İnsan neden zayıf yaratılmıştır?

Tarih: 27.07.2018 - 20:16 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Mesela neden hemen korkar, şeytanın oyunlarına hemen kanar (vs) gibi?..
- Peygamberimiz (asm) zamanında böyle insanlara Peygamberimiz neler tavsiye etmiştir, örnekler verir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'an’da, insanın birtakım sıfatlarından bahsedilmektedir: Aceleci, korkak ve zayıf olması bu sıfatlardandır.

“... İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa, 4/28)

Bu zayıflık, aslında onun maslahatı içindir. Allah insanı zayıf yaratmış ki, güçlü olan yaratıcısına ihtiyaç duysun ona sığınsın ve mutlu olsun. İnsanın zaaf ve güçsüzlüğü artıkça İlahi inayet de o nispette artar. Eğer Allah insanı güçlü yaratsaydı, gücüne güvenip Allah’a ihtiyaç duymaz ve kendi kendine yetinmeye çalışırdı.

Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'in hayatında buna örnekler vardır:

Bedir savaşında sahabe, müşrikler karşısında sayı bakımında az ve zayıftı. Allah bunu şöyle ifade etmektedir:

“Bedir’de siz güçsüz iken Allah size yardım etti...” (Al-i İmran, 3/123)

Huneyn savaşında ise Müslümanlar çoktu ve güçlüydüler, içlerinden “Biz bu güçle onları yeneriz.” kanaati doğdu, neticede o güce rağmen yenildiler. Allah bu olayı da şöyle açıklamaktadır:

“Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız.” (Tevbe, 9/25)

Bu iki olay, güç ve zaafın hakikati noktasında insan ve toplum hayatı için önemli bir ders vermektedir.

Allah’ın insanı zayıf yaratmasının bir hikmeti de kaldıramayacağı yükün verilmemesidir. İnsan bünye, güç, irade, ilim ve sabır yönlerinden zayıf olduğu için, dini hükümler, ibadetler, ilahi emir ve yasaklar ona göre vaz edilmiştir. "Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister, çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisa, 4/28) buyurmaktadır.

Bediüzzaman, insanın mahiyetini, “İnsan zayıftır; belaları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade acizdir; hayat yükü pek ağır...” (bk. Sözler, Altıncı Söz) cümlesi ile ifade ederek, insanın üç temel özelliğine dikkat çekmektedir.

İnsan:
- Zayıftır.
- Fakirdir.
- Acizdir.

Aynı konuda, “İnsan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey… Hem nihayet musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde bir şey… Âdeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir…” (bk. Sözler, Üçüncü Söz) demektedir.

Evet, insan hadsiz eşyaya muhtaç ve nihayetsiz musibetlere maruzdur, ama sermayesi ve kudreti hiç hükmündedir. İhtiyacının dairesi hayalin dairesi kadar geniştir, ama en küçük ihtiyacını bile karşılayabilecek bir sermayesi yoktur. Bir damla suyu yapamaz, bir buğday tanesini bitiremez. Hele aldığı her nefes için bir ücret istenseydi ne yapardı..

Mikroskopla binlerce defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bir mikroptan tutun, ayaksız bir yılana; kör bir akrepten tutun, semanın yıldızlarına kadar her şey ona karşı düşman vaziyetindedir, ama onun kendisini koruyacak hiçbir kuvveti ve hiçbir kudreti yoktur.

Bu mesele On Yedinci Söz’de şöyle geçmektedir:

“İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse ihtiyaç dairesi dahi oraya gider, orada da hacet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır, elde bulunmayan ise hadsizdir. Hâlbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır. Demek fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır. Sermayem ise cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz’i bir şeydir. İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hacet nerede? Ve bu beş paralık cüz’i ihtiyari nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir. O çare ise şudur ki: O cüz’i ihtiyariden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur, senin yolunda o cüz’i ihtiyariden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.”

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre;

“İnsan bu aleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. İnsanın bu dünyadaki asli vazifesi ise 'İman ve duadır…' İnsan dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil hatta yirmi senede tamamen hayat şartlarını öğrenemiyor. Belki ahir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet aciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaatini fark eder; toplum hayatının yardımıyla ancak menfaatlerini celp (ihtiyaçlarını temin) ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, öğrenmekle olgunlaşmak, mükemmelleşmektir, dua ile ubudiyettir…” (bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas)

İnsandaki sonsuz acizliğe bedel; insanın yaratıcısı ve sahibi olan Allah, sonsuz kudret sahibidir.

İnsanın sonsuz fakrına karşın; İnsanın yaratıcısı ve sahibi olan Allah, sınırsız bir mülk ve zenginlik ile sonsuz rahmet, merhamet sahibidir.

İnsandaki kusur ve noksanlığa karşın; Allah sonsuz kemalat sahbidir. Her türlü kusurdan, noksandan, münezzehtir.

İnsan Allah’ın isim ve sıfatlarına ayinedarlık yaptığını söyleyen Üstat Bediuzzaman, şöyle der:

“Hem insan zaafiyle ve acziyle ve fakriyle ve cehliyle diğer bir tarzda ayinedarlık edip, yine zaafına, fakrına merhamet eden ve medet veren zatın kudretine, ilmine, iradesine ve hakeza sair evsafına şehadet eder." (bk. Şualar, İkinci Şua)

Netice olarak, insan Allah'ın mutlak ve sonsuz kudreti karşısında zayıftır. Allah'a karşı fakirdir. O'na çok muhtaçtır. Her halinde, davranışında, bir an bile O'dan ayrı kalamaz. Teselliyi Ondan bulur. Sağlığında, hastalandığında, zenginliğinde ve fakirliğinde, en büyük makam sahibi de olsa, Allah'a muhtaçtır ve tek dayanak ve yardım noktası Allah’tır. 

Allah şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.” (Fatır, 35/15)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun