Hz.Aişe'nin hayatı ve fazileti hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 05.02.2013 - 11:56 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ümmü'l-mü'minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) Hz. Ebû Bekir'in kızı ve Hz. Peygamberin hanımı.

Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti's-Sıddîk denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir'dir.

Ba­bası Resûl-i Ekrem ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabe­yi Abdullah, kız kardeşi Esma, Hz. Peygamber'in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ümmü Külsüm ile birlikte Medine'ye hicret etti. Önceleri Medine'nin havası­na alışamadığı için babası gibi rahatsız­landı. Hicretin 2. yılı Şevval ayında Hz. Peygamber'le evlendi.

Hz. Âişe Resûl-i Ekrem ile evlendik­ten sonra, üstün bir mevkie ve haklı bir şöhrete ulaştı. Uhud Gazvesi'nde sırtında su taşıma, haber toplama ve yaralılara bakma gibi geri hizmetlerde çalışmıştır. Hendek Savasında ise Benî Harise kabilesinin kalesinde Sa'd b. Muâz'ın annesiyle birlikte bulunmuş­tur. Hudeybiye Musâlahası'na da katıl­mış, Hayber'in fethinden sonra Hz. Pey­gamber diğer hanımlarıyla birlikte ona da bir miktar hisse ayırmıştır. Hz. Ömer Hayber Yahudilerini Filistin taraflarına sürdüğü zaman, Hz. Peygamber'in hanımlarını Hayber'deki hisselerini mah­sul veya toprak olarak almakta serbest bırakmış, Hz. Âişe toprak almayı tercih etmiştir. Mekke fethi için hazırlıklara başladığında, seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber bu­nu sadece Âişe'ye bildirmiş, Hz. Ebû Bekir bu hazırlığın Mekke için olduğunu kızından öğrenmişti. Hicretin 10. yılında yapılan Veda Haccına diğer ümmehâtü'l-mü'minîn ile birlikte katılmıştır.

Hz. Âişe'nin iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılı (bazı kay­naklara göre 6. yıl) Şaban ayındaki Benî Mustalik Gazvesi'dir. Hz. Pey­gamber sefere çıkarken Hz. Âişe'yi de yanına almış, savaş sonrası Medine'ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe devesinden (mahmil) inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmış, dönüşünde boynun­daki gerdanlığın düştüğünü farketmişti. Gerdanlığı aramaya çıktığı sırada onun mahmude olduğu düşünülerek orduya hareket emri verilmişti. Hz. Âişe geri dö­nünce konak yerinde kimseyi bulamadı ve kendisini almaya gelecekleri ümidiy­le beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvân b. Muattal Hz. Âişe'yi görünce onu devesine bindirip orduya yetiştirdi. Bu savaşa katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe aleyhine iftira ve dedikoduya başladı. Bazı Müslümanlar da onun bu çirkin if­tirasına alet oldular. Hz. Peygamber ve Âişe'nin ebeveyni dedikodular sebebiyle çok üzüldüler. Savaş dönüşü bir ay ka­dar hastalanan Hz. Âişe, kendisine ya­pılan bu iftirayı çok sonra tesadüfen öğrendi. Hz. Peygamber'den izin alıp ba­basının evine gitti ve üzüntüsünden gün­lerce ağlayıp ıstırap çekti. Nihayet Nûr süresinin 11-21. âyetleri nazil oldu ve Allah Teâlâ yapılan dedikoduların tama­men asılsız olduğunu ve Aişe'ye iftira edildiğini bildirdi.

Hz. Peygamber hicretin 11. yılı Safer ayının son haftasında ra­hatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe'nin odasına geçti ve mü­barek başı onun kucağında olduğu hal­de vefat etti ve onun odasına defnedil­di. Hz. Âişe, Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur'an hük­müne uyarak bir daha evlenmedi. Hz. Peygamber'den sonra kırk yedi yıl da­ha yaşadı, 17 Ramazan 58  Çarşamba gecesi, vitir nama­zını kıldıktan sonra Medine'de vefat etti. 56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan'da vefat ettiği de rivayet edilmiş­tir. Ölümü Medine'de büyük bir üzün­tüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır. Kadınlar da dahil olmak üzere Medine ve civanndaki bölgelerde yaşayan bütün halk geceleyin Cennetü'l-Baki'a gelmiş, cenaze namazı me­zarlığın ortasında Medine vali vekili Ebû Hüreyre tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine Bakî'a defnedilmiştir. Onu kab­re erkek ve kız kardeşlerinin çocukları koymuşlardır.

Hz. Aişe  yetişmesini ve şahsiyetinin olgunlaşmasını Peygamber evinde tamamlama imkânı buldu. Çocu­ğu olmadı. Bununla birlikte, Araplarda anne ve babaların büyük erkek çocuğun adını künye olarak almaları âdeti sebe­biyle bir künyesi olmadığına üzüldüğü­nü söyleyince. Hz. Peygamber ona kız kardeşi Esmâ'nın oğlu Abdullah b. Zübeyr'e nisbetle "Ümmü Abdullah" künyesi­ni vermişti. Hz. Peygamber onu çok sev­diği için kendisine Ayşe, Uveyş ve Âiş diye de hitap eder­di. Ayrıca beyaz tenli olmasından dolayı Hz. Aişe'ye Humeyrâ denildiği, kendisine Hz. Peygamber'in bu şekilde hitap ettiği de rivayet edilmiştir. Hz. Ali bir hadis rivayetinde ondan “Resûlullah'ın sevgilisi” diye söz etmiş, tabiînden Mesrûk ise Hz. Aişe'den rivayet ettiği hadislerin senedinde, “Allah'ın sevgilisinin sevgilisi, semadan inen âyetle temize çıkan” ifadesini kullanmıştır.

Hz. Âişe ile Hz. Peygamber arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Ken­disine büyük yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber ile koşu yaptığı, onun omuzuna dayanarak Mescid-i Nebevi’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşliler'i seyrettiği ve Hz. Peygamber'e nazlanmaktan hoşlandığı bilinmektedir. Hz. Peygamber de onunla bir arada bu­lunmaktan, bilhassa gece seyahatle­rinde kendisiyle sohbet etmekten, da­vetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten pek memnun olurdu.

Esa­sen Hz. Âişe zekâsı, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur'ân-ı Ke­rimi ve Hz. Peygamber'i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları saye­sinde Hz. Peygamber'in yanında müs­tesna bir mevki kazandı. Hz. Peygam­ber onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardım edince baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti. Bilemediklerini, anlayamadıklarını, ek­sik ve yanlışlarını, hatta Kur'an ile Hz. Peygamber'in hadisleri arasındaki kendi anlayışına göre farklılık arzeden husus­ları Hz. Peygamber'e sormak ve onunla müzakere etmek gibi güzel bir alışkan­lığı vardı.

Hz. Peygamber, hanımları arasında Hz. Hatice'den sonra en çok onu sev­miş, dünyada en çok kimi sevdiği soru­suna karşılık olarak onun adını vermiş ve bu sevgisini dile getirmiştir. Hanım­ları içinde yalnızca Âişe ile birlikte bu­lunduğunda kendisine vahiy geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu ve Hz. Peygamber'in ona duyduğu sevginin Zehebi’nin dediği gibi ilâhî kaynağa dayandığı­nı göstermektedir.

Ev işlerini kendisi yapardı. Hz. Pey­gamber ile beraberken onunla sohbet eder ve nafile ibadet ile meşgul olurdu. Hz. Peygamber'e karşı beslediği de­rin sevgi yanında ona itaat ve emirleri­ne dikkat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde ko­nuşmayı sevmezdi. Kanaatkar, mahviyetkâr, mütevazi aynı zamanda vakur ve cömert idi. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiş­tirilmesine itina eder, sonra da kendile­rini evlendirirdi.

Birçok köle ve cariyesi­ni azat etmiştir; bazı rivayetlerde sayı­ları altmış iki olarak zikredilen bu azat­lılardan bir kısmı ilim ve hadisle meşgul olmuştur. Hz. Peygamber'in diğer hanımlarıyla, kızı Fâtıma, Hz. Ali ve di­ğer sahâbîlerin faziletlerine dair birçok hadisi rivayet etmek ve onları ümmete tanıtmak suretiyle âlicenap olduğunu da göstermiştir.

Hz. Peygamber vefat et­tiği zaman çok genç olmasına rağmen Kur'ân-ı Kerîm'i ve Hz. Peygamber'in sünnetini en iyi bilen, anlayan ve muha­faza eden sahâbîlerin başında yer alır. O hem baba evinde, hem Peygamber'in yanında zekâsı, anlayış kabiliyeti, öğ­renme arzusu, kuvvetli hafızası, aşk ve imanı sayesinde en iyi şekilde yetişti ve başkalarına nasip olmayan bilgiler edin­di.

Arap dilini maharetle kullanması ya­nında Arap şiirini de çok iyi bilirdi. Lebîd'in birçok beyti, Kâ'b b. Mâlik'in he­men bütün kasideleri, Hassan b. Sabit ve Abdullah b. Revâha'nın manzumeleri onun ezbere bildiği şiirler arasında yer alır. Kur'an ve hadisin anlaşılması için olduğu kadar Arap dili bakımından da şiirin önemine işaret ederek, “Çocukla­rınıza şiir öğretiniz ki dilleri tatlansın.” derdi.

Hz. Âişe, fesahat ve belâgatıyla da ünlü bir hatip olduğu için, konuşması insanlara çok tesir ederdi. Babasının vefatı üzerine kabri başında yaptığı dua, Cemel Vak'asındaki hutbesi ve bazı mektupları, onun edebî kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Ayrıca Arap tarihi, ensâb ilmi, Câhiliye çağının içtimaî va­ziyeti, örf ve âdetleri hakkında geniş bilgi sahibi idi. Şiir ve edebiyat ile tarih ve ensâbı, bu konularda ihtisas derecesinde bilgi sahibi olan babası Hz. Ebü Bekir'den öğrenmişti. Ahlâk ve davranışlarında olduğu gibi ilme merakı ba­kımından da babasına benzemişti.

Hz. Peygamber'den aldığı feyiz sayesinde İslâm esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Kur'ân-ı Kerîmi tefsir etti. Sünnet-i nebeviyyeyi nakl ve şerhetmekle kalmadı, aynı zamanda onun doğru an­laşılması hususunda ilmî tenkit zihniye­tini ortaya koydu. Küçük yaşından itiba­ren Kur'an'ı ezberlemeye başlamış, âyet­lerin kıraat tarzını iyice öğrenmişti. Bil­hassa Medine'de nazil olan âyetlerin nü­zul sebeplerini, delâletlerini, tahlil ve de­ğerlendirmelerini ve her âyetle nasıl is­tidlal edilip ahkâm çıkarılacağını çok iyi bilirdi. Kur'an'ı en iyi anlayanlardan bi­riydi. Sünneti de çok iyi anlamış olan Hz. Âişe, hadislerden istinbât ve kıyas sure­tiyle yeni hükümler çıkardı. Onun ictihad ve fetvaları, kendisinin bir fakih ve müctehid olarak kabul edilmesini sağ­ladı. Hz. Peygamberin ashabı arasında çok sayıda fetva vermesiyle meşhur olan yedi kişiden biri de Hz. Âişe'dir. Birçok fıkhı mesele yanında usûl-i fıkıh, hikmet-i teşri ve bilhassa ferâiz sahaların­da derin bir kültür ve anlayışa sahipti. Talebelerinden Küfe fakihi Mesrûk'un söylediğine göre ashabın büyükleri ferâize dair meseleleri hep ondan sorar­lardı. Hadis ve fıkıh kaynaklarında onun bazı sahâbîlerden farklı fetvalarının ge­niş yer tuttuğu görülür. Tabiîn devri­nin birçok hukukçusu, yüksek seviyede­ki hukuk bilgisinden faydalanmak üze­re kendisiyle ilmî istişarelerde bulun­muştur. İslâm hukuku sahasındaki gö­rüşleri yeğenleri Kasım, Urve ve diğer talebeleri tarafından nakledilmiştir.

Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber'in hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında em­salsiz hizmetler ifa etti. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 2.210'dur. Bunlardan Buhârî ve Müslim'in Sahîhlerinde riva­yet ettikleri iki yüz doksan yedi hadisin yüz yetmiş dördü her iki eserde, elli dördü yalnız Buhârî'de, alt­mış dokuzu da yalnız Müslim'de yer almaktadır. O hem Hz. Peygamberin di­ğer hanımlarından, hem de Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik dışında diğer bütün sahâbîlerden faz­la hadis rivayet etmiş olan tek kadın­dır. Binden fazla hadis rivayet eden ve “Müksirûn” diye adlandırılan yedi sahâbînin dördüncüsü oldu. Rivayet etti­ği hadislerin çoğunu, doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den nakletmiştir. Rivayet ettiği hadislerin sebeb-i vürüdunu ve delâlet­lerini beyan eder, ayrıca Kur'ân-ı Ke­rîme muhalif bir unsur ihtiva edip et­memesi bakımından onları incelemeye tâbi tutar, bazı sahâbîlerin rivayet sıra­sında yaptıkları hataları düzeltirdi. Bir kısım hadislerin baş veya son tarafları­nın, yahut esbâb-ı vürûdunun iyi bilin­memesinden kaynaklanan hataları düzeltirken “Yanıldı”, “Unuttu”, “Hadisin baş tarafını nakletmeyip sonunu nak­letti” gibi ifadeler kullanarak, İslâm dünyasında tenkit zihniyetinin gelişme­sine öncülük etti.

Hz. Âişe'nin naklettiği hadislerin muh­tevaları incelendiğinde, başta Resûlullah'ın peygamberliği, aile hayatı, günlük yaşayışı, savaşları, Veda haccı, vefatı ve ahlâkı olmak üzere, Câhiliye çağı tarihi, kadınlara dair hükümler, Mekke ve Me­dine devirlerindeki Müslümanların çe­şitli faaliyetleri, ibadetler ve ibadetler tarihi, rü'yetullah, gaybın bilinmesi, kıyamet, ölüm ve âhiret hayatına dair bazı kelâmı mesele ve haberleri ihtiva ettiği görülür.

Hz. Âişe'nin en belirgin özelliklerinden biri de İslâm dininin esaslarını anlat­mak hususundaki faaliyetleridir. Hz. Peygamber'den sonra onun evi, kadın erkek, büyük küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini dinlediği, var­sa sorusunu sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan ocağı oldu. Ashaptan bazı­larının vefat etmiş olması, birçoğunun da fetihler sebebiyle muhtelif bölgelere gitmesi sonucunda Medine'de çok az sahâbî kalmıştı. Hz. Âişe'nin varlığı sa­yesinde, “Peygamber şehri Medine” ilim merkezi olmaya devam etti. Bu şehirde onun yıllarca süren eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda İslâm ilimlerinin temellerinin atılması ve ilmî hareketin gelişmesi yanında, hadis ve fıkıh saha­larında Medine ekolü teşekkül etti.

Hz. Âişe, yalnızca şifahî sorularla değil aynı zamanda muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanların mektupla sor­dukları sorulara da cevaplar vermiştir. Böylece hadislerin ve bazı fıkhî mesele­lerin yazılmasına da öncülük etmiş ol­du. Diğer taraftan 23 yılından ve­fatına kadar her yıl hac için Mekke'ye gittiğinde, muhtelif yerlerden gelenlerin kendisini çadırında ziyaret etmelerine ve soru sormalarına izin verdi. Hz. Peygam­ber zamanından başlamak üzere kadın­ların eğitim ve öğretimiyle çok yakından meşgul oldu; çevresinde ders dinleyen ve hadis nakleden birçok kız ve kadın yer aldı. Böylece o hem bizzat, hem de yetiştirdiği öğrencileri ile İslâm dünya­sında kadınların ilimle meşgul olmaları gerektiğini, hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekilde göstermiş oldu.

Onun hayatı ve şahsiyeti ile rivayet etti­ği hadisler, istidrâkleri, fetvaları, siya­sî faaliyetleri hakkında tefsir, hadis ve fıkıh külliyatı, siyer ve megazî, tarih ve tabakat. şiir ve edebiyat kitaplarında pek çok vesika ve geniş bilgi bulunmak­tadır. Hz. Peygamberin hanımları hakkında yazılmış müstakil eserler de dik­kate alınırsa, Hz. Âişe'nin biyografisi için başvurulması gereken kaynakların çok zengin olduğu görülür.

(bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Aişe Md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun