Avuç içindeki izlerin insanın yaşamıyla bir ilgisi var mıdır?

Tarih: 01.09.2006 - 15:12 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Günümüzde en çok merak edilen ve araştırmacıların üzerinde yoğunlaştığı hususlardan biri de, kelimeler, ses tonu ve hareketlerle oluşturulan bir bütünün ifade ediliş şekli olan, bedenimizin dilidir. Bunlara sahip olduğumuz fiziki yapının yanı sıra, bedenin değişik hareket tarzlarını, duruş biçimlerini, jest ve mimikleri de ilave edebiliriz.

İnsan, öteden beri pek çok mesajını, istek ve ihtiyacını beden dilini kullanarak gerçekleştiriyor. Surat asarak, dargınlık veya kırgınlık halini belirtmeden tutun da, tebessümlerle anlatılan sevgi ve mutluluk ifadelerine kadar. Parmak sallayarak yapılan tehdit ifadelerinden tutun da ondan “Ben sana sorarım!” anlamına gelen el ve baş işaretlerine kadar. “Yapma!, etme!, sakın!, aman dikkat!...” veya hayret ifadelerini belirttiğimiz göz, kaş, ağız, yüz ve dudak işaretlerinden diğer pek çok konuda kullandığımız işaretlere kadar...

Ancak beden dili sadece bu kadar değil. Bütün bunların yanında bir de bizzat beden dinlendiği zaman ondan anlaşılan mesajlar vardır. Bunların en belirginleri ses, terleme, ağrı ve sızılarla, ağız ve boğaz kurumasıyla, vücudun “sigorta sistemi” diye adlandırılan bademcik, apandisit vs. gibi organların şişmesi, yanması veya tırnakların beyazlanıp kırılması gibi yollarla ve baş ağrısı gibi yollarla vücudu ve ondaki arızları tespit etmek, anlatmak istediği mesajı anlamak var. Bunları bu dilden anlayan biri gördüğü zaman hemen neyin olduğunu veya olmadığını rahatlıkla anlayıveriyor.

Diğer bir husus da, gerek kökü eskilere dayanan “Fizyonomi falı”na bakarak, gerekse kendi tecrübelerine dayanarak Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Marifetname”sinde ortaya koyduğu, ancak bugün kendini “Havas İlmi” erbabı olarak lanse eden bazı kişiler tarafından sadece tek yönüyle ele alınarak, falcılık ve kehanette kullanılan karakter tahlilleridir. Oysa, insanın dışından bakarak ve sesini dinleyerek hem karakteri hem fizyolojisi ve anatomik yapısı, hem de diğer hususlar hakkında bir şeyler söylemek çok defa isabet etmese de mümkün olabilir. Çünkü eğitim ve terbiye ile iman ve güzel ahlâk ile değiştirilemeyecek kötü huy ve karakter yoktur. Eğer öyle olmasaydı eğitimin bir değeri kalmaz ve bu kadar insan da boşuna uğraşmazdı. Artık insanoğlu, hayvanları bile değişik yollarla eğitip neredeyse insan gibi konuşturabilmekte, ajanlık yaptırabilmekte ve çeşitli alanlarda kullanabilmektedir. Bir otomobilin veya kamyonun en gizli bölmelerinde uyuşturucu olup olmadığını, katili ve hırsızı tespit edip yakalayabilen polis köpeklerinden tutun da, evlerde ve sirklerde beslenip eğitilen kuşlara ve diğer hayvanlara varıncaya kadar...

Bu duruma bakarak pekâlâ kötü huy ve davranışları olan insanların da eğitilebilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şurası bir gerçek ki, herkesin yaratılıştan getirdiği bazı özellikleri de vardır. Nitekim, “Gizli İlimler Hazinesi” (I/77) kitaplarının yazarı Mustafa İloğlu’nun delil olarak gösterdiği “İsra” suresindeki 84. âyette bu manaya işaret edildiği kaydedilmekte ve âyete de böyle bir anlam yüklenmektedir. Âyet aynı zamanda “Fizyonomi İlmi” başlıklı konuya da kaynak olarak gösterilmekte, dolayısıyla mana da buna uygun olarak verilmektedir:

“De ki, herkes kendi yaratılış şekline göre hareket eder.”(İsra, 17/84; Yazır, Hak Dini, V/318.)

Ancak tefsirciler, âyette bu manaya geldiği iddia edilen “şâkile” kelimesinin, “tabiat/huy, âdet, din, ahlâk, niyet, mizaç, yaratılış ve birbirine benzeyen yollar...” gibi değişik anlamlar içerdiğini söyleyip öyle tercüme etmişlerse de, tercih edilen;

“De ki, hepsi, (iman edenler de etmeyenler de) kendi hal ve niyetine göre iş yapar.

şeklindeki mana olmuştur.

Buna göre âyet, herkesin kendi durum ve mizacına uygun olan, yanlış da olsa hoşuna giden yolda hareket ettiğini, özel hislerine göre iş yaptığını ifade etmiş olur.(bk. Yazır, Hak Dini, V/318.)

Diğer taraftan Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadiste, Hz. Peygamber (asm);

“Her çocuk fıtrat üzerine doğar.” buyurmuş ve 

“Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat...”(Rum, 30/30.)

âyetini okumayı tavsiye etmiş. Sonra da sözünü şöyle tamamlamıştır:

“Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?...”[Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714)] 

Bir başka rivayette ise “fıtrat” kelimesini açıklayıcı nitelikte şöyle  buyurulmuştur:

"Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın.”

Demek ki, insana doğuştan düzgün bir huy ve karakter, doğru dini bulup inanma ve güzel ahlâk üzere yaşamaya elverişli bir yapı, hakkı ve gerçeği kabul ve idrak etme nitelikleri gibi güzel şeyler verilmektedir. Ancak insan, sonradan edindiği ikinci bir fıtratla bunları değiştirmekte ve bazen verilen güzel şeyleri geliştirip olgunlaştırabildiği gibi, kötüleriyle de yer değiştirebilmektedir. Yine, bütün bunların eğitim ve çevre tesiriyle olduğu vurgulanmaktadır. Şu halde insanın fizyonomisine bakıp da, “Bu tipsizden hayır gelmez veya bunun gözü yeşil, mavi nazarı değer, saçları sarı aptaldır, siyahsa ahmaktır, yumuşaksa şehvetine düşkündür, burnu şöyleyse böyledir, ağzı böyleyse şöyledir vs...” demek de kesin doğru olmasa gerektir. Çünkü bizim, hakkında kötü teşhis koyduğumuz kimse, edebi, ahlâkı, dini hisleri sağlam ve yaşantısı düzgün, gayet takvalı bir Müslüman da olabilir. Ayrıca bizler insanlar hakkında hüsnüzanna memuruz, onun aslında nasıl bir kimse olduğu da bizi çok ilgilendirmez.

İnsanlar beden şekillerine göre değil, yaptıklarına göre muamele görecektir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun