"Kul, zarara düşme korkusuyla zararsız şeyleri dahi terk etmedikçe müttakilerden olamaz." hadisi ne demektir?

Tarih: 29.09.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Müttakiler, zarardan kaçmak için zarara yaklaştıran zararsızlardan da uzak durur. Müttaki insanlar ruhsatlarla değil azimetle hareket ederler. Burada zararsızlardan maksat zarara yakın olan işlerdir.

İmam-ı Azam Hazretleri, bir gün camiye giderken, yol kenarındaki bir çukura göllenmiş yağmur suyundan üzerine az bir miktar bulanık su sıçrar. Derhal çeşmeye koşan Hazret-i İmam, sıçrayan çamuru iyice yıkar ve namaza da ancak bundan sonra gider. Çamurlu suyu yıkamak için gösterdiği heyecan ve telâşı görenler sorarlar:

- "Yâ İmam, siz bize elbiseye sıçrayan necâset, avuç içi kadar bir sahayı kirletmedikçe namazı mâni olmaz." demiştiniz. Halbuki siz necâset şöyle dursun, şer`an temiz sayılan çamurlu suyun ıslattığı yeri bile yıkamadan namaza girmediniz. Sebebi nedir? İmam-ı A`zam şu karşılığı verir:

- Söyledikleriniz doğrudur. Ben başkalarına fetvâ ile amel etmeyi söylerim, ama kendim için daima takvâyı tercih ederim. Fetvâ bakımından elbiseye sıçrayan galiz necâset avuç içi kadar bir sahayı kirletmedikçe namaza mâni olmaz. Lâkin ben, takvâ ile amel ettiğim için üzerime sıçrayan şey, necâset değil, şer`an temiz sayılan çamur da olsa yıkayıp, her türlü lekeden uzak bir elbiseyle namaz kılmak isterim. Nefsim için tercihim budur."

Ayrıca konuya malayani açısından da bakılabilir:

"Kişinin İslâmî güzelliklerinden biri de malayani şeyleri terk etmesidir." (Tirmizî, Zühd 11. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)

Mağazalarda alıcıyla satıcı arasında yapılan kıyasıya pazarlıklar ne kadar ibretlidir!?.. Birisi malının kıymetini bilmektedir, beriki parasının değerini. Her ikisi de bu ticaretten mutlaka kârlı çıkmak için çalışırlar.

Şimdi şu soruyu soralım kendi kendimize: Paramız ve malımız için gösterdiğimiz hassasiyetin binde birini hayatımız, ruhumuz ve aklımız için gösteriyor muyuz? İşte bu büyük sermayelerin boşu boşuna harcanmasına "malayani" deniliyor.

"İki büyük sermaye ziyana uğratılmaktadır: Sıhhat ve boş zaman." (Buhârî, Rikak 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 1; İbni Mâce, Zühd 15)

Malayani, yani kendisiyle hiçbir hedef gözetilmeyen, iş olsun diye, lâf olsun, vakit geçsin, ömür tükensin diye yapılan boş konuşmalar ve faydasız işler ...

Malayaninin en yaygın tarifi, "ne dünyaya ne de ahirete yaramayan şeyler, işler, konuşmalar" şeklindedir. Bu tarif, şu dünyada yaşadığımız sürece bize bir şeyler verir. Ve ömrümüzü ya dünya için, yahut ahiret için faydalı olacak sahalarda geçirmemizi telkin eder. Aslında İslâm'da bu iki saha birbirinden ayrı değildir. Çünkü, İlâhî rızayı esas alan ve meşru dairede, istikamet üzere çalışan bir mümin, dünya işleriyle meşgûl olduğunda da yine ibadet üzeredir ve ahiretine bir şeyler göndermektedir.

Şu var ki, ahirete göçtüğümüz zaman malayaniyi, her halde, biraz daha farklı anlayacağız. O zaman diyeceğiz ki, "Ebedî âleme fayda sağlamayan ve meyveleri sadece dünyada kalan her şey malayanidir."

Nur Külliyatında dünyanın üç yüzü olduğu ifade edilir. Birisi İlâhî isimlere ayna olma yönü, diğeri ahirete tarla olma ciheti, üçüncüsü de dünyanın zevk ve safa, oyun ve eğlence tarafıdır. İşte bu tasnifteki ilk ikiye girmeyen her iş, her faaliyet, her konuşma malayanidir.

Şu var ki, ahiret denilince cennet ve cehennem birlikte düşünülecektir. Eğer bir iş, sadece cennete vesile olmamakla kalmayıp insanı cehenneme sürüklüyorsa, bunu malayani içinde değerlendiremeyiz. Böyle bir iş boş değildir; azap yüklü ve ceza doludur.

Malayani, ahiret namına bir faydası olmayan, ama günah yahut haram da sayılmayan meyvesiz işler demektir.

Nur Külliyatında "malayani" konusu sıkça işlenir ve bu hastalığın tedavisi de şöyle belirtilir:

"Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgûl eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür." (Şuâlar, On Birinci Şua, Dördüncü Mesele)

İnsan kendi nefsiyle sürekli beraberdir. Bu beraberlik kabir âleminde ve ahiret hayatında da devam edecektir. İnsan, cüzi irade ve hürriyet nimetleri sayesinde kendi nefsini dilediği gibi yönlendirebiliyor. Bu en küçük dairede en büyük söz onundur. İstediği yere gitmekte, dilediği işi görmekte, arzu ettiği kitabı okuyabilmektedir. Ama bir sonraki daire için bunu söylemek çok zordur. İnsan, kendi aile fertlerini istediği gibi yönlendirme şansına çoğu zaman sahip olamaz. Çünkü onlar da insandırlar, onların da nefisleri ve cüzi iradeleri vardır. Şeytan onların da peşindedir; dünya, onları da durmadan kendine çağırmaktadır.

İnsanın bu dairede yapabileceği tek şey, doğru ve faydalı olanı, onlara güzel bir şekilde anlatmaktan ibarettir. Şehir dairesinde, insanın tesiri çok daha aşağılara düşer. Bütün şehir halkını istediği yöne sevk etme şansına sahip değildir. Memleket ve bütün bir insanlık âlemi için ise, insanın müessiriyeti sıfıra çok yaklaşır.

Ama, insan, bu geniş dairelerde kendisine düşen vazifenin cüzi olduğunu çok iyi bildiği halde, onların cazibesine kapılır, onlara daha çok önem verir, onlar hakkında çok daha fazla konuşur, yahut kafa yorar. Bu, insan için büyük bir zarardır; ömür sermayesini boş yere harcamaktır. İşte Nur Müellifi, insanın nazarını hayatın ve siyasetin geniş dairelerine çeviren malayani afetine, önemle dikkat çekmekte ve bu derdin devası olan söz konusu Risalenin sıkça okunmasını tavsiye etmektedir.

Bir başka Risalesinde ise, bu afetin vahim neticesini şöyle nazara veriyor:

"Lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler." (Kastamonu Lahikası, 84. Mektup)

İnsanın nefs-i emmaresi, malayaniye yatkındır. Çünkü onda ahiret için bir fayda yoktur. Şeytan da insanı küfür, şirk, günah şıklarından hiçbirine sevk edemediği taktirde, onu malayaniye sevk eder. Nefis ve şeytanın bu ortak arzusuna uyan insan, boş konuşmaları saatlerce dinlemekten zevk alır. Aynı insan ilmî bir eseri okuduğunda, yarım saat sonra sıkılmaya ve yorulmaya başlar.

O halde, doğru olan yol, kötülüğü emreden nefsin aksi istikametidir ve bu yola giren insan, malayaniyi elden geldiğince terk etmek mecburiyetindedir. Ancak böyle yapmakla, güzel ve faydalı sahalarda daha fazla mesafe alabilir.

Malayani konusunda, şu hususun gözden uzak tutulmaması gerekiyor: Hayatın ve siyasetin geniş dairelerinde vazife almış kimselerin, bu konularla derinlemesine ilgilenmeleri, dünyaya çalışmak demektir ve malayani sayılmaz. Ama, dört senede bir defa rey vermekten öte, siyaset dairesine müspet yahut menfi hiçbir tesir gücüne sahip olmayan insanların, dört yıl boyunca bu konuya büyük zaman ayırmaları malayaninin tâ kendisidir.

"Benim ve kardeşlerimin her birimizin yüz derece aklı ve fikri ziyadeleşse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mes'elelere bakmak, bize fuzulî ve malayani olur." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, R.Nur'dan Parlak Fıkralar...)

Bu ifadede geçen "bize" kaydı, bu noktada çok önemlidir. "Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var, başka cereyanlarla alâkam yok." diyen Nur Müellifi, "İman ve Kur'an Hizmeti" olarak özetlediği bu büyük vazifenin dışındaki hâdiselerle ilgilenmeyi, kendisi ve hizmet arkadaşları için, malayani sayar. Ama aynı işler, vazifeli kimseler için malayani olmayabilirler.
"Hikmet müminin yitiği gibidir. Onu nerede bulursa alır." hadis-i şerifinin ışığında, batı insanından malayani konusunda alacağımız birçok dersler olabilir; tıpkı onların, İslâmı yaşayan Müslümanlardan iman, ahlâk, fazilet gibi konularda alacakları nice dersler olduğu gibi.

Konuya ibretli bir misâl olması bakamından, bir arkadaşımızın şu enteresan hatırasını nakletmek isterim: Söz konusu arkadaşımız ihtisas için Amerika'ya gitmiştir. Çalıştığı salonun ayrı bir köşesinde, bir Amerikalı önündeki kitabı dikkatle incelemekte, ara sıra da kahvesini yudumlamaktadır. Odaya yeni gelen kişinin kim olduğuyla ilgilenmez bile. Bizimki fazla dayanamaz ve Amerikalının yanına giderek kendini tanıtır. Birkaç kelam ettikten sonra, biraz konuşmak ve İngilizce'sini de ilerletmek niyetiyle, kendisine şu soruyu sorar: "Kissinger'in çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?"

O yıllarda ABD dışişleri bakanı Kissinger'dir ve bütün Orta Doğu bu ismi ezberlemiştir. Kendisine bir de lakap takılmıştır: "Barış Güvercini". Arap ülkeleriyle İsrail arasında durmadan mekik dokuyan, yer yer Türkiye'ye de gelen bu adamı artık bilmeyenimiz yoktur.

Amerikalı bilim adamının bu soruya verdiği cevap arkadaşımızı hayli şaşırtır: Kissinger kim?

İşte, Amerikanın bugünkü muhteşem seviyeyi yakalamasının altında yatan sırrı, burada aramak gerek. Herkes kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışır ve onun dışındaki hâdiselerle gereksiz yere vakit kaybetmez.

Batı insanının sadece şu kısa dünya hayatı için gösterdiği bu hassasiyetten ders alarak, biz de hem dünyamız hem de ahiretimiz için gereken her türlü çabayı göstermeli, ömür sermayemizi israftan azami ölçüde kaçındırmalıyız.

Boş sözleri ve faydasız işleri hiç olmazsa, asgariye indirmeliyiz.

İlave bilgi için tıklayınız:

MUTTAKİ.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun