"Dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın, fakat bir kişinin huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü o yine fıtratındaki şeye döner." anlamına gelen söz hadis midir, hadis ise nasıl anlamak gerekir?

Tarih: 04.05.2011 - 00:44 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Evet, bu anlama gelecek bir hadis rivayeti vardır. İmam Suyutî, bu hadisin zayıf veya sahih olduğuna dair bir işarette bulunmamıştır. Haysemî ise, -Ahmed b. Hanbel’in Ebu’d-Derda’dan rivayet ettiği bu hadisin rivayet zincirinde bir inkıta/kopukluk olduğuna dikkat çekmiştir(bk. Mecmau’z-Zevaid, 7/196).

Ahlâk ve huy, insan tabiatında mevcut olan bir karakter, bir kimlik, bir özellik olarak öne çıkmış bir melekedir.

İnsanın yaratılışında iyiye de kötüye de temayüller vardır. İyi temayüllerin göstergesi güzel ahlâk, kötü temayüllerin göstergesi de kötü ahlâktır.

Ahlâk ve huy dediğimiz şeyin değişken olup olmadığı, onun doğuştan ve irsi (genetik) olup olmadığına bağlıdır. İbn Miskeveyh’e göre, huyların bir kısmı insan yapısının temelinden gelir. Bir kimsenin fazla korkak ve güleç olması gibi. Diğer bir kısmı âdet ve alışkanlıkla kazanılır. İnsan bir şeyi düşünüp taşınır, sonra onu sürekli olarak yaparsa, o şey, onun melekesi ve huyu hâline gelir. Gazali ve İbn Arabi de değişen-değişmeyen, doğuştan edinilen huylar ayrımını yaparlar.

Doğuştan gelen mizaç/huy değişmez. Ama âdet ve alışkanlıkla edinilen huylar değişir.

Bazılarına göre huyların doğuştan olup olmaması söz konusu olmaz. Her insan âdet, alışkanlık, tekrar, idman ve eğitim yoluyla kısa veya uzun sürede az çok huyunu değiştirebilir, yeni huylar kabul edebilir. Çünkü, insan yeni huylar kabul etmeye müsait bir varlıktır. (İbn Miskeveyh, Tehzibu’l-ahlâk, Kahire, 1320, 24-26)

Genellikle, Müslüman alimler doğuştan gelen ve değişmeyen, edinilen ve değişebilen şeklinde huyları ikiye ayırırlar (bk. Gazali, İhya, III, 54; İbn Arabi, el-Fuhatu’l-mekkiyye, II, 309) Bunlara göre insanın hilkatinde, fıtratında, cibilliyetinde, tabiatında, mizacında, seciyesinde, tînetinde, hamurunda ve mayasında bulunan ve doğuştan gelen bazı huylar genetiktir, irsidir. İnsan bedeninin, nasıl belli temel nitelikleri varsa ve bunlar doğuştan geldiği için değiştirilemiyorsa, insan ruhunun da doğuştan gelen belli bir şekli vardır ve bu kökten değişmez.

“Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” (Rum, 30/30);

“...Rabbimiz her şeye hilkatini varoluş şeklini ve özelliğini veren, sonra da doğru yolu gösterendir.” (Taha, 20/50);

“Rab takdir edip yol göstermiştir...” (A’la, 87/3) 

gibi ayetlerde, huyun özünde değişmeyen yönüne işaretler vardır.

Ama, bunun kısa veya uzun bir süre içinde, az çok ıslah ve terbiye edilmesi, doğuştan gelen renginin, tonunun farklı hale getirilmesi mümkündür. Sonradan edinilen ve kazanılan huylar ve âdetler ise eğitim ve öğretimle, sürekli alıştırma çalışmaları ve tekrarlar yaparak değiştirilebilir. Bitkiler ve hayvanlar bile eğitimle az çok değiştirilip ıslah edilirken, insanların te’dib, terbiye ve riyazet yoluyla ıslah edilemeyeceğini söylemek doğru olmaz.

Islah suretiyle arpayı buğday, buğdayı arpa hâline getirmek mümkün olmaz ama, daha iyi ve daha nitelikli arpa ve buğday üretmek mümkündür; aşı ile daha iyi meyve alındığı gibi. İnsandaki arzu ve öfke gibi temel eğitimlerin kökten değiştirilmesi veya yok edilmesi mümkün olmaz. Ama, ıslah edilmesi, iyileştirilmesi, güzel ve faydalı hedeflere yönlendirilmesi mümkün olur.

İnsan doğuştan sahip olduğu huy ve yeteneklerini, iyi ya da kötü işlerde kullanabilir. Cesaret ve cömertlik huylarının, iyi ya da kötü maksatlarda kullanılması gibi, huyların değiştirilmesinden çok iyileştirilmesi ve güzelleştirilmesi önemlidir. Şehvet denilen bedeni arzular, esas itibariyle kötü değildir. Kötü olan şehvetin meşru olmayan ve kontrolsüz bir şekilde bulunmasıdır. Meşru şekilde ve kontrollü olarak arzularını karşılaması ise iyidir. Hatta faydalı ve gereklidir.

Buna göre, gerek ayet-i kerimelerde ve gerekse hadis-i şeriflerde kötülenen huyun aslı değil o huyun kötüye kullanılmasıdır.

Örneğin;

- Sertlik kötülenmemiştir. Kötülenen, sertliğin kötüye kullanılmasıdır. Sertliği haksızlık için, zulüm için, insanların gönlünü kırmak için kullanırsa bu günahtır. Öyle olmasaydı insanlara yumuşak davranılmasını isteyen Allah, savaş hâlinde düşmanlara karşı sertlik gösterilmesini emretmezdi.

Hz. Ömer (ra) sert tabiatlı idi. Bu sertliğini cahiliye döneminde Resûlullah’ı (asm) öldürmeye niyet edecek kadar kötü yolda kullandı. Sertlik onda zulme bir vasıta oldu. Ancak aynı Ömer Müslüman olduktan sonra, ondaki sertlik, Allah’ın ve kulların hakkını korumakta, İslam düşmanlarına karşı duruşta bir kararlılık hâline geldi. O sertlikte adâlet tecelli etti.

- Geleceği düşünmek hissi herkeste vardır ve bunu kötülemek de doğru değildir. Bir insan bununla isterse sadece dünya hayatını düşünebilir ve sadece ona çalışabilir. Fakat bu his ve duygu sadece bunun için verilmemiştir. Öyleyse bu hissi başka değerli bir şeye yönlendirmesi gerekir. Bu da sonsuz geleceğimiz olan ahireti düşünmek tarzında olmalıdır. Böylece Cenab-ı Hakk'ın sevgili bir kulu olmaya yönelir.

- İnsanda inat duygusu da var. Bu da esasen kötü değildir. Ancak, bir kimse bu hissini dünya işlerine sarf ettiği zaman ehemmiyetsiz şeylere de inat eder. Ve günah da kazanır. Fakat insan bu hissini, Allah’ın istediği şekilde kullansa, o zaman ibadete inkılap etmiş olur. Şöyle ki, bu his ile bir Müslüman diyecek:

“Ben inat ettim, sabah namazını kaçırmayacağım, inat ettim hiçbir mümine kızmayacağım, inat ettim her gün şu kadar namaz vs ibadet edeceğim..."

Böylece kendisine verilen inat duygusunu hayırlı işlere çevirip ibadet haline getirebilir.

- Her insanda var olan hırs duygusunun da böyle iki mertebesi vardır. Biri insanı günaha sevk eder, diğeri ubudiyete. Günah olan tarafı Allah hoş görmediği gibi, iyiye kullanılsa hoş karşılanır. Bir insan hırs edip devamlı mal, mülk kazanmaya çalışsa ve neticede zekat vermez ise, bu his insanı helakete götürür. Veya insan kendine hedef tayin ettiği herhangi bir makamı elde etmek için, her türlü kılığa girmekten sıkılmıyor ve mukaddesatını feda edecek şekilde hırs gösteriyorsa, taşıdığı bu hırs duygusunu yanlış yerde kullanmış olur. Allah da bu hissi taşıyanı lanetler. Fakat insan bu hırs damarını “insanların imanlarını nasıl kurtarırım, insanlara nasıl faydalı olabilirim, ahiretteki makamımı nasıl artırırım ve Allah’ın rızasını nasıl kazanırım” diye kullansa, herhalde hırs damarı tüm hissiyatlar içerisinde sultan olur.

Demek ki, insana doğuştan verilen bu güzel huyların değiştirilmesi değil, yönlerin hayıra ve güzele döndürülmesi gerekir. Çünkü, insana verilen her bir his ve duygu insanı Allah’tan uzaklaştırmak için değildir. Aksine insanı Allah’a yaklaştırmak ve terakki etmek içindir.

Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere, huyun aslını değiştirmek mümkün değildir. Özelliğini ve yönlerini değiştirmek ise mümkündür. Çok iyi bir eğitimle insanların kötü huylarını nasıl değiştirdiklerini, nefsi için öfkelenen insanların, Allah için öfkelenmeye başladıklarını, nefisleri için sertlik, katılık gösterenlerin, artık nefisleri söz konusu olduğunda aldırış etmediklerini, nefsi için bitmez tükenmez mücadelelere giren kişilerin bunları bırakıp artık Allah için, Allah yolunda nasıl mücadele ettiklerini, nasıl fedakârlık yaptıklarını, müşahede etmekteyiz.

Bütün peygamberler, ahlakî değerleri hakim kılmak toplumu, iman, amel ve ahlâk bakımından yüceltmek, erdemli bir seviye kazandırmak için mücadele etmişlerdir.

Bütün peygamberler insan fıtratında mevcut huyları, kabiliyetleri iyiye, güzele, doğruya yönlendirip, güzel vasıflar kazanmaları için mücadele etmişlerdir. Nebevî terbiye yoluyla insanlar, insanlık haysiyetine kavuşabilmişlerdir. Kâmil bir imanın, salih bir amelin en tabî neticesi güzel ahlaktır.

Hayat ağacının en nâdide meyvesi güzel ahlâktır.

“Rabbinizin mağfiretine ve Allah’a isyan etmekten sakınanlar için hazırlanmış, genişliği gökler ve yerler kadar olan cennete koşun. O muttaki müminler ki, bollukta da darlıkta da infak ederler. Öfkelerini yenerler. İnsanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever." (Âl-i İmran 3/133-134)

"Onlar (iman edenler) büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar. Kızdıkları zamanda kusurları bağışlarlar ki, onlar Rablerinin davetine icabet edip namazlarını kılarlar. Onların işleri aralarında istişare iledir ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirine yardım ederler. Kötülüğün cezası denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir. Elbette o, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol (mesûliyet) yoktur. Sorumluluk ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere yönelir. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Kim sabreder ve affederse, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer işlerdendir." (Şura, 42/37-43)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 50.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun