Ebubekir Şibli’ye göre hadis ve fıkıh ilmi yetersiz mi?

Tarih: 15.05.2025 - 10:07 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ebubekir Şibli’nin fıkıh ve hadis ilmini yetersiz bulması ne anlama gelmektedir?
- Ona göre gerçek fıkıh, fıkh-ı ilahiymiş.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, Sufî tecrübenin doğruluğu, Kuran ve Sünnet ile çelişmemesi ve sufinin dinî prensiplere, ahlak kurallarına uygun yaşaması ile anlaşılabilir. Her ne kadar sufi tecrübeyi yaşayanlar, onu mutlak gerçek ve yanılmaz kabul etseler de tecrübeyi yaşayan birinin olması ve yaşanan keşf halinin farklılık göstermesi sebebiyle, tecrübede her zaman bir hata payı olabilir. Bu durum, fıkıh alanında yapılan içtihatlara benzetilebilir.

Buna göre, Ebubekir Şibli’nin ifadelerini, -haşa- hadis ve fıkıh ilmini yetersiz görmek şeklinde değil, bunları yapmakla beraber Allah’ı bilme, tanıma, sevme ve manevi haz alma gibi konusunda terakki etmek ve hayatı boyunca yol almak şeklinde değerlendirmek daha uygun olur.

Ebu Bekir Şibli, (m. 861) Samerrâ’nın Şibliye köyünde doğdu. Temmuz 946 Bağdat’ta vefat etti. Türk asıllı bir ailenin çocuğu olduğu, babasının Abbasi sarayında hâcibü’l-hüccâblık, dayısının İskenderiye’de emîrülümerâlık görevinde bulunduğu kaydedilir (Hatîb, Tarih, 14/389)

Daha sonra tasavvuf mesleğine girdi ve önemli bir yere geldi. Cüneyd-i Bağdadi'nin ifadesiyle “Her topluluğun bir tacı vardır, sufilerin tacı da Şibli’dir.”.

Bununla beraber ilk zamanlarında fıkıh-hadis ilimlerini okumuş ve bu konuda İmam Malik’in Muvatta’sını ezberlemiştir. Buna rağmen tasavvuftan aldığı bazı malumatlardan ve manevi hallerden ötürü, “Şathiyat” denilen yanlış anlaşılmaya uygun bazı ifadeler kullandıüı söylenir. (Serrac el-Lüma, s. 478-491)

Sorudaki konunun mahiyetini açıklamak kolay olmamakla beraber, bize göre, hayatı boyunca Hallac-ı Mansur ile arkadaş olması bu şathiyelerin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. Şiblî’nin, “Ben ve Hallâc aynı şey idik; beni divaneliğim kurtardı, onu aklı batırdı.” sözü Hallac ile aynı fikirleri paylaştığını göstermektedir.

Şibli’nin ele aldığı konuların başında marifetullah ve tevhid gelmektedir. Ona göre tasavvuf başı marifetullah, sonu tevhid olan bir yolculuktur. Gerçek marifet kişiyi Allah’tan başka her şeyden alıkoyar. Arif onun kelamından başka bir kelam söyleyemez; ondan başkasını gözetemez. Marifet, saliki Hakk’a ulaştıran kanattır. Salikin Hakk’a doğru bu uçuşunda en önemli gıdası muhabbetullahtır. Şibli’ye göre tasavvufun nihaî hedefi gerçek tevhiddir. Benliği terk etmeden gerçek tevhide ulaşmak mümkün değildir. (bk. DİA, Şibli md.)

Ebu Bekir Şibli’nin tevhide ve marifete vurgu yapması, onun sünneti ve fıkhı yok sayması anlamında yorumlamak yerine, sünnet ve fıkhın asıl gayesinin Allah’ı tanımak olduğu şeklinde yorumlamanın daha uygun olacağını düşünüyoruz.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin söylediği şu sözleri de konumuza ışık tutmaktadır:

“Çok Sözlerde ispat edildiği gibi ve İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i ehl-i tarîkat derler ki: 'Bir tek Sünnet-i Seniyeye ittiba noktasında hasıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevafil-i hususiyeden gelemez. Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır.' demişler.” (Mektubat, 29. Mektup, Dokuzuncu Kısım, s. 454)

Demek ki, sufilik ve tarikatta da esas olan Kuran ve sünnete uygun olarak marifet ve tevhidde yol almaktır.

Hz. Peygamber (asm) Efendimize uymak da ancak milyonlarca hadis, tefsir ve fıkıh alimlerinin ortaya koyduğu değerlendirmelere göre olabilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun