İnsan doğrudan çamurdan mı yaratıldı?

Tarih: 26.11.2022 - 11:26 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bazı ayetlere "...insanı doğrudan çamurdan yaratmıştır." meali verilmiş.
- Allah’ın insanı çamurdan yaratıp o çamurun bir canlının vücudunda embriyo olup sonra ayetlerde geçen safhalardan geçmesi gibi yaratılış ve evrimin çelişmediği bir ihtimal olabilir mi?
- Çelişiyor ise buna net bir örnek verebilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah Teala, Hz. Âdem’i yeryüzünün her tarafından alınan toprak örneklerinin birleşiminden yaratmıştır. Bu toprağın çeşitliliğinden dolayı da Âdem’in nesli değişik karakterler taşır. (bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)

Kuran-ı Kerîm’e göre Hz. Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı kesindir. Özellikle Al-i İmrân suresinin elli dokuzuncu ayetinde, “Allah nezdinde -yaratılış bakımından- İsa’nın durumu Âdem’e benzer; Allah onu topraktan yarattı; sonra ona ‘ol!’ dedi ve oluverdi.” denilerek bu iki peygamberin yaratılışlarındaki olağanüstü duruma işaret edilmiştir.

Hz. Âdem’in yaratıldığı madde, çeşitli ayetlerde değişik terimlerle ifade edilmektedir. Fahreddin er-Razi bu ayetlerde onun yaratılış keyfiyetinin muhtelif şekillerde tasvir edildiğini belirterek bunları şöyle sıralamaktadır:

Toprak (türâb), su (mâ’), çamur (tîn), akışkan veya süzme çamur (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), kurumuş çamur (salsâl). Salsâl Kur’an’da farklı ifadelerle tekrarlanmıştır (bk. el-Hicr 15/26, 28, 33; er-Rahmân 55/14)

Kuran-ı Kerîm’e göre, Allah Âdem’i yarattığı ve ona ruh verdiği zaman meleklere, “Âdem’e secde edin!” diye emretmiş, bütün melekler bu emre uymuşlarlar. (bk. Bakara 2/34; Araf 7/11; Hicr 15/29-31; İsra 17/61; Kehf 18/50; Tâhâ 20/116; Sâd 38/72-74)

Ancak İblîs kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı gelmiştir. (bk. Araf 7/12; Hicr 15/33; İsrâ 17/61; Sad 38/76)

Bu kısa bilgiden sonra insanın yaratılışıyla ilgili konunun iyi anlaşılması için iki şeyin doğru anlaşılması gerekir:

1. Evrim terminolojisinin bilinmesi gerekir.  

2. İnsan doğrudan topraktan yaratılmıştır.

Önce birinci kısım hakkında kısa bir bilgi verelim.

1. Evrim Terminolojisi (Kavramı)

Evrim; değişme, başkalaşma, farklılaşma, ilerleme ve evolüsyon gibi, aralarında değişik nüanslar bulunan pek çok kelime, tabir ve deyim yerine kullanılmaktadır.

“Tekâmül” manasında “evrim” kullanılıyorsa, bu manadaki evrim, teori değil, bir kanundur. Ay­nı şekilde, “evrim” terimiyle, tahavvül-ü zerrat, yani atom­ların hal değiştirmesi kastediliyorsa, o da teori değil, bü­­tün kâinatta cereyan eden umumi bir kanundur.

Her bilim dalının kendine has ıslahat ve tabirleri olduğu gibi, evrimin de kendisine has terminolojisi vardır. Bu terminoloji üzerinde henüz tam ittifakın sağlanamamış olmasındandır ki, aynı mana ve mefhumlar, farklı kimseler tarafından değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Bu tabirlerin tam oturmamış olmasını, evrim teorisinin yeniliğinden başka, ilimdeki gelişmeye paralel olarak, bu teoriye zamanla yapılan tali ilavelerle kazandığı farklı manalarda aramak gerekir. Bir de buna “dili Türkçeleştirme” adı altında pek çok tabir ve kelimenin atılarak, o manaların tek kelimeyle ifade edil­meye çalışıldığını eklerseniz, meselenin güçlüğü anlaşılır.

Yaygın kullanım alanı olan bazı Arapça ve Farsça terim ve tabirler, Türkçe ve Osmanlıca kaynaklarda bazen aynen, bazen de kısmen değişikliğe uğratılarak muhafaza edilmiştir. Geçmişe uzanan ilim tarihi içinde, değişme, farklılaşma, başkalaşma vesaireyi ifade için kullanılan tabirlere o zamanda yüklenilmiş olan manaların olduğu gibi bilinmesi önemlidir. De­ğilse, hem geçmişi iyi anlamama ve hem de hâldeki düşünceleri bütün berraklığıyla ortaya koyamama gibi bir durumla karşılaşırız.

Burada evrimin karşılığı olarak alınan tabirlerden bazılarına yer verilecektir. Başlıcaları;

  1. Evrim,
  2. Evolüsyon,
  3. Tekâmül,
  4. İstihale,
  5. Tatavvur,
  6. Tahavvül,
  7. Tebdil,
  8. Tebeddül,
  9. Tağyir,
  10.  Tegayyür,
  11.  Terakki,
  12.  Sudur,
  13.  Zuhur,
  14.  Techid,
  15.  Ontojeni
  16.  Filojeni

Bu mana farklılıkları birbirine yakın olmakla beraber, ayrı ayrı kavramları ifade etmektedir. Hâl böyle iken, bu ve daha burada yer vermediğimiz benzer tabirler yerine “evrim” kelimesi kullanılmaktadır. Dolayısıyla farklı manaların aynı terimle ifadesi, bu sahada çalışanların birbirini yanlış anlamasına sebep olmakta, bu konuda bir kavram kargaşasının varlığı dikkati çekmektedir. Bu bakımdan, geçmişte benzer veya farklı mefhumların ne şekilde ifade edildiğinin, yani evrim terminolojisinin bilinmesi zarureti vardır.

1. Evrim

Evrimle, bir değişiklik, başkalaşma veya bir farklılaşma ifade edilmeye çalışılır. Bir diğer söyleyişle evrim, kademeli olarak gelişme ve değişmeyi ifade eder. Lügat manası böyle olmakla beraber, biyolojideki kullanımında, bir türden başka bir türün veya bir varlıktan başka bir varlığın yavaş yavaş, za­manla meydana gelmesi anlatılmaya çalışılır. Bu kullanımda bir hudut veya sınırlama getirilmediği için, en küçük bir farklılıktan her türlü değişme ve başkalaşmaya ve yeni bir yapılanmaya varıncaya kadar her şey “evrim” kelimesiyle verilmek istenmektedir. Hatta “ilim ve fendeki ilerleme veya terakki” manasında bile “evrim” terimi tercih edilmektedir. Aslında biyoloji sahasında evrimin kullanılmasında bir sınırlamanın olmasına ihtiyaç vardır. Bu kelimeye günümüzde genelde yüklenen mananın “evolüsyon” karşılığında olduğu görülüyor.

2. Evolüsyon

“Evolüsyon” terimi, yüksek ve daha karmaşık yapılı hayvan ve bitkilerin, jeolojik zamanlar boyunca, evvelce mevcut olan ilkel atalardan, değişme ve farklılaşma ile tesadüfen meydana gelmelerini ifade eder.

Dikkat edilirse, evolüsyonun iki temel kabule dayandığı görülür. Birisi, tek hücreli canlıdan yüksek yapılılara doğru canlıların soy ağacında mutlaka silsile hâlinde bir sonraki varlık, önceki atalarından meydana gelmiş olmalıdır. İkincisi de bu canlının ortaya çıkışı ve zaman içerisinde değişmesi tamamen tesadüflere bağlıdır.

3. Tekâmül

“Tekâmül” kelimesine geçmişte birbirine tamamen zıt iki farklı mananın yüklendiğini görüyoruz. Birisi, herhangi bir varlığın zaman içinde belirli bir olgunluğa erişmesi, mükemmel hâle gelmesini ifade eder. Diğeri de “evolüsyon” manasında, yani bir türden bir başkasının meydana geldiğini belirten evrim teorisi yerine kullanılmıştır. Geçmişte evrim teorisi yerine “Tekâmül Teorisi” dendiğini görüyoruz. Ancak tekâmülün evrim teorisi yerine kullanımı çok yaygın değildir. Çoğunlukla birinci manada, yani “bir varlığın mahiyetini değiştirmeden, bir başka söyleyişle, özelliğini yitirmeden, kendi yapısı içerisinde kemale ermesi, olgunlaşması” manasında ele alınmıştır.

Bu yönüyle tekâmülün ifade ettiği mana, daha çok ontojeniye yakındır. Ontojeni manasında tekâmülün kullanımı, hem cansızlar âleminde hem de canlılar âleminde görülür. Mesela, yeryüzünün ilk şeklinin böyle olmadığı, başlangıçta güneşle birlikte bulunduğu, ondan ayrılıp uzaydaki yerini alarak zamanla soğuyup kabuk bağladığı belirtilerek bu kemale erme yönündeki değişmeler tekâmülle ifade edilmiş ve ilk yaratılışından itibaren yerkürenin, tekâmül ederek insan ve diğer canlıların yaşayabileceği günümüzdeki yapıya ulaştığına dikkat çekilmiştir. Yine de her an bu tedricî (yavaş yavaş) değişimin devam ettiği nazara verilmiştir. Bu yavaş yavaş değişimin, yani tedricî tekâmülün canlılar âleminde de yer aldığına vurgu yapılır. Mesela, bir elma çekirdeğinin ağaç hâline getirilişi ya da bir embriyonun Allah’ın emir ve iradesiyle geliştirilerek kemale ermiş bir canlıyı hâsıl edişi hep bu “tekâmül” kelimesiyle ifade edilmiştir.

Bunu özetlersek:

Çekirdekten bir ağacın teşekkülü:

Çekirdek, filiz, fidan, ağaç, meyveli ağaç haline gelme.

Yumurtadan bir canlının gelişimi:

Yumurta, civciv, piliç, tavuk safhasına ulaşması.

Ya da tek hücreden ibaret olan zigottan insanın teşekkülü:

Zigot, çok hücreli embriyo, bebek, çocuk, genç, yetişkin insan.

Aynı şekilde topraktan bir takım değişme ve farklılaşma ile Hz. Âdem’in yaratılması da böyledir. Yani gerek bizim anne karnında bir zigottan yaratılışımız ve gerekse Hz. Âdem babamızın topraktan yaratılışı tekâmülle ifade edilir.

Bütün bunlar, geçmişte “tekâmül” terimiyle ifade edilmişlerdir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kâinattaki canlı ve cansız bütün varlıklar, bu manada kendi içlerinde, bir bakıma embriyodan olgun hâle gelinceye kadar gösterdikleri tedricî bir değişim kanununa tabidir. Dolayısıyla tekâmülün bu manada kullanımı teori değil, bir kanundur.

4. Tahavvül

Evrim konusundaki yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden birisi de “tahavvül”dür. Tahavvül, “hâl değiştirme”dir. Geçmişte, “bir molekül veya bileşiğin yapısını değiştirmesi” manasında kullanılmıştır.

Günümüzde biliyoruz ki, elementler, hava, su ve toprak gi­bi ortamlardan iyon veya bileşikler şeklinde alınarak varlıkların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bu olay bir kanun şeklinde cereyan eder. Mesela, insan bünyesinde yer alan bir demir atomu, değişik bileşikler hâlinde çok farklı yolları takip ederek buraya ulaşmıştır. Demir atomu başlangıçta bir kayacın yapısındadır. Bu kayacın toprak şeklinde ayrışmasıyla onun içerisine geçecektir. Daha sonra bitki tarafından iyon ya da küçük bileşikler hâlinde alınacaktır. O bitkiyi hayvanın yemesi hâlinde hayvanın vücudunda Allah’ın izni ve iradesiyle bileşikler teşkil edecek, o hayvanın insan tarafından yenmesiyle de o demir atomu insana geçmiş olacaktır.

On üçüncü asırda da atom ve moleküllerin teşkil ettiği bileşikler ve bunların canlı veya cansızların yapısında yer almasında izlediği yol da, yukarıdakine benzer bir tarzda, fakat tahavvülle açıklanmaya çalışılmıştır. Bin ikiyüzlü yılların sonun­da, bir ansiklopedi tarzındaki “Marifetname” adlı eserinde İbrahim Hakkı, bu meseleyi “atomların hâl değiştirmesi” şek­linde ifade eder ve şöyle der:

 "Allah’ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır. Bu karışım ve bileşimden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hâsıl olur."(1)

 İbrahim Hakkı burada atomların bir hâlden başka bir hâle geçtiğine işaret etmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi canlı mertebelerinde görev aldığını belirtmektedir. Nitekim bir başka ifadesinde şöyle bir değerlendirme yapar.

"O akıcı vücut bitki âlemine girerken bazı afetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olamaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vas­­fını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gel­miş­ken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mer­tebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur."(2)

İbrahim Hakkı’ya göre, topraktan bitki vasıtasıyla alınan, mesela bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hâle geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Burada ifade edilmeye çalışılan olay, elementlerin varlıklar âlemindeki hareket seyridir. Atomların yapısında ve hareketindeki bu değişikliğin de evrim teorisiyle ifade edilmemesi gerekir. Çünkü atomların bu şekilde hâl değiştirmesi, eskilerin tabiriyle, Ta­hav­vülat-ı zerrat olarak belirtilir. Görüldüğü gibi bu hâl değiştirme bir teori değil, bütün canlılar âleminde cereyan eden bir kanundur.

5. İstihale

Geçmişte “istihale” ve “te­kâmül” kelimelerinin “evolüsyon” ya da “evrim” manasında kullanılmış olduğunu anlıyoruz. Nitekim Hamdi Yazır bir eserinde, tekâmül ve istihaleyi müdafaa edenlerin görüşlerine itiraz ederek şöyle diyor:

Bütün hayvan vücutları mükemmel bir tasnif (sınıflandırma) ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında nok­sanlıktan kemale (mükemmele) doğru, yani basitten mürekkebe (kompleks yapılıya) giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber, her bir cinsin diğer cinsten hâsıl olduğuna (meydana geldiğine) dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. İnsan insandan doğuyor; aslan aslandan, at attan, maymun maymundan... Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeyden (kökenden), yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekâmülle basitten yüksek yapılının hâsıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve mesela bir takdire göre, maymunun biri veya birkaçı insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş... Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmî yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki: Aynı menşeyden (kökenden) gelme davası doğrudur. Evvela, bütün hayvanat için bu menşeyin aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifadeyle, topraktır. Bu maddeden hayvanatın meydana gelmesi ise ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi haricî bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hâsıl olabilsin. Çünkü noksandan kendi kendine bir kâmil hâsıl olamaz. Mesela bir okkalık bir sıklet (ağırlık), iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farz edilirse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz hâsıl olduğunu kabul etmek lazım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur. Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiidir ne zaruridir. Kurbağalar balıktan doğmuş, demek için, görülmüş bir misale ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıki bir zaruret bulunmadığı hâlde böyle bir hüküm, elbette fennî ve felsefi bir hüküm değildir.(3)

6. Tatavvur

Esasen evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapça’da da tam oturmuş bir karşılığı mevcut değildir. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin karşılığı olarak “tavırdan tavıra geçme” manasında “tatavvur” kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Darwin maddesinde bu görüş “Tatavvur Teorisi” olarak adlandırılmıştır. Fakat ne Kamus’un tercümesinde ne de Arapça lügat Lisan-ül Arap’da “tatavvur” kelimesine yer verilmemiştir.

7. Tebdil

Bir şeyin suretini şeklini değiştirme, yerine geçme/bedel olma. Tebdil-i kıyafet etme. Giyinişini değiştirme.

8. Tebeddül

Karşılıklı olarak yerine geçme, değişme. Bir şeyin yerine başkasının geçmesi. Bedel olma, yerine geçme manasında kullanılır. Sosyal alanda, bir âdetin yerine başka bir âdetin gelmesidir. Birinin yerine başkasının alınması veya geçirilmesidir. Mesela askerin bedeline, yani yerine para alınması gibi. Onun için bedelli askerlik deniyor. Biyolojik alanda ise, “bir canlının yerini bir başka canlının alması” manasında kullanılır. Mesela, bir çiçek zamanla meyveye tebeddül eder. Kiraz çiçeği zamanla kiraz meyvesine tebeddül eder. Yani dönüştürülür. Yeşil yapraklar sonbaharda sarıya tebeddül eder.

9. Tağyir

Olduğu hâlden bir başka hâle geçme. Başka hâle getirme. Süte su katarak değiştirmek.

10. Tegayyür

Hâlini değiştirmek. Rengin değişmesi, karşılıklı başkalaşma.

11. Terakki

Yükselme, yukarı kalkma, merhale, aşama. Maddi ya da manevi alanda basamak basamak yukarı çıkma, atlaya atlaya ilerleme, atılım.

12. Sudur

Ortaya çıkma, zahir olma, yaratılma. “Tecelli” kelimesiyle de ifade edilmiş olan bu tabir, “yokluktan varlık âlemine çıkarılma, yoktan yaratma” yerine kullanılır.

13. Zuhur

Kelime olarak “ortaya çıkmak, belirtmek, görünmek, meydana gelmek” anlamındadır. Canlı ana türlerin kozmolojik değişimini ifade eder.

14. Tecdit

Yenilenme, yenilik kazanma. Nazzam tarafından, “bir türün bir hâlden başka bir hâle geçmesi” manasında kullanılmıştır.

15. Ontojeni

Bir canlının embriyodan itibaren olgun hâle gelinceye kadar geçirdiği safhaların tamamıdır. Bir bitki, zigottan itibaren gelişerek çok hücreli yapı ve dokuları verir. Bitkide gözlenen bu safhalar “filiz, fidan, ağaç ve meyveli ağaç” şeklinde, hayvanlarda “çok hücreli embriyodan yavru ve yetişkin bir hayvan,” insanda ise “bebek, çocuk, genç, olgun ve yaşlı” olarak şekillenir.

Bitkiler, hayvanlar ve insanlar âleminde görülen bu gelişim bir kanun şeklinde kendini gösterir. Bu cihetiyle ontojeni, bir bakıma tekâmülün bir manasıyla terminoloji bakımından büyük oranda örtüşmektedir.

16. Filojeni

Bir canlının ilk yaratılışından itibaren günümüze kadar geçirdiği farz edilen saf­halardır. Evrim düşüncesi, yeryüzünde ilk önce tek hücreli bir varlığın teşekkül ettiğini bunun zaman içerisinde değişim ve başkalaşım geçirmesiyle silsile hâlinde ve tamamen tesadüflere bağlı olarak yüksek yapılı diğer canlıların ortaya çıktığını iddia eder.

Evrimci düşünceye göre ilk canlılar soy ağacının kökünü, daha sonrakiler gövdesini teşkil etmiş, bunlar da giderek ağacın dalları gibi ikiye ayrılmış, bir dalı bitkiler âlemini, diğer dalı da hayvanlar âlemini vermiştir. Tamamen hayal ürünü olan bu soy ağacına “Filogenetik Soy Ağacı” ola­rak adlandırılır.

Sonuç

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi “evrim” kelimesi, değişme, başkalaşma, farklılaşma ve ilerleme gibi, aralarında değişik nüanslar bulunan pek çok kelime, tabir ve de­yim yerine kullanılmanın yanında, bir türden bir başka türün ve dolayısıyla bu yolla bütün canlıların tesadüfen ortaya çıktığını da içine alan “evolüsyon” yerine de kullanılmaktadır.

Bütün bu manalar “Evrim Teorisi” adı altında ifade edil­me­ye çalışılır.

Hâlbuki “tekâmül” manasında “evrim” kullanılıyorsa, yani siz “evrim” terimiyle “tekâmül” manasını ifade edi­yorsanız, bu manadaki evrim, teori değil, bir kanundur. Ay­nı şekilde, “evrim” terimiyle, tahavvül-ü zerrat, yani atom­ların hâl değiştirmesi kastediliyorsa, o da teori değil, bü­­tün kâinatta cereyan eden umumi bir kanundur.

2. İnsan doğrudan topraktan yaratılmıştır. Bunun doğru anlaşılması gerekir.

- İnsanın başka varlıklardan meydana geldiğini ifade eden veya hatırlatan ya da böyle yorumlamaya sebep olacak ayet veya ayetler var mıdır?

İnsanın yaratılışıyla ilgili ayetlerde, ilk insan Hz. Âdem’in yaratılışına işaret edilmekte, bu yaratılışın başka varlıkların değişmesiyle meydana geldiğini ihsas edecek bir beyana rastlanmamaktadır.

Tam aksine, ilk insanın topraktan hâsıl edildiği, onun eşinin de bundan yaratıldığı, insan soyunun da bunlardan meydana getirildiğinin beyan ve izahı vardır.

Kuran-ı Kerim, insanın muhtelif yaratılış devrelerinden bahseder. Bunu ana hatlarıyla üçe ayırmak mümkündür.

Birisi; ilk insan Hz. Âdem (a.s.)'in, ikincisi onun eşi Hz. Havva’nın ve üçüncüsü de diğer insanların yaratılmasıdır. Bu farklı yaratılışlara bazen ayrı ayrı ayetlerde, bazen de aynı ayette dikkat çekilir.

Hicr suresinde Hz. Âdem (a.s.)'in topraktan yaratıldığı şöyle beyan edilir:

"Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık..."(4)

Zümer suresinde de Hz. Âdem’den Hz. Havva’nın yaratılmış olduğunu anlıyoruz. Ayet mealen şöyledir:

“O sizi tek bir insandan yarattı; sonra o tek kişiden de eşini yarattı…”(5)

Nisa suresinde de, Hz. Âdem (a.s.)’in ve ondan Hz. Havva’nın ve bu ikisinden de diğer insanların yaratılışına işaret edilmektedir:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten (candan) yaratan; ondan da yine onun eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz(e karşı gelmek)ten sakının”(6)

Bu ayetlerde, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’den nasıl ve ne şekilde yaratıldığı açık olarak ifade edilmiyor. Ancak, bununla alakalı bir hadis, konuya biraz daha açıklık getirmektedir. Hadis şöyledir:

“Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz. Yani, onlara iyi davranınız. Çünkü kadın eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri kısmı baş tarafıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Hali üzere bırakırsan öyle eğri kalır. Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz.”(7)

Günümüzde kök hücre çalışmalarını anlatan metinler ortaöğretim kitaplarına kadar girmiştir. Yani kemik iliğinden alınacak bir kök hücresinden; böbrek, karaciğer, sinir kas, damar ve yağ hücreleri gibi her türlü hücre elde dilebilmektedir.

Aynı şekilde Allah’ın Hz. Âdem’in vücudundan Hz. Havva validemizi yaratmış olmasının ilmen açıklaması, günümüzde bir koyunun vücudundan alınan bir hücreden Dolly adında bir koyunun elde edilmiş olmasıyla gösterilmektedir.  

Müminun suresinde hem Hz. Âdem (a.s.)'in topraktan yaratılışına ve hem de onun soyunun anne rahminde yaratılış safhalarına şöyle işaret edilmektedir:

"And olsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Âdem'in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik (lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)..."(8)

Görüldüğü gibi, insanın ilk yaratılıştan itibaren geçirdiği devreler safha safha nazara verilmektedir. Zaten bu sayılan devreleri anne rahminde her insan yaşayarak gelmektedir. Dolayısıyla, bu kademeleri, insanın başka canlılar şeklinde yaratılıp farklı devreler geçirdiği şeklinde yorumlamak mümkün değildir.

Tîn suresinde de insanın en güzel şekilde yaratıldığı belirtilir:

"Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”(9)

Fatır suresinde de ilk insanın topraktan ve onun neslinin de bir damla su olarak ifade edilen meniden yaratıldığına işaret edilir:

“Allah sizi önce topraktan, sonra bir damla sudan yarattı, sonra da çiftler haline getirdi…”(10)

İnsan yaratılışta başka canlı safhalarını geçirmiş olsaydı, İblis o safhaları sayardı.

İnsan neslinin doğrudan topraktan yaratıldığını, başka canlıları temsil eden ara devreleri geçirmediğini, İblis’in Hz. Âdem’e secde etmeyişinin gerekçesinde de görüyoruz. Ayette mealen şöyle buyrulur:

"(İblis:) ‘Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim.’ dedi."(11)

Şayet insan başka canlı safhalarını geçirmiş olsaydı, muhtemelen İblis o safhaları da sayacaktı. Çünkü o burada, insana karşı, yaratılışındaki kendi üstünlüğünü ispat etme pozisyonuna girmişti. Bazı felsefecilerin ileri sürdüğü gibi, insanın geçmişinde; balıklık, kurbağalık, farelik ve maymunluk devreleri olsa idi, İblis bunu mutlaka söyleyecekti. Çünkü en büyük hasmı olan insana karşı, kendi üstünlük delillerini sayıyordu.

  İnsanın geçmişi ile ilgili tartışmalar, Hz. Âdem’den önceki devreye aittir. Hz. Âdem’den sonraki devrenin, M.Ö. 4000 yılına kadar uzanan zamanına yazılı tarih ışık tutmaktadır. Burada insanın yapısında genelde bir farklılık söz konusu değildir.

Kuran’da, insanın topraktan yaratılışı, tıpkı bitkinin topraktan yaratılışına benzetilerek şöyle beyan edilir:

“Ve Allah, sizi yerden (sanki) bir bitki olarak bitirdi (sizi topraktan yarattı).”(12)

Buradan şu manaları çıkarmak mümkündür:

a) İnsanın atası olan Hz. Âdem (a.s.)'in topraktan yaratılışına işaret edilmektedir.

b) Her an gelişme ve büyüme içerisinde olan insanın bünyesindeki elementlerin büyük bir kısmı, besinler yoluyla doğrudan veya dolaylı olarak topraktan alındığı için, insanın gelişme ve büyümesi bitkilerin yerden bitirilmesine benzetilmiştir.(13)

Kuran’da insanın yaratılışı ile ilgili ayetler elbette sadece bu saydıklarımızdan ibaret değildir. Ancak, bu ayetler mana olarak birbirine yakındır. Farklılık gösteren bir ayette, Allah’ın emrine uymayan bir grup insanın maymun şekline dönüştürüldüğünden bahsedilmektedir: 

“İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara ‘Aşağılık birer maymun olunuz.’ dedik.”(14)

Cenab-ı Hak, cumartesi günleri çalışmayı İsrailoğullarına yasak kılmıştır. Onlar bu yasağa uymayınca, Eyle kasabasında bu hadise meydana gelmiştir. Bu değişme hakkında iki görüş vardır. Birisi, bunların sadece ahlak yönünden maymun şekline getirildiğidir. Diğeri de suret olarak maymun şekline dönüştürüldükleridir. Zaten o insanlar bu olaydan sonra fazla yaşamamışlar, üç gün sonra ölmüşlerdir. Yani hadise, bir beldede (Eyle kasabasında) meydana gelmiş ve maymun şekline dönüştürülen insanlar üç gün sonra ölmüşlerdir.(15)

Sonuç olarak; Kuran-ı Kerim’de insanın, daha aşağı yapılı varlıklardan yaratıldığını gösteren, ya da bu manaya gelen bir beyan yoktur. Tam aksine, insanın en mükemmel şekilde yaratıldığı, ilk insan Hz. Âdem (a.s.)'in topraktan, onun eşi Hz. Havva’nın Hz. Âdem’den ve onların neslinin de anne rahminde gelişerek dünyaya geldiğinden bahsedilmektedir.

Günümüz fen ve felsefesinin insanın geçmişiyle ilgili olarak ortaya koyduğu birtakım değerlendirmeler vardır. Bu felsefî değerlendirme ve görüşler, bilimsel gerçeklermiş gibi takdim edilmekte, güya Kuran’ın bilime ters düştüğü nazara verilmektedir. İnsanın atasıyla ilgili ileri sürülen bilgiler, bilimsel bilgi değil, felsefî görüş ve değerlendirmeler, teori ve hipotezlerdir.

Hiç kimse, laboratuvarda ne ilk insanın yaratılışını ve ne de onun eşinin ortaya çıkışını deneme ve gösterme şansına sahip değildir. O bakımdan insanın geçmişiyle ilgili ileri sürülen, ya da sürülecek olan bütün fikir ve görüşler teori ve hipotez olmaktan ileri geçemez.

“Yapan bilir, bilen konuşur” kaidesiyle, insanın geçmişi hakkında gerçek ve tek söz sahibi, hiç şüphesiz Cenab-ı Hak’tır ve onun Kitabı Kuran-ı Kerim’dir. O da ilk insanın topraktan, onun eşinin Hz. Âdem’den ve onun neslinin de anne rahminde geliştiğini beyan etmektedir.

Netice olarak, insanın aşağı yapılı canlıların değişmesiyle meydana geldiğini kabul etmek, Kuran’a uygun değildir. Bir Müslüman böyle bir telakki içine giremez, girmemelidir.

Cenab-ı Hak, sağlıklı düşünmeyi, Hakk’ı ve hakikati idrak etmeyi nasip etsin. Ulûhiyeti inkâr bataklığında bizleri boğmasın, âmin.

Dipnotlar:

  1. Hakkı, İ. Ma'rifetname. Ahmet Kamil Matbaası. İs­tanbul.  1297, s.28.
  2. Hakkı, İ.: a.g.e. s.32.
  3. Yazır, H. Hak Dini - Kur'an Dili. 1971, c.1, s. 329 – 331.
  4. Hicr, 26.
  5. Zümer, 39: 6.
  6. Nisâ, 1.
  7. Buhari, Nikah 80; İbn Mâce, Taharet 77.
  8. Mü'minun, 12–14.
  9. Tîn, 4.
  10. Fatır, 11.
  11. Hicr, 33.
  12. Nuh, 17.
  13. İbn Âşûr, Muhammed et-Tâhir, et-tahrir ve’t-tenvir. Tunus, 1984.
  14. Bakara, 65.
  15.  Çantay, B. H. Meali.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun