Din nedir; dogma bir disiplin midir?
- Din nedir; dinsiz filozofların dediği gibi katı ve sorgulanamayan bir dogma bir disiplin midir?
Değerli kardeşimiz,
Kur'ân-ı Kerîm'de "din" kelimesi başlıca şu anlamlarda kullanıldığı görülür: Zül, yönetme-yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslâm, şeriat, hudûd, âdet, ceza, hesap, millet.
Kur'an-ı Kerim'de "din" kavramı diğer dinler için de kullanılmakla bereber genel olarak "İslam" için kullanılmıştır. "Din" kavramını ele alırken, daha çok İslam dini ve onun özelliklerini anlatacağız.
Dinle ilgili âyetler incelendiğinde, insan sadece Allah'a ibadet edecek, O'na ortak koşmayacaktır. Din Allah tarafından konulan ve insanları O'na ulaştıran yoldur.
"Muhlisîne lehü'd-dîn" ifadesinde vurgulanan ihlâs, kişinin bütün hayatını yüce Allah'a vakfetmesi, bütün samimiyetiyle O'na bağlanıp teslim olmasıdır; sadece sıkıntı ve üzüntü anında Allah'a yönelmek değil, her zaman O'nu hatırlamak ve koyduğu ilkelerden ayrılmamaktır.
"Allah katında din şüphesiz İslâm'dır."(Âl-i İmrân 3/19; ayrıca bk. Bakara 2/193)
"Kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse, onun dini kabul edilmeyecektir; o âhirette de kaybedenlerdendir."(Âl-i İmrân 3/85)
mealindeki ayetlerle İslam dışındaki dinlerin geçerliliği olmayacağı belirtilmiştir.
Din kavramı, "tarihin akışına ve tabiatın gidişine yön veren, zamana ve âleme hükmeden, dini ortaya koyan, hesap gününü elinde tutan Allah'ın otoritesi şeklinde özetlenebilecek bir muhteva yanında,
"O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."(Hac, 22/78);
"Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâm'a razı oldum."(Mâide, 5/3)
ayetleriyle bu muhteva genişletilerek, "kişinin Allah'a bağlı bir hayat sürdürmesi, Müslüman topluluğuna karşı görevlerini yerine getirmesi; Allah'ın mutlak tasarruf ve hâkimiyete sahip olması"(Bakara, 2/193; Enfâl, 8/39) gibi unsurlar da dinin muhtevasına katılmıştır(Haddad, s. 114-123).
Öte yandan din kelimesi sadece Müslümanların değil, başkalarının inançlarını da ifade etmek üzere kullanılmıştır. Meselâ, Mekke döneminde müşriklere hitaben, "Sizin dininiz size, benim dinim bana."(Kâfirûn, 109/6); Medine döneminde ise bütün insan toplulukları muhatap alınarak, "Bütün dinlere üstün kılmak üzere, peygamberini doğruluk rehberi olan Kur'an ve hak din ile gönderen O'dur."(Feth, 48/28; başka bir örnek için bk. Yûsuf, 12/76)
denilmesi buna delil teşkil eder. Bununla birlikte özel anlamda din kelimesiyle İslâm kastedilmiştir(Âl-i İmrân, 3/19). Bu bakımdan "İslâm" ile "din" âdeta eş anlamlı iki kelime gibi telakki edilmiş ve bütün peygamberlerin getirdiği dinin İslâm olduğu ifade edilmiştir(Âl-i İmrân, 3/85; Nisâ, 4/125; Mâide, 5/3; Şûrâ, 42/ 13). Aynca İslâm özel olarak Hz. Muhammed'e gelen dinin adıdır.(Mâide, 5/3)
Hadis külliyatında da din kavramının muhtevasını belirleyen malzeme bulunmaktadır. Bir hadiste,
"Allah indinde dinin aslı hanîflik ve İslâm'dır." denilmektedir(Tirmizî, "Menâkıb", 32).
Diğer dinlerin kutsal dilinde din kavramının karşılığı olan kelimeler kullanılmıştır. Ancak bu kelimelerin hiçbirinin kutsal dilleri ve kitapları içinde İslâm'daki din kavramı gibi semantik bir gelişme ve ifade gücüne sahip olmadığı görülür. Kutsal dili İbrânîce olan Yahudilik'te "abodath elohim" (Allah'a ibadet) tabiri, diğer dinî tutum ve davranışlar yanında özellikle din kavramını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu tabir mâbeddeki ibadet dahil tamamıyla dini kucaklamaktaydı. Eski Yunanca'da din, hem korku hem saygı anlamlarını içeren "thrioheya" kelimesiyle ifade edilmekteydi. Hristiyanlık, Yahudi geleneğinden gelmesine rağmen, din terimini eski putperest Roma'dan almıştır. Günümüz Batı dillerinde "religion" kelimesiyle ifade edilen din için İnciller'de "Allah'ın yolu" tabiri kullanılır.
Bu tariflerde ortak noktalardan biri dinin ilâhî kaynaklı olduğunun vurgulanmasıdır. Buna göre gerçek din beşer kaynaklı olamaz. Yine bu tariflerde dinin akıl ve irade ile ilişkisi gösterilmiştir; bu da dinin bir bilgi ve tercih konusu olduğu anlamını taşır. Nihayet dinin insanları özü itibariyle hayır olana yönelten bir kanun şeklinde tanımlanması, dinin aynı zamanda bir aksiyon alanı olduğunu gösterir.
Bazılarının iddia ettiği gibi din, insanın özgürlüğünü olumsuz anlamda kısıtlayan ve insanı düşünmekten uzaklaştıran, monotonlaştıran bir olgu değildir. İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar; dua, niyaz, iltica insanı ulvîleştirir. Allah sevgisi ve korkusu iki yönden insanın ruhî ilkelliğini giderir, ona kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Böyle kimselerin içinde yer aldığı toplumlarda fazilet yarışı başlar.
Din insana hem içgüdülerinin ve madde âleminin esiri olmadığı hem de sonsuz bir hürriyet ve bağımsızlık içinde bulunmadığı şuurunu verir. Kişi bencil duygularına, canlı ve cansız tabiata değil, yalnız her şeyin sahibi olan Allah'a boyun eğecektir. Dinin bu telkini insana gerçek hürriyet ve bağımsızlığını kazandırır. Artık kul, yaratıklar önünde ve tabiat olaylannın karşısında hayret ve dehşete düşmez.
Din fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir âmil olduğu gibi toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir. Dinin zayıflaması ahlâkî ve hukukî suçların artmasına, giderek anarşizme yol açar. Çünkü din olmayınca ahlâk için yaptırım gücü kalmaz.
İnsan içtimaî varlık olmakla birlikte onun bir de iç dünyası vardır. Yalnızlık, çaresizlik, korkular, kederler, hastalıklar, kayıplar, musibet ve felâketler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur.
Ayrıca dinî meşguliyetlerin insanı lüzumsuz ve zararlı endişelerden, kuruntulardan uzaklaştırdığı, böylece ruhî bunalımlardan koruduğu, gerçek dindarlarda Allah'a itaatin ana babaya, büyüklere, devlete ve millete saygı ve bağlılığı, küçüklere sevgi, canlılara ilgi ve sempati gibi ahlâkî duygulan geliştirdiği, görev bilincini güçlendirdiği tesbit edilmiştir. Tabi bu faziletlerin temel kaynağı hak dindir.
Dindeki âhiret inancı, bir yandan uhrevî sorumluluk şuuruyla insanın ahlâkî gelişmesine katkıda bulunurken, öte yandan ölüm korkusunun insan psikolojisi üzerindeki tahrip edici etkisini önler. Ahiret inancı, insanın içindeki ebediyet duygusuna cevap vermek bakımından da önem taşımaktadır. Sıkıntılardan kurtulup ebedî huzura ulaşma, Allah'ın nzâsını elde etme ideali insanda yaşama sevincine yol açar, dünyanın ıstıraplarına karşı tahammül gücü verir. Geçici dünya arzuları aslında insan ruhunu tatmin etmediğinden din ona en yüksek ve ulvî zevkler, manevî hazlar kazandırır.
İnsanlık âleminin manevî ve zihnî gelişmesinde dinin ne kadar geniş bir paya sahip olduğu, medeniyet tarihi incelendiğinde hemen göze çarpmaktadır. İlâhî vahyin peygamberler tarafından telkin ve tebliğ edilmesiyle, insanlar birtakım tutku ve alışkanlıklarından kurtularak daha asil ve daha ulvî fikirlere yükselebilmişlerdir. İnsanoğlunun en yüksek hayat seviyesine çıkması için aksiyonu esas almayan hiçbir gerçek dinî doktrin yoktur.
Dinin istediği ideal hayat bu dünyada yaşanacak, bu dünya şartları içinde elde edilecektir. Günümüzde insanlara asil duygular ilham eden geleneğin, diğer bir anlatımla onlara ilham veren asil duyguların kökü peygamberler ve onların izinden giden bilginler, düşünürler ve mürşidlerin hikmeti telkinlerine ve örnek hayatlarına dayanır.
İnsanoğlunu manevî ve ahlâkî alanda şimdiki duruma ulaştıran gelişmeler dinle mümkün olabilmiştir. Din insan toplumunu her zaman kokuşmaktan, çürümekten, mahvolmaktan kurtaran bir medeniyet mimarıdır. Ancak din sayesinde insan bencillikten ve kendine tapmaktan kurtulup insana, insanlığa hizmet imkânı bulabilmiştir.
Dinin kişiyi başka insanlara karşı kin ve nefrete, intikama ve kan dökmeye sevkettiğini ileri sürenler olmuşsa da gerçekte her hak din sevgi, saygı ve nezaketi telkin eder. Bazı dindarlardaki bayağı duygu ve eğilimler, aslında dine rağmen geliştirilmiş olan sapmalardan ibarettir.
Toplum hayatının ürettiği değerlerde de din kendini gösterir. Mimari yapılar, estetik-plastik sanat eserleri ve edebî mahsullerde, kişi ve yer isimlerinde, örf, âdet ve geleneklerde, hukukî, siyasî, sosyal, kültürel, askerî, iktisadî ve turistik alanlarda hep dinî temeller, elemanlar, deyimler, anlayışlar göze çarpar.
Bugün artık bütün dünyada dine dönüş olayı yaşanmaktadır. Yapılan araştırmalar, Tanrı'ya ve dine dönüşün pek çok ülkede hızlı bir artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Yaşı otuz beşin altında olanlar yaşlılardan daha çok dine ilgi göstermekte, Tanrı'ya, âhirete ve yeniden dirilişe inanmaktadırlar. Ateist sayısında ise dünya nüfusunun artış hızına göre büyük bir düşme olduğu tesbit edilmiştir. Günümüzde dinin yeniden itibar kazanmasında, bir asırdan beri dinin ilmî bir araştırma alanı olarak görülmesi ve din bilimlerinin hızla gelişmesi, ilmî bilgi ve tefekkürün artması, aydınların konuya ilgi göstermesi ve geçmişte olduğu gibi içtimaî, siyasî ve milletlerarası olaylar üzerinde dinin belirleyici gücünün farkedilmesi etkili olmuştur. Yine ahlâkî-mânevî değerlerin dinle ilgisinin tartışılması; ideallerin, tecrübelerin, temel fikirlerin dinle ortak platformlarının bulunması: adalet, insanın kaderi, Tanrı ve âlem gibi metafizik problemleri düşünme ve açıklığa kavuşturma ihtiyacı da dine ilgi ve yönelişi zorunlu kılmıştır.
Din ve Vicdan Hürriyeti
Çağdaş anlayışa göre din ve vicdan hürriyeti genellikle kişilerin istedikleri dini serbestçe seçmeleri, seçtikleri dinin kurallarını hiçbir müdahaleye mâruz kalmadan uygulamaları, bu konuda sahip oldukları hakları (öğretme, okutma, yayma, telkin vb.) kullanmaları şeklinde ifade edilmektedir.
Din sadece inançtan ibaret değildir; aynı zamanda kişinin dünyevî hayatına yön verecek ahlâkî, hukukî ve sosyal kuralları da ihtiva eder. Bu sebeple dini, yalnızca kişi ile inandığı varlık arasında bir vicdan meselesi olarak ortaya koymak yanlıştır. Dinî kuralların bağlayıcılık özelliği ve müeyyideleri vardır. Dinin başka bir temel özelliği de aynı inancı paylaşan, aynı davranış biçimlerini benimseyen kişilerden meydana gelen bir sosyal birlik (cemaat) oluşturmasıdır. Böylece dinin ferdî yaşayışı aşan sosyal yönü olduğu gibi manevî boyutu aşan dünyevî yönü de vardır. Dindar kişi hem dinî cemaatinin hem de içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesidir ve böylece bir taraftan inancının gereklerine, diğer taraftan da içinde yaşadığı cemiyetin kurallarına uymak durumundadır.
Batı kültür tarihinde din ve vicdan hürriyeti problemi ilk defa Hıristiyanlık'la ortaya çıkmıştır. Bu din dogmatik tekelciliği sebebiyle dinde bir hoşgörüsüzlük doğurmuştur.
İslâm âlimleri tarafından dinle ilgili olarak yapılan tariflerde, dinin benimsenmesi konusunda insanın irade ve tercihine büyük önem verildiği görülmektedir. Bu bakış açısına göre dini benimseyip yaşamaları için ferdî vicdanlara baskı yapılamaz. Esasen dinin temel unsurunu inanç teşkil ettiğine ve inanç da nüfuz edilip müeyyide uygulanması imkânsız bir gönül işi olduğuna göre, herhangi bir inancı zor kullanarak kişinin gönlüne yerleştirmek fiilen de mümkün değildir.
"Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi hakkı benimseyip iman ederdi. Yoksa sen inanmaları için insanlara zor mu kullanacaksın?" (Yûnus, 10/99)
Bu âyetten anlaşıldığına göre Allah, şuurlu ve hür olarak yarattığı insanın irade hürriyetine müdahale etmeyi dilememiş.
"İsteyen iman etsin, isteyen küfrü tercih etsin." (Kehf, 18/29) demiştir.
İslâm'da din ve vicdan hürriyetini belirleyen en sarih ifade Bakara sûresinin 256. âyetinde yer alır.
"Dinde zorlama yoktur: artık hak ile bâtıl tamamen birbirinden ayrılmış ve hak bütün açıklığıyla meydana çıkmıştır."
mealindeki âyet üzerinde âlimler çeşitli görüşler İleri sürmüşlerdir. Buna göre öncelikle zor kullanmak suretiyle dini benimsetmeye çalışmanın İslâmî bir davranış olmadığı açıktır. Dinin bir bilgi, şuur ve hür kararla tasdik alanı olması yanında, İslâm düşüncesine göre dünya da bir imtihan ve seçenekler alanıdır. Yaratan veya yaratılmışlar tarafından baskı kullanıldığı takdirde, seçme hürriyetinin yöneleceği alternatifler de ortadan kalkacak ve bu durumda dünya imtihan alanı olma özelliğini kaybedecektir.
Din serbest irade ile benimsenen ve hayatı topyekün saran bir doktrin, bir yaşayış tarzı, âdeta insan için ikinci bir tabiattır. Din, iman ve İslâm terimlerinin üçü de "itaat ve boyun eğme" mânası taşır. İslâm inancına göre bu itaat sadece Allah'a ve O'nun talimatını söz ve fiil ile bize tebliğ etmesi açısından Hz. Peygamber'edir. Dinî hayat ilk bakışta bir hürriyetsizlik gibi görünüyorsa da içine girildikten ve samimiyetle benimsendikten sonra onun insanı yücelttiği, ebedîleştirdiği ve ruh dünyasındaki bütün hürriyetsizliklerini bertaraf ettiği görülür.
Genellikle insan, içinde bulunduğu çevreyi ve alışageldiği hayat tarzını değiştirmeye karşı direniş gösterir ve bunu bir hürriyetsizlik zanneder. Halbuki bu tutum onun fizyolojik ve psikolojik gelişmesine engel teşkil eder. Meselâ döl yatağındaki çocuğun dünyaya gelişi, dünyadaki insanın kabir ve berzah hayatına intikali ve nihayet ölümsüz âhiret hayatına geçiş, insanın direnmek istediği fakat onun için mukadder olan değişim ve gelişimlerdendir. Din ise insanın manevî güçlerini geliştirerek dünyada sadece yüce yaratıcıya bağımlı olmasını ister, âhirette de onu ebediyete hazırlamayı amaçlar. Bu bakımdan din basit, sathî ve aceleci bakışlara göre hürriyete engel oluşturmakta, uzak planda ise olabildiğince sınırsız hürriyet sağlamaktadır.
“Dogma” mahiyeti itibarıyla “kesin bilgi ve tartışılmaz doğruyu vazeden bildirim”dir; bunu beşer zihni vazeder ve tartışılmasını yasaklar. Bir bilgi veya hüküm açık müzakere, tartışma, tefsir ve tevile açık değilse dogmadır. Sonuçta denen şudur: “Bu böyledir, böyle düşünmek ve inanmak zorundasınız. Aksi yönde görüş beyan edecek olan cezalandırılır.”
İslam düşünce geleneğinin parametresi “dogma” değil, “nass”tır. Nass, tefsire, tevile, müzakere ve ictihada açıktır. Düşünme ve ifade özgürlüğü, nassın hikmetini ve maksadını anlamak bakımından kısıtlanması mümkün olmayan bir hakkın kullanımıdır. Ve genellikle bir nassın birden fazla ve üstelik birbirine aykırı yorumları olduğundan bu sayede birden fazla mezhep, fırka ve ekol teşekkül etmiştir.
Dinin esası vahiydir. Vahiy olmadan insanlar akıl ile dinin hakikatlarına ulaşamaz. Akıl ise bu vahiy mahsulu olan dini anlamada kullanılır. İşte din, vahyin ve aklın birleşmesiyle anlaşılır ve yaşanır.
Din insanın özgür düşüncesine müdahale etmemekte, aksine özgür düşünce sınırları içerisinde doğruyu bulma konusunda yol göstermektedir. Kur’an’da sık sık insanların aklına, fikrine vurgu yapılmakta, “Hiç mi düşün müyorsunuz? Hiç mi aklınızı kullan mıyorsunuz? Hiç mi tefekkür etmiyorsunuz?” manasına gelen ifadelere yer verilmektedir.
Rabblerinin kim olduğunu soran Firavn'a Hz. Mûsa'nın şu cevabı ne kadar anlamlıdır:
"Bizim Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da doğru yolu gösterendir." (Tâhâ, 20/50)
(bk . DİA, Din Md.)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- DİN
- Hz. Peygamberin, Allah’tan başkasına uymayacağı kesinken neden uyarı alıyor Allah’tan?
- Namaz kılmayan çocuk dövülür mü?
- BÂTIL DİNLER
- TEOKRASİ
- Ehl-i fetret hangi konularda sorumlu tutulmazlar, kul hakkında sorumlulukları var mıdır? Fetret dönemindeki insanlar direkt mi cennete girecekler, yoksa hata ve günahlarını çektikten sonra mı cennete girecekler?
- Ahlakın tarifi ve gayesi nedir? Ahlakın toplum / cemiyet üzerinde etkisi / tesiri nasıldır?..
- İslam literatüründe "İslamiyet milliyeti" gibi bir kavram mevcut mudur?
- BÂTIL DİNLER
- Herkes kendi dininin hak din olduğunu iddia ediyor. Bu durumda insanlar doğruyu nasıl bulabilir?