Dinî terim olarak "mukallit" ne demektir, izah eder misiniz?

Tarih: 13.05.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bazı insanlar, müçtehitlere uyan alimleri "mukallit" diye küçük görmekte ve müminlerin bu muhterem kimselere karşı hürmet ve takdir hislerini kırmaya çalışmaktadırlar. Bu ise en büyük bir insafsızlıktır.

Öncelikle şunu ifade edelim ki, taklidi mutlak olarak reddetmek ilmi ve fikri bir hareket değildir. Zira taklit etmek insanın yaratılışının gereğidir. Faydalı cihetleri olduğu gibi zararlı cihetleri de vardır. Taklit bir yerde haram, bir başka yerde vacip bir yerde de caiz olabilir.

Taklidi tenkit edenler, ihtisasa karşı çıkmış oluyorlar. Halbuki bir doktorun matematikte bir mühendise, mühendisin de tıp sahasında doktora tâbi olması bir ihtiyaçtır.

Diğer taraftan, şeriat sadece fıkıhtan ibaret değildir. Onun bir de iman ve ahlâk sahası vardır. Taklit caiz değilse bu sahalarda da caiz olmamalıdır. Buna göre itikat sahasında yazılmış bütün eserleri kütüphanelerden çıkarmak lâzım geliyor.

Öte yandan, nefsin terbiyesini ahlâkın yücelmesini ders veren ve bunun yollarını gösteren bütün kitapları da rafa kaldırmak gerekir. Ne Gazali'nin "İhya"sını ne Mevlana'nın "Mesnevi"sini ne Sadi'nin "Gülistan"ını okumak gerekmez; herkes bu büyük insanları taklit edeceğine İslâm ahlâkını âyet ve hadislerden doğrudan alır ve ona göre kendi ruh alemini şekillendirmeye çalışır. Bu ise yücelme ve yükselmenin en büyük engelidir.

Taklidi genel olarak altı noktada ele alabiliriz:

1. Müşriklerin putperest babalarını taklit etmeleridir. Bu taklit haramdır ve küfürdür.

"Onlara: 'Allah'ın indirdiğine (Kur'ân-ı Kerim'e) ve Resûl'e gelin' dendiği zaman (onlar): 'Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter!' derler..."(Maide, 5/104)

Bir kısım mezhepsizler bu ve benzeri âyet-i kerimeleri yanlış yorumlayarak, Müminlerin mezhep imamlarını taklit etmelerini müşriklerin, babalarını taklit etmelerine benzetiyorlar. Böyle bir kıyas azim bir hatadır ve büyük bir cinayettir.

Şimdi bu mezhepsizlere sormak lazımdır ki acaba asırlar boyu gelip geçen ecdatları mezhepsiz mi yaşamışlar? Şayet ecdatları bu dört mezhebe uyup onları taklit etmişlerse onların durumu ne oluyor acaba?

Ayrıca bir Müslüman’a kâfir diyen kâfir olduğuna göre, mezhep imamlarına uyan bütün Müslümanları âyet-i kerimelerde geçen müşriklerin yerine koyan kimselerin durumu acaba ne olur?

Evet bütün Müminler bu mezhep imamlarını severler. Fakat onların bu sevgisi Allah rızası için olduğundan Allah sevgisine delildir. Yoksa günah ve şirk değildir. Bu sevgi, Hıristiyanların Hz. İsa'yı, putperestlerin putları sevmeleri gibi değildir ki bu âyet-i kerimeler müminlere teşmil edilebilsin.

2. Müslümanların şuursuz olarak kendi örf ve ananelerini bırakıp ecnebilerin zararlı âdetlerini taklit etmeleridir. Bu ise ferdî ve içtimaî hayatımızı tehlikeye mâruz bırakır. Malumdur ki, şuursuz ve iradesiz fert veya toplumun nereye gideceği bilinmez. Körü körüne karanlık bir istikamete hareket etmek, elbette ki Müslümanların ferdî ve içtimaî hayatlarını felakete sevk eder. Hiçbir fikre mâlik olmayan bir gençlik milli mânevi benliğini kaybeder.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuya şu güzel ifadeleriyle açıklık getirmektedir:

"Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Aya, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz. Agâh olunuz ki, siz ahlâksızcasma ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünkü şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!.."

Evet, her şeyin ifrat ve tefriti zararlıdır. Avrupa'nın taklit ve takdir edilecek cihetleri olduğu gibi, nefret edilecek ve kin duyulacak yönleri de vardır. Onların sefahet, dalalet, dinsizlik gibi bazı hâlleri vardır ki işte bunlardan Avrupa'nın ilim, irfan sahibi mütefekkirleri de nefret eder. Şu hâlde Garb'ın nefret ettiği, vicdanen ızdırap duyduğu bir Avrupa'yı taklit etmemiz elbette ki doğru değildir. Çünkü Hak dinden uzaklaşmış sefahet ve dalalete dalmış, kötülüğü emreden nefislerinin mahkumu ve esiri olmuş, hürmet, merhamet, şefkatten soğumuş bir Avrupa'yı taklit etmek maddi terakkimize engel olduğu gibi milli benliğimizi ve haysiyetimizi de yerle bir eder.

Ancak, Garb'ın sanatından, ilim ve fenlerinden istifade edip bu noktada onları taklit etmek akıl ve hikmetin gereğidir.

3. Dini ilimlerde ehil olmayan, delillere istinat etmeden kendi heva ve hevesleriyle fetva verenleri taklit etmektir. Bu taklit son derece tehlikelidir. İnsanı dalalete götürebilir.

4. Avam müminlerin delil ve hüccete istinat etmeden anne, baba ve çevresini taklit ederek Allah'ın varlığına, birliğine, ahirete ve diğer iman hakikatlerine inanmalarıdır. Bu Müminlerin imanı makbul olmakla beraber her zaman tehlikeye mâruzdur. Çünkü imanın zerreden güneşe kadar çok mertebeleri vardır. Meselâ, mum bir ışıktır, fakat sonunda yana yana biter. Bir elektrik lambası da ışıktır, ancak onunda sigortası atıp bizi karanlıkta bırakabilir. Tahkiki iman ise güneşe benzer ki yanmakla bitmez. İnsan, Hâlık-ı Hakîm'in icat ve san'atında tecelli eden hikmet ve esrarını okumakla marifet-i İlâhiyede terakki ederek imanını taklitten tahkike geçirebilir.

5. Kur'an ve hadislerde açık hüküm bulunmayan teferruata ait konularda, halkın müçtehit ve alimleri taklitleridir. Herkes müçtehit olmayacağına göre bu taklit vaciptir, zarurettir, rahmettir ve hikmete uygundur.

6. İçtihat ehlinden olmayan Fahrettin-i Razi, Seyyid Şerif Cürcani, İbni Kemal, Ebus'Suûd, Molla Hüsrev gibi ulemânın müçtehitleri taklitleridir. Kendi mesleklerinde mütehassıs bu büyük alimlerin dört büyük imama uymaları, onları içtihat sahasında salahiyetli görüp üstat kabul etmelerinden dolayıdır. Şimdi böyle sayısız ulemânın ihtisasa hürmet esasına dayanan bu taklitlerini hata kabul edip tenkit mi edeceğiz?

Halbuki, müçtehitlerden sonra gelen ulemanın her biri bu ümmet-i Muhammed için birer hidâyet vesilesi, birer saadet rehberi olmuşlardır. Bu dinin hükümlerini şark ve garba yaymışlar, telif ettikleri kitaplarla dalalet fırkalarından gelecek zararları gidermişler ve bu dinin kıyamete kadar bekasını teminat altına almışlardır. Bunların bu himmet ve hamiyeti bütün Müslümanlar tarafından kabul edilmiştir. Bu ali zevatın hizmetlerini takdir etmemek mümkün değildir. Hatta İslâm dinine mensup olmayan bir takım insaflı ilim adamları bile onların ilimlerinden istifade ile kendilerini takdir etmişlerdir. Evet bu bizim için üstün bir şeref ve büyük bir nimetidir.

Müçtehit derecesinde olmayan alimleri "mukallit" diyerek küçük düşürmek haksızlıktır ve büyük bir cinayettir.

Asırlardan bu yana, bin senedir, ümmetin imanına, dinine hizmet etmiş alimleri takdir etmek dinî bir vecibe olduğu gibi akıl ve vicdanın da gereğidir. Evet, bu zâtlar her ne kadar müçtehit derecesinde olmasalar bile netice itibariyle, hizmetleri güneş gibi İslâm aleminin her tarafını sarmıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun