İslam’ın ırkçı ve anti-feminist olmadığını söyleyebilir misiniz?

Tarih: 01.08.2013 - 01:40 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İslami araştırıyorum, ancak İslam hukukunda Müslüman olmayanlara davranış biçimi bana Nazilerin Âri ırktan olmayanlara davranışlarını hatırlatıyor. Müslüman olmayanlar, Müslüman olanlarla aynı haklara sahip değil. Bu durum kadınlar içinde aynı.

- Bir örnek vermek gerekirse, mahkemede bir Hristiyan’ın veya bir kadının sözü, Müslüman bir erkeğin sözünün yarısına eşit. Bu benim gözümde incitici ve ırkçı bir yaklaşım... 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- İslam dinine “ırkçı” diyen kimse ya İslam dinin doğrularından hiçbir haberi yoktur ya da İslam'a karşı art niyet beslemektedir.

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınız (Allah'tan en çok korkanınız)dır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberi olandır." (Hucurât, 49/13)

ayeti kerimesi ile

“Hiçbir Arabın Arap olmayana, hiçbir Arap olmayanın Araba, hiçbir beyazın siyahîye, hiçbir siyahînin beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva ile/Allah’a karşı gösterilen saygıyladır.” (bk. el-Müsned, Müessesetu’r-Rialse, 1421-2001, 38/474/h. no: 23489)

mealindeki  hadis-i şerif, İslam’ın ırkçılığı nasıl reddettiğini gösteren hakikatin belgesidir.

İslam’ın on beş asır önce kadınlara tanıdığı haklara, Hristiyanlar şu anda da sahip değiller. Fatih İstanbul’u fethedeceği sıralarda Hristiyan papazlar kilisede kadınların insan olup olmadığını, erkekler gibi bir ruha sahip olup olmadığını ciddi ciddi tartışıyorlardı.

İslam’ın daha ilk asrında, ilim, ticaretle uğraşan kadınlar vardı. Hz. Aişe Medine’nin bir müftüsü gibiydi.

Hz. Peygamber (asm) erkeklerden biat aldığı gibi, kadınlardan da biat almıştır. Bu bir nevi seçme hakkıdır. Cemel vakasında bir tarafın komutanı ve âmiri Hz. Aişe idi.

Kur’an’da birkaç sure kadınlarla anılmıştır. Buna mukabil, erkeklerle ilgili bir isim yoktur.

Kur’an’da, kadın haklarının hem de erkek haklarıyla karşılaştırmalı olarak aynı ölçüde ifade edilmesi, genişliği ile birlikte her asırda uygulanabilirliğine imkân sağlamıştır.

Aşağıda meali verilen ayetin ifadesinde bu gerçeği görmekteyiz:

“Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki, erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”(Bakara, 2/228).

İslam şeriatı kadar adil başka bir nizam yoktur. Çünkü, Allah’dan daha âdil daha merhametli kimse olamaz. On dört asırdan beri  onlarca milletlerin içinde bulunduğu toplumdaki adilane icraatı bunun açık göstergesidir.

Saadet asrında Yahudiler ve Hristiyanların İslam’a karşı oldukça eleştirel  bir tutum sergilediklerini tarih kitaplarından olduğu gibi doğrudan Kur’an’dan da öğrenebiliyoruz. Yapılan bütün eleştirilere karşı Kur’an’da şiddete dair bir emir sözkonusu edilmemiş, bilakis ehl-i kitaba karşı en güzel şeklide mücadele edilmesi tavsiye edilmiştir. Kur’an’ın bu emir ve tavsiyeleri doğrultusunda, İslam devletleri tarafından onlara karşı tarih boyunca çok büyük tolerans gösterilmiştir.

Sultan Fatih’in İstanbu’lu fethetmesi esnasında kendi idarecilerinin zulmünden bıkmış Hristiyan halkın -Müslüman olduğunu ve bu sebeple de âdil olduğunu bildiklerinden- onu alkışlamaları, büyük bir sevinçle karşılamaları bunun tartışmasız bir kanıtıdır.

Hz. Ömer’in dillere destan adaletinin, Salahaddin-i Eyyubi’nin düşmanlarına karşı gösterdiği adaletin ötesindeki insan onuruna saygısı ve erdeminin kaynağının İslam dini olmadığını söyleyenin istikamet yolu timarhanedir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Kim gayri müslim bir vatandaşa eziyet ederse, kıyamet günü onun hasmı ben olurum. Ben kimin hasmı olursam, onunla hesaplaşırım.”(Kenzu’l-ummal, h. No: 10909).

Hz. Peygamber(.a.sm)’in gayri müslimlere yönelik bu tavrı, aslında her şeyi anlatmaktadır.

Necran Hristiyanlarından gelen bir heyeti ağırlayan Hz. Peygamber (a.s.m), onların ibadetlerini yapmaları için Mescid-i nebeviyi boşaltmış ve onlara tahsis etmiştir.

Medine dışında baş gösteren bir kıtlık münasebetiyle Medine’ye gelip sığınanlar arasında pek çok gayr-ı Müslim de bulunuyordu. Bütün bunları sahabelerine taksim eden Hz. Peygamber(a.s.m) bizzat evinde-bir süreliğine- misafir ettiği kişi de gayri müslim idi.

Son olarak şunu tekrar etmeliyiz ki, kadınlar yaklaşık her ayın yarısı kadar olağan dışı sayılabilen âdet halini yaşıyorlar. Bu hallerinde farklı bir psikolojik ortama girdikleri bilinen bir gerçektir. Farklı bir psikolojinin meydana getirdiği olumsuzluklardan biri de sinirlilik hali ve unutkanlıktır. Bu konunun bilimsel bir çalışmaya ihtiyacı vardır. Fakat, görünen köy kılavuz istemez. Madem Allah “onlar için unutkanlık” durumunu dikkatlere sunuyor. Bize düşen bunu inkar etmek değil, bunu ilmen ispat etmeye gayret etmektir. Ancak, Allah’a, Kur’an’a inanmayan, üstelik Kur’an’ın yanlışlarını göstermeyi bir hedef olarak kendine görev sayan bir kimsenin, bu konuda yapacağı bir çalışmanın sıhhatli olduğunu söylemek safdillik olur. Çünkü her muarız, ilmin namusunu muhafaza etmek gibi bir erdemliği göstermeyebilir. Bu da ayrı bir noktadır.

Bir meselenin -insanlarca- hikmetinin anlaşılmaması, o meselenin gerçekten hikmetsi olduğu anlamına gelmez. Bizim Kur’an’ın bazı konularını anlamamamız, hikmetini kavramamamız, gerçekten onların anlaşılmaz, hikmetsiz olduklarını göstermez.

Burada şunu da belirtelim ki, Kur’an’ın herhangi bir meselesinin hikmetini bilmediğimizden hareketle, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunda şüpheye düşmek son derece yanlış ve tehlikelidir. Çünkü, Kur’an, yüz kapısı olan  bir saraya benzer. O kapılardan doksan dokuzu kapalı, yalnız bir tanesi açık olsa, o saraya rahatlıkla girebilir. Oysa Kur’an sarayının doksan dokuz kapısı açıktır. Yani mucizelerle donatılmış, onun Allah kelamı olduğunu gösteren yüzlerce aklî, naklî delil ve ilmî belge vardır. Şeytan ise, bütün o açık kapıları görmezlikten gelmemizi sağlamaya, yalnız bizim hikmetini bilmediğimiz -bizce kapalı olan- kapıya götürüp, “İşte bu saray kapalıdır, içinde zannedildiği gibi hiçbir ilahî hazine yoktur...” dedirtmeye çalışır. Şeytanın bu oyununa gelmemek gerekir.

Şahitlik meselesine gelince:

İslam’da şahitliğin itibar edilmesinin en önemli kriterlerinden biri kişinin doğruluğu, dürüstlüğüdür. Çünkü, bir yalan bir çok haksızlığın yapılmasına sebep olur. Bu sebepledir ki, şahit olan kimsenin yalan söylemesine neden olabilen bir menfaat ilişkisi, bir düşmanlık ilişkisi gibi olumsuz bir faktörün bulunması, en takva sahibi bir Müslümanı da şahitlikten azleder.

Bir babanın çocuğunu lehine, bir evladın babasının lehine olan şahitliğini kabul edilmemesi bundandır. Bir hasmın hasmının aleyhine yaptığı şahitliği makbul değildir. Ortaklardan birinin şirketle ilgili şahitliğini kabul edilmemesinin altında yatan sebep de budur. 

İşte İslam’da bir gayri müslimin bir Müslümanın aleyhindeki şahitliği, böyle bir yalan ihtimalini barındırdığı için kabul edilmez. Çünkü, prensip olarak gayri müslimlerin Müslümanlara karşı düşmanlıkları vardır. 

Bununla beraber, Kur’an’da açıkça belirtildiği üzere, kendi kitaplarını tahrif etmekten ve yalan uydurup Allah’a iftira etmekten çekinmeyen, Hz. Üzeyr’i ve Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olduğunu söyleme cüretini gösteren Ehl-i kitabın, şehitlik gibi adaletin temel unsurlarından biri olan bir konuda ehliyetini tartışması adalet mekanizması bakımından son derece isabetlidir. 

Hanefiler dışında kalan üç mezhep alimlerine göre, zimmi olanların birbirinin aleyhlerindeki şahitlikleri de makbul değildir. Çünkü, bunlar -genel olarak- yalandan sakınmazlar. Bazı gayri müslimler de elbette yalandan sakınabilirler, ancak “sedd-i zerayi” kuralı çerçevesinde bir haksızlığa yol vermemek için, şahit olan kimsenin Müslüman olması şartını getirmişler. (Şahitlik kriterleri ile ilgili geniş bilgi için bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/562-68).

Demek ki, gayri müslimlerin şahitliklerinin kabul edilmemesi, onların dini tercihlerinden ötürü değil, adaletten uzaklaşmalarının kuvvetli bir ihtimal olmasındandır. 

Demek ki bu ayrımcılık, adalet mekanizmasının sağlam işlemesine yönelik alınmış bir tedbirdir. Nitekim âdil olmayan hiçbir Müslümanın da şahitliği geçerli değildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun