Hz. İsa’dan sonra insanlar neye inanması gerekiyordu?

Hz. İsa’dan sonra insanlar neye inanması gerekiyordu?
Tarih: 19.11.2020 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hristiyanlık bir dönem hak dindi ve Hz. İsa öldükten sonra İncil değiştirildi ve hak dinden çıktı, daha sonra Allah dünyaya Hz. Muhammed'i gönderdi. Peki Hristiyanlık hak dinden çıktıktan sonra, Hz. Muhammed gelene kadar 500 sene insanların neye inanması gerekiyordu yoksa tek Tanrı mı?
- İncil’in bozulduğu zaman Gök Tengri’ye inanlar için cennete girmeleri söz konusu mu?
- İncil Hz. İsa öldükten sonra Hz. Muhammed peygamber olmadan önce bozulup mu hak din olmaktan çıktı, yoksa Kuran inince ve Hz. Muhammed'in nübüvveti başlayınca mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlk yazılan İncil ile Hz İsa'nın göğe yükseltilmesi arasında en az 25-30 yıllık bir zaman olduğu ve Hz. İsa'nın göğe yükseltilmesinin ardından ilk asırda farklı İncil nüshalarının ortaya çıktığı ve tartışmaların başladığı bilinmektedir.

Peygamber Efendimize (asm) son vahyin gelmesiyle beraber ise, herkes son vahye tabi olmakla yükümlü kılınmıştır.

Ayrıca İslami literatürde, Peygamber Efendimizden (asm) önce cahiliye döneminde, Hz. İbrahim'in getirdiği ilkelere bağlı kalan insanlara "Hanifler" denilmektedir. Bunlar Hz. İbrahim’den kendilerine intikal eden tek tanrıcılık esaslarına inanmaya devam eden şahsiyetlerdi.

Nitekim Kur'an-ı Kerim de Hz. İbrahim’in hanif olduğunu açıkça beyan etmişti:

“İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.” (Al-i İmran 3/67)

Bu konudaki hadislerden bazılarında da Hz. Peygamber'in (asm), "Allah,' kullarımın hepsini hanif olarak yarattım' buyurdu" (Müsned, 4/162; Müslim, Cennet, 63) mealindeki hadisiyle, "Ben Yahudilik ve Hristiyanlık'la değil kolaylaştırılmış Haniflik'le gönderildim" (Müsned, 5/266; 6/116, 233) hadisi birlikte düşünüldüğünde hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğlerinde ortak olan ilkeleri ifade ettiği ve İslam'ın da bu ilkeleri yaşatan bir din olduğu sonucuna varılır.

Sorularda ifade edilen zaman dilimlerine İslami literatürde "fetret dönemi", o zamanda yaşayanlara da "fetret ehli" denilmektedir.

Bu konuda farklı mülahazalar olmakla birlikte; ister İslam öncesi dönemde ister İslami devirde yaşamış olsun, peygamber davetinden hiçbir şekilde haberdar olmayanların (fetret ehli) dini sorumluluğu hususunda iki görüş öne çıkmaktadır.

Birinci Görürş: Fetret ehli putperest, müşrik, hatta tanrı tanımaz bile olsa -bir peygamberin daveti ve mesajı ile karşılaşmadığı için- dini bir yükümlülük altında bulunmadığından ahirette kurtuluşa erecek ve cennete girecektir.

Bu kanaat insanların dini bakımdan sorumlu tutulmasını, peygamber davetinden haberdar olma şartına bağlayan temel görüşün bir sonucudur.

Buna göre peygamber davetine muhatap bulunmayan insanlar akıl yürüterek dinî mükellefiyetlerin nelerden ibaret olduğunu bilemezler. Nitekim Kur'an’da, peygamber gönderilmedikçe insanların azaba uğratılmayacağı bildirilmiştir. (bk. İsrâ 17/15; Şuarâ 26/208-209; Kasas 28/59)

İkinci Görürş: Fetret ehli Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, ayrıca akıl yürütmek suretiyle bilinebilecek olan iyi fiilleri yapmak ve kötü fiillerden kaçınmakla yükümlüdür. Zira insanlar, akıl yürüterek kendilerini ve kâinatı yaratan bir yüce varlığın mevcut ve bir olduğu sonucuna ulaşabilirler.

Akıl, Allah’ın varlığını bilmede ve temel konularda iyi ile kötüyü ayırt etme gücüne sahiptir. Nitekim Kur'an’da, akıl yürüterek Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşılabileceği Hz. İbrahim’in diliyle anlatılmış (bk. En‘âm 6/76-79), akıl yürütmenin kişiyi ebedî felâketten kurtaracağı ifade edilmiştir. (bk. Mülk 67/10).

Sonuç olarak, İslamiyet’ten hiçbir şekilde haberdar olamayanlarla fiziki imkansızlıklar, güçlü psikolojik ve sosyal engeller yüzünden, bu dinin hidayetiyle yeterince aydınlanamayanların sorumlu tutulamayacağını söylemek mümkündür.

Ancak her iki grubun akli yeteneğini kullanmak ve fıtratında bulunan inanç temayülünü geliştirmek suretiyle, kainatın yaratıcısının mevcudiyetini (Matüridiler’e göre varlığı yanında birliğini de) benimsemesi, ayrıca yeteneklerinden ve çevresinde yaygın olan vahye dayalı kültürlerden de faydalanarak erdemli davranışlarda bulunması gerekir.

Akli melekesi yerinde olduğu halde dini konulara ilgi göstermeyip inkara saplanan veya çevresinde yaygınlaşmış inanışlarla yetinen insanların ise herhangi bir mazeretinin olamayacağı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, kendilerine dinin emir ve yasakları ulaştıktan sonra Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in (asm) O'nun kulu ve elçisi olduğuna ve Kur'an-ı Kerim'deki bütün esaslara olduğu gibi iman etmeyen kimseler İslam inancına göre sorumlu olurlar.

İlave bilgi için tıklayınız:

Mekke'de doğan bir çocukla, dünyanın herhangi bir yerinde doğan ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun