Banka faizi, Kuran’da geçen ve haram olan riba değilmiş, doğru mu?

Tarih: 10.10.2025 - 10:05 | Güncelleme:

Soru Detayı

Ribâ-faiz konusu farklı mı, bu konuda kafa karşılıklığına neden olacak açıklamalar oluyor, güya banka faizleri Kuran’da geçen ve haram olan riba değilmiş, bankaların aldığı ve verdiği faizler buna girmezmiş…
Bu konuyu bütün iddiaları ve ileri sürdükleri gerekçeleri de dikkate alarak açıklarsanız memnun olurum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, bir kelimenin adı değişmekle hükmü değişmez, örneğin katil yerine can aldı, zina yerine cinsel ilişkiye girdiler, kafir oldu yerine dinden çıktı… gibi ifadeler kullanmak hem hakikati hem de hükmü ve sonucu değiştirmez.

Bu konuda, halkının çoğu Sünni Müslüman olan ve pek çok dini öğrenme ve öğretme kurum, kuruluş ve şahısları bulunan bir ülkede hala bu konuda kafa karışıklığının olması ve yazma ihtiyacı bulunması bize göre düşündürücü ve üzücüdür.

Halkın din anlayış ve uygulamasını daha ziyade etkileyen çevre; hocalar, şeyhler ve bunların çevreleridir.

Hocalar ister akademide ister medresede, şeyhler ister şu tarikatta ister bu tarikatta olsunlar, ilim, ahlak ve liyakat bakımından kabaca şöyle sınıflandırılmaları mümkündür:

1. Cahil, liyakatsiz, lakin menfaatinin kulu olmuş, iddialı kişiler.

2. Cahil değil, fakat ilimde veya ahlakta sapmış bu yüzden liyakatsiz, saptırıcı kişiler.

3. İlmi ve ahlakı ile liyakatli olup diğerleri kadar sosyal medyada görülmeyen, kıymetleri hakkıyla takdir edilmeyen kişiler.

Diğer dini konularda olduğu gibi faiz konusunda da bu üç sınıf insan konuşuyor, yazıyor, sosyal medya ve diğer mecralarda yayın yapıyorlar; bir kısmı ay ve güneş kadar açık, hükmü belli, birçoğu üzerinde icma oluşmuş meselelerde halkın kafasını karıştırıyor, olmadık iddialar ve “görüşler” ileri sürüyorlar.

Kapitalist ekonomi İslam dünyasını da hükmü altına alınca faiz konusu bir mesele oldu ve şu iddialar türedi:

1. Riba başka faiz başkadır, Kuran’da yasaklanan ribadır, mesela banka faizi haram değildir diyenler oldu.

2. Kuran’da yasaklanan faiz ilk kredi sözleşmesinde belirlenen ve değişmeyen faiz değil, tefeciliktir, katlı faizdir, borç ödenmedikçe faizin eklendiği ve sürenin böyle uzatıldığı, gittikçe borcun katlanmasına sebep olan faizdir diyenler var.

3. Son günlerde iki iddia, “görüş” daha dikkatimizi çekti:

a) “Parada faiz olmaz, faiz mal trampasında, malın mal ile alım satımında olur, Kuran’da para değil, mal kelimesi geçiyor” diyen, parayı geniş manasında mal saymayan.

b) Faiz dini bir konu değildir, ikinci asırda fıkıhçılar dine soktular, faiz konusunda konuşacak olanlar ekonomi uzmanlarıdır, Hz. Peygamber zamanında ticarette faiz konusu yoktu, bireysel borçlanmalar vardı, faizi ticarete sokup haram diyenler fıkıhçılardır…” diyen…

Bu iddialara karşı biz iki şey yapacağız:

1. Mukayeseli İslam Hukuku isimli kitabın ikinci cildindeki 30 sayfalık yazıdan özet paylaşacağız.

2. Biri İslam tarihi ve fıkhı (ekonomisi dahil) konularında ilim dünyasının takdir ettiği Prof. Hamidullah; diğeri maziyi atîye, geçmişi geleceğe bağlayabilen nadir ulemadan fakih, müfessir ve mütefekkir Elmalılı Hamdi Efendi; işte bu iki zatın konumuzla ilgili açıklamalarını paylaşacağız.

Birincisi:

Haram kılınan, yasaklanan faizin şümulünü daraltan ve bazı faizli muâmeleleri caiz gören gurubun dayandığı deliller çeşitli yönlerden zaaflar taşımaktadır:

1. Kuran-ı Kerîm'in yasakladığı faiz ile Sünnetin yasakladığı faiz ayırımı İslâm hukuku ve özellikle fıkıh usulü ilminde kabul edilegelen prensiplere uygun düşmemektedir. İslâmî hükümlerin kaynak manasında delilleri; Kitab, Sünnet, İcma, Kıyas vb. şeklinde sıralanır.

Haram kılma salahiyet ve özelliği yalnızca Kitab'a mahsus değildir; Allah Teâlâ, Peygamberi vasıtasıyla da hükümlerini açıklar veya vazeder.

Şu halde Kitab ve Sünnetin yasakladığı faizleri birbirinden ayırarak "birine asıl haram, diğerine ona yol açtığı için haram" demek gibi mesnetsiz bir yola girmek yerine, cumhurun yaptığı gibi Kitab ve Sünneti bir bütün olarak ele almak ve Sünneti, Kitabın açıklayıcısı olarak kabul etmek usul prensiplerine daha uygundur.

Faizi yasaklayan ayette faiz manasındaki ribâ kelimesinin harfi tarifli olmasından hareketle burada söz konusu olan ribanın, cahiliye devrinde bilinen katlı riba olduğu, diğer ribaların bu şiddette yasaklanmış olmadığı neticesine varılamaz. Çünkü harf-i tarifin fonksiyonu yalnızca bilineni ifade değildir; bütün ribaları ifade için de (istiğrak) kullanılır. Bilinen ribayı ifade ettiğini kabul ettiğimiz takdirde de bilinen riba yalnızca katlı, mürekkeb ribâ değildir.

Tarihi vesikalar ve nakiller cahiliye devrinde birden fazla faiz çeşidi ve uygulamasından bahsetmektedir. İlk ödünç verirken belli bir müddet sonra daha fazlasıyla ödenmesini şart koşmak Kitab'ın yasakladığı faize girmese idi ilgili ayette "ana malınız/paranız sizindir” denmez, "anası ile ilk faizi sizindir" denirdi.

İbn Abbas'ın "peşin olanda faiz yoktur" şeklindeki ictihadı da peşin mübadele, altın ve para bozma, değiştirme işlemlerinde geçerlidir; vadeli borca faiz uygulamak ile bu içtihadın bir alakası yoktur. Ayrıca Kitab ve Sünnetin bunca nassı bir içtihada veya rivayete terkedilemez.

Hz. Ömer'in, faizi yasaklayan son ayetin, son gelen ayetlerden olduğunu ifade ettikten sonra bunun yeterince açıklanmamış olduğundan yakınması da bir delil olamaz; çünkü o buradan hareketle bir takım faizli muameleleri caiz görme yoluna gitmemiş, tam aksine şüphelileri bile haram kıldıklarını, böyle telâkki ettiklerini ifade etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamberin (asm) açıklamalarını Hz. Ömer duymamış veya bilmiyor diye diğer sahabenin de bilmemesi gerekmez…

Ribâ konusunda Hz. Peygamber (asm) Efendimizin yaptığı ve Ebu Sa'îd el-Hudrî vb. sahabenin rivayet ettikleri hadisleri Hz. Ömer yeterince duymamış olabilir. Hz. Peygamber'in, son riba ayetlerinin gelmesinden sonra da gerekli açıklamaları yapacak kadar yaşadığı tarihî bir gerçektir.

2. Dört mezhep imamının da dahil olduğu büyük müçtehitlerden hiçbiri ilk muamelede tayin ve tesbit edilen tehir faizinin caiz ve helâl olduğunu söylememişlerdir. Şu halde fazlalık ve tehir faizi ayırımı bizi, bugün uygulanan tehir faizinin helal ve caiz olduğu neticesine götürmez...

3. Orta halli insanların küçük tasarruflarını, gelir getiren yatırımlara faizle ödünç vermelerinin zayıfların korunması ve amme menfaatinin temini manasına geldiğini, bunun haram faizin kötülüklerini taşımadığını savunan görüş de isabetli değildir.

Evvela faizli ekonominin hem ekonomiye hem de ferd ve cemiyete zararları vardır; bu bilinen bir gerçektir.

Saniyen İslâm’da yasaklanan, haram kılınan bir fiil veya şey, şahısların fayda zarar ölçülerine, özel durumların esas alınmasına dayanılarak caiz kılınamaz. İçkinin de bazı faydalarından ve bazı kimselere zarar vermediğinden bahsedilir, ancak onun kötülüğü ve zararı galip olduğu için haram kılınmıştır; istisnai durumlar haramı -genel olarak- helal kılmaz.

4. Ticaret, yatırım ve üretim şirketlerine verilen kredilerden alınan faizlerin, İslâm ortaklık hükümlerine göre kâr payı gibi telâkki edilmesi görüşü de İslâm hukukuna göre geçerli ve isabetli sayılamaz; çünkü İslâm’da şirketleşmenin hükümleri ve şartları vardır.

Müşarekede sermaye sahibinin kâra olduğu kadar zarara da iştirak etmesi bu şartların başında gelir. Önceden tayin edilen ve şirketin kâr mı zarar mı ettiğine bakılmadan alınan meblağa İslâm’a göre kâr değil, faiz denir.

5. Sermaye birikimi ve üretim ihtiyacı gerekçesine gelince ihtiyaç ve zaruret bahsine girmiş oluruz. Şuna hemen işaret etmek gerekir ki, zaruretler özel ve geçici durumlardan değil de sistemden geliyor ve devamlılık arzediyorsa bu durumda Müslümanların vazifesi İslâm’a aykırı sistemi zaruret gerekçesiyle meşru ve devamlı hale getirmek değil, İslam’ın getirdiği faizsiz ekonomi sistemini yerleştirmek, böylece ihtiyaçlara, zaruretlere toptan çözüm getirmek, bunun için çaba göstermektir. İşte bu çaba gösterilirken bir geçiş dönemi söz konusu olacaktır. Geçiş döneminin de kendine mahsus zaruret hükümleri vardır.

İkincisi:

Birincisinde, faiz kavramını bir şekilde bozup hükmünü de değiştirmek için usulsüz yorumlar yapanlara karşı önce kendi yazdıklarımın bir özetini sunduk. Şimdi de bu konuda salahiyetli olduklarında zerre şüphe bulunmayan iki alimin yazdıklarını aktaralım:

Prof. Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamberi isimli kitabında (rakamlar paragraf numaralarıdır):

800. Arabistan’ın en ideal fuar bölgesi haline getirmek üzere, hepsi bir araya getirilmiş bulunuyordu.

984. Taif şehrinde çok sayıda Yahudi de vardı

985. Burada faizcilerin pek ateşli faaliyetlerine de kaynaklarda işaret edilmektedir:

986. İster nakit, ister hububat, yıllık 100/100 faizle ödünç olarak verilirdi. Yani borçlu kimse, bir yılın sonunda borcunu ödeyemezse, aynı şartlarla borç mukavelesi yenilenmiş olurdu, yani borç olarak alınan 100 dirhemin bir yılın sonunda 200, ikinci yılda 400, üçüncü yılda 800 miktarında… (ed’âfen mudâ’afa) ödenmesi lazım geliyordu.

805. Mekkeli sermaye sahibi tüccarlar Taiflilere ödünç para veriyorlardı. Bu arada O’nun öz amcası ‘Abbas’ı da bu ödünç alış-verişi işleriyle meşgul görmek, bizim için şaşırtıcı değildir. Esasen Veda Hutbesi’nde Resulullah, amcası Abbas’a borçlu bulunulan faizin tamamını ilga edip yok saydığını belirtmiştir.

1615. Çok daha önemli ve temel bir ıslahat niteliğinde olanı, Onun “faiz” konusunda getirdiği reformdur. İslam ödünç verilen paradan faiz alınmasını yasaklamıştır. Bu Şerî kanunun hikmeti üzerinde münakaşa açmak eğilimindeki kimseler için bazı izahlarda bulunalım (Burada Hamîdullah Hoca, faizin sosyal, siyasi ve iktisadi zararları konusunda önemli açıklamalar yapmıştır):

İslam, önce faizci-tefeci kapitalistlerin elinden “faizle ödünç verme hakkını çekip almak” ve sonra da “ödünç verme işlemlerini devletleştirmek” suretiyle bu problemi halletmiş bulunmaktadır:

İhtiyaç sahiplerine ödünç para sağlamak ve bu yolda tedbirler almak esasen bir hükumet işidir ve gerçekten hükumetler fertlerden (özel teşebbüsten) daha da kolay bir biçimde, acil ihtiyaçlar içinde kıvranan vatandaşlara ödünç sağlama hizmetini yerine getirmiş olmaktan dolayı bir karşılık, bir ücret veya faiz de almaksızın bu işi gerçekleştirebilir.

Fakat faizsiz ödünç para vermeye kalkışmazdan önce yeterli para, yani sermaye sağlamak gereklidir… (Bu da devletin diğer gelirleri yetmez ise vergi ile elde edilecektir.)

Elmalılı M. Hamdi Yazır Efendi’nin tefsirinden (kolay anlaşılsın diye sadeleştirilmiş baskıdan aktarıyoruz):

Ribâ: Artma, çoğalma, şişme, gelişme ve yetişme, mübadeleli akitlerde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve akit sırasında şart koşulan karşılıksız fazlalık anlamında bir İslâm hukuku terimidir…

Cins ve ölçüm şekli bir olan iki şey biri diğeriyle mübadele edildiğinde (değiştirildiğinde, alım satım yapıldığında) bir taraf için kabul edilen malın fazlasına ribâ veya fâiz denir. (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, V, 277)

Ayarları aynı olan 100 gr. altını, peşin veya vâdeli yüz yirmi gr. altınla mübadele etmek gibi... Böyle bir işlemde 100 gr. altın veren, aynı miktarda altın alma hakkına sahip olur. Burada 100 gr. altın ana para (re’sül-mâl), 20 gr. fazlalık ise ribâ adını alır. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, II, 952, 953).

Riba sözcüğü yerine Türkçede daha çok “faiz” terimi kullanılır…

Ribâ; sözlükte, ziyadeleşmek, fazlalaşmak anlamına mastar olup, faiz dediğimiz özel fazlalığın adı olmuştur... Cahiliye devrinde asıl borca “re’sül-mâl”, ziyadesine ise “ribâ” adı verilirdi. Bugünkü faiz işlemleri nitelik bakımından cahiliye devrinin bu âdetinden başka bir şey değildir. Zaman zaman faiz miktarının ve şekillerinin azalması veya çoğalması muamelenin niteliğini değiştirmez.

İşte cahili Arap örfünde ribâ tam anlamıyla günümüzdeki nükudun (paraların) faizi veya neması tabir olunan fazlasıdır. Karzdan (ödünç para) başka borçların (düyûn) tatbiki de böyledir. Şüphe yok ki sözlükte bunun en uygun ismi ribâ, ziyade, artık olması gerekir. Buna faiz veya nemâ tabirinin kullanılması “Alım-satım ancak ribâ gibidir” (Bakara, 2/275) ayetinin delâletiyle, alım satım ve ticarete benzetilerek yanlış bir kullanmadır. (Hak Dini, II, 952, 953)

Bir şeyin nitelikleri değişmedikçe, adının değişmesi, hükmünün değişmesini gerektirmez. Buna göre, ribanın hükümleri aynı hukukî özellikleri taşıyan faize de uygulanır. Bu, icare akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de aynı anlama gelen sözlerdir.

İslâmiyet toplumla ilgili sosyal ve ekonomik problemleri çözerken tedric prensibine uymuştur. Faizcilik, müşrik Arapların özellikle yüksek tabakalarının yararlandıkları önemli bir kazanç yolu idi. Bunu bir hamlede kaldırmak uygun değildi. Bu yüzden, içkinin yasaklanışında olduğu gibi, ribânın yasaklanışı da belli merhaleler geçirmiştir.

Ebu Hureyre’den, Hz. Peygamber’in şöyle dediği nakledilmiştir:

“Mirac gecesi, karınları evler gibi (büyük) olan bir topluluğun yanına geldim. Onların karınlarında dışarıdan görünen yılanlar vardı. Cebrâil (a.s)’e bunların kimler olduğunu sorduğumda; ‘Bunlar faiz yiyenlerdir’ cevabını verdi” (İbn Mâce, Ticârât, 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned II/353, 363)

Mirac olayı 621 m. yıllarında Mekke’de vuku bulduğuna göre, faizin ileride yasaklanabileceğine daha o günden işaret edilmiş olmaktadır.

Yine Mekke’de inen bir ayette fâizin malı arttırmayacağı bildirilmiştir (Rûm, 30/39)

Medine’de inen bir ayette ise Tevrat’ta Yahudilere faizin yasaklandığı, ancak bu yasağa uymadıkları için kendilerine helâl kılınan bazı temiz ve güzel şeylerin haram kılındığı belirtilmiştir. (Nisâ, 4/160,161)

Şu ayetle de kısmî yasaklama getirilmiştir:

“Ey iman edenler, ribayı öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin” (Âl-i İmrân, 3/130) Burada fâhiş ribâ adı verilen mürekkeb fâiz kastedilmiştir.

Kuran-ı Kerim azı ve çoğu hakkında bir ayırım yapmaksızın ribayı şu ayetlerle mutlak olarak yasaklamıştır:

“Allah alışverişi helal ve faizi ise haram kılmıştır” (Bakara, 2/275)

“Kim de haram olan bu ribayı helâl diye yemeye dönerse, işte onlar cehennemliktir, o ateşte ebedî olarak kalacaklardır” (Bakara, 2/275)

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve (cahiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın; eğer gerçek müminler iseniz. Yok eğer bu faizi terk etmezseniz; bilin ki, Allah’a ve Peygamberine karşı bir harbe girmiş olursunuz. Eğer ribadan tövbe ederseniz, ana paranız sizindir. Böylece zulmetmiş ve de zulme uğramış olmazsınız” (Bakara, 2/278, 279).

Müfessirlerin çoğuna göre, riba ayetleri, Taif’te oturan Beni Sakîf kabilesinin faiz problemiyle ilgili olarak inmiştir. Bu kabilenin Hz. Peygamber’le yaptığı Taif anlaşmasında faiz alacak-verecekleri lağvedilmişti. Mekke’deki Muğîre oğulları, Benî Sakîf’ten Amr bin Umeyr oğullarına olan faiz borçlarını ödemeyince, aralarında düşmanlık doğdu.

Durum Mekke Valisi Attab b. Esîd tarafından Hz. Peygamber’e yazıldı. Bu soru üzerine riba ayetleri indi ve Hz. Muhammed (asm), valiye ayeti yazdırıp gönderdi Ayrıca hükme razı olurlarsa ne âlâ, aksi halde onlara harp ilan etmesini bildirdi. Bunun üzerine Taifliler faiz istemekten vazgeçtiler. (Hak Dini, II, 972)

Mekke ve Taif’in fethi 8’inci, Vedâ Haccı ise 10’uncu hicret yılında vuku bulmuştur. Hz. Peygamber Vedâ Haccı sırasında Mekke’de faiz yasağı uygulamasını şu ifadelerle başlatmıştır:

“Dikkat ediniz! Cahiliye devrinden kalma faizin hepsi kaldırılmıştır. Kaldırdığım faizin ilki, amcam Abbas b. Abdilmuttalib’in faizidir” (Müslim, Hac 147; Ebû Dâvud, Büyü’ 5)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun