"İnsan gerçekten zarar içindedir." ayetinde geçen "insan" kimdir ve "zarar"dan maksat nedir?

Tarih: 29.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Surenin meali:

"Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır." (Asr, 103/1-3)

"Asr" (asır) kelimesi isim olarak "mutlak zaman, içinde bulunulan zaman, 80 veya 100 yıllık zaman dilimi; gece, sabah, akşam, ikindi vakti, ikindi namazı, bir neslin veya bir hükümdarın, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, bir dinin yaşandığı dönem" gibi mânalarda kullanılır. Müfessirler burada zikredilen "asr" kelimesini ikindi vakti, ikindi namazı, mutlak zaman, Hz. Muhammed (sav)'in asrı ve âhir zaman gibi farklı şekillerde tefsir etmişlerdir.

Sûrenin başında zamana yemin edilerek onun insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiştir. Çünkü zaman Allah Teâlâ'nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır.

Demek olur ki "asr", çeşitli mânâlara gelen bir müşterek lafız olduğu ve birini tayinde ipucu bulunmayıp hepsine de yüklenmesi sahih olabileceği cihetle "asr denilen her şey" mânâsıyla tümüne hamletmek en doğrusudur.

Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat çekmiş; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunun, 2. âyetteki deyimiyle "hüsran" (ziyan, zarar) olacağını hatırlatmıştır. (bk. İbn Âşûr, XXX, 531)

Ayette geçen “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm, cins için de olabilir, ahd için de olabilir. İşte bu yüzden müfessirler bu hususta şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir:

1. Bununla cins manası kastedilmiştir. Ve bu tıpkı, Arabların, "İnsanların elinde para çoğaldı..." demeleri gibidir. Bu görüşün delili, "iman edip salih işler işleyenler..." ifadesinin, "insan" ifadesinden istisna edilmiş olmasıdır.

2. Bununla belli şahıslar kastedilmiştir. Bu cümleden olarak mesela İbn Abbas, "Cenâb-ı Hak bu ayetle, Velîd İbn Muğîre, Âs ibn Vail ve Esved ibn Abdilmuttalib gibi bir kısım müşrikleri kastetmiştir." derken, Mukâtil, bu ayetin Ebu Leheb hakkında nazil olduğunu söylemiştir. "Merfû" bir haberde de, bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği zikredilmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Mekkeli bu müşrikler, "Muhammed, bir hüsran içindedir!" diyorlardı. İşte bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak, durumun, onların vehmettiğinin aksine olduğuna dair yemin etmiştir. (bk. Razi, ilgili ayetlerin tefsiri)

Eğer, "el-İnsan" kelimesinin başındaki elif-lâm'ı cins manasına alırsak, o zaman, husr / ziyan kelimesinin manası, insanın bizzat kendisinin ve ömrünün sona ermesi, bitmesi şeklinde olmuş olur. Ancak, amel-i salih işleyen mü'min bundan istisna edilmiştir, çünkü o, ne ömrünü ne de malını boş yere harcamıştır. Zira böylesi bir kimse, ömrü ve malı sayesinde, ebedi saadeti elde etmiştir.

Ancak "el-insan" kelimesini kâfirler manasına alırsak, o zaman bu ifadeyle kastedilen, kâfir kimselerin bir sapıklık ve küfür içinde olmuş olmaları olur. Bu durumda da, istisnasının manası, "Bu kâfirlerden iman edenler müstesna..." şeklinde olmuş olur. Bu durumda da, iman eden kimseler, bu zarardan kurtulup kâra geçmiş olurlar.

Küfür ve küfran gibi husr ve hüsran, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, nihayet iflas ile hasret ve ümitsizlik içine düşmektir. Husrin kelimesinin sonundaki "Tenvin" de büyükleme ve türlendirme içindir. Yani büyük bir ziyan veya bir çeşit ziyan içinde boğulmaktır. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat harcanılıp giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Eğer o nefesler, insanın her istediği zaman, istediği gibi yapacak şekilde kendisinin olsaydı, kendi yapısı ve icadı bulunsaydı o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi harcamakta hiçbir zarara düşmezdi. Fakat o insanın kendi mülkü değil, yaratan Halık Teâlâ'nın mülkü olup, onun adına güzel tasarruf ederek kârından istifade etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş emanet sermaye kabilindendir. İnsanın bütün istifadesi, onun harcama ve alışverişinden hasıl olacak kâra bağlıdır. Onun için "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 53/39) ve "Herkes kendi kazancına bağlıdır." (Tûr, 52/21) buyurulmuştur.

Bu şekilde insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra, hesap günü kendisine kalacak olan kâra göre kendisini kurtaracak ve o oranda nimetlenmiş olacak veya açığına göre sorumlu ve iflas etmiş olarak zarar ve azapta kalacaktır. Tartının ağır veya hafif basmasının sonucu da budur.

O halde zamanın acı veya tatlı olaylarla akışı içinde her harcanan nefeste bir zarar vardır ki, onu ancak karşılığında Allah için yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeyebilecektir.

Ömürden her geçen saat, her harcanan nefes, ya bir işe harcanır, ya boşuna geçer. Boşuna geçtiyse elbette bir zarardır. Bir işe harcandıysa, o iş ya hayır ve güzel olan bir itaattir veya şer ve fesat olan bir günahtır. Veya ne o, ne o; ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise, bir eseri kalmamak itibarıyla boşuna geçmiş gibidir. Bir şer ise kesin bir zarardır. Eğer itaat ise onu veya diğer birini ondan daha güzel bir şekilde yapmak da mümkündür. Çünkü Allah Teâlâ'ya tevazu ve baş eğme mertebeleri sayısızdır. Çünkü Allah Teâlâ'nın kahr ve yücelik mertebeleri ve mutlak güzellik tecellileri sonsuzdur. Onun için insanın Allah'a ilmi ne kadar çok olursa korku ve sevgisi de o nisbette çok, tâat ve amelde Allah'ı yüceltmesi, o nisbette daha tamam ve daha mükemmel olur. Öyleyse, her nefeste daha güzelini yapamayıp da düşüğüyle kalmakta kârdan da olsa yine bir tür ziyan vardır. Bu itibarla insan her an bir tür ziyandan uzak değildir, demek olur.

Bununla beraber bunlara asrın, zamanın akışı içinde her yönden hücum etmekte olan engelleri, baskı yapan diğer büyük olayları da katarak düşünülürse, insanın her an nasıl bir tehlike ve ziyan içinde bulunduğu açıkça anlaşılır. Her an nimet ve refah içinde bulunduğu kabul edilse bile, her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın bir zarar içinde bulunduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Zira her geçen nefes bir ölümdür. Bundan dolayı "Bu âyet insanda ziyan ve sıkıntının asıl olduğuna delalet eder." diyen müfessirler olmuştur. (bk. Razi, ilgili ayetlerin tefsiri) Bunun açıklaması şudur: İnsanın gerçek saadeti, ahireti sevmek, dünyanın acı ve tatlısına iltifat etmemektedir. Bununla beraber ahirete çağıran vesileler ise açıktır ki o beş duyu, şehvet ve kızmadır. Onun için halkın pek çoğu  dünya sevgisi ile meşgul ve onu talebde boğulmuştur. Bundan dolayı zarar ve helaktedirler.

Bu surede, bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ifade edilmiştir:

a) Samimi bir şekilde iman etmek. (bk. Bakara 2/256; Nisâ 4/136-137)

b) İyi işler yapmak, yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmak;

c) Hakkı tavsiye etmek;

d) Sabrı tavsiye etmek.

İkinci şıktaki "iyi işler"in içinde hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fakat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla ayrıca zikredilmiştir. (bk. Bakara 2/42; sabır için bk. Bakara 2/45)  Hakkı ve sabrı tavsiye buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu kuşkusuzdur. Bu husus, her akıl ve iz'an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için âyette bunun özellikle belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.

Âyetteki hakkı ve sabrı tavsiye, eğitimin önemine ve mahiyetinin nasıl olması, amacının ne olması gerektiğine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgide ve ahlâkta hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddî ve manevî zorluklar, saptırıcı duygular, hata ve suç sebepleri karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır.

Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayat ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün ahlâkî görevleri içine alan geniş kapsamlı bir görevdir. Hakkın karşıtı bâtıldır; bâtıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü içine alan bir kavramdır. Aynca hak, adaletle de yakından ilişkilidir. Bu açıdan âyette insanların âdil olmaları ve adalet düzeninin, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal düzenin kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, sûrede sıralanan dört ilkeden iman ve sâlih amel sayesinde Allah'ın hakkını; hakkı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını yerine Ödemiş olur.

Görüldüğü gibi Asr sûresi en kısa sûrelerinden biri olmakla birlikte Kur'an-ı Kerim’deki bütün dinî ve ahlâkî yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğine sahiptir. Bu sebeple İmam Şafiî'nin sûre hakkında, "Şayet Kur'an'da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sure bile insanlara yeterdi. Bu sure Kur'an'ın bütün ilimlerini kucaklıyor." dediği nakledilmiştir. (bk. İbn Ke-sîr, VE, 499; Muhammed Eroğlu, "Asr Sûresi", Dİ A, III, 502)

Mehmet Akif Ersoy'un deyişiyle:

"Halikın nâ-mütenâhî adı var en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak

Hani ashâb-ı kiram ayrılalım derlerken / Mutlaka sûre-i ve'l-asr'ı okumuş bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felah / Başta imân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh

Sonra hak sonra sebat: İşte kuzum insanlık / Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık." (Safahat, İstanbul 1944, s. 419)

Ashab-ı Kiram'dan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr sûresini okumadan ve ardından selâm vermeden ayrılmadıkları rivayet edilir. (Beyhakî, Şu'abü'l-îmân,  Nuruosmaniye Ktp., nr. 1125, m, varak 174b)

(bk. Razi, Mefatih; Elmalılı, Hak Dini; Diyanet, Kuran Yolu, Asr Suresinin tefsiri).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun