Haşrin (yeniden dirilişin) cismaniyeti ve nasıl olacağı hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 18.05.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hz. İbrahîm[1], Hz. Uzeyr, Ashab-ı Kehf kıssaları ve dirilişle alakalı diğer kıssalar, dirilişin cismanî olduğunun kesin delîlleridir. Keza, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlerin,

"Biz ölüp toprak ve kemik hâline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?!" (Mü'minûn, 23/82; Sâffât, 37/16; Vâkıa, 56/47),

"Biz tekrar ilk hâlimize mi döndürülecek mişiz?! Çürümüş kemikler hâline geldikten sonra mı?! Dediler ki, bu o zaman zararlı bir dönüştür!" (Nâziât, 79/10-12)

gibi sözlerle şiddetli inkârları, dirilişin cismanî olduğunun beyan edilmesinden dolayıdır. Aksi halde onlar bu şekilde şiddetli inkâr ve istib'âdda bulunmazlardı. Çünkü hemen hemen bütün insan topluluklarında görüldüğü gibi, onlar da öldükten sonra rûhun bakî kaldığına dâir, bâtıl ve hurafe de olsa, bir takım inançlara sâhip idiler. Dolayısıyla ruhların haşrini bu derece şiddetle inkâr etmeleri söz konusu değildir. Onlar bedenlerin yeniden diriltilmesini inkâr ediyordular. Nitekim,

"Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?!" (Yâsîn, 36/78)

diye meydan okuyan inkârcı, eline çürümüş kemikleri alarak, o kemiklerin nasıl tekrar diriltilip hayat kazanacaklarını, böyle bir şeyin olamayacağını söylemesi üzerine, daha sonraki âyetlerle cevap verilmesi, bu inkârın cismanî diriliş hakkında olduğunun açık delîlidir.

Zaten, Kur'ân'da İslâm filozoflarının ele alışlarının aksine, insan bir bütün olarak bahsedilmiş, beden rûh ayırımı yapılmamış, bedensiz rûhlardan bahsedilmemiştir[2].

Yine Kur'ân'da tafsilatlı bir şekilde anlatılan cennet ve cehennem hayatı, cennetteki yiyecek ve içecekler, ağaçlar ve ırmaklar, saraylar, cennet hurileri... cehennem azabı, cehennemin yakacağı, kaynar sular... bu hayatın cismanî olduğunun açık delîlleridir[3].

İşte bir kaç âyet:

"Önde olanlar önde olanlar, işte onlar mukarrebûndur. Naîm cennetlerinde... Çoğu öncekilerden, az bir kısmı da sonrakilerdendir. Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde, karşılıklı oturup yaslanırlar. Etraflarında ebedîleştirilmiş çocuklar dolaşıp dururlar. Maîn'den doldurulmuş testiler, ibrikler ve kâselerle. Ondan dolayı ne başları ağırır, ne de akılları gider. Ve beğendikleri meyveler... İştahlarının çektiği kuş etleri. İri gözlü hûrîler. Saklı inciler misâli... Yaptıklarına bir mükâfat olarak. Orada ne boş laf ne de günah söz işitirler. Sadece 'Selâm! Selâm!' denilir. Ve ashab-ı yemîn, ne mutlu ashâb-ı yemîn'e! Onlar dalbastı kirazlar, sıra sıra dizili muzlar, uzun gölgeler, bolca dökülen sular, kesintisiz, yasaksız çokça meyveler içindedirler. Bir de yüksek döşekler... Biz o kadınları eşsiz bir şekilde yarattık ve onları bâkireler kıldık. Kocalarına düşkün, hep aynı yaşta... Ashâb-ı yemîn için." (Vakıa, 56/10-38)

Bütün bu apaçık gerçeklerden sonra, cismanî dirilişi inkâr edenlere söylenecek bir söz yoktur. Onların inkârları ancak bir inat ve taannüt olarak izah edilebilir. Ya da, bu apaçık âyetleri kendi hevâ ve arzularına göre tevîl etmekten başka çıkar yolları yoktur[4]. Kur'ân-ı Kerîm'de cicmanî haşr bu derece açık olarak bildirildiği içindir ki, Razî, Kur'ân-ı Kerîm'le cismanî haşri inkârın bir kalpde birlikte bulunamayacağını söylemiştir[5].

Aslında dünyâ, âhiretin bir fihristesi hükmündedir. Dünya hayatında insanlara tattırılan cismanî lezzetler de birer numûnedir. Asıllarına teşvîk etmek içindir. Buradaki tattırma, cennetlerde ebedî âleme lâyık nimetler hazırlandığına delâlet etmektedir[6].

Kur'ân-ı Kerîm'de cismanî lezzetlerin daha çok zikrolunmasının bir hikmeti de cennet ve cehennem hayatının cismanî olmadığı düşüncesini bertaraf etmek ve haşrin cismanî olduğunu takrîr etmek için olabilir.

Eğer insanlar bu dünya hayatında cismaniyetten uzak, tamamen rûhanî bir hayat yaşasaydılar, o zaman cismanî dirilişi uzak görmelerine bir mana verilebilirdi. Bu dünya hayatında cismanî bir hayat yaşayıp, cismanî nimetlerden istifâde edip de, bunların daha mükemmel bir şekilde âhirette bulunacağını kabul etmemek, inkâr etmek akıl kârı değildir.

Cismanî haşrin keyfiyetinin nasıl olacağı hakkında ise, farklı görüşler ileri sürülmüştür. bazı âlimler, insanın bütün bedeninin tamamen yok olduktan sonra tekrar iâde olunacağını, bazıları ise, insanın cevherlerinin baki kalacağını, sonra tekrar aynıyla iâde olunacağını söylemişlerdir. Bu ikinci grup da, insanın aslî zerrelerinin mi, yoksa hayatı boyunca eskiyip tazelenen bütün zerrelerinin mi iâde olunacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir[7]. Alimlerin ekserisinin bu kanaatte olduğu söylenmiştir[8].

Cuveynî ve başkaları demişlerdir ki,

"Her iki durum da aklen câizdir ve ikisinden birini tayin etmek hakkında sem'î, kat'î bir delîl yoktur. Dolayısıyla insanların bedenlerinin toprak haline gelip sonra, önceki gibi terkib olunup iâde olunmaları akıldan uzak değildir. Bedenlerin yok edilip sonra tekrar iâde olunmasını da muhal göremeyiz."[9].

İâdenin yokluktan sonra tekrar yaratma ile yeni bir yaratmayla olacağını söyleyenler,

"Yeryüzündeki her şey fânidir." (Rahmân, 55/27),

"Allah'ın zâtından başka her şey helak olacaktır."(Kasas, 28/88)

âyetlerinden hareket ederek helak ve fenâ'nın mahza adem (yokluk) olduğunu dolayısıyla dirilişin de, ademden sonra yenidin inşâ ile olacağını söylemişler, buna karşılık helâk ve fenâ ile muradın, faydalanılmaz duruma gelmek, ölüm, veya yokluğa kâbil manalarında olduğu cevabıyla karşılık verilmiştir[10].

İâdenin tefrîkten, dağılmadan sonra tekrar cem ile olacağını söyleyenler ise, müşriklerin "Biz ölüp toprak olduktan sonra mı tekrar dirileceğiz!? Bu uzak bir dönüş!" sözlerine,

"Yeryüzünün onların bedenlerinden ne eksilttiğini biliyoruz. Katımızda her şeyi muhâfaza eden bir de kitap vardır." (Kâf, 50/4)

âyetiyle mukabelede bulunulmasını delîl göstermişlerdir. Buna karşılık birinci grup, bu âyetin suâle cevap tarzında husûsî olarak vârid olduğunu, iâdenin yokluktan olacağını nefyetmediğini, aksi halde iâdenin yokluktan olacağını ifâde eden âyetlere aykırı olacağını söylemişlerdir[11].

İkinci tâifenin delîl sadedinde zikrettikleri başka âyetler de vardır: Mesela,

"O gün'de semâvât Allah'ın elinde dürülmüş vaziyettedir."(Zümer, 39/67)

âyeti kıyamet günü semâvâtın matvî (dürülü)olacağına, dolayısıyla mevcûd olup yok edilmeyeceğine,

"O günde arz başka bir arza, semâvât da başka semâlara tebdîl edilir." (İbrahîm, 14/48)

âyeti de arzın eczâsının bakî kalacağına, kıyamet hengâmında yok edilmeyeceğine, başka bir arza tebdîl edileceğine delâlet etmektedir denilmiştir[12].

Bir başkası,

"O gün dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeyleri haber vererek, onların aleyhine şehâdette bulunacaklardır."

âyetidir. Eğer bu azâlar dünyadakilerden başkası olsa o zaman şehâdetleri yalan olurdu denilmiştir[13].

Hz. İbrahim'in ölülerin nasıl diriltildiğini istemesi üzerine, Allah'ın emriyle kesip parçalara ayırdığı kuşların, yok edilmeden tekrar o parçalardan terkib olunması da, dirilişin, dağılan cüzlerin bir araya getirilmek sûretiyle olacağına delîl gösterilmiştir[14].

Haşrin, dağılan unsurların aynıyla değil de, önceki bedenin misliyle olacağını söyleyenler de sayıca az değildir. İmam Gazalî "Mirâcu's-Salikîn" adlı eserinde şöyle diyor:

"Biz, Allah Taalâ'nın cisimleri aynen iâde edeceğini gerekli görmüyoruz. Bilâkis Allah Tealâ, bidâyette yaptığı gibi, rûhların yeni bir yaratılışa çevrileceğini garanti etmiştir. Bir rivâyette Allah'ın bir nevi yağmur indirerek, bu yağmurun bedenlerin yeniden yaratılması için bir asıl teşkil edeceği bildirilmiştir. Allah dilediği şeyi iâde etmeye kâdirdir."[15].

Şerhu'l-Makâsıd'da da şöyle deniyor:

"Meâd'ın mebde gibi aynen iâde olmamasına bir mani yoktur. Allah Tealâ rûha giydireceği bir beden yaratarak bunu gerçekleştirebilir. Bu yüzden, bir insana çocukluğundan ihtiyarlığına kadar, sûret ve hey'eti değişse de yine 'o' denir. Hatta pek çok alet ve organı değişse de yine, 'o'dur. Gençliğinde cinâyet işleyip, ihtiyarlığında cezâlandırılan bir kimse için de, bu cezâ cinâyeti işlememiş birisine verildi denilmez."[16].

Günümüzdeki ilmî gelişmeler neticesinde beden hücrelerinin sürekli yenilendiğinin tesbit edilmesinin de, bu görüşün ağırlık kazanmasında rolü olduğu söylenebilir. Meselâ, Merağî bu gelişmelerden hareketle, bu fikri desteklediğıini ifâde etmiştir[17].

İbn Aşûr,

"Düşünmüyorlar mı ki, semâvât ve arzı yaratan Allah onların mislini (benzerini) de yaratabilir!.." (İsrâ, 17/99)

âyetinde dirilişin bedenlerin yok olmasından sonra başka cesedlerin iâdesiyle olacağına dâir bir imâ bulunduğunu söyleyerek, Allah Taalâ her ölü için dünyadaki bedeninin benzeri olan yeni bir beden yaratarak rûhunu ona yerleştirebilir dedikten sonra, ayetteki mislehum "onların benzerleri" ifâdesinin nefsden kinâye de olabileceğini bu durumda âyetin manâsının "onları yaratmaya da kâdirdir" şeklinde olacağını söylemiştir[18].

İbn Aşûr, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen meâd, ba's, rec' gibi ifâdelerin farklı diriliş keyfiyetlerine delâlet ettiğini şöyle belirtiyor:

"... İnsanlardan bir kısmı kıyamet saatinden az bir zaman önce ölürler, cesedleri çürümez, bunlara cesedleri yenilenmeden sadece rûhları döndürülür. Bu yüzden bu icâdın meâd, rec' veya ba's diye isimlendirilmesi rûhların cesede intikâli itibariyledir."[19].

İbn Aşûr, bedenlerin acbu'z-zeneb üzerine terkîb olunarak iâde edilmelerinin ise vasat bir görüş olduğunu şöyle ifâde ediyor:

"İnsanoğlunun fenâ bulacağı, ancak acbu'z-zeneb'in fenâ bulmayacağı, insanın ondan yaratılmış olup, tekrar onun üzerine terkîb olunacağı[20] vârid olmuştur. Buna göre, iâde olunan cesedler hurma çekirdeğinden hurmanın icâd edilmesi gibidir. Bu görüş, iâdenin adem (bedenlerin yok olması) den ve teferruk (bedenin cüzlerinin dağılması)'dan sonra toplanmasından olacağına dâir iki görüş arasında vasat bir görüştür."[21].

Acbu'z-zenebin insanların kuyruk sokumunda bulunan bir kemik olduğu söylenmiştir[22]. Mahiyeti hakkında çok şeyler söylenmişse de[23] bu hususta en kayda değer ifâde Şaranî'nin şu açıklamalarıdır denilebilir:

"Asl olan ve kendisinden mîsâk'ın alındığı zerrede, insanın bütün azaları eşkâliyle takdîr olunmuştur. Ona zerre denmesi de, küçük karıncaya benzetildiğinden dolayıdır. Bu zerrenin, küçüklüğüne rağmen kendine mahsûs azâları vardır."[24].

Şa'ranî'nin bu izahları adeta günümüzde keşfedilmiş genleri ve bu genleri teşkil eden DNA moleküllerini tasvîr ediyor! Çünkü genler kişinin karekterlerini, irsî özelliklerini, göz, saç ve derinin renk ve biçimlerini, zevkleri, ilgi alanlarını ve davranış tarzlarını belirler. Bu yüzden, bir hücreden tıpa tıp bir nüshamızın daha çıkarılması, yani yeniden yaratılmamız mümkündür.

Genler, hadîslerde rivâyet edilen acbu'z-zeneb olmasalar da, en azından böyle bir şeyin, yani insanın küçük bir parçasından, hatta gözle görülmeyen bir cüzünden tekrar yaratılmasının mümkün olduğunu kat'i olarak göstermektedir. Aslında bazı bitkilerin bir tek tohumdan veya bir yapraktan büyüyüp gelişmeleri de bu gerçeğin birer misâlidir. Küçücük bir tohuma koca ağacın programını derceden Allah, acbu'z-zeneb'e hatta insanın bütün genlerine bütün özelliklerini sığdırabilir ve bunu muhafaza ederek kıyamet günü insanı tekrar yaratabilir...

Haşrin keyfiyetine dâir bütün bu farklı görüşler sebebiyle diyebiliriz ki, "bu mesele (cismanî dirilişin keyfiyeti) itikadî değildir. Her grubun kendine göre yöneldiği bir cihet ve delîlleri vardır... Fakat râcih olan görüş, dirilişin beden unsurlarının dağıldıktan sonra tekrar cem ve iâde edileceği görüşüdür. Böylece bu görüşle "ma'dumun iâdesinin muhal olduğunu söyleyerek, cismanî dirilişin aklen muhâl olduğunu söyleyen filozoflara da kapı kapatılmış olur. Çünkü bu görüş madûm'un iâdesinin imtina veya cevâzına bağlı değildir. Çünkü bu görüşe göre, madûm (yok) olan bir şey yoktur, dağınık halde bulunan eczâ (bedenin dağılan unsurları) vardır"[25].

Netice olarak diye biliriz ki, keyfiyet nasıl olursa olsun insan yeni bir bedenle tekrar diriltilecektir. Bizim için önemli olan da budur.


[1]. Muhyiddin ibnu'l-Arabî, bedenlerin dirilişini inkâr edenlere, Cenab-ı Hakk'ın, Hz. İbrahim kıssasıyla cevap verdiğini ifâde etmiştir (bk. Nihat Keklik, Muhyiddin İbnu'l-Arabî -el-Futuhâtu'l Mekkiyye-, s. 451; Futuhât -Esas Motifler- Futuhat, II, 577'den naklen)
[2]. Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur'ân, Çev. Alpaslan Açıkgenç, 2.bsk., Ank. 1993, s. 219.
[3]. bk. Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî. Hazihi Müşkilatuhum, Dımeşk, 1990, s.178.
[4]. Cismanî dirilişi kabul etmeyenlerin iddiâları, Rahmetullah el-Hindî'nin de ifâde ettiği gibi, çok zayıf iddiâlardır (bk. et-Tenbihât, s. 72). Gazalî, Tehâfüt'ün de bu iddiâları en güzel şekilde cevaplandırmıştır (bk. Gazali, Ebu Hamid, Tehâfütü'l-Felâsife, s. 282-302).
[5]. bk. Bilmen, s. 338.
[6]. bk. Nursî, el-Mesneviyyu'l-Arabî, s. 346.
[7]. bk. Seyyid Şerif Cürcanî, Şerhu'l-Mevâkıf, Daru't-Tıbaati'l-Amire, I, 570; III, 222; Mes'ûd b. Ömer Sa'duddin et-Taftazanî, Şerhu'l-Makâsıd, thk., Abdurrahman Umeyre, Beyrut, 1989, V, 590.
[8]. bk. Şa'ranî, el-Yevâkıt ve'l-Cevâhir, II,139.
[9]. İmamu'l-Haremeyn el-Cuveynî, Kitabu'l-İrşâd ilâ Kavatıi'l-Edilleti fî Usûli'l-İ'tikad, thk., Muhammed Yusuf Musâ, Mektebetu Hancı, Mısır, 1950, s. 374; keza bk. Cürcanî, III, 227; Bûtî, Kübrâ'l-Yakiniyyâti'l-Kevniyye, 9.bsk., Daru'l-fikr, Dımeşk, 1411, s. 345-347.
[10]. Müyesser, s. 223.
[11]. Müyesser, s. 224.
[12]. Bûtî, Kubra'l-Yakiniyyâti'l-Kevniyye, s. 345-347.
[13]. Razî, XXII,198.
[14]. Alûsî, III, 30.
[15]. Gazalî, Mi'râcu's-Sâlikîn, Beyrut, 1986, (Mecmuatu Resâil içinde), s.140.
[16]. Taftazanî, V, 91
[17]. bk. Merağî, VII,185.
[18]. bk. İbn Aşûr, XV, 220-221.
[19]. İbn Aşûr, XV, 282.
[20]. Bu manâdaki rivayetler için bk. Buharî, Tefsîru Sûreti Zümer, 3, VI, 34; Tefsîru Sûreti Nebe, 1, VI, 79; Müslim, Fiten, 141-143, IV, 2271; İbn Hanbel, II, 315, 322, 428, 499; III, 28.
[21]. İbn Aşûr, XV, 282.
[22]. bk. İbnu'l-Esîr, en-Nihâye fî Ğarîbi'l-Hadîsi ve'l-Eser, thk., Tahir Ahmed ez-Zavî, el-Mektebetu'l-İslamiyye (baskı yeri ve tarihi yok), III,184; Şa'ranî, el-Yevâkıt ve'l-Cevâhir, II,121.
[23]. bk. Alûsî, XXII,173.
[24]. Şa'ranî, a.g.e., II, 140.
[25]. Müyesser, s. 224. Günümüzdeki ilmî gelişmeler de bu hakikati ispat etmiştir. Evet kâinatta hiç bir şey yok olmuyor sadece şekil değiştiriyor, bir halden diğer bir hale geçiyor. Madûmun iâdesi hakkında çokça kafa yoran filozoflar bu gerçeği görselerdi, akıl yoluyla fazla mesâfe alamadıklarını görüp, mahcûb olacak ve Kur'ân'a daha sıkı sarılacaklardı...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun