Gençler neden intiharı seçiyor?
- Gençlerin intihar etmesinde dinin ve aile eğitiminin etkisi var mı?
- Son günlerde medyaya yansıyan haberlerde gençlerin arka arkaya intihar etmesinde, aile baskısı ve din eğitiminin de etkisi olduğu söylenmektedir. Bunun gerçeklik payı nedir?
- Anne-baba olarak çocuklarımıza dini nasıl öğretmeli ve onlara karşı nasıl davranmalıyız?
Değerli kardeşimiz,
Anne-baba olarak kaygınızı anlıyoruz. Bu konuda aydınlanmak ve çevrenizi de aydınlatma çabanızdan dolayı da sizi tebrik ediyoruz. Çünkü intihar vakaları giderek artmakta ve tüm dünyayı tedirgin etmektedir. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü, intiharı geleceğin en tehlikeli sağlık sorunu olarak görüp, tüm dünya ülkelerini uyarmaktadır.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki, intiharı Türkiye ve İslam dini ile ilişkilendirme çabaları tamamıyla ideolojik bir yaklaşımdır. Çünkü Türkiye ve İslam ülkeleri bu salgından en az etkilenen ülkelerdir. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü 2015 verilerine göre 190 ülke içinde Türkiye intihar oranı sıralamasında 152. sırada yer almaktadır. ABD, Almanya, Fransa, İsviçre, Rusya, İtalya gibi gelişmiş ve aynı zamanda Hristiyan ülkelerin bu skalada ilk yirmi içinde yer alması, intiharın temel nedeninin İslam ve Türk aile yapısı ile alakalı olmadığının açık göstergesidir.
Peki, aslında “Cehennem de olsa hep hayatta kalmak" isteyen insana ne oluyor da intihar ediyor?
İntihar ediyor, çünkü nedeni ne olursa olsun;
- Hissettiği acılar ve sıkıntılar katlanamaz geliyor.
- Yaşamak istediği hayatla yaşadığı hayat arasındaki uçurum, ona hayatı anlamsız gösteriyor.
- Manevi dayanaktan uzak olduğu için de tek dayanağı kendi cüzi iradesi oluyor.
- Normalde de insan kendisini âciz, zayıf ve yalnız hissettiği için intihara yöneliyor.
Kısaca; günümüz intiharları;
- Aklı, maddeyi ölçü alan ve maneviyatı inkâr eden modernizmin;
- Tüketimi, başarıyı, rekabeti, hazzı, bencilliği temel alan kapitalizmin;
- Ve insan ilişkilerini en asgari düzeye indiren teknolojik gelişmelerin bir sonucudur.
Diğer faktörler, örneğin aile baskısı, sevgisizlik, disiplin, anlaşılmamak, aile sevgisinden uzak kalmak, terk edilmek, bir yakınının ölümü, okul başarısızlığı vb. ana neden değil, intihara meyilli insanın intiharını hızlandıran faktörlerdir.
Nitekim son haftalarda ülkemizin gündemini meşgul eden ve vicdan sahibi herkesi üzen üç gencin intihar nedenine baktığımızda bu açıkça anlaşılıyor.
1) İlk haber: “Genç üniversiteli, mektup bırakıp intihar etti! Mektubundan şunları yazıyor: 'Çok denedim gerçekten çok denedim, ama yıllardır başaramadım. Kimse beni sevmedi. Sevgiden başka bir şey istemedim. Herkes bir avuç sevgiyi esirgedi benden.'"
2) Başka bir haberde: “Manisa'nın Ahmetli ilçesinde yan yana cansız bedenleri bulunan 4 gencin ölümündeki sır perdesi aralandı. Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği'nce hazırlanan uzmanlık raporunda, gençlerin birinin uyuşturucu maddeden, diğerlerinin ise av tüfeğiyle intihar ettikleri belirtildi. Cumhuriyet Başsavcılığı, 4 gencin ölümüyle ilgili 'kovuşturmaya yer olmadığı'na karar verdi.”
3) En son vaka ile ilgili haberde ise, ateist olduğunu öne sürerek intihar eden gencin babası: “Oğlum bilgisayar oyunlarını çok oynardı. Oyun bağımlısıydı. İçine kapanık ve kimseyle iletişim kurmazdı. Kaldığı yurtla ilgili hiçbir sorunumuz yok” diyor.
Görüldüğü gibi, gençlerin intiharında maneviyat eksikliği, hayatın sadece bu dünyaya özgü olduğu düşüncesi ve acı çektikleri için de yaşamalarının bir anlamı olmadığı duygusu etkendir. Teknolojik bağımlılık, insan ilişkilerinin zayıf olması, anne-babanın sert eğitim anlayışı da bu süreci hızlandırmıştır.
Bizi toplum olarak bu hale getiren temel etken ise, Batılı değerler oldu. Çünkü bilindiği gibi aydınlanma ile başlayan modernizm anlayışı, aklın her şeyi çözeceğini, insanları mutlu edeceğini öne sürdü.
Modernizme göre insan, maneviyatla değil de aklını kullanarak mutlu olmayı seçecekti. Evet, modernizmle ve akla güvenle birlikte insanlık birçok alanda çok yol katetti. Ancak mutluluk aynı oranda artmadı.
Akıl, tek ölçü olarak görüldükçe ve yüceltildikçe insanlar daha da mutsuz oldu. Avrupa, aklını kullanarak 30 Yıl Savaşları’nın önüne geçmek isterken, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında milyonlar insanını kaybetti. Hitler, aklını kullanarak milyonlarca Yahudi’yi fırınlarda yaktı. Stalin, milyonlarca Müslümanı ve kendisine tabi olmayanı sürgüne ve ölüme teslim etti.
Tüketmeyi, hazzı, rekabeti, başarıyı, kişisel çıkarı hayatın hedefine koyan kapitalizm ise, ruhu doyurmadığı gibi yorduğu, zaman zaman çaresiz bıraktığı, ezdiği için, insana sürekli bir boşluk hissi vermektedir. Kapitalizmin vaat ettiği hedeflere ulaşanlar, doyumsuzluktan, uyuşturucuya, alkole, kumara saplanarak depresyona girerken, ekonomik sıkıntılar yaşayanlar ise, reklamların, TV’lerin, sosyal medyanın sunduğu lüks hayatı yaşayamadıkları için kendilerini mutsuz hissetmektedirler.
Ekonomik doyumun yüksek olduğu ülkelerde, intihar vakalarının artması ile gelişmekte olan ülkelerde yaşanan Ekonomik Kriz dönemlerinde "depresyonun" yerini intiharlara bırakması ve bu intiharların toplumsal bir hâl alması bunu ispatlamaktadır.
Kapitalizmin beslediği bu ruh halinden en çok etkilenen kesim gençlerdir. Çünkü gençlerde akıldan ziyade duygular hâkim olduğu için daha çabuk etkilenmektedirler.
Kapitalizm, bir taraftan gençlerin başarı ve statü hayallerini biçimlendirip, onları birbirleri ile rekabete sürükleyip yalnızlaştırıyor. Diğer taraftan da erişemeyeceklerini düşündükleri hayalleri karşısında onları çaresiz bırakıp depresyona atıyor.
İntihar eden gençlerin üniversiteli olması da bunu gösteriyor. Çünkü lisedeyken gencin tek hedefi üniversiteyi kazanmaktır, dar bir çevre içinde nispeten alışılmış hayatı sürdürüyor. Ancak üniversiteye gelince her şeyi sorgulamaya başlıyor. Kendisi ile durumu daha iyi olan arkadaşlarını karşılaştırıyor ve sosyal adaleti sorguluyor, mezun olduktan sonra iş bulamayacağını, bulsa bile alacağı ücretin istediği hayatı yaşamaya yetmeyeceğini sorguluyor.
Ailede gördüğü yakın ilişki ve değerlerle, üniversite çevresinde tanıştığı insanların bencilliğini fark ettiği için insan ilişkilerini sorguluyor.
Bu sorgulamalara yeterince cevap bulamadığında, tek hedefi olan mutlu ve zevkli bir hayatı da kısa vadede elde edemeyeceğini düşündükçe, hayat ona anlamsız geliyor ve depresyona giriyor. Depresyon da onu intiharın eşiğine getiriyor.
Depresyonda olan bir kişi, başta kendisi olmak üzere, aile çevresini, dünyayı, olayları, kısaca her şeyi olumsuz bir gözle değerlendiriyor. Âdeta siyah bir gözlük takıp, kendisini karanlık bir dünyaya mahkûm ediyor.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, temel sorun hayata ve hayatın içindeki küçük büyük sıkıntılara, ayrıca huzura, mutluluğa, keyfe ve zevke verilen anlamdadır, onları değerlendirirken takılan gözlüktedir.
Dünyanın kesintisiz bir zevk ve keyif yeri olmadığı, ahiretin mezrası olup bir imtihan yeri olduğunu, yaşanan sıkıntıların geçici olduğunu ve imtihana vesile olduğunu, sabır ve tevekkül eden insanın ebedi bir huzura kavuşacağını bilen insanın katlanamayacağı acı yoktur.
Bunun için kişi, bir taraftan hissettiği acılara bakışını değiştirip ve de çözüm yolları arayıp onları hafifletirse, diğer taraftan da tahammül ve sabır gücünü artırırsa, inşallah yaşamanın, sabretmenin, dayanmanın ve imtihanı kazanmanın huzurunu yaşayacaktır.
Kısacası kişiyi intihara götüren acılar değil, hayatı yanlış anlamlandırmasıdır.
Çare; hayatın anlamı üzerinde yeniden düşünmektir. Neden yaşadığımızı, yaşamımızda en büyük amacımızın ne olduğunu yeniden hatırlamaktır.
Hayata, UĞRUNDA yaşanacak yüksek bir amaç yüklemek gerekir…
Yüce bir amacın peşinden koştuğumuzda, gerisi “teferruat” olur, gider… Aynı zamanda yaşam enerjimizi de yitirmemiş oluruz.
Gençlerin intiharında anne-babaların rolüne gelince:
Bir genç intiharın eşiğine gelmişse, şüphesiz burada anne–babasının rolü de olabilir. Çünkü birçok ebeveyn, çocuk eğitimini ve gençlerin içinde bulunduğu ergenlik döneminin psikolojisini tam olarak bilmediği ya da bilemediği gibi, çağı ve mevcut ideolojilerin gençler üzerindeki etkilerini de tam olarak okuyamayabiliyor. Eğitimcilerin de sunduğu öneriler uç noktalarda olduğu için kafaları iyice karışıyor.
Dolayısıyla iyi niyetle de olsa, çocukları ile çatışmaya giriyor ve depresyona girmelerine neden olabiliyorlar.
Ergenlik döneminin kendisine has bir yapısı var. Yaşadığı hormonel değişimlerden dolayı gergindir, öfkelidir, inatçıdır, ayak diretir. Kimlik bunalımı içindedir, arayış içindedir. Çocuk, artık bir benliği, kişiliği olduğunu ispat etmek ister. Yeni kimlik oluştururken ilk aklına gelen şey, anne-babadan ayrı bir kimlik edinmektir. Çünkü dışarıdakiler onun ayrı bir birey olduğunu kabul ederken, anne-babalar ise, onu hâlâ kendilerinin bir parçası görmektedirler. Genç de “Ben artık sizin bir parçanız değilim, bağımsız bir kişiyim.” demek ister ve bu konuda onlarla çatışmaya girer. Aslında sağlıklı bir kimlik oluşturmak için anne-baba, öğretmen ve çevre ile bir süre çatışmalar yaşaması normaldir. Bu doğal bir süreçtir.
İşte asıl sorun da burada başlar.
Genç, sırf bağımsız kimliği olduğunu ispatlamak için, bazen anne-babasının isteklerine karşı gelir. “Artık beni kontrol etmenizi istemiyorum, beni yönetmenizi istemiyorum, benim de kendime özgü düşüncelerim var, kimliğim var, ayrı bir dünyam var.” demek ister. Ve daha da önemlisi anne-babanın bunu kabullenmesini ister. Anne-babalar ise, bu durumu bilmedikleri için telaşlanır, öfkelenir, kaygılanır ve çocukla karşı karşıya gelir.
Artık olay bir kısır döngüye dönüşür, anne-baba karşı çıktıkça, çocuk savunmaya geçer. Ve yeni kimliğini göstermek için, inadına onların değerlerine ters düşen bir yolda gider. Buna psikolojide “ters kimlik” denir. Örneğin, muhafazakâr anne-babanın çocuğu, solcu olabilir veya bir dönem deist olabilir, müzikle, sinema ile uğraşır, kız çocuğu başını açar, oje yakar, namazı bırakır, anne-babasının ilgili olduğu sosyal çevre ve kuruluşlara karşı cephe alır.
Bu süreçte anne-baba “Eyvah evladım gidiyor.” diye panik yapar. O panik hali ona bir sürü hata yaptırır. Şiddete ve baskıya başvurur, harçlığını kesmek ister, eve kapatır, telefonunu almak ister, sabahları zorla namaza kaldırır, istemediği halde zorla dini bir vakfın yurduna yerleştirir. Genç, bu durumda iyice aileden ve değerlerinden uzaklaşır…
Sonunda anne-babası ile duygusal bağını koparır, kendini yalnız ve sahipsiz hisseder. Allah korusun, eğer inancını da kaybetmişse, manevi bir boşluk içine düşer. Tutunacak dalı kalmaz. Bu durumda onun için hayatın bir anlamı da yoktur artık. Yoğun bir depresyona girer, bu depresif ruh hali uzun sürerse akla ilk gelen de intihar olur.
Bundan dolayı, çocuğumuzun bizi ve değerlerimizi sevmesi, onun ruhsal ihtiyaçlarının dengeli bir şekilde doyurulmasına bağlıdır. Bu bağlılık da nini ve ahlaki değerlerimiz çerçevesinde eşimiz ve çocuklarımızla asla tartışmamamıza, bu değerleri bahane edip onları ihmal etmememize, cezalandırmamamıza bağlıdır.
Bu süreçte dini eğitimde çok hassas davranmalı, örneğin Allah’ı, sürekli seven, nimet veren, değer veren, kâinatı en güzel şekilde yaratan sıfatlarıyla tanıması sağlamalı. Çocuğun erken yaşlarda Allah’ı sevmesi, bize nimet verenin o olduğunu bilmesi, yüce kudretini doğada, çiçekte, kuşta, ağaçta bizzat görüp hayret etmesi, bu konuda aklına pencere açılması ona dini eğitim adına verilecek en güzel değerlerdir.
Kısaca çocuğun anne-babasını sevmesi, Yüce Yaratıcıyı sevmesi, ona zorla bir şeyler öğretmekten çok daha önemlidir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Müslüman bir gençlik nasıl yetiştirebiliriz?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Satanizm inancı hakkında bilgi verir misiniz?
- Müslüman bir gençlik nasıl yetiştirebiliriz?
- Ergenlere nasıl davranmalı?
- Oğlum Hristiyan oldu, ne yapmalıyım?
- Çocukların ruh ve ahlak gelişimi için anne babaya düşen vazifeler nelerdir?
- Reşit olan bir kız ailesinin izni olmadan evlenebilir mi?
- Evlenmek istediğim kadını ailem istemiyor, ne yapmalıyım?
- İnançlı ve iffetli nesiller yetiştirme noktasında neler yapılabilir?
- İnançlı ve iffetli nesiller yetiştirme noktasında neler yapılabilir?
- Anneme babama bağırıyorum, ne yapmalıyım?