İman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı ne demektir?

Tarih: 03.03.2025 - 14:13 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Dünyada azaba uğradığını söyleyen, ibadetlerinin kabul olmayacağını düşünen arkadaşıma ne demeliyim?
- Başta dindar, namazında zikrinde olan kibir duygusuyla kendini mehdi ve deccal sanma sanrılarıyla kebair günahlardan, şirk, zulüm, sihir yaptığını insanlar ve inananlara kötü düşünceler beslediğini söyleyen bir arkadaşım var. Bunları işlerken kalbine acı yanma hissi düşmüş ve artık kendini iyi hissedemediğini şeytanın adeta maskarası olduğunu ailesinde huzur kalmadığını tartışmalar ve uğursuzlukların olduğunu söylüyor.
- Tövbesinin kabul olamayacağından şüphe ettiğini ve yaşadığı kalp yanması, göğsünün daralmasından dolayı dünyada ve ahirette cezası olan bir günah işlediğinden şüphe duyuyor. Arkadaşım çok kötü acı çektiğini manevi bir kalp yanması yaşadığını ve bu acıdan sırf azap çektiğinden namaz kılıp tövbe ettiğinden tövbesinin kabul olunmayacağından şüphe ediyor. Buna delil olarak da şu ayetleri delil gösteriyor;

Azabımızı gördüklerinde iman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. (Bu,) Allah’ın geçmiş toplumlar hakkındaki değişmez yasasıdır. İşte orada (Allah’ın sünneti gerçekleştiğinde) kâfirler hüsrana uğradılar. (Mumin 40/85)
İman edenler arasında fuhşun yayılmasını arzu edenlere, dünya ve ahirette acı bir azap vardır (Nur 24/19)
Sorum:
1. Ayette geçen “iman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı” ne demektir, buna göre tövbe geçersiz mi oluyor?
2. Kebair günahlar işleyen biri dünyada cezalandırılıyor (azaba uğruyorsa) tövbe etmeye çalışmasına rağmen ahirette azaba mı uğrar?
- Azaptan dolayı namaz kıldığından ve samimiyetinden şüphe eden bu arkadaşıma ne demeliyim?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

İmanı fayda vermeyecek olanlar, özgür ifadeleriyle iman edip imanla vefat edenler değil, Allah’ın elçilerini inkâr ettikleri için Allah’ın azabı gelince zorda kalıp mecbur olduğu için “iman ettik” diyenlerin bu imanları geçersiz olacaktır. Çünkü imtihan sırrı yok olmuş, azabı görünce ve ahiretteki yerini görünce mecbur kalıp iman etmek zorunda kalmıştır; azabın gözle görülmesinden ve geleceğinin kesin olarak anlaşılıp bilinmesinden sonra tövbe kabul edilmez. (Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri)

Nitekim Firavun da boğulurken hem azabı hem de akıbetini görünce iman ettim demiş ama artık imtihan sırrı yok olduğu için imanı geçersiz olmuştur.

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

Elçileri onlara açık seçik kanıtlar getirdiklerinde, sahip oldukları bilgileriyle böbürlendiler. Ama alay ettikleri şey onları kuşatıverdi!

Dehşetli cezamızı gördüklerinde, “Allah’ın birliğine inandık, vaktiyle tanrısal nitelikler yüklediğimiz şeyleri de reddediyoruz.” derler.

Ama azabımızı gördüklerinde artık inanmaları kendilerine fayda vermeyecektir; Allah’ın, kulları hakkında öteden beri uygulanan yasası böyledir. İşte o zaman artık inkârcılar hüsrana uğramışlardır. (Mümin, 40/83-85)

Bu ayetler, Allah'ın ayetlerini tartışmaya, onlarla mücadele etmeye çalışanlara bu suredeki son bir uyarıdır. Mekke putperestleri genellikle sayılarının çokluğuna, maddi güçlerine, sosyal statülerine güvenerek şımarıp azgınladırlar; Peygamber ve diğer Müslümanlar karşısında inkârcı, alaycı ve baskıcı bir tavır takınırlar; bir gün Müslümanlara mağlup olacaklarına ihtimal bile vermezlerdi.

İşte burada tarih şahit gösterilerek onların büyük bir yanılgıya düştükleri hatırlatılmaktadır.

Vaktiyle maddi güçlerini, eserlerini, sosyal ve siyasî konumlarını haklılıklarının dayanağı zanneden azgın topluluklar, nihayet sapkınlık ve zulümlerinin sonucu olarak çeşitli felâketlerle yüz yüze gelince güçlerinin kendilerini kurtaramadığını görmüşler; peygamberlerinin ortaya koyduğu tevhid inancını benimsediklerini açıklamışlarsa da "inanmaları kendilerine fayda vermemiştir." Çünkü bu, özgürce ve gayba inanma değil, zorunlu ve görüneni, yaşananı bir kabul idi, bu sebeple de inanmalarına itibar edilmemiştir. (Şevkani, Tefsir, ilgili ayetin tefsiri)

"İman etmesinin kişiye fayda vermeyeceği vakit hakkında katî bir şey söyleyebilir misin?" denilirse, biz deriz ki: Bu, kendisinde, rahmet ve azap meleklerinin inişinin bizzat müşahede edildiği vakittir. Çünkü bu vakitte kişi, iman etmeye mecbur kalmış olur. Bu iman ise, fayda vermez. İman ancak, aksini yapabilmeye muktedir olunup, kişi böylece hür ve irâde sahibi olduğunda fayda verir, geçerli ve sahîh olur. Ama insanlar, ahiret alametlerini, (ölürken) görüp müşahede ettiklerinde, (ettikleri iman ise), fayda vermez.

Demek ki, imanın kabul edilmeyeceği ve geçersiz olacağı durum, rahmet ve azap meleklerinin inişinin bizzat müşahede edildiği vakittir. Çünkü bu vakitte kişi, iman etmeye mecbur kalmış olur. Bu iman ise, fayda vermez. İman ancak, aksini yapabilmeye muktedir olunup, kişi böylece hür ve irade sahibi olduğunda fayda verir, geçerli ve sahih olur. Ama insanlar, ahiret alametlerini, (ölürken) görüp müşahede ettiklerinde, (ettikleri iman ise), fayda vermez. (Razi, Mefatih, ilgili ayetin tefsiri)

Özetle, azabın görülmesinden ve ahiret alemindeki akıbetin bilinmesinden sonra, samimiyet yerine kurnazlık stratejisini kullanmak beyhudedir.

Sure, bunun ilahi bir yasa olduğunu, bu yasayı dikkate almayıp inkârlarını sürdürenlerin hüsrana uğradıklarını belirten önemli uyarıyla son bulmaktadır.

Cevap 2:

Hiçbir insan günahlarının tamamen affedilip edilmediğini bilmez. İmam Gazali’nin ifade ettiği gibi, şartların uygun olan bir tövbenin kabul olacağı kesindir. Ancak hiç kimse ölünceye kadar, yaptığı tövbelerin tam olarak şartlarını taşıyıp taşımadığını bilemez. Bu nedenle gereği tövbe etmeye çalışır ve affedileceğini ümit eder.

- Soruda anlatılan kişinin, “kalbinin hem dünyada hem ahirette azap görecek şekilde bir günah işlediğini düşünebilmesi” tamamen hayali bir kuruntudan ibarettir. Ayrıca psikolojik bir rahatsızlık sonucu kendisine arız olduğunu tahmin ettiğimiz böyle bir düşüncenin iki yönden zararı olabilir:

Birincisi: Kendisinden başka kimsenin kalbinin iki seanslı olarak sıkıntı çektiğini tasavvur etmesi, Allah’ın onun hakkında rahmetini daralttığı fikrine sebep olabilir.

İkincisi: Kendisinin işlediği ve üstelik bilmediği müthiş çirkin bir suçun sorumlusu olarak görmesi, ümitsizliğe sebep olabilir. Bununla beraber, böyle bir düşüncenin nefsani ve şeytani tarafına bakıldığı zaman kişiye özel bir kimlik takmakla şımartabilir.

- İlgili ayetlerde öncelikle inkârcılar uyarılmış, mümin olanların da bundan dersler çıkarmaları hedeflenmiştir. Bu iki ayet ümitsizliğe değil, ümide götüren yolu tercih etmelerine rehberlik etmektedir.

Kaldı ki, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” manasına gelen birçok ayet af ve rahmet kapılarını ardına kadar açık bırakmıştır. Çünkü kıyamete kadar milyonlarca insanı muhatap eden Kuran-ı Hakîm mağrur olanları azap ayetleriyle; ümitsiz hale gelenleri de rahmet ayetleri ile müjdelemiştir. 

Bütüncül bir bakış açısıyla herkesin hastalığına göre Kuran’ın sunduğu reçeteler kullanması en isabetli bir yol olduğunda şüphe yoktur.

Büyük günah işleyen kimselerin durumu da kabre imanla girip girmemelerine bağlı olarak değişiklik arz eder.

Samimi, makbul, şartlarına uygun tövbe edenlerin durumu çok daha kolaydır.

Fakat tövbe etmediği halde imanla kabre giren kimsenin iki şekilde hesap görmesi mümkündür:

Biri, o kimsenin hiç ceza göremeden Allah’ın affına mazhar olup cennete girmesi, diğeri ise, cezasını cehennemde çektikten sonra oradan çıkıp cennete girmesi söz konusu olabilir.

Amellerimize güvenmek yerine ilahi rahmete güvenmek en akıllıca bir düşünce formatıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun