İnsanın Acizliği


Gözsüz bir akrebe, ayaksız bir yılana mağlup olan, küçük bir sineğin saldırılarından acze düşen insan, her nasılsa acizliğini, zayıflığını unutur da gururlanır, kibirlenir, hatta Firavun gibi ilahlık davasında bulunur.


Kuranı Kerim pek çok ayetinde insanın acizliğine dikkat çeker. İnsanların başına her zaman semavi musibetlerin inebileceğini hatırlatan ayetler de bu türdendir. Mesela Kuran şöyle der:

"O kentlerde yaşayanlar geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmeyeceğinden emin mi oldular? Veya gündüz vakti oyalanırlarken azabımızın kendilerine gelmeyeceğinden emin mi oldular? Yoksa Allahın mekrinden emin midirler? Halbuki kendilerine yazık edenler dışındakiler Allahın mekrinden emin değildirler." (Araf suresi, 97-99)

Ayette geçen "Allahın mekri", ummadıkları yerden Allahın insanları yakalayıvermesidir. "Onlar mekir yaptı, Allah da mekir yaptı. Allah en güzel mekir yapandır." (Al-i İmran suresi, 54)


ayetinde, Allahın dinine karşı tuzak hazırlayanlara, Allahın karşı tuzağı nazara verilir. Şüphesiz Allaha mekir isnadı mecazi bir anlatımdır. Böyle bir üslupla, onların hile ve tuzaklarının tarafı İlahiden boşa çıkarıldığı, kendi başlarına geçirildiği beliğ bir şekilde anlatılmıştır.


Şu ayet de insanın acizliğine işaret etmektedir:

"Semada olanın sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O vakit bakarsınız ki yer çalkalanmaktadır. Semada olanın üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Bu uyarımın nasıl olduğunu yakında bilirsiniz. Onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Ama benim onları reddim (inkarım) nasıl oldu gördünüz." (Mülk suresi, 16-18)

"Semada olan" dan muradın ne olduğu genelde iki şekilde açıklanmıştır:

1. Kudret ve saltanatı, arş ve memleketi semada olan Allah.

2. Semanın sakinleri olan melaike. (Beydâvî, Kadı, Envarut-Tenzil ve Esrarut Tevil, Darul Kütübil - İlmiyye, Beyrut 1988, II, 511; )

Hamdi Yazır, ayetle ilgili şu yorumu yapar: "Burada sema, "gök" dediğimiz cismani semadan ibaret değil, mutlak yükseklik, üstünlük remzidir. Maddi-manevi, cismani ve ruhani bütün mahlukatın, mekanın ve zamanın fevki demek olan mutlak yükseklik manasınadır... Bizim nazarımızda ulviyetin en yüksek timsali sema olduğu için Allahu Tealanın mutlak yüceliği de onunla ifade buyurulmuştur." (Yazır, Hamdi, Hak Dini Kurân Dili, VII, 5234)

Bir de şu ayete bakalım:

"De ki: Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sizi birbirinize katıştırıp bazınıza diğerlerinin kuvvetini tattırmaya kadirdir."
( Enam suresi, 65)

Ayette geçen "üstten ve alttan gelebilecek azap" olarak, üstten taş, alttan çöküntü; üstten kötü idareci, alttan ayak takımının musallat olması; üstten rüzgar, alttan sel felaketi; üstten Nuh kavminde olduğu gibi helak edici bir su, Ebrehe ordusunu helak eden ebabil kuşları gibi felaketler, alttan ise deprem, kuraklık gibi musibetler nazara verilmiştir. Hamdi Yazırın da dediği gibi, "ayet hepsine muhtemildir." ( Yazır, III, 1953)

Deprem, sel gibi afetlere karşı insanın tedbir alması elbette güzel bir olaydır. "Takdir Allahtan, tedbir kuldan" denilir. Fakat tedbire güvenerek takdire karşı gelmek de mümkün değildir. Şu ayetler bilhassa bu noktaya dikkat çekmektedir:

"Onlar yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar bunlardan sayıca daha çok ve güçlü idiler. Yeryüzünde daha sağlam eserler yaptılar. Öyle iken, yaptıkları şeyler kendilerini kurtarmadı. Peygamberleri onlara beyyinelerle (açık delillerle) geldikleri vakit kendilerindeki ilme güvendiler. Alay etmiş oldukları şey kendilerini kuşatıverdi. Azabımızı gördüklerinde "tek Allaha inandık ve Ona ortak koştuklarımızı inkar ettik" dediler. Fakat şiddetimizi gördüklerinde iman etmeleri onlara bir fayda vermedi. Bu, Allahın kulları içinde cari olan hükmü ve yasasıdır. İşte kafirler burada hüsrana uğramışlardır." (Mümin suresi, 82-85)

Öyle anlaşılıyor ki, İslam öncesi dönemlerde kuvvetli kavimler gelip geçmiş ve bunlar güçlü medeniyetler meydana getirmişlerdir. Peygamberleri bunlara Allahın dinini anlatmış, inkar etmeleri halinde Allahtan gelecek bir azaptan sakındırmışlardır. Fakat bu güçlü insanlar, ayetin bildirdiği gibi, "kendilerindeki ilme" güvenmişler, o sağlam binaların yıkılmayacağını zannetmişlerdir. Fakat neticede, o yaptıkları şeyler kendilerine bir fayda vermemiştir. İlahi azap kendilerini kuşatınca akılları başlarına gelmiş, "tek Allaha inandık ve Ona ortak koştuklarımızı inkar ettik" demişlerse de, yeis halindeki bu iman onları kurtarmamıştır. Bu durum, ayette "sünnetullah" tabir edilen Allahın bir kanunudur. Yani, hangi kavim taşkınlık yaparsa, şöyle veya böyle İlahi bir musibete maruz kalacaktır. Ve bu İlahi kanunda asla bir değişiklik söz konusu değildir.


İlme güvenerek İlahi afetlerden kurtulmanın mümkün olmadığı ayetin bildirdiği mühim hususlardan biridir. Bunun ibretli bir örneği geçtiğimiz yıllarda Japonyanın Kobe şehrindeki depremde yaşanmıştır. Birinci derecede deprem kuşağında yer alan Japonyada, özellikle Kobe şehri baştan sona deprem şartlarına göre inşa edilmekle beraber, farklı bir depremin olması bütün teknolojik hesapları alt üst etmiş, şehir bir enkaz yığını haline gelmiştir. Evet, Kuranın da emrettiği gibi tedbir alınmalıdır; ( Nisa suresi, 71, 102)


fakat tedbire güvenmek yerine Allaha iltica edilmelidir.


Allahın mülkünde yaşayan cin ve ins, Onun emirlerine itaatle mükelleftir. Şu ayeti kerime, bu noktayı haşmetli bir üslupla ifade eder:

"Ey cin ve ins topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse, haydi çıkın! Fakat bir ferman olmayınca çıkamazsınız. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Üzerinize ateş kıvılcımları ve erimiş madenler gönderilir, bir yardım da alamazsınız. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?" (Rahman suresi, 33-36)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun