Kalbi manevi körlükten canlılığa nasıl götürebiliriz?

Tarih: 11.04.2018 - 01:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah’ı aramak diye bir şey varmış. Bu Allah’ın isimlerinin tecellilerini tefekkür etmekle oluyormuş.
- Şimdi eğer ben kalbim körleşmiş olduğunun farkındayım yani gafletten. Tefekkür gafleti gideriyormuş, fakat ben bunu yapmaya çalıştığım zaman olmuyor .. Kalbi tefekkür için temizleyip hazırlamak mı gerekir önceden?
- Nasıl yapacağız?
- Kısa sürede kalbimizi nasıl canlandırabiliriz?
- Malesef ben bazen yapıyorum oluyor bazen de ne yapsam kalbime girmiyor hissediyorum ve çıldıracak gibi oluyorum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bilebildiğimiz kadarıyla, kalbi canlandırmak Allah’ın rızasına uygun çalışmakla olur. Allah’ın rızası ise kitap ve sünnette yer alan emir ve yasaklara riayet etmekle olur. Allah’ın emirleri yalnız namaz, oruç gibi ibadetlerden ibaret değildir. Tefekkür etmek, aklı kullanmak defalarca vurgulanan bir ilahi emirdir.

Önce, Kur’an’ın ilahi kimliğini gösteren deliller üzerinde tefekkür etmek gerekir.  

“Onlar Kur'an’ı hiç tedebbür / tefekkür etmiyorlar mı, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24)

mealindeki ayette kalp ile tefekkür ilişkisine işaret edilmiş, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna dair delilleri tefekkür etmeyenlerin kalplerinin hak ve hakikate karşı kapalı ve kilitlenmiş olacağına dikkat çekilmiştir.

“(Resulüm!) Sana bu kitabı ayetlerini tefekkür edip düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad, 38/29)

mealindeki ayette ise, hem kalbin hem aklın aktif bir şekilde çalıştırılmasının önemine işaret edilmiştir.

“Bu Kur'an ancak alemler için bir öğüttür.” (Zümer, 39/87)

mealindeki ayette de Kur’an’ın insanlar için bir öğüt olduğu bildirilmiştir. Öğüt almak için bilmek gerekir. Bilmek için okuyup tefekkür etmek gerekir.

“Kur’an’ı tedebbür (Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu gösteren deliller üzerinde derin derin tefekkür) etmiyorlar mı? Eğer Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok sayıda çelişki bulurlardı.” (Nisa, 4/82)

mealindeki ayette ise, kalplerin aktif hale gelmesi için Kur’an’ın semavi kimliği üzerinde derin bir tetkikle tefekkür etmelerinin zorunluluğuna işaret edilmiştir.

- Hz. Peygamber (asm)’in sık sık yaptığı “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dininde sabit kıl! (Tirmizi, Deavat, 89, 124; Kader, 7) şeklindeki duası da kalbin -farklı boyuttaki- değişkenliğine işaret etmektedir.

- Tefekkürle Kur’an’ın ilahi kimliği konusunda olabilen vesveseleri defettikten sonra, kuvvetli bir imanla Kur’an’ın verdiği dersleri anlamak, onları hayatında tatbik etmek çok kolaylaşır.

Şüphesiz Kur’an’ın verdiği derslerin başında iman esasları gelir. Başta Allah’a iman olmak üzere, iman esaslarına kesin bir kanaatle inanan kimsenin, İslam’ın, Kur’an’ın diğer derslerini şevkle, zevkle kabul edip o çizgide hareket eder. Mesela;

“İman edip makbul ve güzel işler yapanları, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Bu, Allah’ın gerçek vadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 4/122)

mealindeki ayette ifade edilen hususlara tereddütsüz inanır. Hilaf-ı hakikat söz söylemek, hakkında muhal olan Allah’ın bu vadlerine inanmakta elbette tereddüt etmez. Bu sebeple de o müjdelere nail olmak için marifetullahta, muhabbetullahta, ibadetullahta, hukukullahta ve hukuku’l-ibadda, bir kuyumcunun hassasiyeti içerisinde davranamaya ve samimi bir kul olarak elinden geleni yapmaya gayret eder.

- Şunu da unutmamak gerekir ki, insanın kalbi her zaman aynı şekilde tepki vermez. Bazen inbisat halinde İslam’ın bütün emir ve yasaklarının tatbikinden büyük bir zevk alır. Bazen de inkıbad halinde, kulluktan sevinç ve memnuniyet duymak yerine, sevinçten uzak hüzünlü bir çığırda oturur. Hatta yapılan kulluk vecibelerinden pek zevk almaz olur.

- Bu iki hal de güzel olabilir. Yani, kalbimizin bazen güzel işlerden -görünürde- gereken zevk almaması da bir imtihan çeşidi olmakla beraber, kulluğun daha yüksek bir mertebesinin sinyali de olabilir.

- Bu gerçeği Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim:

“Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, şekva tarzında dedi: 'Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.' Ben de dedim: Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet bir ehemmiyetli ihsan-ı İlahî; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir, tâ ucb ve gurura girmesin.” (bk. Şualar, s. 317)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun