“Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” hadisini nasıl anlamak gerekir?

Tarih: 22.02.2012 - 00:49 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah (celle celâluhu) insanı yarattıktan sonra, ona, “Git, yeryüzünde başının çaresine bak!” dememiştir. Aksine onu öyle bir zemin ve talimgâha göndermiştir ki, sanki her şey başının ucunda duruyor gibidir. Ne var ki bizim, evimizde otururken “bütün bunlar gelsin ve burnumuzun dibinde sarksın” diye beklememiz doğru değildir. Çünkü dâr-ı hikmet olan bu dünyadaki hâdiseler, esbap dairesi içerisinde cereyan eder ve biz de esbaba riayetle mükellef ve memur kılınmışız.

Ahirete gelince, orası kudret yurdudur. Orada hikmet bir adım geride, kudret ise bir adım öndedir. Orada akıldan, hatta hayalden geçen şeyler bile insanın önünde hazır olabilir. Esasında Cenâb-ı Hak, kabul buyurduğu dualarla, dünyada da bunun bazı örneklerini bize göstermektedir. Bazen bakarsınız duada istediğiniz şey, hemen aynıyla size lütfedilir. Kabul olan bu dualar gibi ahirette henüz dudaklarınızı kıpırdatır kıpırdatmaz veya bir şeyi aklınızdan geçirir geçirmez hemen oluverdiğini görürsünüz. Çünkü orada kudret-i kâhire açıktan açığa tasarruflarıyla kendini gösterecektir.

Henüz Bilinmeyen Maden ve Rızıklar

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayette göklerin ve yerin insanın emrine musahhar kılındığını beyan buyurmaktadır. Sağımızda ve solumuzda dal budak salan ağaçlara, şakır şakır akan sulara, emrimize amade olan denizlere, denizlerin altındaki canlı varlıklara, güneşin ziyasına vs. baktığımız zaman, bütün bunların nimetlerle tüllendiğini görürüz. Arzı ve denizleri az kurcalayıp karıştırdığımızda ne nimetlerle ne nimetlerle karşılaşırız.

Ancak bir yönüyle bütün bu nimetler esbapla izole edilmiş gibidir. Yani Allah (celle celâluhu) umur-i hasise ile kudretin mübaşereti görülmesin diye bütün bu nimetleri bize perdeli vermektedir. İşte bu perdeli gelen nimetlere ulaşmak için bir yönüyle o perdeleri delmek ve yırtmak gerekir. Meselâ siz bir ağacın meyvelerini devşirmek istiyorsanız, öncelikle çekirdeği toprağa atacak veya fideyi alıp dikecek ve ardından da onun büyümesi için müsait ortamı hazırlayacaksınız. İşte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” hadis-i şerifi mü’minlere ne türlü vazifeler yüklemektedir.

اطْلُبِ الرِّزْقَ فِي خَبَايَا اَلْأَرْضِ 

“Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” (Beyhakî, Şuabu’l-iman, 2/87; Kenzu’l-ummâl, 4/21, hadis no: 9302)

buyurarak, bize, Allah Teâlâ’nın yerin derinliklerinde yaratmış olduğu rızık ve nimetlere ulaşma adına gayret göstermemizi tavsiye ediyor. Nitekim bugün altın, gümüş, bakır, fosfat, uranyum… gibi madenlerin, petrol, doğalgaz… gibi enerji kaynaklarının dünya ekonomisindeki yeri herkesin malumudur. Günümüzde bu maden ve enerji kaynaklarının rezervleri hakkında bir kısım tahminler yapılmaktadır.

Ancak bunlar şu an itibarıyla ulaşılabilen rezervlerdir. Yani günümüz şartları altında, bir arıza ve tehlikeye sebebiyet vermeden, insanlar tarafından arzın ne kadar derinliklerine inilebiliyor ve nereleri tetkik edilebiliyorsa, yerin altındaki stoklarla ilgili bilinenler de o kadardır. Fakat jeolojik olarak öyle yerler vardır ki, henüz oralara girilememiştir. Ben meseleyi iptidaî bir alete bağlayarak ifade edeyim. Eğer siz kazmayı vurduğunuz zaman üzerinize mağmaları fışkırtacaksanız, oralarda bir şey aramaya cesaret edemez ve bu kadar derinliklere giremezsiniz.

Diğer yandan, bazı canlıların mutasyon geçirmeleri gibi, küre-i arzda sürekli bir istihale vardır. Bu istihaleleri yaratan Allah (celle celâluhu) arzın altında sürekli yeni yeni rızıklar da yaratabilir. Bizim bitip tükeneceğini sandığımız bir kısım şeyleri, Allah’ın tekrar tekrar yaratmayacağını kim söyleyebilir? Zira kim bilir, şimdiye kadar küre-i arzda ne değişimler olmuştur, kim bilir kaç defa kutuplar yer değiştirmiş, kaç defa dağlar yerini denizlere, denizler de dağlara terk etmiştir.

Bu açıdan yerin altındaki maden ve enerji kaynaklarının rezervleriyle ilgili ortaya atılan iddiaların, spekülasyon ve göz bağcılık maksadına matuf yapılabileceğini de bir ihtimal olarak göz ardı etmemek gerekir. Böyle yapmakla bazı güç odakları, kendi çıkarları doğrultusunda diğer insanları uyutup aldatmak isteyebilirler.

İnsanı Anne Şefkatiyle Kucaklayan Arz

Asıl konumuza dönecek olursak, “Rızkı, yerin derinliklerinde arayın.” hadis-i şerifi mü’minlere ne türlü vazifeler yüklemektedir? Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de: 

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا

“Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?” (Nebe, 78/6)

buyurmak suretiyle, arzın, insan için ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Bu âyet-i kerimede, Allah Teâlâ, sanki annesinden henüz dünyaya gelmiş bir bebek gibi aciz ve zayıf durumda olan insanoğlunu, yeryüzünde merhametsizliğe terk etmediğini, arzı onun için âdeta annenin elleriyle ırgalanan ve maması başının ucunda bulunan bir beşik şekline koyduğunu ifade ediyor.

Şimdi böyle bir rahatlık içinde bulunan ve kendisine bu şekilde nazar-ı merhametle bakılan insanoğlu, iradesinin hakkını verdiği takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzündeki bütün nimetlerinden istifade edebilir. Ne var ki, mevcut imkânlar, insanın gözünü kör ettiğinden dolayı, o, küre-i arzda sergilenen nimetleri tam olarak göremiyor.

Oysaki çok ciddi bir acz u fakr duygusuyla, ihtiyaç ve ızdırar ruh hâletiyle, insan gözlerini açıp etrafına bakabildiği takdirde, çevresinde daha önce göremediği nice nimetlerin var olduğunu ve o nimetlerde daha önce farkına varamadığı nice buud ve derinliklerin bulunduğunu görecektir.

"Marifeti kalbin derinliklerinde ve ruhun enginliklerinde araştırın."

İnsan sadece cesetten ibaret değildir; onun zahirî bir yanı olduğu gibi, batınî bir derinliği de vardır. Mârifet; düşünce ve himmetle, vicdan ve iç tefahhusla elde edilen hususî bir bilgidir ki, ilimden farklı bir muhtevaya sahiptir. İlim; okuma, öğrenme, araştırma, terkip ve tahlil yoluyla elde edilen bir müktesebat olmasına karşılık mârifet; tefekkür, sezi ve iç müşahedeyle ulaşılan ilmin özü demektir. İşte, bu manadaki marifet, kalbin derinliklerinde, ruhun enginliklerinde ve vicdan mekanizmasında aranmalıdır. 

Bir kudsî hadis-i şerifte, Cenâb-ı Hak,

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad edince, mahlukâtı yarattım."(Acluni, Keşfü'l-Hafa, II/132)

buyuruyor. Allah her zaman kendini ilmiyle biliyordu. Kudretiyle belli tasarrufları vardı. Fakat o âlemler, başka âlemlerdi. Allah Teâlâ bir kere de bizim fizik âlemi diyebileceğimiz, maddeden mürekkep bir dünyada kendini ifade etmek ve tanıtmak istedi. Dolayısıyla "Kenz-i mahfî"yi, Zat-ı uluhiyetin fizik âlemindeki tecellîlerinden önceki fasıl için kullanılan bir ifade şekli olarak değerlendirebiliriz. 

İbrahim Hakkı Hazretleri, "Sığmam dedi Hak arz u semâya / Kenzen bilindi dil mâdeninde" sözüyle "kenz-i mahfî"ye işaret etmekte ve

"Yeryüzü ve gökler beni içine almaktan aciz kaldı. Lakin ben, yumuşak huylu, halim-selim bir mü’min kulumun kalbine sığdım."

mealindeki مَا وَسِـعَنِي سَـمَائِي وَلاَ أَرْضِي وَلَكِنْ وَسِعَنِي قَلْبُ عَبْدِي الْمُؤْمِنِ müteşabih nebevî beyanı hatırlatmaktadır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun