Ahzab 33. ayet, evinizde vakarlı olarak oturun demek midir?

Tarih: 24.02.2016 - 01:38 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ahzab suresi 33. ayette geçen “evlerinizde karar kılın” kısmının iki türlü okunuşu var. Bir tanesi kesreli diğeri fethalıdır, hangi okunuş doğrudur?
- Aşağıdaki hadis hangi okunuşu doğruluyor?
- Hadisteki evlerinizde karar kılın kelimesi hangi kıraate göre okunmuştur?
- Taberi hangisini tercih etmiştir ve de niye tercih etmiştir?
- İlgili hadis şöyledir:
Rivayete göre Ammar, Âişe (r.anha)'ya şöyle demiştir:
"Muhakkak Allah sana evinde kalıp oturmanı emretmiştir."
 Âişe ona şöyle cevap vermişti:
"Ey Ebu'l-Yakzan sen sürekli hakkı olduğu gibi söyleyen bir kimse olmaya devam ede geldin. "
 Bunun üzerine şöyle demişti:
"Senin de itirafın ile beni bu şekilde kılan Allah'a hamdolsun. "

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayette yer alan KRN fiili, hem “karne” hem “kırne” olarak okunmuştur. Bunların ikisi de doğrudur.

Bu iki kıraat şeklinden “Kaf”ın fethesiyle “karne” şeklinde okumak, elimizdeki Kur’an metnine uygundur ve Taberi’nin bildirdiğine göre Medine ve bir kısım Küfe âlimlerinin kıraati böyledir. (Taberi, ilgili yer)

Bu şekilde okunduğu zaman manası: “Evlerinizde vakarlı olun.” şeklinde olur.

Eğer kesre ile “kırne” şeklinde okunsa, manası: “Vakarlı / ağırbaşlı olarak evlerinizde durun!” şeklinde olur. (bk. Taberi, Razi, Kurtubi, ilgili yer)

Taberi, bu meksur kıraat şeklini tercih etmiştir. Çünkü vakarlı olmayı ifade etmek için bu fiilin “kırne” olarak okunması gerekir. Vekara-Yakıru’dan emir “kır”dır. Cem-i müennesi ise “kırne”dir.

Diğer okunuşta yalnız “karar kılma” manası vardır. “Vakarla karar kılma” teması, yalnız “karar kılma” fehvasından daha fazla tercihe şayandır.

- Hz. Ammar’ın hadisinde bu fiil, meftuh olarak “karen” şeklinde kullanılmıştır. Çünkü orada kullanılanإِنَّ اللَّهَ قَدْ أَمَرَكِ أَنْ تَقَرِّي فِي مَنْزِلِكِ” (Muhakkak ki Allah sana evinde oturmanı emretmiştir.) Arapça ifadesinde yer alan “tekarrî” fiili, ayetteki ilgili emir kipinin “kırne” değil, “karne” olduğunu göstermektedir. (krş. Kurtubi, ilgili yer)

- Kadı Beydavi’ye göre, meftuh şekli olan “karne” fiili, hem vakar hem karar manasına gelir. (bk. Beydavi, ilgili yer)

- İbn Kesir, yalnız meftuh kalıbı söz konusu etmiş ve bunun “Evinizde karar kılın. Mescitte namaz kılmak gibi ihtiyaçlarınız dışında dışarı çıkmayın.” manasında olduğunu bildirmiştir. (İbn Kesir, ilgili yer)

Not: Detaylı bilgi ve açıklama için Prof. Dr. Âdem DÖLEK Hocamızın aşağıdaki makalesini okumanızı önemle tavsiye ederiz:

Kadınların sosyal durumlarıyla ilgili olarak Kur’ān’daki “karne” fiilinin müfessirlerce yorumu 

ÖZET

Ahzāb sūresinin 33. āyetinde geçen ve kadınlarla ilgili olan “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” āyetindeki “قَرْن” fiilinin Türkçe meallerde ve son zamanlarda yazılan tefsirlerde genellikle “Evlerinizde oturun” şeklinde veya buna yakın ifadelerle tercüme dildiği görülmektedir. Ancak böyle bir ifadenin,“قَرْن” kelimesinin tam olarak manasını yansıtmadığı görülmüştür. Bu sebeple de bu fiilin ifade ettiği mananın ve kadınların sosyal durumları açısından daha iyi anlaşılması için Türkçe yazılan birçok meāle, geçmişten günümüze kadar telif edilen Arapça Türkçe birçok tefsire ve i‘rābu’l-Kur’ān ile ilgili eserlere müracaat edildi.

Böylece bu çalışmada söz konusu fiilin müfessirler tarafından nasıl anladıkları ortaya konmaya çalışıldı.

GİRİŞ

Kur’ān’ın 33. sūresi, Ahzāb sūresidir. Bu sūrenin 33. āyeti de “وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ / Evlerinizde kararlı olun” ifadesiyle başlamaktadır. Hz. Peygamber’in hanımlarına hitabeden āyetin bu kısmının, Türkçe yazılmış birçok meāl ve tefsirde “Evlerinizde oturun” şeklinde çevirisinin yapıldığı görülmektedir. Esas itibariylebu emir, “Sebeb-i nüzulü husūsī, ahkāmı umūmī” kāidesince Hz. Peygamber’in hanımlarının (müminlerin annelerinin) şahıslarında bütün mümine hanımlar için de geçerli bir emirdir. Ancak bu emrin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde farklı yorumlar bulunmaktadır. Çünkü “Evlerinizde oturun” şeklindeki bir çeviri ve kadınların evlerinde “oturmaları” emri, birçok inanan kadınları da biraz rahatsız etmekte ya da bundan rahatsız olmaktadırlar. Hele feministleri ve feminizme meyledenleri oldukça rahatsız ettiği bir gerçektir. Zira kadınlar, evlerinde sadece oturmak için yaratılmamışlardır. Günümüzde de ekseriyet itibariyle kadınlar da evlerinde oturmak istememektedirler. Oturmak isteyenler olsa da çevre baskısı onlara müsaade etmemektedir. Çünkü evlerinde oturan kadınlar, hüsn-ü kabul görmeyen, elinden bir iş gelmeyen, tüketici, beceriksiz, yeteneksiz fertler olarak nitelendirilmektedir.“Evlerinizde oturun” ifadesi ise evlerinizde oturup sürekli dizi izleyin, manasına hiç gelmemektedir.

Bu durum bizi,āyette geçen “قَرْنَ” emir fiilinin manası üzerinde düşünmeye ve araştırmaya sevketti. “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” ifadesindeki “قَرْنَ” emri, gerçekten sadece “oturma”yı mı emrediyor? Yoksa birileri bu kelimeye “oturun”manasını verip, sonraki gelenler de aynı manayı nakledip gittiler mi? Evde oturmaktan maksat nedir? Bu konu üzerinde biraz derinlemesine bir araştırma yapmak istedik ve elde ettiğimiz bilgileri okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.

Araştırma yapılırken önce Türkçe yazılan meāllere, ilk dönemlerden itibaren kronolojik olarak yazılan temel tefsirlere müracaat edildi ve arkasından da “قَرْنَ” kelimesinin manası üzerinde durulmaya çalışıldı.

MEĀLLERDE VERİLEN MĀNĀLAR

Türkçe yazılan meāllere bakıldığında “قَرْنَ” kelimesinin “oturun” şeklinde meāllendirildiği görülmektedir. Ancak bu kelimenin manası araştırıldığında Arapçada “oturmak” manasına gelen “إِجْلِسْنَ- أُقْعُدْنَ” manasında olmadığı görülmektedir. O zaman nasıl anlamlıyız ya da nasıl düşünmeliyiz? Önce meāllere bir göz atalım:

1. Hasan Basri Çantay, Kur’ān-ı Hakīm ve Meāl-i Kerim isimli eserinde “(vakar ile) evlerinizde oturun” şeklinde çevirisini yapmıştır[1].

“قَرْنَ”emir kipi, “وَقَرَ / vakara” kelimesinden türetilmiş bir emir olunca, esas itibariyle bu fiilin aslında “vakar” manası olduğu için parantez ile belirtmeye gerek olmadığı kanaatindeyiz. “Saygınlığınızı, vakārınızı evlerinizde koruyun” şeklinde çevirmek daha uygun gözükmektedir.

2. Hayrat Neşriyat’ın yayınladığı Kur’ān-ı Kerim ve Muhtasar Meāli’nde ”Evlerinizde (vakarlarınızla) oturun”[2] şeklinde çevirisi yapılmıştır. Öncekinden hiçbir farkı yoktur, sadece “vakar” kelimesinin tehiri söz konusudur.

3. Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı Kur’an-ı Kerim Meāli’nde “Evlerinizde oturun” şeklinde meāl verilmiştir.[3]

4. Türkiye Diyanet Vakfının yayınladığı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meāli’nde “Evlerinizde oturun” şeklinde meāl verilmiştir.[4] Bu iki meālde de cümle aynıdır.

5. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ān Dili isimli tefsirinde āyetin meālini verirken “Vakarlarınızla evlerinizde durun” şeklinde mana vermiştir[5].

6. Mehmet Yaşar Kandemir, Halit Zavalsız ve Ümit Şimşek’in hazırladıkları Āyet ve Hadislerle Kur’ān-ı Kerim Meāli’nde “Evlerinizde ağırbaşlılıkla oturun” şeklinde çevirisi yapılmıştır.[6]

7. Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l-Furkan Kur’ān-ı Kerim ve Açıklamalı Meāli isimli meālinde āyeti “(Çoğu zaman, vakarla) evlerinizde oturun” şeklinde çevirmiştir.[7]

Āyette “çoğu zaman”ı ifade edecek her hangi bir kelime bulunmamaktadır. Bunu anlamak biraz zor gözükmektedir.

8. Ahmed Davudoğlu’nun “Kur’ān-ı Kerim ve İzahlı Meāli” isimli eserinde de āyet şöyle tercüme edilmiştir: “Evlerinizde oturun”[8].

9. Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay tarafından yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da yayınlanan meālde ayetin, “Evlerinizde oturun” şeklinde çevirisi yapılmıştır.[9]

10. Mahmud Ustaosmanoğlu, “Kur’ān-ı Mecid ve Tefsirli Meāl-i Ālīsi” isimli meālinde āyeti, “(Ey Peygamber hanımları! Zaruri bir ihtiyacınız olmadığı sürece) evlerinizde karar kılın!”[10]şeklinde tercüme etmiştir. Parantez içindeki kısımāyette yoktur.

11- Ali Özek’inde içinde bulunduğu bir heyet tarafından hazırlanan Kur’ān-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meāli isimli meālde “Evlerinizde oturun…” şeklinde tercüme edilmiştir[11].

MÜFESSİRLERİN AÇIKLAMALARI

Örnek kabilinden verdiğimiz meāllerden sonra bir de vefat tarihi sırasına göre müfessirlerin açıklamalarına göz atalım:

İbnu Ebī Zemenīn

Muhammed İbnu Abdillah b.Ebī Zemenīn(v.299/911),Tefsiru’l-Kur’āni’l-Azīz isimli eserinde “karne/” kelimesini “karar” kökünden “karne/” şeklinde, “vekūr” kökünden de “kırne” şeklinde değerlendirir.[12] Böylece “evlerinizde vakarlı ve kararlı olun” manasında değerlendirildiği anlaşılmaktadır.

Taberī

Ebū Cafer Muhammed b. Cerīr et-Taberī (v.310/922), “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” āyetindeki “قرن” kelimesini şöyle açıklar: “قرن” kelimesini, kıraat imam Āsım[13] ve imam Nāfi’[14] “karne” şeklinde, Basra ve Kūfe kıraat ehli de “kırne” şeklinde okumuşlardır. Taberī de bu okuyuş tarzını tercih etmektedir. Bu durumda bu kelime “vekara” fiilinin emri olmuş olur, tıpkı “vezene”nin emri “zin”, “vaade-yeıdu-ıd / وعد يعد عد” geldiği gibi. “karar” kelimesinden emir yapıldığında ise “ikrır” gelir. Bu durumda aynu’l-fiili hazfedilerek harekesi fāü’l-fiiline verilir, böylece baştaki elife gerek kalmaz yine “kırne”olur. Bir illete binaen “zalelne/ظللن”nin “zalne/ظلن”, “ahsestü/احسستُ”nün “ahestü” okunduğu gibi bu da “karne” şeklinde fetha ile okunur. “Yenhıtne mine’l-cebel” ifadesinde olduğu gibi ki, bunun aslı “yenhatıtne”dir. “Hatta/حَطَّ” fiili, infial babına nakledilerek okunmaktadır (dağdan iniyorlar, demektir). Bunun aynu’l-fiili hazfedilince “yenhıtne/ينحطن” şeklinde okunmaktadır[15].

“Kırne” okunduğun da mana, “كُنّ أهْلَ وَقَارٍ و سَكِينةٍ/Evlerinizde vakar ve sekinet ehli olun”demektir, şeklinde açıklar[16].

Zemahşerī

CarullahMahmūd b. Ömer ez-Zemahşerī(v.538/1143),“/karne” kelimesinin “vekara”dan ya da “karra”dan veyahut kārra kelimesinden olduğunu söyler, “kārra”dan olduğunda “toplanma” manasına gelmektedir.[17] Zemahşerī’nin görüşünü Ebū Hayyan (v. 745/1344/’ında aynen teyit etmektedir.[18] Buna göre de “/karne” ifadesi, “Evlerinizde kararlı ve vakarlı olun, evlerimizde toplanın” manalarında kullanıldığını anlatmaktadır.

İbnu Atiyye

Abdulhak b. Gālib b. el-Atıyye el-Endelüsī (546/1151),el-Muharraru’l-Vecīz isimli tefsirinde şöyle açıklar: Cumhur “قرن /kırne” şeklinde okumuşlardır. Āsım ve Nāfi’, “قرن /karne” şeklinde okumuşlardır. Birinci görüşe göre “vakara”dan “قرن /kırne” gelir ve “vakār” kökünden türemiş olmaktadır. İkinci görüşe göre ise “karār” kökünden türemiş olup “akrarne” şeklinde gelir, “rā”nın harekesi “kāf”a verilir, hemze hazfedilir ve “rā”nın biri de tahfif için hazfedilir, “قَرْنَ /karne” kalır. Böylece Allah, Peygamberin hanımlarına evlerine bağlı kalmalarını/mülāzemetlerini emretmiş ve teberrücü yasaklamıştır. Es-Sa‘lebī ve başkalarının naklettiğine göre Āişe (r.anhā) bu āyeti okuduğunda öyle ağlardı ki başörtüsü ıslanırdı. Yine Sevde’ye ‘Niçin diğer kardeşlerinin (yani Rasūlüllah’ın diğer eşlerinin) yaptığı gibi sen de haccetmiyorsun, umre yapmıyorsun?’ denildiğinde o da: Hac da yaptım, umre de. Rasūlüllah (s.a.v.) bana evimde kararlı olmamı emretti, diye cevap vermiştir. Rāvinin, ‘Vallahi, Sevde, cenazesi çıkıncaya kadar evinden dışarı çıkmadı, dediğini söyler.[19]

İbnu’l-Cevzī

İbnu’l-Cevzī (v.597/), Zādü’l-Mesīr fī İlmi’t-Tefsīr isimli eserinde “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” ifadesini açıklarken müfessirler, bu ifadenin manasında “Peygamber hanımlarının evlerinde vakarlı ve sükūnet içerisinde olmalarına emirdir” demişlerdir, der.[20]

Rāzī

Razī(v.604/1207), “” āyetindeki bu emrin, “karar” kökünden olduğunu söyler, “vakar” kelimesindengeldiğinin söylendiğine de işaret eder.[21]Bu açıklamaya göre “/karne” kelimesi, “kararlı ve vakarlı” olmayı ifade etmektedir.

Hāzin

Ebu’l-Hasen Alāuddin Ali b. Muhammed (v.741/1341), Lübābu’t-Te’vīl ve Meāni’l-t-Tenzīl isimli tefsirinde “” ifādesini, “/ evlerinize bağlı kalın” şeklinde tefsir etmekte ve “vakār” kökünden, “evlerinizde ehl-i vakar ve ehl-i sükūn olun” manasında emir olduğunun belirtildiğini söyler.[22]

Kurtubī

Muhammed b. Ahmedb. Ebī Bekir el-Kurtubī (v.671/671),“” āyetiyle Allah, Nebi’nin hanımlarına evlerine bağlı kalmalarını (mülāzemetü büyūtihinne) emretmiş olmakla birlikte mana itibariyle diğer (Müslüman) kadınlar da bu emre dāhildir. Bu şayet tüm kadınları içine alacak şekilde vārid olan bir delil olmazsa o zaman şeriat nasıl tüm kadınların evlerine bağlı kalmalarını ihtiva edecek ve zaruret olmaksızın evlerinden çıkmalarını engelleyecek?Allah Teālā, Nebinin hanımlarına evlerine bağlı kalmalarını emretmekte ve teşrifenonlarahitapta bulunmaktadır, der.[23]

İbnu Kesīr

Ebu’l-Fidāİsmāilİbnu Kesīr(v.774/1372) de “” ifadesini, “/ evlerinize bağlı kalın ve ihtiyaç olmaksızın dışarı çıkmayın” şeklinde tefsir eder ve Bezzār’ın (v.292/904),Hz. Enes’ten rivayet ettiği “Kadınlar (dan bir grup) Rasūlüllaha geldi ve ‘Ey Allah’ın Rasūlü! Erkekler fazileti ve Allah yolunda cihad sevabını alıp götürdüler, bizi de Allah yolunda cihad edenlerin mertebesine eriştirecek bir amelimiz yok mu?’ dediler. Rasülüllah da: ‘من قعد -او كلمة نحوها- منكن في بيتها فإنها تدرك عمل المجاهد في سبيل الله Sizden kim evinde oturursa (veya buna benzer bir kelime kullandı) o Allah yolunda cihad eden kişinin ameline ulaşır.’ buyurdu”[24] hadisini kaydeder[25]. Akabinde de “Kadın avrettir, evinden çıktığında şeytan onu cazibeli gösterir (erkeği ona baktırır), kadının Rabbine en yakın olduğu zamanı, evinin en ücra yerinde olduğu zamandır./المرأة عورة فإذا خرجت استشرفها الشيطان وأقرب ما تكون مِنْ وَجْهِربها وهي في قعر بيتها” [26] hadīsini nakleder[27].

Suyūtī

Celāleddin es-Suyūtī (v.911/1505),Celāleyn isimli tefsirinde “” fiilini, “karar” kökünden “rā”nın fetha ya da esresiyle okunan şekliyle değerlendirir. “Karartü” veya “karirtü” gibi.[28] Böylece kararlı olmak manasını vurgulamıştır.[29]

Yine Suyūtī, ed-Dürru’l-Mensūr isimli tefsirinde de şöyle açıklama yapar: Muhammed b. Sīrīn (v.110/729) anlatıyor: Hz. Sevde’ye “Ne oluyor da diğer mümine kardeşlerin gibi hac ve umre yapmıyorsun?” denildiğinde, Hz. Sevde:“Allah bana evimde kararlı olmamı emretti, vallahi, ölünceye kadar evimden çıkmam” diye cevap vermiştir. Rāvi de “Vallāhi, Sevde de cenazesi çıkıncaya kadar evinden çıkmadı” der.[30]

Mesrūk (v.63/683) anlatıyor: Aişe “” āyetini okuduğu zaman öyle ağlardı ki, başörtüsü ıslanırdı.[31]

Ebū Hureyre’nin naklettiğine göre Rasūlüllah (s.a.v.) Vedā Haccında eşlerine “Bundan sonra yeriniz, evlerinizde hasrınızın üzeridir.” buyurmuştur. Rāvī der ki, Zeyneb bintuCahş ile Sevde’nin dışındaki eşleri hac yaptılar. Bu ikisi ise “Biz bunu Rasūlüllah’tan duyduktan sonra hiçbir canlı bizi hareket ettiremez” derlerdi.[32]

Ālūsī

Şihabuddin Mahmud el-Ālūsī (v.1270/1860),“قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” āyetini, ملازمة البيوت evlere bağlılık olarak açıklar.[33]

Hz. Aişe, Cemel vakasına katılıp da “وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” āyetini okuyunca öylesine ağlamış ki, başörtüsü ıslanmıştır ve Cemel vakasına katılmasından dolayı son derece pişman olmuştur[34].

Kāsımī

Kāsımī (v.1029), Mehāsinü’t-Te’vīl isimli tefsirinde ilgili ayeti açıklarken, “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” ifadesini “/اسكنّ ولا تخرحن منها / evlerinizde sekīnet içerisinde olun ve evlerinizden çıkmayın” şeklinde açıklamıştır.[35]

Merāğī

Ahmed Mustafa el- Merāğī (v.1952), “karne/قَرْنَ” kelimesine “التزمن بيوتكن ولا تخرجن لغير حاجة Evlerinize bağlı kalın, ihtiyaç olmaksızın dışarı çıkmayın” şeklinde mana verir ve bu emrin, hem Hz. Peygamber’in hanımları hem de diğer Müslüman kadınlar için geçerli olduğunu belirtir.[36]

Mevdūdī

Ebu’l-A’lā el-Mevdūdī (v.1979), “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” ifadesini şöyle açıklar, “قَرْنَ” kelimesi, eğer “karar” kelimesinden ise “الزمن بيوتكن” manasınadır. Eğer “vakar” kelimesinden ise o zaman mana, “Evlerinizde sekīnet ve hilm içerisinde, vakarla yaşayın / عشن في بيوتكن في سكينة وحلم و رزانة demektir. Her iki manada da ev, kadının asıl işinin yeridir. Bu durumda kadınların bu devlerine bağlı kalmaları ve bu buradaki görevlerini vakar ve sekīnet içerisinde yerine getirmeleri gerekir. Sadece zaruri ihtiyaçlarını karşılamaları için dışarı çıkabilirler demektir. Āyetin lafzı oldukça açıktır, hadīslerde bunu daha fazla izah etmektedir.[37]

Bu konuda Rasūlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kadın avrettir, evinden çıktığında şeytan onu cazibeli gösterir (erkeği ona baktırır), kadının Rabbine en yakın olduğu zamanı, evinin en ücra yerinde olduğu zamandır./ المرأة عورة فإذا خرجت استشرفها الشيطان وأقرب ما تكون من ربها إذا هي في قعر بيتها” şeklinde nakletmiştir.[38] Yani şeytan onu erkeklere ziynetli gösterir. Bu sebeple de şeytan, erkeği yoldan çıkarır ya da kadınla erkeği iğva eder. Buradaki şeytandan kastedilenin insī şeytanın olabileceği de ifade edilmiştir[39]. Tirmizī de hadīsi kısaca şöyle nakleder: “Kadın avrettir, evinden çıktığında şeytan onu cazibeli gösterir (erkeği ona baktırır) / المرأة عورة فإذا خرجت استشرفها الشيطان[40].

Birgün ashāb-ı kiramdan Esmā bintu Yezīd el-Ensāriyye etrafında toplanan hanımlar, kendisini Allāh Rasūlü’ne elçi olarak göndermek istediklerini söylemişler ve onu kendilerine sözcü seçmişlerdi. Esmā, şāirāne duygulara sahip, yerinde ve güzel konuşan, akıllı bir hanımdı. Rasūlüllāh (s.a.v.)’in huzūruna çıktığında, Efendimize derin bir saygı içerisinde ve tatlı bir ifāde ile şunları söyledi:

“Anam babam sana fedā olsun ey Allāh’ın Rasūlü! Ben kadınlar tarafından elçi olarak gönderildim. Hak Teālā Hazretleri, Seni bütün erkeklere ve kadınlara Peygamber olarak göndermiştir. Biz kadınlar sana ve senin Rabbine īmān ettik. Lākin biz evlere kapanıp kalıyoruz. Beylerimizin cinsī isteklerini tatmin edip çocuk yetiştiriyoruz. Siz ise cumā namazları kılmak, cāmilere ve cemāate gitmek, hastaları ziyāret etmek, cenāze namazı kılmak, hac üstüne hac yapmak, daha da önemlisi Allāh yolunda muhārebe ve cihād etmek gibi fazīletlerle bizden üstün oluyorsunuz. Ancak siz hac, umre yapmak ve kāfirlerle mücāhede etmek üzere evinizden çıktığınız vakitlerde biz, sizin māllarınızı koruyor, iplik eğirip elbiselerinizi dokuyor ve çocuklarınızı yetiştiriyoruz. O hālde bizler de o hayır ve sevaplı işlerin ecirlerinde sizlere ortak olur muyuz yā Rasūlallāh?” Peygamber Efendimiz Esmā’nın bu sözlerini dinledikten sonra, yanlarında bulunan ashābına dönerek:

“Siz hiç din işlerinde soru soran bir kadından, bundan daha güzel sözler işittiniz mi?” buyurdu. Onlar da:

“Ey Allāh’ın Rasūlü! Biz bir kadının, böyle güzel ifādelere sahip olabilmesine ihtimāl vermezdik!” dediler. Rasūl-i Ekrem tekrar ona hitāp ederek:

“Ey kadın! Şunu iyice anla ve seni gönderen kadınlara da bildir ki: Birinizin kocası ile iyi geçinip, kocasının hoşnutluğunu kazanması ve onun uygun gördüklerine uyması fazīletlerin hepsine muādil (eşit) olur.” buyurdu.

Esmā, bu cevabı alınca sevincinden tehlil getirerek (lā ilahe illallah diyerek) ve tekbir getirerek (Allahu Ekber diyerek) geri döndü[41].

Enes b. Mālik (r.a.) naklediyor: “Kadınlar, Rasūlüllah (s.a.v.)’e geldiler ve: “Ey Allah’ın Rasūlü! Erkekler sevapları ve cihad sevabını alıp gittiler. Bize de bir amel emret ki Allah yolunda cihad sevabına kavuşalım.” dediler. Rasūlüllah (s.a.v.) de: “Sizden birinizin evinde çektiği meşakkat, onu Allah yolunda cihad eden kişinin ameline eriştirir.” buyurdu[42]. Bir başka rivāyette de “Sizden biriniz evlerinde oturursa (veya buna benzer bir kelime kullandı) onu Allah yolunda cihad edenlerin amellerinin sevablarına ulaştırır.” şeklinde geçmektedir. Buradaki kelimenin kullanımındaki tereddüt, rāvinin tereddüdüdür.[43]

İsmail Hakkı

İsmail Hakkı (v.1137 h.), Tefsīru Rūhı’l-Beyan isimli tefsirinde “”yi, “/ Ey Peygamber hanımları! Evlerinize bağlı kalın ve meskenlerinizde sabit olun” şeklinde açıklamakta ve “Her ne kadar bu, Peygamberin hanımlarına emir ise de diğer Müslüman kadınlar da buna dāhildirler” diyerek şunu nakleder: Sevde bintu Zem’a ki ezvāc-ı tāhirāttandır, cenazesi evinden çıkıncaya kadar ne namaz kılmak (mescide gitmek), ne de hac ve umre yapmak için bile odasının kapısına dahi çıkmamıştır. Ömer zamanında kendisine hac ve umre yapmak için niçin çıkmadığı sorulduğunda ‘Bize “” āyeti nāzil oldu’ demiştir.[44]

İbnu Āşūr

Muhammed et-Tāhir İbnu Āşūr (v.1973), kadınların evlerinde kararlı olmalarının ibadet olduğunu söylemektedir.[45]

Muhammed el-Emin b. Abdillah el-Herarī

Muhammed el-Emin b. Abdillah el-Herarī (v.1429/2008), Tefsīru Hadāikı’r-Ravhı ve’r-Reyhan fī Ravābī Ulūmi’l-Kur’ān isimli eserinde, mezkūr āyeti, “Ey Peygamber hanımları! Evlerinize bağlı kalın, evlerinizde sābit olun, ihtiyaç olmaksızın dışarı çıkmayınاِلْزَمْنَ يا نساءَ النبيِّ بُيُوتَكُنَّ وَاثْبُتْنَ فِي مَسَاكِنُكُنّ فَلا تَخْرُجْنَ لِغَيْرِ حاجَةٍ şeklinde manalandırmaktadır. “Karne” kelimesi “vakar” kelimesindendir, denilmiştir. Bu durumda “Ehl-i vakar ve sükūn sahibi olun demektir ve bu emir her ne kadar Peygamberin hanımlarına ise de bu emre diğer Müslüman kadınlar da dāhildir” der.[46]

Hz. Peygamber’in vefatından sonra evinden dışarı çıkmayan Sevde validemize niçin çıkmadığı sorulduğunda bu āyeti okmuş ve “Kadınların mescidlerinin en hayırlısı, evlerinin köşesidir”[47] hadīsini nakletmiştir[48].

Vehbe Zuhaylī

Vehbe Zuhaylī, “” kelimesini “/ Evlerinizde sabit olun ve meşru bir ihtiyaç olmaksızın dışarıya çok çıkmayın” şeklinde açıklar.[49]

Şaʻrāvī

Şaʻrāvī de “karne/ قَرْنَ” kelimesini “ilzemne/evlerinize bağlı kalın ve fazla dışarı çıkmayın” şeklinde açıklamış ve buradaki emrin, bütün kadınlar için bir edep olduğunu belirtmiştir.[50]

Sābūnī

Muhammed Ali es-Sābūnī, Safvetu’t-Tefāsir isimli eserinde “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” yi, “اِلْزَمْنَ بُيُوتَكُنَّ وَلاَ تَخْرُجْنَ لِغَيْرِ حاجَةٍ evlerinize bağlı kalın, ihtiyaç olmaksızın dışarı çıkmayın” şeklinde açıklamaktadır.[51]

Elmalılı

Elmalılı M. Hamdi Yazır da bu āyeti tefsir ederken şöyle der:

Hem evlerinizde oturun/”,emr-i hāzır cem-i müennes olup aslı, “”dir, “” gibi, yani evlerinizde karar edin ve evvelki cahiliyet çıkışı gibi çıkmayın, yani İslām’dan evvelki cahiliyet ādeti gibi süslerini göstererek ve görünmek için kırıtarak çıkmayın. Bu āyet, bu emir ve nehiy ile Rasūlüllahın zevcelerine yalnız tesettürü değil bilhassa hıdri, yani yabancı erkeğe görünmemek demek olan muhadderliği dahi vācib kılmıştır. Diğer İslām kadınları için tesettür vacip ise de hıdır vacib değil, müstehabdır. Bütün İslām kadınlarının da Peygamberin zevcelerinin siyret ve ahlākını nümūne ittihaz etmeleri, elbette bir hakları ve şerefleridir.”[52]

Said Havva

Said Havva’nın, el-Esas fi’t-Tefsīr isimli eseri, Türkçeye çevrilirken āyet, “ ‘Evlerinizde oturun’, ihtiyacınız olmadıkça dışarıya çıkmayın” şeklinde tercüme dilmiştir.[53]

Seyyid Kutub

Seyyid Kutub (v.1966), Fī Zılāli’l-Kur’ān isimli tefsirinde ilgili āyeti tefsir ederken şöyle der: “ , vekarayekıru/ fiilindendir, ağır başlılık ve istikrar. Bu İlāhī emir, müminlerin analarının eve kapanıp dışarı asla çıkmamaları anlamına gelmez. Bu ancak onların yaşayacakları yerde asıl olan mekānın ‘ev’ olduğunu ince bir uslūb ile işaretlemektedir. Evet, ev; meskendir, karargāhtır, Evin haricinde bulunmaları ise istisnā nev’indendir, geçicidir. Orada uzun uzadıya kalıp oturmazlar, Bir iş için bir ihtiyaç için çıkmışlardır. İhtiyaçları nisbetinde kalır, işleri biter bitmez yuvalarına dönerler.

Ev kadının yeri ve yuvasıdır. Kadın bu yuvada, Allah’ın iradesine uygun aslī hüviyet ve hakikati içinde kendini bulur. Çirkinleşmemiş, yoldan sapmamış, batağa batmamış ve Yüce Yaratıcının -onun tabiatına uygun olarak- tayin ettiği vazifenin haricine çıkıp didinip durmamış olarak bulur kendini…

İslām, aile yuvasına gerekli havayı sağlamak ve içindeki yavruların en iyi vasıfta yetişmelerini temin etmek için geçimi erkeğin omzuna yüklemiştir. Çoluk çocuğunun geçimini temine çalışmak aile reisi olan erkeğe farz kılınmıştır. Henüz tüyü bitmemiş taze yavrularına kalp huzuru ile sükūn ve emniyet içinde- bakıp yetiştirmek için çaba sarf etmek, zaman harcamak anaya aittir. Bu imkāna sahip olan ana, evi düzenleyecek, yuvaya güzel koku ve ferahlık getirecektir

Kazanç peşinde koşup yorulan, işinin ağırlığı altında bunalıp kalan, belirli mesāī saatlerine bağlı olarak çalışmak suretiyle takatten kesilen kadın… Böyle bir kadının toplumca özlemi çekilen tatlı havayı ve güzel kokuyu eve bahşetmesi mümkün değildir elbette. Evinin haricinde çalışan kadınların evlerinde otel ve han havasından başka bir şey bulunmaz. İdeal evde hissedilen o tatlı kokuya o biçim evlerde rastlanmaz. Evin hakikatini ancak ev hanımı kadın meydana getirir. Evin mis gibi kokusunu ancak öyle olan hanımlar sağlar. Evinde görülen sevgi, şefkat tezahürlerini de vasıflı analar temin eder. Bütün vaktini, güç ve takatini ev haricindeki işde harcayıp tüketen bir kadın, bir zevce veya bir ana, o eve ağırlık ve bezginlikten başka bir hayır getirmez.

Kadının çalışmak için evden çıkması o yuva için çok üzücü bir hādisedir. Zaruret olursa bir şey denemez. Ortada böyle bir mecburiyet yokken –çalışabilecek imkāna sahip erkekler mevcutken- kadın çalışmaya zorlanırsa bu, geri kalmış olan şer ve dalālet asırlarında ruhlara, vicdan ve akıllara musallat olmuş kötü bir zihniyetten başka bir şey değildir…”[54]

Ğassan  Hamdun

Gassan  Hamdun, Tefsīrun min Nesemāti’l-Kur’ān isimli eserinde “قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ” yi, “اِلْزَمْنَ بُيُوتَكُنَّفَلاَ تَخْرُجْنَ لِغَيْرِ حاجَةٍ evlerinize bağlı kalın ve ihtiyaç olmaksızın dışarı çıkmayın” şeklinde açıklamıştır.[55]

Zeki Duman

Prof. Dr. Zeki Duman, Beyanu’l-Hak isimli tefsirinde ilgili āyeti, “Evlerinizde oturun” şeklinde meāllendirmiş[56], ancak tefsirinde bu ifade üzerinde hiç durmamıştır.

 “قرن” KELİMESİNİN OKUNUŞU VE İŞTİKAKI

Yukarıda bazı meāl ve tefsirlerde mezkūr āyetin ilgili kısmına verilen manaları belirtmeye çalıştık. Şimdi de “قَرْنَ” fiilinin okunuşu ve manası üzerinde bazı Arap dili otoritelerinin açıklamalarına ve bazı kıraat otoritelerinin okuyuşlarına göz atalım.

“قَرْنَ” kelimesinin hangi fiilden türediği, kökünün ne olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bu sebeple kelimenin okunuşunda da ihtilaf bulunmaktadır. Ancak “قَرْنَ / karne” veya “قِرْنَ / kırne” şeklindeki her iki okunuş da mütevātiren gelen kıraatlere dayanmaktadır. Şimdi “قَرْنَ” kelimenin türeyiş ve okunuş şekillerine bakalım:

Müracaat ettiğimiz kaynaklarda “قَرْنَ” kelimesi, emr-i hāzır cem-i müennestir ve “قَرْنَ / karne” ve “قِرْنَ / kırne” olarak iki şekilde okunmaktadır. Kıraat ālimlerinin cumhuru “قِرْنَ / kırne”, imam Āsım ve imam Nāfi’, “قَرْنَ / karne” şeklinde okumuşlardır.

Bu durumda bu kelimenin köküne inersek bu kelimenin, üç fiilden emri hazırının zikredilen iki okunuştan birisi üzere geldiği görülür. Şimdi bunları arz etmeye çalışalım:

1. “وَقَرَ يَقِرُ وقار / vekara-yekıru-vekārun ve vekūratün” şeklinde, ikinci babdan olup, emri “قِرْ / kır”, müennes çoğulu da “قِرْنَ / kırne” gelir. Tıpkı “veade / وَعَدَ يَعِدُ” ve “vezene / وَزَنَ يَزِنُ” fiillerinin emrinin, ıd/ عِدْ ve “زِن”, müennes çoğulunun “ıdne عِدْنَ” ve “zinne / زِنَّ” geldiği gibi. Bu manada “vekara fi beytihī” ifadesi; evde vakarlı oldu, saygınlığını evde korudu, manasına gelmektedir. Türkçede vakarlı, oturaklı, ağır başlı, sākin ve saygın anlamlarında kullanılan “vakarlı” ve “vakūr” kelimeleri de aynı köktendir. “Vakar” kelimesi, sükūn/sākinlik ve hilim manasınadır. Meselā “O, vakūr bir kişidir, vakar sahibidir” denilir. Böylece āyette “vekara-yekıru / وَقَرَ يَقِرُ وقارا” fiilinden ele alındığında vakūr, “sākin ve sabit oldu” manasında olmaktadır ki, o zaman āyet, “أُثْبُتْنَ وَ أُسْكُنَّ فِي بُيُوتِكُنّ / Evlerinizde sābit ve sākin olun” manasını ifade eder.[57]

Böylece “vakar” kökünden gelen bu kelime, saygınlığın korunması için evlere bağlı kalmaktan kināye olarak ifade edilir ve saygınlığın korunması ancak eve bağlılıkla sağlanır.

Peygamberimiz (s.a.v.), hanımları için “Allah size ihtiyaçlarınız için çıkmanıza izin verdi/قَدْ أَذِنَ اللَّهُ لَكُنَّ أَنْ تَخْرُجْنَ لِحَوَائِجِكُنَّ”[58] buyurmuştur. Bu ihtiyaçlar, insanī olan zarūrī ihtiyaçlardır[59]. Meselā, kadının ebeveyninden birisinin vefatıve yakın akrabaları ziyaret etmek gibi. Hz. Aişe validemiz, babası Ebū Bekir’in vefatına sebep olan hastalığında onu ziyarete gitmiştir. Rasūlüllah da bazı hanımlarını bazı savaşlarda yanında götürmüştür.[60]

“Vekara” fiili, tef’il babına nakledildiğinde de “saygı göstermek, ağır başlı olmak” manasına gelmektedir. Nitekim Fetih sūresinde “Allah’a ve Rasūlüne inanasınız, O’nun Rasūlünü destekleyesiniz ve O’na saygı gösteresiniz diye لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِوَرَسُولِهِوَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوه[61] buyrulmaktadır. Buradaki “tüvekkırī” kelimesi, “vekara” fiilinin tef’īl babına dönüştürülmüş şeklidir.

Bir āyette de “Size ne oluyor da Allah’ın büyüklüğünü (vakarını) istemiyorsunuz?”[62]buyrulur.

Aynı zamanda “vakr” kelimesi; kulağı az işitmek, kulakta ağırlık olması manasına gelmektedir[63]. Nitekim āyette “… ve kulaklarımızda ağırlık vardır, derler”[64], “… ve onların kulaklarında ağırlık (vakr) koyduk”[65], “İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır”[66].

2. “قِرْنَ” kelimesi, “قَرَّ / karra” yani karara/قَرَرَ fiilinden ve ikinci babdan gelmektedir ki, emri “ikrırne/إقْرِرْنَ” gelir. Kaide gereği, birinci “rā”nın esresi, sākin olan “kāf” harfine verilir, hemze-i vasıl kaldırılır, iki sākin“rā” bir araya geldiği için “rā”nın biri tahfif için hazfedilir. Böylece “قِرْنَ /kırne” okunur[67]. Kıraat imamlarının çoğunluğu da bu şekilde okumuşlardır. Böylece “قِرْنَ” kelimesi, “قَرَّ /karra” fiilinden ele alındığında “bir mekānda kararlı ve sabit olmak, kararlı ve istikrarlı olmak” manasına gelmektedir.[68] Meselā, “قرِرْت بالمكان /mekānda karar kıldım, istikrarlı oldum” denilmektedir. Bu şekilde kullanımının üçüncü babdan kullanımından daha evlā olduğunu belirtilmektedir[69].

 3.“قرن” kelimesi, “قَرَّ /karra” yani “karra” fiili, karira-yakraru /قَرِرَ يَقْرَرُ  şeklinde dördüncü babdan olursa emri, “ikrarne/إقرَرْنَ” gelir. Kaide gereği, birinci “rā”nın fethası sākin olan “kāf” harfine verilir, hemze-i vasl kaldırılır, arada iki sākin“rā” bir araya geldiği için “rā”nın biri tahfif için hazfedilir, böylece “ikrarne/إقرَرْنَ” kalır. Kurtubī, ehl-i Hicaz’ın kullanımının da böyle olduğunu söyler[70]. “قرن /karne” kelimesi, bu babdan olduğunda da “karra”, “bir mekānda kararlı olmak, sabit ve sakin olmak” manasına gelmektedir[71]. “Karra”, fiili, ehl-i Hicāz dilinde “ekāme” ve “istekarra” manasında kullanılmaktadır. Kurtubī (v.671/1273); Ammar’ın, Hz. Āişe’ye: “إنّ الله قد أمركِ أنْ تقرّي في منزِلكِ/ Allah, kesinliklesenin,evinde kalmanı emretmiştir.” sözünün bu manaya delālet ettiğini belirtir[72].Ammār’ın bu sözü üzerine Āīşe de “Ey Ebu’l-Yakzān! Doğru biz söz söyledin” dediğini Ebū Cafer en-Nahhās (v.338/949) nakletmektedir.[73]

4. Ebu’l-Feth el-Hemdānī de bunun müfāale babından kārra/قار fiilinin emri olduğunu söyler. Bu şekilde de; toplanmak, birlikte kalmak ve durmak manasına gelmektedir[74].

Ālūsī (v.1270/1854), hangi kıraatten olursa olsun bu fiillerin emirlerinden anlaşılan mana; kadınlara evlerinde kararlı, istikrarlı ve sabit olmalarını emretmektedir. Bu emir, Peygamber hanımlarına olduğu kadar diğer Müslüman hanımlardan da arzu edilen bir emirdir, der.[75] Böylece kadının saygınlığının ve ağırbaşlılığının sağlanması ve korunması da ancak evlerinde sabit ve vakarlı olmasıyla mümkün olabilir.

İ’rābu’l-Kur’ān yazarları da “karne” kelimesinin “karar” kelimesinin türevi olduğunu ve sābit ve sākin olma, bir mekānda kararlı olma, istikrarlı olma manalarına geldiğini ifade etmişlerdir. İkrırne, ıkrarne şeklinde de okunur. Birinci “rā” hazfedilir, harekesi “kāf”a verilir, bu durumda hemzeye gerek kalmaz ve böylece hem “kırne” hem de “karne” şeklinde okunur.[76] Her iki kıraatin de mütevatir olduğu belirtilir.[77]

Yine “karne” kelimesinin; bir yerde kalmak manasına olan mekese/ fiilinden “ümküsne”[78] ve kararlı olma manasına gelen istekarra/ fiilinden “istikrarne”[79] olduğunu ifade edenler de vardır.

5. “Kāra/قار” fiilinden olursa o zaman da “hāfeyehāfu /خاف يخاف” gibi “karne” gelir ve içtima/toplanma manasınadır. Bu manada “evlerinizde toplanın /إجْمَعْنَ اَنْفُسَكُنَّ فِي بُيُوتِكُنّ” demek olur.[80]

6. Aynı zamanda bu kelime, “gözü aydın olmak” manasında olan “kurret” kelimesinden de gelmektedir ki,قرِرْت به عينا   ifadesindeki kullanımıyla, إقررَرْن به عينا في بيوتكنgöz aydınlığınız evlerinizde olsun” demektir[81]. Kurtubī, “Göz aydınlığınız evlerinizde olsun” şeklindeki bu açıklama için güzel bir vecihtir, der.[82]

Kurratu’l-ayn ifadesi, “göz aydınlığı” demektir. “karne” kelimesi buradaki “kurret” kelimesinden türetildiği kabul edilirse bu durumda “gözlerinizin aydınlığı evlerinizde olsun, gözlerinizi başkalarına kaydırmayın", demek olur. Bu da ancak evlerine bağlı ve sadık kalmakla mümkün olacaktır. Bu manada evlere bağlı olmaktan kināye olarak ifade edilmiştir.

Görüldüğü gibi Arapça yazılmış hiçbir tefsir ya da meālde“/karne” kelimesine “oturun” manası verilmemiştir.Onun için āyetin iyi anlaşılması için kelimenin esas olarak ne manaya geldiğinin iyi bilinmesi ve iyi araştırılması icap etmektedir. Türkçede her ne kadar “oturun” kelimesi hakiki olarak “oturmak” manasında kullanıldığı gibi, ikamet etmek, ele geçirmek” gibi mecāzī manada da kullanılmaktadır. Ancak burada mananın tam olarak ifade edilebilmesi için Türkçede kullanılan “kararlı olmak, istikrarlı olmak, bağlı kalmak, sabit ve sakin olmak, vakarlı olmak” ifadelerinden birinin kullanılması daha yerinde bir çeviri olacağı kanaatindeyiz. Nitekim Süfyan es-Sevrī (v. 778/), “Kadın için evinden daha hayırlı bir şey yoktur.”[83] demiştir.

Āyette geçen “teberrüc” kelimesi, böbürlenerek kırıtarak yürümek, ziynetlerini ve güzelliklerini erkeklere göstermek, ziyneti açığa çıkarmak ve ziyneti göstermek manalarına gelmektedir. Kadınların ziyneti iki kısımda ele alınmaktadır. Bunlar; halkī ziynet ve sun’ī ziynettir. Halkī ziynet, kadının yaratılışı itibariyle fizikī güzelliğidir. Bu manada her kadının bazı farklılıklarla birlikte kendine has güzelliği ve cezbedici yönleri bulunmaktadır. Diğer güzellik ise, sun’ī yani giyinmek ve süslenmek suretiyle elde edilen güzelliktir.

Cāhiliyyet-i ūlā, Hz. Ādem İle Hz. Nuh arasındaki dönemdir, Hz. İdris ile Hz. Nuh arasındaki dönemdir, Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasındaki dönemdir şeklinde yorumlar olmakla birlikte tüm bunları kapsayacak şekilde İslām önceki dönemlerin hepsini cāhiliyyetu’l-ūlā olarak değerlendirmek mümkündür. Bu konuda birçok yorum bulunmaktadır. Bu kadarı ile yetinmek istiyoruz.

Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer emir de “أُذْكُرْنَ /üzkurne/zikredin” ifadesidir. Ālūsī, “أُذْكُرْنَ /üzkurne” kelimesini, insanlara nasihat yolu ile hatırlatın ve ayetlerin hükümlerini unutmayın şeklinde açıklamaktadır.

Böylece “أُذْكُرْنَ /üzkurne” kelimesi, āyetlerin ve hadīslerin iyi anlaşılması için Kur’ān’ın ve hadīslerin okunması, müzakere ve mütalaa edilmesi manasına olduğu gibi aynı zamanda “hatırlatın, tebliğ edin” manasına da gelmektedir. Durum böyle olunca, kadınlar evlerinde boş durmayacaklar, imkānları nisbetinde namaz kılacaklar, maddī imkānları olanlar zekātlarını verecekler, Allah’ın ve Rasūlünün emir ve yasaklarına uyma gayretinde olacaklar. Bütün bunları doğru yapabilmek için de evlerinde bulunan Kur’ān’ı ve Rasūlüllah’ın sünnetlerini ve hadislerini iyi şekilde müzakere edecekler, öğrendiklerini de ev halkıyla veya evlerine gelen diğer Müslüman kadınlarla paylaşacaklardır.

(Ey hanımlar!) Evlerinizde vakarla durun, istikrarlı olun, sebat edin, saygınlığınızı evlerinizde koruyun, göz aydınlığınız evlerinizde olsun, evlerinizde toplanın, ilk cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın, tahassungāhınız olan evlerinizden ve tesettürünüzden çıkmayın, namazlarınızı kılın, zekātlarınızı verin, Allah’a ve Rasūlüne itaat edin, zira ey ehl-i beyt/ev halkı! Allah sizi günahlardan temizlemek istiyor.

Evlerinizde okunan Allah’ın āyetlerini ve hikmeti müzakere edin,” yani farzları, vacipleri, Nebi (s.a.v.)’nin kelimelerini iyi bilin de emir ve nehiylerini yerine getirin.”, Allah, Latif’tir “İçinizden geçirdiklerinizi, neyi ve niçin yapmak istediklerinizi, niyetlerinizi ve kastınızı en iyi bilendir”, Habīrdir “Yaptıklarınızdan ve yapmak istediklerinizden haberdardır ve size haber verecektir”.

Şunu da ifade edelim ki, ayette geçen hikmet kelimesini birçok müfessir, “Sünnet” olarak açıklamıştır. Mesela Katāde, āyāt ve hikmet kelimelerini “Kur’ān ve sünnet” şeklinde açıklamıştır.[84]

Kısaca belirtmek gerekirse āyetin tefsiri şöyle yapılabilir:

“(Ey hanımlar!) Evlerinizde vakarla durun, istikrarlı olun, sebat edin, saygınlığınızı evlerinizde koruyun, göz aydınlığınız evlerinizde olsun, evlerinizde toplanın, ilk cāhiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın, tahassungāhınız olan evlerinizden ve tesettürünüzden çıkmayın, namazlarınızı kılın, zekātlarınızı verin, Allah’a ve Rasūlüne itaat edin. Zira ey ev halkı! Allah sizi günahlardan temizlemek istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın āyetlerini ve bu āyetlerin tatbiki olan sünneti müzakere edin,” yani farzları, vacipleri, Nebi (s.a.v.)’nin sünnetlerini iyi bilin de emir ve nehiylerini ona göre yerine getirin.”, Allah latiftir/içinizden geçirdiklerinizi, neyi ve niçin yapmak istediklerinizi niyetlerinizi ve kastınızı en iyi bilendir”, Habīrdir/yaptıklarınızdan ve yapmak istediklerinizden haberdardır ve size haber verecektir”.

Böylece Ahzāb sūresinin 33. ve 34. āyetlerinde, Müslüman kadınların; saygınlıklarını ve itibarlarını koruyabilmeleri için evlerinde istikrarlı olmaları, evlerini birer Kur’ān ve hadīs mektebi hāline getirmeleri istenmektedir.

Bu konuda Bedīuzzaman (v.1960) da şöyle der: “Kur’ān merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayā perdesini takmasını emreder. Tā hevesāt-ı rezīlenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Ālet-i hevesāt, ehemmiyetsiz bir metā hükmüne geçmesinler”[85], “Mimsiz medeniyet, tāife-i nisāyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metā yapmış. Şer’-i İslām onları, rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı ailede. Temizlik, zīnetleri. Haşmetleri, hüsn-ü huluk. Lütf-u cemāli, ismet. Hüsn-ü kemāli, şefkat. Eğlencesi, evlādı. Bunca esbāb-ı ifsad, demir-sebat kararı lāzımdır tā dayansın.”[86].

Kur’ān-ı Kerim’de “Ahsenu’l-kasas” olarak ifade edilen Yusuf sūresinde, ebeveyn (anne-baba), Güneş ve Ay’a benzetilmiştir. Yani anne, evin güneşi; baba da kameridir. Nitekim Kur’ān-ı Kerim bize Hz. Yusuf’un, gördüğü rüyāyı babasına anlatışını nakleder ve şöyle buyrulur: “إِذْ قَالَ يُوسُفُ ِلأَبِيهِ يَا أَبتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ Yusuf babasına şöyle dedi: Ey babacığım! Ben rüyamda 11 yıldızın, Güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm.”[87].

Āyete dikkat edildiğinde 11 yıldızdan ve Güneş ile Ay’dan bahsedilmektedir. Bazı müfessirler, buradaki kevākib/yıldızlar, şems/güneş ve kamer/ay kelimelerinin gerçek anlamlarının yanında yıldızların, Yusuf’un kardeşlerine; Güneş ve Ay’ın da anne ve babasına işaret ettiği şeklinde de yorumlamaktadırlar. Güneş/Şems’in babaya, Kamer’in de anneye işaret ettiğini söyleyenler olduğu gibi[88] “Şems” kelimesinin dişil/müennes olması sebebiyle Güneş’in anneye, “kamer” kelimesinin eril/müzekker olması sebebiyle de Ay’ın babaya işaret ettiğini söyleyenler olmuştur[89].

Kısaca kardeşler, yıldızlara; anne Güneş’e, baba da Ay’a benzetilmiştir. Bu benzetme çocuk eğitimi açısından çok önemli bir teşbihtir. Konumuz açısından evin aydınlatıcısı, ısıtıcısı annedir. Güneşsiz bir ortamda bitkinin ve canlının sağlıklı olarak yetişmesi mümkün olmadığı gibi, aydınlığı olmayan yani sevgi ışığının ve şefkat ısısının olmadığı aile yuvasında yaşamanın da zorluğu malumdur. Dünya için Güneş’in ve Ay’ın önemi ne ise bir aile ortamı ya da çocuklar dünyası için de anne ve babanın önemi o kadardır. Güneş’in, şefkatiyle ve ışığıyla dünyayı aydınlatması ve ısıtması gibi anne ve baba özellikle de annenin, çocuklarını büyütürken ve yetiştirirken sevgi ve şefkatleriyle çocuklarını kuşatması ve sarması gerekir.

Güneş sisteminin nizam ve intizamı için ifade edilen şu hakikati, ailenin intizamında annenin önemini belirtmesi açısından bir misal olarak zikredebiliriz:

“Güneşin hareketi, cāzibe içindir, cāzibe istikrār-ı manzūmesi içindir[90].

Güneş bir meyvedārdır, silkinir tā düşmesin müncezib seyyar olan yemişleri.

Ger sükūtiyle sükūnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczubları”[91].

Ev, küçük bir dünya; onun güneşi, anne; yıldızları ise çocuklardır. Güneş’in kendi mihverindeki hareketi, etrafındaki sistemini yörüngelerinde tutması ve sistemin istikrarı içindir. Güneş kendi etrafında dönmez ise sistemin fezada dağılacağı gibi evinde ve yuvasında istikrarı olmayan annenin yıldızları olan çocukları dağılacak ahlākī bakımdan sukūt edip yıkılacaktır.

SONUÇ

Netice olarak diyebiliriz ki; gerek ilk dönemlerden beri yazılan tefsirlerde gerekse iʻrābu’l-Kur’ān’la ilgili yazılan eserlerde kadınlara hitaben, “قَرْنَ” kelimesine, “evlerinizde oturun” manasının verilmediği, “evlerinize bağlı kalın”, “evlerinizde istikrarlı olun”, “saygınlığınızı evlerinizde koruyun” şeklinde izah edildiği görülürken Türkçe yazılan birçok meālde ise “evlerinizde oturun” şeklinde mana verildiği görülmektedir. Şayet buradaki “oturmak”, mecāzī olarak ifade edilmiş ise -ki aslında böyle olmalıdır- insanların ekseriyeti bunu hakīki manada anladığını veya bu şekilde yorumladığını görmekteyiz. Durum böyle olunca āyetin manasının doğru anlaşılması bakımından bu fiilin çevirisi yapılırken, doğrudan anlaşılması gereken mananın verilmesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyiz. Aksi hālde “kadınların evlerinde oturmaları”, hiçbir iş yapmamaları şeklinde yorumlanarak birçok insanın buna itiraz ettiği görülmektedir.

Durum böyle olunca müfessirlerin ve Kur’ān ilimleri ile meşgul olan ālimlerimizin verdiği ve yukarıda zikredilen manalar dikkate alındığında āyet, özel olarak Hz. Peygamber’in eşlerinin, genel olarak da bütün Müslüman kadınların; gözlerinin aydınlığının, saygınlıklarının korunmasının ve her türlü kötülüklerden emin olmalarının, evlerinde istikrarlı olmalarında ve sebat göstermelerinde ve evlerine bağlı kalmalarında olduğunu bildirmekte ve böyle olmalarını emretmektedir.

Yine kadınların; namazlarını kılmaları, (imkānları varsa) zekātlarını vermeleri, genel olarak da Allah’ın ve Rasūlünün emirlerini yerine getirmeleri istenmiş ve “Evlerinizde okunan Allah’ın āyetlerini ve hikmeti (sünneti) tezekkür (ve tebliğ) edin”[92] buyrularak kadınların; evlerini, Kur’ān’ın ve hükümlerinin öğrenilip öğretildiği küçük birer mektep ve medrese hāline getirmelerine işaret edilmiştir. Böylece evlerde bulunan Kur’ān’ın unutulmamasına ve onun ahkāmından gaflet edilmemesine dikkat çekilmiştir. Bu da ancak ve ancak, evin güneşi olan annenin, mihveri olan evinde istikrarlı ve kararlı ve sebat içerisinde olmasıyla, Kur’ān ve sünnet ile sıkça meşgul olmasıyla mümkün olabilecektir.


[1] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim.(İstanbul; 1984), II, 745.

[2] Hayrat Neşriyat, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli. İstanbul: 2007), 421.

[3] bk. Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an-ı Kerim Meâli.(Ankara: 2013), 421.

[4] bk. Hayrettin Karaman, vd., Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli. Türkiye Diyanet Vakfı, (İstanbul: 2007), 421.

[5] Muhammed Hamdi Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 3888.

[6] Mehmet Yaşar Kandemir -Halit Zavalsız-Ümit Şimşek, Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’ân-ı Kerim Meâli. (İstanbul:1996), II, 1452.

[7] Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l-Furkan Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli.(İstanbul: 2005), 421.

[8] Ahmed Davudoğlu, Kur’ân-ı Kerim ve İzahlı Meâli, (İstanbul: 1981), 423.

[9] Hüseyin Atay- Yaşar Kutluay, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, (Ankara: 1985), 421.

[10] Mahmud Ustaosmanoğlu, Kur’ân-ı Mecid ve TefsirliMeâl-i Âlisi.(İstanbul: 21014), 421.

[11] Ali Özek,vd., Kur’ân-ı Kerim Ve Türkçe Açıklamalı Meâli.(Medine: 1992), 421.

[12] Muhammed b. Abdillah İbnu Ebî Zemenîn, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Aziz. (Kahire: 2002), III, 397.

[13] İmam Âsım (v.127/744), yedi kıraat imamından biri olup tâbiūn’un büyük âlimlerindendir. İmam A‘zam’ın da hocalarındandır.  Âsım; Kur’ân’ı doğrudan Rasūlüllah’tan öğrenen Hz. Osman, Hz. Ali, Ubey b. Ka‘b, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mesud gibi büyük sahabilerdenKur’ân dersleri alan Abdurrahman es-Sülemî’den okumuştur. Bir diğer hocası da Abdullah İbnu Mesud’un öğrencisi olan Zîr b. Hubeyş’tir.

[14] Yedi Kıraat imamından biri de Nâfi’ b. Abdirrahman (v. 169/785)’dır. Medîne’de yetmiş kadar tabiūndan kıraat dersi almıştır.

[15] bk. Ebū Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân. (Beyrut, 1995), XIX, 96 vd.

[16]  Taberî, XIX, 96.

[17] CârullahMahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf. (Riyad: 1998),V, 66.

[18] Zemahşerî, V, 67.

[19] Abdulhak b. Galib,İbnu Atiyye, el-Muharreru’l-Veciz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz.(Beyrut: 2001), IV, 383.

[20] İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, (Beyrut: 1965), VI, 379.

[21] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsiru’l- Kebir.(Beyrut: 1981), XXV, 210.

[22]  Ali b. Muhammed el-Hâzin, Tefsîr Lübabü’t-Te’vîl fî Me^ni’t-Tenzîl, (Beyrut: ts.), III, 466.

[23] Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, (Beyrut,: 2006), XVII, 141.

[24] Ahmed b. Ömer el-Bezzar, Müsned, (Enes b. Mâlik’in rivayetleri;. Tahk: Hasna Bekri), Da‘vet ve Usulüdiin Ünv., Yüksek Lisans Tezi.( Suud:1992), 119.

[25] Ebulfidâ İsmail İbnu Kesîr,Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm (tahk: Heyet),( Müessesetu Kurtuba: ts.), XI, 150; bk. Ahmed Mustafa el-Merağî, Tefsir, (by: 1946), XXII, 6.

[26] Muhammed b. İshak İbnu Huzeyme, Sahih, (Mektebetu’l-İslamî: ts.),II, 813.

[27] İbnu Kesîr, XI, 151.

[28] Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr es- Suyūtî, Celaleyn. (Dâru İbn Kesîr:ts), 422.

[29] Suyūti, Celaleyn, 422.

[30] Suyūtî, ed-Dürrü’l-Mensūrfî’t-Tefsîri’l-Me’sūr, (Kahire: 2003), XII, 30.

[31] Suyūtî, ed-Dürr, XII, 30.

[32] Suyūtî, ed-Dürr, XII, 30.

[33] Şihabuddin Mahmud el-Âlūsî, Rūhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve Seb’ı’l-Mesânî. (Beyrut: 1985), XXII, 6; ayrıca bkz. Muhammed el-Emin b. Abdillah, Tefsiru Hadâiki’r-Ravhı ve’r-Reyhân, (Beyrut: 2001), XXII, 17.

[34] Âlūsî, XXII, 11.

[35] Kâsımî, XIII, 4848

[36] Merâğî, XXII, 6.

[37] Ebu’l-A‘lâ el-Mevdudî, Tefsiru Sūreti’l-Ahzâb, (Kahire:1976), 40.

[38] İbnu Hıbban, Sahih bi Tertibi İbni Balban, (Beyrut: 1993), XII, 135.

[39] Muhammed Abdurrahman b. Abdirrahim, el-Mübarekfūrî, Tuhvetü’l-Ahvezî Şerhu Câmiu’t-Tirmizî,  (Dâru’l-Fikr: ts.), VII, 351.

[40] Muhammed b. İsâ et-Tirmizî, Sünen. (İstanbul, 1992), Radâ, 18.

[41] Ahmed b. el-Hüseyn el-Beyhakî, Şuabu’l-İmân.(Beyrut, 1990), IV, 421.

[42] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, III, 162.

[43] Bezzâr, Müsned, XIII, 33 (h. No: 6962)

[44] Bursavî, Tefsîru Rūhı’l-Beyan, (Dersaadet, 1331 h.), XXII, 180.

[45] Muhammed et-Tâhir İbnu Âşur, Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvîr, (Tunus: 1984), XXII, 10.

[46] Muhammed el-Emin, Tefsiru Hadâiku’r-Ravhı ve’r-Reyhan, (Mekke: 2001), XXIII, 13.

[47] bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned. (İstanbul: 1992), VI, 297, 301.

[48] Muhammed el-Emin b. Abdillah, XXII, 17.

[49] Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Vecîz, (Dımaşk: 1994), 423.

[50] Muhammed Mütevellî eş-Şa’râvî, Tefsir, XIX, 469.

[51] Muhammed Ali es-Sâbūnî, Safvetu’t-Tefâsir, III, 524.

[52] bk. M. Hamdı Yazır Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, (İstanbul: ts.), VI, 3890.

[53] Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsîr, (terc: Beşir Eryarsoy), İst., 1992, XI, 405.

[54] Seyyid Kutub, Fî Zılali’l-Kur’ân (terc: B. Karlığa, M. Emin Saraç, İ. H. Şengüler), (İstanbul:,ts.), XII, 24-25.

[55] Ğassan Hamdūn, Tefsîr, (Dâru’s-Selâm, Suriye:1986),  444.

[56] Duman, Zeki, Beyanu’l-Hak, (Ankara: 2008), III, 389.

[57] bk. Kâsımî, XIII, 4848-4849.

[58] Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiu’l-Müsnedu’s-Sahîhu’l-Muhtasar min Umūri Rasūlillah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Sünenihî ve Eyyâmihî.(İstanbul: 1992).Nikâh, 116.

[59] Hadîsin vürūd sebebi, rivayetin çerisinde mevcuttur. Şöyle ki: Hz. Aişe (r.anhâ) naklediyor: ‘Gecenin birinde Hz. Sevde (r.anhâ) def-i hâcet için evinden dışarı çıkmıştı. Hz. Ömer de onu görünce Sevde olduğunu anlamış ve kendisine ‘Vallahi ey Sevde! Bize gizli değilsiniz’ demiştir. Hz. Sevde evine dönünce hücresinde akşam yemeği yemekte olan Rasūlüllah (s.a.v.)’e durumu arz etmiş, Rasūlüllah da: ‘Allah size ihtiyaçlarınızı gidermek için izin vermiştir’ buyurmuştur.”

[60] İbnu Âşur, XXII, 10.

[61] Feth, 48/9.

[62] Nuh, 71/13.

[63] Cemaluddîn Muhammed b. Mükerrem İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab (I-XV), (Beyrut: ts.), V, 290.

[64] Fussilet, 41/5.

[65] İsrâ, 17/46.

[66] Fussılet, 41/44.

[67] Ebū İshak b. İbrahim es-Serîez-Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân ve İ‘râbuhū, (Beyrut: 1988), IV, 224; Ebū Ubeyde Ma’mer b. el-Müsenna, Mecâzu’l-Kur’ân. (Müessetu’r-Risale, ts ), II, 137.

[68] Kurtubî, XVII, 139.

[69] İbnu Manzūr, V, 81; Kâsımî, XIII, 4849.

[70] Kurtubî, XVII, 140.

[71] bk. Zebîdî, Tâcu’l-Arūs, XIII, 392.

[72] Kurtubî, XVII, 140.

[73] Ebū Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs,,İ’râbu’l-Kur’ân.(Beyrut: 1980), III, 314; bk. Kasımî, XIII, 4849.

[74] Zehrânî, İbrahim b. Abdillah, Tevcihu’l-Kırâât Inde’l-Ferrâ, 418; Zebîdî, Tâc, XIII, 405.

[75] bk. Âlūsî, XXII, 6.

[76] bk. Zeccâc, 225; Dervişî, Muhyiddin, İrabu’l-Kur’ani’l-Kerim ve Beyanuhu, (Dımeşk: 1999), VI, 165; Nehhâs, III, 313-314.

[77] Zehrânî, s. 418; Râzî de “قَرْنَ”nin, “karar” kökünden olduğunu söyler, bununla birlikte “vekâr”dan olduğu da söylenmiştir, der. (bk. Mefâtihu’l-Gayb, XXV, 208.

[78] Mekese; durmak, eğlenmek, beklemek mânâsınadır. Böyle “امكثن كائنات في بيوتكن/Evlerinizde şöyle olarak durun” demektir. (Abdulvahid Salih Behcet, İ’râbu’l-Mufassal li Kitabillahi’l-Mürettel. (Daru’l-Fikr: ts.) IX, 253.)

[79] Behcet, IX, 253.

[80] Ebū Hayyan Muhammed b. Yusuf el-Endelüsî, Tefsiru Bahri’l-Muhit, (Beyrut: 1993),VII, 223.

[81] Kurtubî, XVII, 140.

[82] Kurtubî, XVII, 140.

[83] Yusuf b. Abdillah İbnu Abdilberr, Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-Meânî, ve’l-Esânîd, 1967,  XXIII, 402.

[84] İbnu Batta, el-İbânetu’l-Kübrâ, I, 308.

[85] Said Nursî, Sözler(İstanbul:1996), 410.

[86] Nursî, Sözler, 727.

[87] Yusuf, 12/4.

[88] bk. Taberî, XII, 10-13; Kurtubî, XI, 246; Zemahşerî, III, 254; Âlūsî, XII, 180; İbnu Âşūr, III, 219.

[89] Âlūsî, XII, 180.

[90] “وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ/Güneş kendi mihverinde akıp gider, işte bu Azîz, Alîm olan Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn, 36/38). Dikkat edilirse gramer açısından “şems” kelimesi müennestir ve Güneş kendi ekseninde istikrarı sağlamak için kararlı şekilde dönmektedir, kararlı dönüşüyle de etrafındaki gezegenlerini muhafaza etmektedir. Şayet takdir edilen nizam ve intizam dairesinde hareket etmese ve yerinde sabit durup dönmese etrafındaki gezegenler dağılacak ve kıyameti koparacaktır. Aynen bunun gibi kadının evini terk etmesiyle de aile efradı dağılacak ve böylece o evin kıyameti kopacaktır.

[91] Nursî, Sözler, 698-699.

[92] Ahzâb, 33/34.

Kaynakça:

- Ahmed b. Hanbel (v.241/855), Müsned, (I-VI), İst., 1992.
- Ālūsī, Şihabuddin Mahmud (v.1270/1854), Rūhu’l-Meānī  fī Tefsīri’l-Kur’āni’l-Azīm ve Seb’ı’l-Mesānī (I-XXX) Beyrut, 1985.
- Atay, Hüseyin, Kutluay, Yaşar, Kur’ān-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Ankara, 1985.
- Behcet, Abdulvahid Salih, İ’rābu’l-Mufassal li Kitabillahi’l-Mürettel (I-XII), Daru’l-Fikr, ts.
- Beyhakī, Ahmed b. el-Hüseyn (v.458/1066), Şuabu’l-İmān (I-VII), Beyrut, 1990.
- Bezzar, Ahmed b. Ömer (v.292/904), Müsned, (Enes b. Mālik’in rivayetleri). Tah: Hasna Bekrī, 1992.
- Buhārī, Muhammed b. İsmail (v.256/869), el-Cāmiu’l-Müsnedu’s-Sahīhu’l-Muhtasar min Umūri Rasūlillah (sallallāhu aleyhi ve sellem) ve Sünenihī ve Eyyāmihī, (I-VIII), İst. 1992.
- Çantay, Hasan Basri (v.1964), Kur’ān-ı Hakīm ve Meāl-i Kerim, İst., 1984.
- Davudoğlu, Ahmed (1983), Kur’ān-ı Kerim ve İzahlı Meāli, İst., 1981.
- Dervişi, Muhyiddin, İ’rabu’l-Kur’ani’l-Kerim ve Beyānuhū (I-IX),Dımeşk, 1999.
- Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an-ı Kerim Meāli, Ankara, 2013.
- Duman, Zeki (v.2013), Beyanu’l-Hak (I-III), Ankara, 2008.
- Ebū Hayyān, Muhammed b. Yusuf (v.745/1344), Tefsiru Bahri’l-Muhit (I-VIII), Beyrut, ts.
- Ebū Ubeyde Ma’mer b. el-Müsenna (v. 210/825), Mecāzu’l-Kur’ān (I-II), Müessetu’r-Risale, ts.
- Elmalılı, Hamdi Yazır (v.1942), Hak DīniKur’ān Dili, (I-IX), Eser Neşriyat, ist.,ts.
- Feyizli, Hasan Tahsin, Feyzu’l-Furkan Kur’ān-ı Kerim ve Açıklamalı Meāli, İst., 2005.
- Ğassan  Hamdūn, Tefsirun min Nesemāti’l-Kur’ān, Suriye, 1986.
- Havva, Said (v.1989), el-Esas fi’t-Tefsīr, (terc: Beşir Eryarsoy), İst., 1992.
- Hayrat Neşriyat, Kur’ān-ı Kerim ve Muhtasar Meāli, İst., 2007.
- Ebu’l-Hasen Alāuddin Ali b. Muhammed (v. 741/1341), Lübābu’t-Te’vīl ve Meāni’l-t-Tenzīl (I-IV), Beyrut, ts.
- İbnu Abdilberr, Yusuf b. Abdillah (463/1070), Temhīd limā fi’l-Muvatta’ mine’l-Meānī, ve’l-Esānīd (I-XXVI), 1967.
- İbnu Āşur, Muhammed Tahir (v.1973), Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvīr (I-XXX), Tunus, 1984.
- İbnu Atiyye, Abdulhak b. Galib (v. 546/1151), el-Muharreru’l-Veciz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz (I-V), Beyrut, 2001.
- İbnu’l-Cevzī, Cemalüddin Abdurrahman b. Ali (v.597/1200), Zādu’l-Mesīr fī İlmi’t-Tefsīr (I-X), Beyrut, 1965, VI, 379.
- İbnu Ebī Zemenin (v. 399/1008), Tefsiru’l-Kur’āni’l-Aziz (I-V), Kahire, 2002.
- İbnu Huzeyme, Muhammed b. İshak (v.311/923), Sahih (I-IV), Beyrut, 1992.
- İbnu Hıbban, Muhammed el-Büstī (v.354/965), Sahih bi Tertibi İbni Balban (I-XVIII), Beyrut, 1993.
- İbnu Kesīr, Ebulfidā İsmail (v.774/1372), Tefsiru’l-Kur’āni’l-Azīm (tahk: Heyet), (I-XV), Müessesetu Kurtuba, ts.
- İbnu Manzur, Cemaluddīn Muhammed b. Mükerrem (v.711/1311), Lisānu’l-Arab (I-XV), Beyrut, ts.
- İsmail Hakkı Bursavī (v. 1137 h.), Tefsīru Rūhı’l-Beyan (I-XXX), Dersaadet, 1331 h.
- Kandemir, Mehmet Yaşar- Halit Zavalsız -Ümit Şimşek, Āyet ve Hadislerle Kur’ān-ı Kerim Meāli,İst. 2016.
- Karaman, Hayrettin (Heyet), Kur’ān-ı Kerim ve Açıklamalı Meāli, Türkiye Diyanet Vakfı, İst., 2007.
- Kāsımī, Muhammed Cemaluddin (v.1029), Mehāsinü’t-Te’vīl (I-XVII), Daru İhyāi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1957.
- Kurtubī, Muhammed b. Ahmed (v.671/671), el-Cāmiu li Ahkāmi’l-Kur’ān (tahk: Abdullah b. Abdilmühsin), Beyrut, 2006.
- Merāğī, Ahmed Mustafa(v.1952), Tefsiru’l-Merāğī (I-XXX), Mısır, 1946.
- Mevdudi, Ebu’l-a’lā (v.1979),Tefsiru Sūrati’l-Ahzab, Kāhire, 1986.
- Muhammed el-Emin b. Abdillah (v.1429/2008), Tefsiru Hadāiku’r-Ravhı ve’r-Reyhan, Mekke, 2001.
- Mübarekfurī Muhammed Abdurrahman b. Abdirrahim (1935), Tuhvetü’l-Ahvezî Şerhu Câmiu’t-Tirmizî,  Dâru’l-Fikr: ts.
- Nehhās Ebū Cafer Ahmed b. Muhammed (v. 338/949), İ’rābu’l-Kur’ān, Beyrut, 1980.
- Nursī, Said (v.1960),Sözler, İst., 1996.
- Özek Ali (Heyet), Kur’ān-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meāli, Medine,1992
- Rāzī, Fahruddin (v.606/1209), et-Tefsīru’l-Kebīr (I-XXX) Tahran, ts.
- Sabunī, Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefāsir(I-III), Mekke, 1976.
- Seyyid Kutub (v.1966), Fī Zılali’l-Kur’ān (terc: B. Karlığa, M. Emin Saraç, İ. H. Şengüler), İst.,ts.
- Suyutī, Abdurrahman b. Ebī Bekr (v.911/1503), Tefsīru’l-Celāleyn, Dāru İbn-i Kesir,ts.
- Suyūtī, ed-Dürru'l Mensur fi Tefsiri'l-Me'sur (I-VI), Beyrut, 1990.
- Şaʻrāvī, Muhammed Mütevellī,Tefsir (I-XX), ts.
- Taberānī, Süelyman b. Ahmed (v.360/970),el-Mu’cemu’l-Evsat,.
- Taberī, Ebū Cafer Muhammed b. Cerīr (v.310/922), Cāmiu’l-Beyān an Te’vīlĀyi’l-Kur’ān (I-XV), Beyrut, 1995.
- Tirmizī, Muhammed b. İsā (v.279/892), Sünen (I-V), İst., 1992.
- Ustaosmanoğlu, Mahmud, Kur’ān-ı Mecid ve Tefsirli Meāl-i Ālisi, İst., 21014.
- Zebīdī, Muhammed Murtaza (v.1205/1791), Tācu’l-Arūs min Cevheri’l-Kāmus (I-XXXX), Kuveyt, 2001.
- Zeccāc, Ebū İshak b. İbrahim es-Serrī (v.311/923), Meānī’l-Kurān ve İ‘rābuhu, Beyrut, 1988.
- Zehranī, İbrahim b. Abdillah, Tevcihu’l-Kırāāt Inde’l-Ferrā,
- Zemahşerī, Cārullah Mahmud b. Ömer (v.538/1143), el-Keşşāf (I-V), Riyad, 1998.
- Zuhaylī,Vehbe, et-Tefsīru’l-Vecīz, Dimeşk, 1994. 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun