Allah çok insanlara, araba, apartman, mal, mülk, şan, şöhret vermiş. Bazı insanlara da fakirlik, dert, musibet, elem, keder vermiş; sonraki insanlar çok mu kötü, yoksa Allah öbürlerini çok mu seviyor?

Tarih: 11.04.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Böyle bir soru, ancak öğrenmek maksadı ile sorulabilir. Yoksa başka türlü günaha girilmiş olur. Esasen, içinde böyle bir derdi olan insanın da bunu sorması lâzımdır.

Allah (C.C) dilediğine at, araba, han, hamam, taksi, apartman verir; dilediğine de fakr u zaruret. Fakat, bütün bunlarda, âile ve sâireden gelen bazı sebepler de inkâr edilmemelidir. Meselâ, bir insanın mal kazanma dirâyet ve kiyâsetini inkâr etmek mümkün olmadığı gibi, kendi devrinin şartları içinde kazanma yollarını bilmesi de kazanç sebebi olması bakımından inkâr edilemez. Bununla beraber Allah (C.C), bazı kimseler, liyâkat izhar ettiği halde, yine onlara mal-menâl vermiyor. Mâmâfih, zayıf bir hadis-i şerifde; "Allah, malı istediğine, ilmi ise isteyene verdiği" ifade edilmektedir ki, mevzûmuz itibariyle oldukça manidardır...

Bir de mal-mülk mutlaka hayır sayılmamalıdır. Evet, bazen Allah (C.C) mal-menâl, dünyevî huzur ve saadet isteyenlere, istediklerini verir; bazen de vermez. Ama, Allah'ın (C.C) hem vermesi, hem de vermemesi hayırlıdır. Zira, sen iyi bir insan ve verileni de yerinde kullanacak isen, senin için hayırlıdır. İyi bir insan değil ve istikametten de ayrılmış isen, Allahın vermesi de vermemesi de senin için hayırlı değildir.

Evet, istikametin yoksa, fakirlik senin için küfre bir vesiledir. Çünkü, seni Allah'a karşı başkaldırmaya sevk eder de her gün Ona karşı bir isyân bayrağı açarsın. Yine, şayet sen istikamette değilsen; kalbî ve ruhî hayatın da yoksa, senin zenginliğin senin için bir belâ ve musibettir.

Şimdiye kadar çok kimseler bu imtihanı kaybetmiştir. Nice servet sahibi kimseler vardır ki, servet içinde yüzdükleri hâlde, nankörlüklerinden ötürü, kalplerinde tecellîden en ufak bir parıltı ve aydınlık yoktur.

Binâenaleyh, bunlara Cenab-ı Hakk'ın mal ve menâl vermesi bir istidraçtır. Dolayısıyla da sapmalarına bir vesiledir. Ama bunlar, her şeyden evvel ruhî ve kalbî hayatlarını öldürdükleri ve Allah'ın verdiği fıtrî kabiliyetleri çürüttükleri için, buna müstahak olmuşlardır.

Bu arada, Efendimizin (S.A.V) şu hadislerini kaydetmek de yerinde olur.

"İçinizde öyleleri vardır ki, ellerini kaldırıp Allaha kasem ettikleri zaman, Allah (C.C), onların yeminlerini yerine getirir. Ve yeminlerinde hânis kalmaz. Berâ İbn-i Mâlik. onlardan birisidir."

Halbuki Enesin kardeşi Berâ'nın ne yiyeceği ne de yatacak bir yeri yoktu, kût-u lâyemûtla yaşıyordu. Işte, Berâ gibi saçı başı karışık, nice pejmûrde görünüşlü ve perişan sayılacak kimse vardır ki, onlara büyük insanlar nazarıyla bakılmış ve kalplerinin büyüklüğü, içlerinin aydınlığıyla değerlendirilmişlerdir. Ve işte bunlardır ki, Resûl-ü Ekrem (S.A.V) diliyle, yemin etseler, Allah yeminlerinde yalan çıkarmayacağı kişiler olarak vasıflandırılmışlardır.

Onun için; müstakilen ne servet ne de fakirlik bir felâket, veya nimet sayılmamalıdır. Belki yerine göre fakirlik, Allahın en büyük nimetlerindendir. Allah Resûlü (S.A.V) irâdesiyle fakirliği ihtiyar buyurmuş.

"Emâ terdâ en tekûne le hümüd-dünyâ ve lenâI-âhiretü. (İstemez misin dünya onların olsun, âhiret bizim.)"

buyurmuşlardır. Hz. Ömer, dünya servetleri devlet hazinesine aktığı hâlde, bir fakir insan gibi, kût-u lâ yemûtla geçinmiş ve fazlasını istememiştir.

Ama, öyle fakirlik de vardır ki, -Allah muhafaza buyursun- küfür ve dalâlettir. Meselâ: Yukarıdaki sözler tahkik niyetiyle bir müminin ağzından çıkmasaydı da, bir nankörün ağzından çıksaydı, Allah'ın nimetlerine karşı şikâyet eden o kişi, kâfir olurdu.

Demek ki, yerine göre fakirlik nimet, yerine göre de devlet. Asıl mesele, kalpte tasdik edecek bir unsurun bulunmasıdır. Yani, "Ya Rabbi, senden ne gelirse gelsin makbûlümdür."

"Hoştur bana senden gelen, ya hılat ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken, Iûtfun da hoş, kahrın da hoş."

Şarkî Anadolu'da; "Senden, o hem hoş, hem bu hoş" derler.

İnsan hilat da giyse, servet içinde de yüzse, Allah'la beraber olduğu takdirde, Abdülkadir Geylanî gibi, yine ayağı velilerin omuzunda ve mübarek başı da Resûl-ü Ekremin (S.A.V) dâmenine dokunacaktır. Ama Allah ile münasebeti yoksa, o fakirin dünyâsı da hüsrân, âhireti de hüsran olacaktır. Kezâ, Allah ile beraber olmayan zengin, zâhiren dünyada mesut gibi görünse de, neticede ağır bir hüsrâna uğrayacaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun