Allah, niçin dünyayı madde olarak yaratmıştır?

Tarih: 01.02.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Eğer Allah dünyayı madde şeklinde değil de enerji veya ruhanî veya başka bir şekilde yaratsaydı, bu defa “Allah niye dünyayı bu şekilde yarattı veya neden madde şeklinde yaratmadı?” diye soracaktık. Yani insanın hayali çok ihtimalleri düşünebilir ve aklı hikmetleri araştırabilir. Fakat şunu unutmamak gerekir, vukuat hakikattir, ihtimaller hayalattır.

Hayallerin -gerçeklik zemininde yeşerme imkânı bulamayan- hadsiz sualleri vardır. Mesela; “Neden Türkiye Afrika’da olmadı? Neden ben de Paris’te doğmadım? Neden peygamber olmadım? Neden Kayseri’de de limanı olan bir deniz yaratılmadı? Neden? Neden? Neden? ..."

Bunları şunun için anlatıyoruz; Zihnimize gelen her soruya cevap bulmaya çalışırsak, yorgun düşer ve bitkin oluruz. Bu ihtimalleri bize telkin eden şeytan, bu yorgunluğumuzdan istifade ederek bizi -Allah korusun- tehlikeli tuzaklara düşürebilir. Çünkü her sorunun cevabını bulmaya/bulamayabiliriz. Şimdi sadede gelirsek;

Yaratıcı olan Allah’ın iradesi, her şeyde olduğu gibi bu konuda da yegâne tercih etme ve seçme yetkisine sahiptir. Aklımızın alamayacağı kadar geniş hikmetlere sahip olan bu tercih doğrultusunda dünyayı madde olarak yaratmıştır. Milyarlarca şeyleri bilmediğimiz gibi bunu da bilmiyoruz.

Allah, zatında, sıfatında ve fiillerinde başka bir varlığa benzemez. O’nun benzeri, şebihi, misli, mesili, zıddı, niddi yoktur. Mekândan müberra, zamandan muarra, maddeden mualladır. Dünyayı madde şeklinde yaratmıştır ki, o da bu noktada kendisinin eşsizliğini göstersin. Her şeyi çift yaratıp onları kendi birliğinin ve tekliğinin eşsizliğine şahit yaptığı gibi, maddî şekilde yaratmakla da hiçbir şeye benzemeyen varlığının bu eşsizliğinin ayrı bir şahidi yapmış ve “muhalefetun lilhavadis” sıfatını bu gerçeklerle pekiştirmiştir.

Madde yanında enerjiyi de yaratmıştır.  Maddî alemler yanında manevî alemler de yaratmıştır. Kesafetli şahadet alemi yanında, misal alemi ve ruhanî alemler de yaratmıştır.

Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım:

Yeryüzünün tamamını küçücük aynalardan oluşmuş farz edelim. Bu aynaların ışık ve sıcaklığı gökteki güneşten alacakları apaçık bir gerçektir. Gökteki güneşin aynalarda yansımasında, onları ışıklandırmasında bir ihtiyacı olduğu düşünülemez. Yani güneşin aynalarda yansıyıp yansımaması bir ihtiyaçtan dolayı değildir. Yansıma hadisesi olmasa da onun ışığından, sıcaklığından, yedi renginden hiçbir şey eksilmez. Güneş, ışığı ve kütlesi ile ne ise yine odur. Yansıma olayındaki bütün fayda ve menfaat, ancak aynalara aittir. Onlar, karanlıktan kurtulup, ışığa kavuşma hususunda güneşe muhtaçtırlar. Yoksa güneş, onların aydınlığa çıkmalarına muhtaç değildir.

Şimdi yukarıdaki örneği biraz daha geliştirerek güneşi ilim, irade, kuvvet ve hayat sahibi; aynaları da akıl ve şuur sahibi olarak kabul edelim. Şimdi tekrar düşünelim, akıl ve şuur sahibi aynalar, güneşi sevmeleriyle güneşin mükemmelliğine, muhteşemliğine ne katabilirler? Yahut ona isyan ederek onun yüce şanından ne eksiltebilirler? Mesela güneşin bitki ve hayvanlara ışık vermesinde ne faydası olabilir? Yahut vermemesinde, onun için ne eksiklik düşünülebilir? Elbette hem fayda hem de zarar onlara aittir.

Aynen yukarıdaki misaller gibi, Allahın varlık âlemini yaratmasında Onun sonsuz kemalinde bir fazlalık olduğu düşünülemez. Mevcudatı yaratmasaydı yine onun kemalinden hiçbir şey eksik olmazdı. Mesela hadsiz yıldızlarla yaldızlanmış şu gök kubbenin, üzerimizde bir çadır gibi çatılmasında ve yeryüzünün rengârenk çiçeklerle süslenmiş bir halı gibi ayağımızın altına serilmesindeki bütün faydalar bize aittir.

Hak Teâlâ, ne varlıkların yokluktan varlık âlemine çıkmalarına, ne meleklerin onu sena ve methetmelerine, ne de insanların ibadet ve itaatlerine muhtaçtır. Bunlar olsun ya da olmasın, O, zatında hamd ve senaya lâyık, eşi, misali, dengi olmayan bir Allah'tır. Sonsuz zenginlik sahibi, her şey kendisine muhtaç ve o hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın ihtiyaçtan münezzeh olduğunu böylece tespit ettikten sonra, kâinatı niçin yarattığı hususuna bakalım.

Kâinatın yaratılmasındaki en önemli cihet, Allah'ın kendi manevi cemal ve kemalini, yani ilminin eserlerini, kudretinin harikalarını, isimlerinin tecellilerini, zenginliğinin genişliğini, ihsan, şefkat ve merhametinin yansımalarını, varlık aynalarında bizzat kendisinin müşahede etmesidir.

Kâinatın yaratılmasının ikinci ciheti Allah'ın rahmetidir. Rahman ve Rahim olan Allah, insanları ve diğer canlıları yokluk karanlığında bırakmayı dileyebilirdi. Ama Onun o sonsuz rahmeti buna müsaade etmemiş ve bu varlık alemi ve ondaki bu sonsuz canlı alemler varlık sahasına çıkmışlardır.

Kâinatın yaratılışının üçüncü ciheti ise ahiret alemine bakmaktadır. Hadis-i Şerifte bildirildiği gibi “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Tarlanın yaratılması mahsulleri içindir. Bu fani dünyanın mahsulü ebedi ahiret alemleridir.

Bu üçüncü gayede en büyük pay insan nevine ve o nevin temsilcileri olan peygamberler taifesine ve onların reisi olan ahir zaman peygamberi, bizim peygamberimiz Hz. Muhammede (asm.) aittir. Yani alemler Onun için ve onun tebliğ arkadaşları olan diğer peygamberler için ve bu irşat ve ikaz kafilesinin izinde giden salih ümmetler için yaratılmıştır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Madem Cenâb-ı Hak Hiçbir Şeye Muhtaç Değildir, O Hâlde Kâinatı Niçin Yaratmıştır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun