İman, kalbi ve ruhu elem ve ızdıraplardan nasıl kurtarıyor?
Değerli kardeşimiz,
İnsan Allah’a iman etmekle, kalbi bütün korkulardan, ruhu bütün hüzün ve elemlerden kurtulur, ebedî bir sevinci ve ferahı kazanır.
Herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle ve makamıyla iftihar eder. İşte insan da nihayetsiz kudret, ilim ve irade ve zenginlik sahibi, merhamet ve rahmet sahibi Allah’a iman ile bağlansa, kullukla O’nun hizmetine girse ve idam görünen ölümü kendisi hakkında terhis tezkeresine çevrilerek bütün istekleri yerine getirilse ne kadar sevineceği, memnun olacağı ve minnettar kalacağı ortadadır.
İnsanı en çok korkutan ölümdür. İman ise, ölümü hiçlik, yokluk olmaktan çıkarmakla sevdirmektedir. Çünkü inanan bir insan için ölüm, bir terhis tezkeresidir, bir tebdili mekândır, bir yer değiştirmedir. Bâki bir hayatın başlangıcı ve giriş kapısıdır. Dünya sıkıntılarından cennet bahçelerine bir uçmaktır. Dünyada kazandığı sevapların ücretini almak için Allah’ın huzuruna girmeye bir nöbettir. Saadet yeri olan cennete gitmeye bir davettir. Bütün sevdiği dostlarına bir kavuşmadır.
Sonuç olarak, insan Allah’a iman etmekle, kalbi bütün o nihayetsiz korkulardan, ruhu bütün hüzün ve elemlerden kurtulur, ebedî bir sevinci ve ferahı kazanır. Kalbinde öyle manevî bir kuvvet meydana gelir ki, insan o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı dayanabilir. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da dünyasını cennetin bekleme salonu hükmünde gördüğü için, her türlü sıkıntıyı hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder. Böylece hem dünyasını ve hem de ahiretini cennete çevirebilir.
Eğer iman olmazsa, bu endişeler onun kalbini ve ruhunu daima elem ve ızdırap içinde bırakır. Dünyası görünüşte cennet gibi olsa bile, ölüm ve ebedî ayrılık endişeleri onun kalp ve vicdanını için için yakar. Ona manevî bir cehennem azabı yaşatır.
Acaba, insana imanın dışında bu teselliyi verecek başka bir yol var mıdır? Teknik ve maddî yönden refaha kavuşmuş toplumlarda intihar ve uyuşturucuların yaygınlaşmasının sebeplerinin başında, imanla Allah’a bağlanamama gelmektedir. O’nu tanıyamamanın verdiği yalnızlık ve kimsesizlik duygusu insanı perişan etmekte ve düşündükçe uykularını kaçırmaktadır.
Yaşanmış Bir Hatıra
Diş doktoru Rauf anlatıyor:
“Dinsizlik ve imansızlığın hâkim olduğu komünizm döneminde, Azerbaycan’da bize inkârcılık dersi veriliyordu. Bu eğitim sebebiyle Allah’a ve ahirete inanmıyorduk. Fakat ölümle hayatımızın sona erip yok olacağımız endişesi bizi yiyip bitiriyordu. Kendi kendimize bazı çareler üretmiştik. Bunlardan birisi, bir gece uyuyup, bir gece uyanık kalıyorduk. Güya bu şekilde ömrümüzü uzatıyorduk. Bu çözüm çaresizliktendi. Ama bunun gerçek bir çözümünün olacağı hissi bizde devamlı galipti. Bu hisle, komünizmin yıkılışından sonra, Hollanda, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi batı ülkelerine gittik. Meşhur felsefecilerin bu konudaki eserlerini aldık. Fakat yine aradığımız cevabı bulamamıştık. Onların hiç birisi ölüm ve ahiret hakkında bize tatmin edici bir cevap verememişti."
"1990’lı yılların başında Türkiye’den gelen bir misafirle tanıştırdılar. Ben onlara ebedî bir hayatın olup olmadığını sordum. Onlar da Haşir Risalesi’nden öldükten sonra dirilmeyle ilgili ahiretin varlığını okuyup izah ettiler. Okunanlardan tatmin olmuştum. Daha sonra öğretim üyesi bir arkadaşımı onlarla tanıştırdım. Cennet ve cehennemin varlığıyla ilgili konular okundu."
"Sohbetten sonra eve dönünce öğretim üyesi arkadaşımdan bir telefon aldım. Diyordu:
‘Rauf!, Rauf! Cehennem de olsa, madem ebedî bir hayat var. Bu beni yok olma endişesinden kurtardı. İlk defa bu gece rahat uyuyabileceğim.’”
İşte insanın vicdanını ışıklandırıp rahatlatan ancak iman nurudur. İman insanın geçmiş ve geleceğini aydınlatarak onun ruhuna büyük bir genişlik verir.
İmansız bir insan ise, geçmişi korkunç, karanlık büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde hayal eder. Geleceği de kendisini ve her şeyi çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek karanlık, korkunç büyük bir kabir şeklinde görür. İnsanı iki kabir arasına sıkıştıran bu hâl, ona ümitsizlik içinde, ruhen ve vicdanen dehşetli bir cehennem hayatı yaşatır.
Dünyanın yaratılışından, Hz. Âdem’in dünyaya gönderilişinden, ta kıyamete, cennet ve cehenneme kadar ufku genişler. İman ebedî bir saadetten haber vermekle, insanın vicdanında bulunan tohum hükmündeki kabiliyetleri, istek ve arzuları geliştirip ebedileştirmektedir
Sonuç olarak, insan iradesiyle her şeyin iyisini, güzelini ve hayırlısını alıp, kötüsünü, çirkinini ve şerlisini bırakmakla görevlidir. Zaten iradenin insana veriliş gayesi de budur. Yani, irade insana, Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak için verilmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam, 319
- On Dokuzuncu Söz'ün Beşinci Reşha'sının izahını yapar mısınız?
- "Ben kendime malik değilim, Ölüm haktır, Rabbim birdir, Ene." Üstadımızın kırk sene ömründe, otuz sene tahsilinde öğrendim dediği bu dört kelâm hakkında geniş mâlumat verir misiniz?
- "İnsanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan şefkat, eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir." açar mısınız?
- "Beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshil eder. Bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir günde kestirecek vesaiti gösterir..." cümlelerini devamıyla açar mısınız?
- "Der-akab zeval ile acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez. İştiyaka hiç layık değildir... Bütün mecâzî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryaddır..." İzah eder misiniz?
- "Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen onun ile alakası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvani ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil,.." Sırr- imana binaen hususunu izah eder misiniz?
- Yirmi Üçüncü Söz:52
- "Bilin ki, Allah dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar." ayetinin Telvihat-ı Tis'a'ya serlevha olmasının hikmeti ne olabilir?
- Hakikat Nurları:31