildiği ifade edilmektedir. Burada kesinlikle bir zorlama söz konusu değildir. Hiçbir hukukî ve de ahlakî bir kriter olmaksızın, adeta kura torbasından çıkacak gibi bir rastlantı sonunda bazılarının cennete, bazılarının cehenneme gideceği bir tablonun olmadığına en büyük delil, kâinat çapında bütün varlıkları, gereken dengeleri gözeten harika bir düzen içerisinde yaratması, indirdiği semavî mesajlarında adaleti ders vermesi, zalimleri asla sevmediğini ifade etmesi ve sonsuz kudret sahibi olarak haksızlık etmeye hiçbir ihtiyacının olmaması gibi gerçeklerdir.

10. "Allah…dilediğini saptırır, dilediğini…" (Nahl, 16/93)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Allah dileseydi sizin hepinizi bir tek ümmet yapardı. Lakin o, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Şu kesin ki sizler bütün yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz.” (Nahl, 16/93).

Bu ayetin manası şudur: Eğer Allah dileseydi, bütün insanları İslam dinine zorlar ve hepsini bir tek ümmet yapardı. Fakat bu zorlama, onun özgür iradeye bağlı olarak ortaya koyduğu imtihan sırrına aykırı olduğundan bunu yapmamıştır. Bilakis, insanların özgür iradelerine bağlı olarak ortaya koyduğu performans çerçevesinde, kimini dalalete düşürür, kimini de hidayete erdirir. Çünkü, hidayet ve dalaleti tercih etmek insanın iradesine bağlı olmakla beraber, onları yaratmak Allah’a aittir. Bunun ifade edilmesi, insanların her zaman Allah’a yönelmesini, ona yalvarıp yakarmasını temin etmeye yöneliktir.

Buna göre, bir insan ne kadar ibadet ediyorsa etsin, her zaman şeytanın ve nefsin telkiniyle yanlış yola sapabileceğini ve Allah’ın da kendisini o sapıklıkta bırakabileceğini düşünüp her zaman Allah’ın kapısına iltica etmek zorunda hisseder ve iltica eder. Keza günahkâr olan bir kimse de ne kadar ağır suç işlemiş olursa olsun, yaratmak cihetiyle hidayeti elinde tutan Allah’ın kapısına gidip kendini affettirebileceğini düşünür ve ümitsizlik probleminden kurtulur.

“Şu kesin ki sizler bütün yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz” mealindeki ayetin son cümlesi her şeyin insanoğlunun özgür iradesine bağlı olarak gelişeceği, kapsamlı ilahî adaletin ön gördüğü şekilde cereyan edeceğini göstermektedir. Zira, eğer cebir ve zorlama olsa, sorgulamak âdil olmaz. İman eden herkes Allah’ın zulümden uzak olduğuna inanır ve dolayısıyla bu ayetin ilgili ifadelerini arz ettiğimiz şekilde anlar.

11. "Mutlaka cehennemi cinlerden ve insanlardan…tamamen duracağım!" (Secde, 32/13)

Açıklaması:

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Bir görsen o suçluları, Rablerinin huzurunda, mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken: 'Gördük, işittik ey Rabbimiz! Ne olur bizi dünyaya bir daha gönder! Öyle güzel, makbul işler yaparız ki! Çünkü gerçeği kesin olarak biliyoruz artık! Eğer dileseydik bütün insanlara hidâyet verir, doğru yola koyardık. Lâkin 'Cehennemi cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım.' hükmü kesinleşmiştir.” (Secdee, 32/12-13).

Bu ayetlerde görüldüğü üzere, kıyamet günü pişmanlık duyan ve yeniden dünyaya gönderilmelerini isteyenlere verilen bir cevap söz konusudur. Zalimlere boyun eğdiren o hesap günü, o ceza günü ve o dehşet verici manzara ile karşılaşmamaları için insanlara ciddi bir uyarı yapılmıştır. Cennet ve cehennemin var olduğuna, insanların -öldükten sonra- bu iki yerden başka gidecek yerlerinin olmadığına işaret edilmiştir. Bu konu Allah’ın ezelî ilminde karar altına alınmıştır. Bu sebeple, Allah insanları imtihansız olarak herkese hidayet verip cennete koymayacağını, bilakis, iyilerle kötüleri ayırt etmek, zalimler ile  mazlumlardan kimin ne hakkettiyse, hakkettiklerini vermek için onları imtihana tabi tutmuş olduğunu ve imtihanı kazananları cennete, kazanmayanları ise cehenneme koyacağını vaat etmiştir.

12. "...Size bir kötülük istese, sizi Allah’tan kim korur?" (Ahzab, 33:17)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“De ki: 'Allah size bir felaket dilese, sizi Allah’a karşı korumak kimin haddine düşmüş?' Yahut o size bir rahmet dilese, bunu kim engelleyebilir ki? Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulabilirler.” (Ahzab, 33/17)

Bu ayette çok açık bir surette her şeyin dizgini Allah’ın elinde olduğu, Onun nüfuzu her varlığa geçtiği, her şeyin onun emrini dinleyeceği, iyi veya kötülük namına ne varsa hepsinin yaratıcısının Allah olduğu gerçeğine vurgu yapılmıştır. Bu ifadelerle Allah’tan başka bir ilahın olmadığına, kâinatta O’nun saltanatından başka bir saltanatın bulunmadığına, mülkün yegâne sahibi Allah olduğuna, bu sebeple O’ndan başka kimseye kulluk edilmemesi gerektiğine işaret edilmiştir.

Güneş gibi açık olan bu gerçeklerden ders çıkarıp Allah’a samimi kul olmak dururken, kişiyi çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya getirecek bir yolu takip etmek, anlamak yerine yüzeysel itirazlarda bulunmak gerçekten tuhaftır.

13. "Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten gelirse, ona bir şeytanı sardırırız." (Zuhruf, 43/36)

Açıklaması:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Kim Rahman’ın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur.” (Zuhrüf, 43/36).

Bu ayette sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ı, alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed (asm)’e indirdiği rahmet dolu Kur’an’ı görmezlikten gelen ve adeta kör numarasını yapanlara ceza olarak bir şeytan arkadaş verilir. O şeytan bunların kör numarasını yaparak hakikati görmezlikten gelmelerine mukabil, kendilerini gerçekten görmez hale getiren, kalp gözlerini kör eden bir şeytanın esiri haline gelirler. Çünkü imanlı olanlara melek korumacılık yapar. İman gidince melek koruma görevini bırakır. Korumasız kalan insanı bu defa şeytanlar abluka altına alır. Bu çok önemli bir ders ve bir uyarıdır.

Aslında bir kâfir her zaman Kur’an’ı göz ardı ettiği ve sürekli şeytan tarafından aldatıldığı gibi, bazen de imanlı olan kimseler de bazı zamanlarda Kur’an’ı göz ardı edebiliyor ve onlar da o zaman dilimlerinde şeytana aldanabilirler. Hatta denilebilir ki, küfür gibi, bütün kötülüklerin ve bütün günahların kaynağı da Kur’an’ın göz ardı edildiği vakittir. “Hırsızlık eden kimse o anda gerçek mümin değildir, içki içen kimse o anda gerçek mümin değildir...” manasına gelen hadis-i şeriften -Kur’an’ın göz ardı edilmesinden yararlanarak- kişiye sokulan şeytanın onu bir anlık da olsa imanın zevkinden nasıl uzaklaştırdığına dair işaretini anlamak gerekir.

Bilgisizce değil, ön yargısızca gerçeğe görebilen gönüllere ne kadar da muhtacız...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun